RİsÂle-İ HÀlİdİyye TercÜmesİ

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
بســـم الله الرحمن الرحيم

RİSÂLE-İ HÀLİDİYYE TERCÜMESİ
VE ÂDÂB-I ZİKİR RİSÂLESİ

Hazırlayan:

Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A)
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
MUKADDİME

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn. Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Ashàb-ı bâtından, yâni içleri temiz ve kemâle ulaşan bahtiyarlardan ve enbiyâ aleyhimüs-salâtü ves-selâm hazretlerinden feyz alabilmek, iki veya üç şeye bağlıdır. Bunlardan biri ihlâs, biri edeb, biri de ehlullaha muhabbet etmektir. Feyz ancak ehlullahın kalblerinden alınır. Onların kalbleri feyz ile doludur.

Bir müridin kalbi ihlâstan ârî, boş ve çıplak olursa, veyahut evliyâullah hakkında edebe mugayir hareketleri bulunursa, bu gibilere o velîlerden ne feyz gelir, ne de onların gönülleri onlara meyleder.

Muhabbet, feyzin artmasına başlıca sebeptir. bir müridde bu üç şey ne kadar çok olursa, feyzin de o kadar artacağında hiç şüphe yoktur. Feyz alabilmenin birinci unsuru, mürşide muhabbettir. Ancak, bu muhabbetin sun'î ve tekellüfsüz, yâni gösteriş veya zorlanmakla değil, sıdk ve yakîn üzere olması lâzımdır.

Zira muhabbet, müridin içinden mürşidin içine akan bir nehr-i mânevî ve derûnî bir akıştır. İşte bu mânevî muhabbet ve akışla, mürşidin içinden (bâtınından) devamlı feyz alabilmek imkânı hàsıl olur. Bu nehr-i mânevînin genişliği ve feyzin çokluğu, müridde olan muhabbetin az veya çokluğuna göredir.

Bazan muhabbetin artması sebebiyle, müridin kalbi mürşid tarafına teveccüh eder ve belki muhabbetin galebesiyle, mürid şeyhinde fânî olup şeyhinin ahvâli bir anda müridin kalbine akseder; aynaya geçen insanın aynada göründüğü gibi.

Muhabbet, edeb ve ihlâsı da müstelzimdir. Çünkü muhabbet eden kimse, sevdiği kimseye karşı edebe ve ihlâsa riayet edegelmiştir. Muhib olan kimsenin, sevdiğinde ayıp ve noksan görmesine ihtimal yoktur. Aksi takdirde ihlâs ve yakîni mahvolur. Çünkü muhabbet, ihlâs ve edeb, hakîkatte Cenâb-ı Vâcibül-Vücud Hazretleri tarafından gelir. Bu sebepledir ki, her makama göre münâsib bir edeb vardır. Tasavvuf ise tamâmen edebden ibarettir.

İmdi mürşid hakkında riayeti lâzım olan edeb birkaç vech üzeredir:

1. Niyyet edebidir.

2. Râbıta edebi ve hizmet-i şeyh edebidir.

3. Mürşid huzurunda bulunma edebidir.

4. Mürşid ile konuşma edebidir.

5. Şeyhine hizmet edebidir.

6. Feyz alabilmek için kalbini hazırlamak, ihlâs ve taleb edebidir.

7. Vird ve hatim edebidir.

8. Sülûk ve mücahede edebidir ki, aşağıda beyan edeceğiz.
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
NİYET EDEBİ

Niyet, dinin usüllerinden büyük bir asıldır. Bütün ibadetlerin kökü mesâbesindedir. Buna,



(İnnemel-a'mâlü bin-niyyât) [Ameller niyetlere göredir.] hadis-i şerifi kuvvetli bir delildir. Amellerin makbul olması için niyet şarttır. Nitekim;



(Niyyetül-mü'mini hayrun min amelihî) [Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır.] hadis-i şerifi de bunu pek güzel izah etmektedir. Ve yine iki cihan serveri, sevgili Peygamberimiz Efendimiz;



(Ve innemâ liküllimriin mâ nevâ, femen kânet hicretühû ilallàhi ve rasûlihî, fe hicretühû ilallàhi ve rasûlihî) [Muhakkak ki her kişi niyetlendiğini bulacaktır. Kim Allah'a ve Rasûlüne hicret ederse, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir.] buyurmuşlardır.

Buna göre bir işe başlarken, her şeyden önce niyet ve ihlâs şart ve mühimdir. Niyet hàlis olmadıkça o işten hayır beklemek boşunadır. Niyette ihlâs olmadan kurbiyyet mümkün değildir. Zirâ ihlâs olmadan kurbiyyeti elde edeceğini zannedenlerin kazancı ancak Hak'tan uzaklaşma olur. Rızâ-yı Bârî'yi kazanayım derken, ukûbete ve felâkete düşer. Nitekim mürâîlerin hali bu kàbildendir.

İhlâs her amelde vâcib olduğu gibi, bilhassa kalbe ait amellerde daha mühimdir. (El-amelül-kalbiyyü küllühû niyyetün) "Kalbin her ameli niyettir." buyrulmuştur.

İradesinde sadık olan mürid için niyetin edebi odur ki, vech-i kalbini şeyhi vasıtasıyla Cenâb-ı Zât-ı Akdes Hazretleri'ne tevcih ile, Zât-ı Bârî'yi kasd eyleye... Yâni niyeti, dünyavî ve uhrevî garaz ve ivaz ve ahvâl-i bâtıniyye husûlü için; kurbiyyet, velîlik, kerâmet, ermişlik ve sâire gibi mâsivallah olmaya... Tek şart şudur ki, o teveccüh edâ-yı ubûdiyetle, hàssaten Hazret-i Allah için ola...

Müridin Zât-ı Bârî'ye teveccühü anında sıfat-ı ilâhiyyeye teveccühü sahih olmaz demişlerdir. Zâte teveccüh künh ve hakîkat itibârıyla değildir. Zirâ künh ve hakîkat itibarı haramdır. Bu teveccüh, muhabbet-i zâtiye sahibi olanlara mümkün olur. Çünkü onlar için kahır ve lütuf müsâvîdir. Nitekim, (Küllü mâ sadere minel-habîbi habîbün)'dür [Sevgiliden sadır olan her şey sevgilidir.]

Ve şeyhi imtihan kasdıyla olmayıp, ancak rızâ-yı Bârî için olmalıdır. İmtihan kasdıyla yapanların hiç de iyi kimseler olmadıkları bildirilmiştir.

Ve keramet görmeyi de kasdetmemelidir. Zira velîlikte keramet şart kılınmadı ve keramet şeyhin efdal olmasına alâmet olmaz. Bazan da şeyh efendiye keramete izin verilmemiştir. Şeyh efendi de keramet aramak, ona inanmamak ve teslim olmamak demektir. Yâhut, şeyh kerameti izhara lüzum görmemiştir de, onun için izhâr-ı keramet etmez. Bir istikàmetin bin kerametten efdal olduğunu da hiç unutmamalıdır.

Cenâb-ı Hakk'ın kulunda başlıca istediği şey, istikàmettir. Cenâb-ı Hak cümlemizi istikàmetten ayırmasın, âmîn... Nitekim Cenâb-ı Hak da;



(Kulillàh, sümmestekım) [Allah de, sonra istikàmet üzere ol!] buyurmuştur.
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
RÂBITA EDEBİ

Râbıta edebi, mürşidin ruhaniyetine ve onun hemen iki gözü arasına teveccüh etmektir. Çünkü, "Onun hayal hazinesi iki gözünün arasıdır." demişlerdir. Buradan şeyhinin ruhàniyetine nazar etmektir. Orası menba-ı feyzdir. Mürid bu suretle tazarru ve niyaz ile tevessül ettiği halde, mürşidin ruhaniyetini iki gözü arasına dahil ede ve oradan kalbe, kalbin derinliğine yavaş yavaş ine ve hayalinden gayb etmeye. Belki kendi nefsinden gàib ola. Zira kalbin derinliğinin sonu yoktur ve seyr-i ilallah dâimâ kalben hàsıl olur. Maksad Zât-ı Bârî'dir. Râbıta ise seyr-i ilallaha vesîledir.

Râbıtaya delil çoktur. Kitab, sünnet ve kıyas ile sabittir:



(Vebteğû ileyhil-vesîlete) [Ona (Allah'a) yaklaşmaya vesîle arayın!] (Mâide: 35)



(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî) [Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana (Rasûlüllah'a) itaat edin!] (Âl-i İmran: 31)

Hazret-i Hàlid'in [Mevlânâ Hàlid-i Bağdâdî] râbıtayı isbat sadedinde ayrı bir eseri vardır ki, yirmi kadar delil serdederek isbat etmiştir.

Hazret-i Sıddîk-ı Ekber RA, bir gün Hazret-i Rasûl-ü Ekrem SAS'e şikâyette bulunmuşlar, "Bihasebir-rûhàniyye helâda bile hayâlimden çıkmıyorsunuz." demişlerdir. Mûmâileyh, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz Hazretleri'nden bu sebeple hayâ ederlerdi.

Memnu' olan râbıta, ancak nefs-i vesâili maksûdun biz-zât kılmaktır; yâni vasıtayı gàye sanmak, ona takılıp asıl maksadı unutmaktır. Lâkin meşrû râbıtada hal hiç de böyle değildir. münkirler bunu temyiz ve tefrikten acizdirler.

Mürşidin hizmetine devam âdâbı birkaç nev' üzeredir:

1. Abdestli olmak,

2. Bütün günah ve kusurlarından ve gafletten 15 kere veya daha ziyade istiğfar etmek,

3. Fâtiha ve İhlâs-ı Şerif okuyup mürşidinin ruhàniyetine hediye etmektir. Bunu yola çıkmadan yapmak, yol esnasında kalbini mürşidin kalbine tam bağlamak, ihlâs ve muhabbet üzere, gayet tazarru ve inkisâr-ı kalb ile olmasına dikkat ve riâyet eylemek; ve mürşidinin rûhàniyetinin kendisi ile beraber olduğuna iman ve inancı tam olmaktır. Çünkü ruhàniyet için yakınlık ve uzaklık, madde ve müddet yoktur.

Binâen aleyh, ruhàniyetin huzuru, müridin huzur-u kalbi ile beraberdir ve ruhàniyet göz açıp kapayacak kadar zamandan daha sür'atlidir. Belki makbul bir müridden, gerek yakaza ve gerek uyku halinde de ruhaniyyet-i mürşid devamlı olarak ayrılmaz. Mürşid maksûda vesîle olduğu için, "Mürid mürşidini, göz açıp kapayacak kadar zaman miktarı hayalinden gayb etse, mürid olamaz!" denilmiştir. (Risâle-i Hàlidiyye, s.

Peygamberimiz SAS Hazretleri'nin devâm-ı müşâhedesine sebep olan haslet budur. Zira fenâ fiş-şeyh olmak, Rasûlüllah SAS'de fânî olmaklığa ve bin-netice fenâ fillâh'a mukaddimedir. Bu sebepten bazı erbâb-ı fakr demiştir ki:

"--Eğer Rasûlüllah SAS Hazretleri tarfet-i ayn miktarı [bir göz yumup açıncaya kadar] bizden muhtecib olsa, yâni görünmese, hicablı bulunsaydı, kendimizi müslimler zümresinden addetmezdik."

Ne kadar mânâlı bir söz!

Rasûlüllah SAS'i her yerde ve her zaman mânâ gözünün önünden ayırmamalı ve onun en ufak bir sünnetini de ihmal etmemelidir. İşte o zaman müslümanlığın ne demek olduğu anlaşılır ve lezzetine doyum olmaz ves-selâm.
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
MÜRŞİD İLE HUZURDA BULUNMA EDEBİ

Feyzin gelişi bunu bağlıdır. Bu da iki kısımdır; biri zàhiren, biri de bâtınendir.

Bihasebiz-zàhir huzur edebi odur ki, mürid mürşidinin yüzüne bakmayarak, huzurunda boynunu büküp şöyle durmalıdır: Sanki sultandan kaçan bir köle tutulup sultanın huzuruna getirildiği vakitteki gibi. Ve o dâimâ huzû ve huşû üzere ola ve mürşidin emri ve izni olmadıkça oturmaya ve iktizà-yı şer'î veya tarîkatte bir müşkülü olsa bile, mürşidin izni olmadıkça kendiliğinden söze başlamaya, cevap vermeye, kalkmaya ve huzur-u mürşidde hazır olanlarla tekellüm etmeye... Her ne kadar ihtiyar ise de, tekellümden son derece sakına.

Vay vay bu ahir zaman dervişlerine! Ne edeb, ne de saygı var!.. Bazan ıslık çalacak kadar cür'etkârlarına rastlanıyor. Huzur-u şeyhte lâubâli konuşmalar, seslerini yükseltmeler, tenkitler, gıybetler, hattâ tahakkümler de görülen hallerdendir. Aman yâ Rab!..

Aşık olan kimse mâşukunun gayriden müstağni olduğu halde nasıl durursa, öylece durup mecliste olanlara kat'iyyen iltifat etmeye... Zira müridin mürşidine taaşşuk ve tâzimi, Hak Teàlâ için olduğundan, ona taaşşuk ve tâzim hakîkatte Hazret-i Allah Celle ve A'lâya'dır
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
Ve dahi sâkit ve sâkin gözlerini yummak sûretiyle, feyz alabilmek için tazarrû ve niyazla, mürşidin bâtınına müteveccih ola... Vel-hàsıl mürşidini Rasûlüllah SAS'in nâibi ve hükm ü tasarrufta sultan addeyleye ve mürşidine olan muamelesi Rasûlüllah SAS'e veya sultana, padişaha, reisicumhura olan muamelesi gibi ola.

Heyhàt kendisini dervişim diye aldatan zavallılara!.. Zira hadis-i şeriflerde Efendimiz SAS:



(El-ulemâü veresetül-enbiyâ') [Alimler peygamberlerin varisleridir.]



(El-àlimü fî kavmihî ken-nebiyyi fî ümmetihî) [Alim kavmi içinde, ümmeti içindeki peygamber gibidir.]



(Ulemâü ümmetî ke-enbiyâi benî isrâil) [Ümmetimin alimleri Benî İsrâil'in peygamberleri gibidir.] buyurmuşlardır
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
Ebâb-ı tahkîk indinde bu hadisin hakîkatı odur ki; ulemâ zâhir alimleri değil, ilmiyle âmil olan àrif-i billâhlardır. İlmiyle âmil olmayan alimleri ise, kitap taşıyan merkeplere benzetmişlerdir. O halde âmil olan alim ile, âmil olmayan alim arasında çok büyük bir fark meydana çıkmaktadır. Bundan dolayı ikincilerden arslandan kaçar gibi kaçmak lâzımdır. Bu hususta vârid olan hadis-i şerifler pek çoktur, pek de acıdır. Hattâ ehl-i cehennemin bunlardan Allah Celle ve A'lâ'ya sığınacakları bildirilmiştir. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu fenâ akıbete düşmekten emin buyursun... Âmîn, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm.

Ammâ bihasebil-bâtın huzur edebi odur ki; mürşid huzuruna vardıkta kalbi gàfil olmaya, veyahut kalbinde çeşitli hatıralar, vesveseler veya imtihan, itiraz, nefsinde muhabbetsizlik gibi kerih bir şey bulunmaya... Zira bunlardan birisi veya hepsi, kalb-i mürşidin müridden nefretini mucib ve mürşid nazarından sükûtunu, gözden düşmesini müntic olur. Çünkü her müridin mürşidin kalbinde yeri vardır. Ve dahi denilmiştir ki:

"--Mürşidin gözünden düşmek, yedi kat gökten yere düşmekten daha beterdir. Yâni gökten düşmek, mürşidin gözünden düşmekten daha hayırlıdır." denilmiştir.
 

ozti

Asistan
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
468
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
39
Konuyu açmak için en uygun yer burayı gördüm yanlışsa taşınmasını rica ediyorum ve sonra devam edecğim inşallah
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
"--Eğer Rasûlüllah SAS Hazretleri tarfet-i ayn miktarı [bir göz yumup açıncaya kadar] bizden muhtecib olsa, yâni görünmese, hicablı bulunsaydı, kendimizi müslimler zümresinden addetmezdik."

Ne kadar mânâlı bir söz!

Rasûlüllah SAS'i her yerde ve her zaman mânâ gözünün önünden ayırmamalı ve onun en ufak bir sünnetini de ihmal etmemelidir. İşte o zaman müslümanlığın ne demek olduğu anlaşılır ve lezzetine doyum olmaz ves-selâm.

Allah razı olsun ağır gibi ama baya faydalı oluyor.
 

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Ce: RİsÂle-İ HÀlİdİyye TercÜmesİ

ALlah razı olsun güzel bir derleme olmuş
 

tuba520

Üye
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ce: RİsÂle-İ HÀlİdİyye TercÜmesİ

Allah razı olsun kardeş. Bu dersi uzun zaman önce yapmıştım. bi kısmıda olsa şimdi tekrarlamama vesile oldun...
 
Üst