Risale-i nurun neresindeyiz?

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
BU YAZI, RİSALE-İ Nur hakkında övgü dolu bir yorumla başlayıp bitse kimin nasıl mukabele edeceğini tahmin edebiliyorum. Risale-i Nur dairesinde yer alanlar, bunu kendi ‘meslek’lerinin haklılığının yeni bir teyidi olarak karşılarken, Risale-i Nur dairesi dışındakiler aynı yorumu ‘abartılı’ bulacaklardır.

Hemen belirtelim: Bu yazı, böylesi bir ‘övgü’ için yazılmadı. Övgü için yazılmadığı gibi, güya olaya ‘tarafsız’ bakıyor olmak için ‘kusur arayıcı’ bir tavırla da yazılmadı. Bilakis, bu satırların yazarı Risale-i Nur’a ‘daire içinden’ muhatap olanların ‘övgü’lerinde bir ifrat gördüğü gibi, ‘daire dışındakiler’in tavrında da bir tefrit görmektedir. ‘Övgü’lerin taşıdığı ifrat, Risale-i Nur’un, deyim yerindeyse ‘köksüz’ bir biçimde, beslendiği temeller, bilhassa üzerine bina olunduğu İslâmî miras görülmeden yahut gösterilmeden övülüyor olmasıdır. Tefritin sebebi ise, ya gene aynı şekilde, Risale-i Nur’un bu köklerden kopuk bir ‘türedi’ olarak görülmesi; yahut muhteşem bir mirasın ‘vasat bir kopyası’ diye değerlendirilmesidir.

Bu bakımdan, gerek Risale-i Nur’u İslâmî gelenek ve mirastan kopuk biçimde takdir etmek de, Risale-i Nur’u takdir etmemek de kesinlikle sorgulanmayı hak etmektedir

Şahsen, Risale-i Nur hakkında en doğru değerlendirme yapmaya ehil olanlar, ne ‘dışarı’yı görmeyecek kadar ‘içinde olduğunu’ düşünenlerdir; ne de onun içerisine nüfuz edemeyecek kadar dışında duranlar. Risale-i Nur hakkında en doğru değerlendirmeyi yapacak olanlar bütünüyle insanlık tarihine, hususan İslâm tarihine, özellikle düşünce tarihine nüfuz eden; öte yanda kendi iç dünyasını tam bir incelikle okuyabilen insanlardır ve şu an böyle birileri var mıdır, bilmiyorum.

Kendi namıma, Risale-i Nur’la muhatabiyetimióbilebildiğim kadarıylaóinsanlık tarihinin, hususan İslâm tarihinin ana çizgileriyle bütünleştirince, Risale-i Nur’un belli bir coğrafyayla ve dar bir zaman kesitiyle sınırlanacak sığ bir eser olmadığını görüyorum. En başta, Türkçe, Arapça ve Farsça risale ve bahislerin terkibinden oluşan bir külliyat olması, onun birileri onu hep belli bir coğrafyayla sınırlı görmüş de olsa, coğrafya-ötesiliğinin en birinci örneğidir. Onu belli bir coğrafyanın üstünde kılan asıl husus ise, meselâ ‘Türk insanı’nı yahut ‘Anadolu insanı’nı değil, ‘insan’ı hedef almasıdır. Bu, Risale-i Nur’u dar bir zamana sıkışmaktan alıkoyan şeydir de.

Risale-i Nur’da, baştan sona, ‘insan’ vardır. Tüm risaleler, ‘bir insan’ın eseridir; ve bu insan hiçbir konuyu ‘kendi’sini dışarıda tutan hükmedici, didaktik, vaaz verici yahut dayatmacı bir üslupla sunmamaktadır. Bilakis, bütün bahisler, yer yer samimi bir otobiyografi üslubunu bürünen ama hiçbir zaman muhakemeyi gevşetmeyen bir tarz içinde, insanın temel soruları, arayışları, acıları, zaafları, aczi, ihtiyacı, beklentileri.. ekseninde gelişmektedir. Bütün bahisler, fıtratın dile getirdiği, birincisi ‘varoluşun anlamı’ olan bu temel soru, sorun, acı ve arayışlara ise, kâinatın Rabbinin Kelâm-ı Ezelî’si ve de o Ezelî Kelâm’ın elçisi olan zâtın (a.s.m.) sünneti ışığında cevaplar sunmaktadır. Tek tek de ele alınsalar, her bir risalede bu bütünlüğün korunduğu görülecektir.

Yukarıda altı çizilen dört husus, gerçekten, Risale-i Nur’un belkemiğidir. Risale-i Nur, fıtrat, kâinat, Kur’ân, Resul-i Ekrem dörtlüsünden biri dahi gözardı edilerek anlaşılamaz.. Risale-i Nur, her yönüyle fıtratı esas almakta; bu yüzden bilinen haritalar üzerine fani ve arzi gezintiler yerine, ‘harita-i insaniye’de keşif yolculukları yapmayı tercih etmektedir. İnsanın fıtratından kopup gelen temel soru, acı ve arayışlara çözümün ipucu ise, fıtratın verileri ile kâinatın taşıdığı mesajların yüzleştirilmesi, enfüs ile âfâkın, iç dünya ile dış dünyanın buluşturulmasıdır. Gerek enfüsün, gerek âfâkın okunması ve yorumlanması ise, kesinlikle yalnız başına, kılavuzsuz, sırf aklın ya da duyguların eliyle yürütülen rasyonalist veya romantik bir sefer değildir. Bilakis, insan da, kâinat da insanı ve kâinatı yaratan Rabbu’l-âlemîn’in Ezelî Kelâmının rehberliğinde okunmaktadır. Kelâm-ı Ezelî’nin nasıl okunup yorumlanacağı ve nasıl yaşanacağı ise, Resul-i Ekrem’in hal, söz ve tavırlarının, kısacası hayatının ifadesi olan ‘Sünnet’te ifadesini bulmaktadır.

Bir bütün olarak insanlık tarihinin, insanlık tarihinin ayrılmaz bir parçası ve bir ‘mikro-örneği’ olarak İslâm tarihinin ve de her bir insanın ana sorularına çıkış arayışı, Risale-i Nur’da bu eksene oturur. Risale-i Nur’un felsefe-nübüvvet ikilemesi üzerine oturan genel kurgusu, bu çizgide asıl anlamını bulur. Onun, akıl-vahiy ilişkisi, iman-İslâm bütünlüğü, hilafet-saltanat ikilemi, dünya-ahiret denklemi, celâl-cemal dengesi, tekvinî şeriat-tedvinî şeriat beraberliği, tevhid-şirk ikilemi gibi kalıcı sorulara; keza zamanların getirdiği meselelere, bilhassa Modern çağın meydan okumalarına karşı yaklaşımı hep bu çizgide gelişir.

Fakat, gerek kendisini Risale-i Nur’la tarif edenler, gerek kendisini Risale-i Nur dışında görenler tarafından, bu ana çizgi yeterince ele alınmamıştır. Hatta, neredeyse kısmen ele alınmış dahi değildir. O yüzden de, ortaya çıkan Risale-i Nur resmi, Risale-i Nur’un gerçek resminin çok zayıf, çok silik, çok flu bir kopyasından ibarettir. Ne var ki, birileri bu resmi, Risale-i Nur’un aslı zannedip, ona yaklaşmaktan daha da geri durmayı tercih etmektedir. Hele işin içine, Risale-i Nur’a Risale-i Nur’un kendi paradigması haricinden yapılan yaklaşımlar; ve böylesi yaklaşımlarla gelen yakıştırmalar ve yanlış yorumlar girince, vaziyet hepten bulanıklaşmaktadır.

Bir kez daha vurgularsak, Risale-i Nur’un dayandığı temeller ve kökler ve o kökler üzerine inşa ettiği düşünce ve hayat modeli ne Risale-i Nur dairesi olanlar tarafından; ne de haricinde duranlar tarafından hakkıyla anlaşılmış, resmedilmiş ve yaşanılmış değildir. Ona dair bu kadar zıt yorumların, bu kadar ayrık düşüncelerin ortada kol gezmesi; hele hele, Risale-i Nur’un en uzağında olduğu modernist duruşun müslüman veya gayrimüslim temsilcilerinin dahi onu kendi yollarında ‘araçlaştırma’ teşebbüsleri işte bu yüzdendir.

Risale-i Nur, insanın temel sorularının ve dolayısıyla İslâmî tarihin ve mirasın tam ortasındadır; ama biz bugünün insanları Risale-i Nur’un ‘ortasında’ değiliz. Ya yanındayız, ya karşısındayız; ama ‘içinde’ durmuyoruz.

Risale-i Nur’un asıl keşfedilişi ise, ancak bu ‘içinde’ oluş başarıldığı sürece mümkün olacaktır. Ve bu, herkesin hayrına olacaktır.

www.karakalem.net
Metin Karabaşoğlu
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
BATI KÖKENLİ KELİMELERİ kullanmaktan, oldum olası korkmuşumdur. Deyim yerindeyse, bir ‘dil ırkçısı’ olduğumdan değildir bu; bilakis, Batı kökenli kelimelerin genelde bir çokbilmişlik edasıyla kullanılıyor olmasındandır.

Gelin görün ki, bu yazıyı Batı kökenli bir kelime üzerinde kurma durumundayım. Zira, ‘paradigma’ kelimesinin ifade ettiği anlamı karşılayacak daha açık bir kelime bulabilmiş değilim.

Belki eskilerin ‘esas-ı müsellem’ tabirine karşılık gelen ‘paradigma,’ anladığım kadarıyla, bizlerin zihnine hâkim olan, farkında olmasak dahi düşüncemizi şekillendiren temel fikirleri, düşüncemizin ekseni olmuş temel değerleri ifade ediyor. Ve bu yönüyle, bana, "Hem pazarda çok silik söz geziyor. Mehenge vurmadan almayınız" uyarısını hatırlatıyor.

Neden mi?

Meselâ, hayatında ubudiyet diye bir çaba bulunmayan biri, İslâm’ın ilerlemede motor güç olabileceğinden söz etti, diyelim. Görünüşe göre, bu insan İslâm’a bir kıymet biçiyoróama ‘ilerleme’ paradigması açısından. Bir diğer açıdan bakılırsa, aynı insan, sözgelimi dinsizliğin ilerlemede daha etkili olduğunu görse, onu tercih edecek. Zira, onun paradigması ‘ilerleme’dir; İslâm’a da İslâm için değil, ‘ilerleme’ için değer vermektedir.

Yahut ‘devletin bekası’ paradigmasıyla hareket eden biri, zahirde İslâm’a değer biçiyor görünse bile, bunu meselâ ülke içindeki Türk olmayan mü’minleri aynı çatı altında muhafaza gibi bir amaçla yapacaktır. Batıda iki Kur’ân âyetiyle emrolunan başörtüsüne savaş açmışken, Doğuda uçaklardan ‘kardeşlik’ âyetlerini içeren broşürler atan kimi TC yöneticileri, bu vaziyetin ilginç bir örneğidir.

Bu bakımdan, paradigmaları gözden kaçırmamak; bu arada kendi ‘paradigma’mızı da gözden geçirmek gerekiyor.

Mü’minin paradigması ubudiyettir, rıza-yı ilahîdir, ihlastır; bu minvaldeki bütün şeylerdir. İmanındaki ciddiyet ve ihlasa hayatının delil olduğu bir mü’minin eseri olan Risale-i Nur da, hep bu paradigmalar ekseninde dönmektedir. Ama, Risale-i Nur’a dahi, onun kendi paradigması haricinde yaklaşmak mümkündür. Bu şekilde yaklaşanlar da zaten mevcuttur. Sözgelimi, uzun yıllar Risale-i Nur hareketi üzerinde çalışan meşhur bir profesör ‘modernleşme’ paradigmasıyla; Risale-i Nur’dan her nasılsa ‘Türk milliyetçiliği’ üreten bir başka profesör ‘milliyetçilik’ paradigmasıyla, keza ‘Kürt milliyetçiliği’ üretenler de ‘milliyetçilik’ paradigmasıyla ona bakmaktadır.

Tüm bunlarda, Risale-i Nur’un kendi paradigması asıl ve merkez değildir. O, ‘modernleşme’ veya ‘milliyetçilik’ gibi paradigmalara âlet ve tâbi kılınmaktadır.

Aynı şekilde, Bediüzzaman’ın "İstikbalde en yüksek gür sada İslâm’ın sadası olacaktır" yahut "Zalimler için yaşasın Cehennem" sözünü çokça tekrarlayan birileri de, bu sözleri aslî mecraında değil, ‘İslâm devrimi’ paradigmasıyla kullanmaktadır.

Galiba, bir şekilde Risale-i Nur okuyan o kadar çok çevre varken Risale-i Nur’a ters düşen birçok tavır ve hale muhatap olunmasının sebeplerinden biri budur.

Zira, bakış açımızı, en azından belli durumlarda veya belli zamanlarda, gözden geçirmeye ve tashih ya da tasfiye etmeye girişmediğimiz haricî paradigmalar belirlemektedir.

Bu durumun, Risale-i Nur’a talebe ve Risale mesleğine tâbi olmanın önünde çok ciddi bir engel teşkil ettiğini düşünüyorum.

Nitekim, bugün ‘kırmızı kitaplar okuyarak hizmet etme’ devrinden ‘çalışıp para kazanmakla hizmet devri’ne geçildiğini düşünenler; ve bunu Risale-i Nur’un iman-hayat-şeriat üçlemesine dayandıranlar varsa, sebebini bu haricî ‘paradigma’larda aramak gerekmektedir.

METİN KARABAŞOĞLU
KARAKALEM DERGİSİ
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Çok gerisinde

Risale-i Nur'un ilgilendiği meselelerle bizim meşğul olduğumuz meseleri karşılaştırınca maalesef çok gerilerdeyiz.
 

ABDULHAK

Üye
Katılım
12 Ara 2006
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Metin Karabaşoğlu'na :

Risale-i Nurlardaki TEZAT ve YANLIŞLIKLAR

edit...
 
A

ada

Guest
abdulhak şirk_doktorunun olduğu yerdesiniz.

Selametle...
 
Katılım
9 Ağu 2006
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Risale-i Nur'un ilgilendiği meselelerle bizim meşğul olduğumuz meseleri karşılaştırınca maalesef çok gerilerdeyiz.


Kardeş kendi namına nefsini terbiye noktasından böyle konuşabilirsin fakat umum namına böyle hüküm vermeye hakkın yok. Risale i Nurla Kuranı anlamaya ve elinden geldiğince yaşamaya çalışan safi tertemiz insanlar var. Onlara atıfta bulunacak bir surette ve mertebe i ismetlerine halel verecek tarzda laf söylemek Nurdan istifade eden insanlara yakışmıyor. Kardeşlerin kusurlu olduğunu düşünmek değil belki onların meziyetleriyle şakirane iftihar etmek gerektir. Hem mesleğimizin de muktezasıdır. Üstadımız öyle ders verir..

..fert mütekellim-i vahde olsa, müsamahası ve fedakârlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maalgayr olsa -yani cemaat namına- hıyanettir, amel-i talihtir. Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefis eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefis edemez..


İ'lem ey hitabet-i umumiye sıfatıyla gazete lisanıyla konferans veren muharrir! Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var. Fakat şeâir-i İslâmiyeye zıt ve muhalif olan herzelerle İslâmiyeti lekelendirmeye kat'iyen hakkın yoktur..


Seni kim tevkil etmiştir? Fetvâyı nereden alıyorsun? Hangi hakka binaen Nur talebeleri hakkında böyle konuşuyorsun. Yoksa umum Nur cemaatini mi temsil ediyorsun?!..

Nedamet et kardeşim yoksa bu iddiaların ile ciddi bir kusur işliyorsun. Kendi nefsini ittiham et fakat kardeşlerinle iftihar et..

Ahir zamanda iman kurtarmak hizmeti herşeyin fevkinde bir hasenedir..Başka hangi kusur var ki bu haseneye galebe etsin ve Nur talebelerini onunla mahkum etsin.. Hadis i şerifte var ki,

Bir hadiste ferman etmiş ki: "bir tek adam seninle hidâyete gelse, sahrâ dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır." İşte burada, mahkemede ve Ankara'da, sizlerin yazılarınız ve hizmetleriniz vasıtasıyla ne kadar insanlar imanlarını dehşetli şüphelerden kurtardığını ve kurtaracağını düşününüz, sabır içinde kemâl-i rıza ile şükrediniz.


Elhasıl kişi yalnız nefsini ittiham etmek gerektir.. Umum namına hüküm veremez. Verse dehşetli bir hataya düşer. Kul hakkı af edilmez bilirsiniz dikkatli davranınız..

Umum Nur mensuplarına selam..
 

&Ta-Ha&

Doçent
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,044
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Web sitesi
hayattanizler.spaces.live.com
Levent Abim yazıyı yazan şahıs metin karabaşoğlu tanıdığınızı umarım. bence tenkitleriniz haksız olmuş zaten yazar kendi adına konuşmuş ve bence doğru da söylemiş..
muhabbetle...
 
Katılım
9 Ağu 2006
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Levent Abim yazıyı yazan şahıs metin karabaşoğlu tanıdığınızı umarım. bence tenkitleriniz haksız olmuş zaten yazar kendi adına konuşmuş ve bence doğru da söylemiş..
muhabbetle...


Kardeşim dikkatle bakarsan yazara değil HD kardeşimizin görüşüne mukabele etmişim..

Yazara gelince kendi namına konuşmuş ise doğrudur fakat umum namına konuşmanın mahzurunu ilmen beyan etmişim.. Maksadımız şahıslar değil hakikatın tebarüz etmesidir. Metin Karabaşoğlu zaman zaman yazılarına rastladığım bir mübarek zat. Fakat kim olursa olsun şahsı manevinin hukuku daha ehemmiyetlidir.. Yazımda nazara verdiğim hususlara dikkatle bakarsanız yapılan bir yanlışlığı düzeltmek sadedinde yazılmıştır. Bununla beraber kardeşimizi ziyade incitmişsek hakkını helal etsin..

Kardeşim Risale i Nurun şahsı manevisi bu zamanda pek ehemmiyetli bir vazife gördüğünden şahsı maneviye gelecek zararı bertaraf etmek vazifemizdir diye düşünüyorum. Bunlar hakiki kardeşlerimiz de olsalar hakikatı bitarafane beyan etmeye mecburuz. Zira hakkın hatırı alidir. Hiçbir hatıra feda edilmez..
Emin olunuz hiçbir cemaatin fikirlerini umuma kabule çalışmıyorum yalnız Risale i Nur namına yazıyorum.. Risale i Nur dairesi umuma kafidir..

Dikkatli fehminize havale ederim..

Umuma selam..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Freed Reed

Freed Reed, isimli Kanadalı bir gazeteci var.Bu şahsın"Anadolu Kavşağı" isimli bir kitabı var.Bu kitabında Bediüzzaman'ın hayatını Türkiye Tarihine paralel olarak anlatıyor.Bu kitapta yazar,Bediüzzaman'ın hiç bir zaman güç peşinde koşmadığını belirtiyor.Bu yüzden kendisine hayranlığını ifade ediyor.Bununla da kalmadı.Müslüman oldu.Hayatında hiç bir zaman güç peşinde koşmayan bir insanın ihlasına hayran olduğu için müslüman oldu.
Ki Bediüzzaman'da asıl gücün ihlas olduğunu belirtiyor.Peki biz güç deyince anlıyoruz.Güç deyince aklımıza ihlas mı geliyor.Yoksa para,makam,bina tiraj,reyting gibi şeyleri mi anlıyoruz güç deyince.Bediüzzaman bugün bizim peşinde koştuğumuz anlamda bir gücün peşinde değildi.Güç hesapları yapmaktan risale okumaya zaman bulamıyoruz.
Mesala geçen sene Bediüzzaman ve ahlak konulu sempozyuma beraber gittik.Yolda gidip gelirken abartmadan söylüyorum hiç kimse risale okumadı.Yanlarında da risale mevcut değildi.Bir yerlerde kalabalık teşkil edip "bak biz ne kadar kalabalığız" demek risale talebeliğinin gereğini yapmaktan nefse daha kolay gelir her zaman.Risale talebeliği güç gösterisi midir?Yoksa onu okumak mıdır?Bizler nurcu olmak zorundayız.Ama Hülya Kartal'ın deyimiyle "nurcucu" olmayı tercih ediyoruz.Sanıyoruz ki biz "nurcucu" olduğumuz zaman birilerinin nurcu olmasını sağlayacağız.
Şahsi manevi kavramını kullanarak nefsimizinde yöneltilen eleştirileri bertaraf etmek doğru bir davranış olmasa gerek.En azından benim bildiğim nefis her zaman kendinin avukatlığını yapar.Avukatlık adına kimi zaman bazı ihlas düsturlarını bile kullanır.
Daldan dala atladığım,yanlış anlaşılabilecek,meramımı da tam anlatamadığım bu yazımı şimdilik burada bitiriyorum.
 
Katılım
9 Ağu 2006
Mesajlar
184
Tepkime puanı
0
Puanları
0
..Bediüzzaman bugün bizim peşinde koştuğumuz anlamda bir gücün peşinde değildi.Güç hesapları yapmaktan risale okumaya zaman bulamıyoruz.
Mesala geçen sene Bediüzzaman ve ahlak konulu sempozyuma berabewr gittik.Yolda gidip gelirken abartmadan söylüyorum hiç kimse risale okumadı.Yanlarında da risale mevcut değildi.Bir yerlerde kalabalık teşkil edip "bak biz ne kadar kalabalığız" demek risale talebeliğinin gereğini yapmaktan nefse daha kolay gelir her zaman.Risale talebeliği güç gösterisi midir?Yoksa onu okumak mıdır?Bizler nurcu olmak zorundayız..


Kardeşim selamün aleyküm.. Hakkını helal et seni biraz kırdık galiba. Fakat itirazıma sebep olan tavrında devam ettiğini esefle müşahede ediyoruz..

Kardeşim risale okumaya zaman bulamıyorsanız yahut kimsenin yanında Risale i Nur bulunmamışsa yahut kalabalıkla yetiniyorsanız bu sizlerin kusurudur. Şahsi manada yahut bir grup olarak noksanınızı umuma teşmil etmek yanlıştır..

Risale i Nuru yanından ayırmayan, daima o nur ile meşgul olan Nurun talebeleri çoktur. Onları itham etmeye hakkınız yoktur.. Kusuru kendinizde yahut bahsettiğiniz grubunuzda arayınız.. Çünkü hakikat ı hal dediğiniz gibi ise ciddi bir noksanınız var demektir.. Fakat umum Nurcular yahut cemaatler sizin dediğiniz gibi değildir. Risale i Nur cemaatlerinde umumiyetle Nurlarla meşgul olmak esastır. Sair vazifeler ve hizmetler ikinci üçüncü derecede kalır. Bilmüşahede muvaffak oluyoruz elhamdülillah..

İnsanı hataya düşüren kendinde yahut cemaatinde gördüğü lakaydlığı ve tehavünü umuma mal edip herkes bizim gibidir diye nefsi emmare öyle nazara verir ki ta kusuru hafifletsin yahut o kusurdan fazla rahatsız olmasın diye nefsin bir hilesidir. Bu manaya işaret eden bir parçayı -29.mektubtan- nazara veriyorum ki yanlış gitmeyesiniz..

..büyük evliyayı kendi gibi telâkki eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira, nefis ne kadar mağrur da olsa kendisi kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip kusurlu tevehhüm eder. Hattâ enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır.

İşte bu hâle giriftar olanlar, mizan-ı şeriatı elde tutmak ve usulü'd-din ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi muhakkıkîn-i evliyanın talimatlarını rehber etmek gerektir. Ve daima nefsini itham etmektir.. Ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir
..


Demek nefsini ittiham eden hakikata yanaşır fakat başkaları da kendi gibi zanneden galat eder.. Halbuki başlarını kaldırıp sair taifelerdeki Nurlarla ciddi meşguliyeti görebilseler yahut anlayabilseler kendilerine gelecekler ve asli vazifelerini ve düştükleri vaziyeti görüp ders alarak inşaallah halas bulmaya vesile edecekler.. Bu manaya işaret eden bir parçayı -19.mektubtan- kıyas etmeniz için nazara veriyorum ki mesele daha iyi anlaşılabilsin..

..hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi.. Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyti gördükleri için onlara karşı muvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da herhalde teşvik ve tasvipleriyle, etbâları ve taraftarları bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur'âniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar.. Yüz binlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beytin gayet kuvvetli velâyet ve diyanet ve kemâlâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak muhtemeldi..


İşaret ettiğiniz şahsı maneviye istinad ederek nefsimize de gelen tenkidleri bertaraf etmek meselesi ise, niyetimiz halis olduğundan inşaallah Cenab ı Hak muhafaza eder.. Hem tenkidler şahsımıza değil ki müdafaa etmeye mecbur olalım belki şahsı maneviye yapılmıştır.. Hem bu hizmete yani ehli imanı istikamete ve Risale i Nurun asıl mesleğine ve hakikatlarına sevk etmekte nefsimiz karışsa da inşaallah afvı ilahiye mazhar olur diye ümit ediyoruz.. Zira hakkın hatırı alidir hiçbir şeye feda edilmez..

Bu bahiste yazılanlar hakikatın inkişafı için zannederim ki kafi bir mikyastır daha uzun gitmeye ihtiyaç yoktur..

Umum Nur mensublarına selam olsun..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Mesele Çok Derin!

Mesele benim yazdığımdan çok daha derin.Bunu örnekler vererek açıklamak isterdim.Ama bu bir başka grup adına tarafgirane bir davranış olarak nitelendirilebilceği ve sonuçsuz tartışmalara yolaçabileceği için meseleyi şimdilik kaydı ile rafa kaldırıyorum.Sonrasını Allah bilir..
 

yasinerbu

Üye
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
188
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Esselamü aleyküm. Levent bağ kardeşim senin ne kastetmek istediğini çok güzel anlyanlardanım. Tabi ki Risale-i Nur dairesi mütedahil daireler gibi iç içe geçmiş dairelerden oluşuyor.Hani üstdımızın bir tabiri varya meyve bahçesine giren kişler boyları nisbetinde meyve koparırlar. işte Risalelerdende istifade kişilerin (grupların) kabiliyetleri nisbetindedir. Her cemaat kendi çapında o dairelerin birisindedir.
Tabiki Üstadımızın Tarz-ı hayatlarını birebir esas alarak üstadımız misüllü vakıf hayatı yaşayanlardan (kendini bu hizmete vakfedenlerden) tut taa adı nurcu olupta hasan demir kardeşimizin dediği gibi nurlarla pek alakası olmayanlarda mevcuttur.
İnşaallah o dairelerin içinde merkeze en yakın olanlardan oluruz. Allahu Teala bizi HASlar dairesine ilhak eylesin. Hizmette daim eylesin.Son nefeste Hafız Ali abi gibi nurlarla meşgul eylesin amin.
vesslam...
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Benim sözünü ettiğim kişiler bulundukları yerde cemaatlerinin hizmetlerini yürüten insanlardır.Haftada bir gün sohbete gelip sosyal faaliyet yapan insanlardan sözetmiyorum.Gerçekleri görelim,Allah rızası için.Bu arada alıntıladığım yazıyı da güme getirmeyelim.Risalelerin gündemi bizim gündemimizi belirliyor mu gerçekten..
 
Üst