Rabitanin Sirk Oldugunu Söyleyenlere

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Girdim istihareye yatılıyor sonra istihare iki taraftada çıkarsa ders almaya başlıyorsun. Yani önce tarikatli oldum sonra ders verdiler falan bende yaptım. Allah azze ve celle beni affetsin.

İyide kardeş hangi dersten sonra rabıta yaptım onu soruyorum. yoksa ilk derle birlikte mi verildi rabıta?
 

islamveinsan

Doçent
Katılım
28 Eyl 2006
Mesajlar
1,360
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Suvas
Allahü Teala Adem’i yaratmış ve meleklere O’na secde etmelerini emretmiştir. Allahü Teala’nın “Adem’e secde et” emrine asi gelen şeytan (lanet onun ve dostlarının üzerine olsun) bu isyanının be*delini ise cennetten kovulmakla ödemiştir. Cennetten kovuluşunun sebebini Adem’e bağlayan şeytan, kıyamet gününe kadar Allahü Teala’dan mühlet istemiş, aldığı bu mühleti ise, Allah’ın dosdoğru yolunun önüne oturarak insanları bu yoldan saptırmakla kullan*maktadır.


“İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkala*rından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!”(Araf Suresi: 8/16-17)


Hiç şüphesiz şeytanın tuzakları pek çoktur. Şeytan Allahü Teala’dan kıyamet gününe kadar aldığı mühleti en iyi şekilde de*ğerlendirebilme adına, insanoğlu ile girdiği bu savaşta, ona her türlü tuzağı hazırlamayı kendisine mübah görmektedir.


Şeytanın bu savaşta galip gelebilme adına ilk adımı insa*noğlu ile Allah’ın mesajlarının arasına girmek ve insanlığı vahyi esaslardan uzaklaştırmak olmuştur. Allahü Teala insanoğluna rasulleri vasıtasıyla hidayetini sunmuştur. Şeytan ise devamlı su*rette bu hidayet yolunun önüne oturmuş, vahyi esaslar ile insan arasında bir engel teşkil etme görevini üstlenmiştir. Ne yazık ki in*sanoğlu, savaşın bu ilk adımında şeytanın tuzağına aldanmış, vahyi esaslardan uzak kalmıştır. Üzücü bir gerçektir ki, yaşadığımız şu zaman dilimine baktığımızda şeytanın bu noktada insanoğluna karşı ezici bir üstünlük sağladığını görmemiz pek de zor olmaya*caktır. Özellikle günümüz Türkiye’sinde insanlar şeytana karşı bu noktada büyük bir yenilgiye uğramışlar, Allah’ın kitabından, vahyi esaslardan oldukça uzak kalmışlardır. Kendilerini müslüman olarak isimlendiren insanların büyük bir kısmı, Allah’ın kitabını hayatla*rında bir kere dahi okumamışlar, merak edip “bu ki*tapta ne yazıyor?” sorusunu kendi nefsine yönelterek Allah’ın kitabı ile doğrudan doğruya ikili bir ilişki içerisine girmemişlerdir. Diriler için hidayet rehberi olan Kur’an artık tamamen ölülere oku*nan bir kitap olmaktan kurtulamamıştır. Sonuçta şeytan, insanoğlu ile girdiği savaşın daha ilk adımında büyük bir zafer kazanmış, in*sanlığın genelini Allah’ın kitabından mahrum bırakmış, Kur’an insanların hemen hemen tamamı tarafından terkedilmiş bir kitap haline gel*miştir.


“Ve Peygamber dedi ki: -Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş bir halde bıraktı.-” (Furkan Suresi: 25/30)


İnsanlığı vahyi esaslardan uzaklaştıran şeytan savaşın birinci adımını kazanmış, ancak bununla da yetinmemiştir. Şeytan ve dostları insanoğlunu vahyi esaslardan uzak bırakmakla birlikte Allah’ın gön*dermiş olduğu mesajları ya tahrif etmiş ya da vahyi esasların sağlıklı bir şekilde anlaşılmasını engelleme adına bu esasları gerçek anlamlarından uzaklaştırmış, insanoğlunun saf bir halde ilahi mesajlara ulaşma*sına engel olmaya çalışmıştır. Ne zaman Allahü Teala kullarına bir hidayet kaynağı göndermiş ise şeyta*nın ilk işi bu kaynağı tahrif etmek olmuştur. Nitekim Allahü Teala’nın rasulleri vasıtasıyla göndermiş ol*duğu Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitaplar ve diğer rasullere verilen sayfalar şeytan ve dostlarının uzun süreli çalışmaları neticesinde tamamen tahrif edilmişlerdir. Allahü Teala’nın son rasul Hz. Muhammed (s.a.v)’e indirmiş olduğu Kur’an’ı Kerim ise Allahü Teala’nın koruması altında olduğu için belki diğer ki*taplar gibi lafzen tahrife uğratılamamıştır, ancak şeytan bu nokta da boş durmamış vahyi esasları bulan*dırmış, Kur’ani kavramları tahrif etmiş, gerçek anlamlarından uzaklaştırmış, içini boşaltmış, insanların kafasında hiçbir şey ifade etmeyen söz yığınları haline getirmiştir. Özellikle dinin aslını ortaya koyan, bel kemiğini oluşturan bir çok Kur’ani kavram şeytan ve dostları tarafından, savaşın doğal neticesi olarak tahrif edilmiş, sonuçta Kur’ani kavramların büyük bir kısmı insanların zihinlerinde hiçbir şey ifade etmez olmuştur. Örneklendirmemiz gerekirse bugün insanlar La İlahe İllallah tevhid kelimesini duydukları za*man bu kelimeden sadece Allah’ın varlığını ve birliğini, Allah’tan başka bir yaratıcı, rızık verici, öldüren ve dirilten bir güç sahibinin olmadığı anlamaktadırlar. İslam’ın ilk şartı olan tevhid kelimesi sadece dilde tekrar edilen ve insanların kafalarında hiçbir anlam ifade etmeyen bir kelime olmaktan kendisini kurta*ramamıştır. Yine aynı şekilde ibadet kavramı, Allah’a sunulan, şekli bir takım amellerden ibaret görül*müş, din gelince akla sadece İslam, Yahudilik ve Hrıstiyanlık gelir olmuştur. Diğer taraftan kendisini inkar etmekle emrolunduğumuz tağut kavramına gelince, bu kavramda tahrifattan nasibini almıştır. İnsanların büyük bir kısmı Kur’an’ın en önemli kavramlarından biri olan tağut kavramı hakkında ya hiçbir bilgiye sa*hip değildirler, ya da diğer kavramlarda olduğu gibi yanlış ve de eksik bilgilere sahiptirler. Sonuçta üze*rinde yaşadığımız coğrafya ya baktığımızda Kur’an’dan ne kadar uzak bir yaşantı sergilendiğini ve yine Kur’ani kavramların insanların zihinlerinde hiçbir anlam ifade etmediklerini görmemiz pek de zor değildir. Bakınız Ebu’l Al El’Mevdudi “Dört Terim” isimli eserinde bu tahrifatın neticesini şu şekilde anlatmaktadır:


Neticede insanlar Kur’an’ın davetindeki hakiki gayeyi, öz maksadı idrak edemez oldular. Kur’an onları, Allah’tan başkasını ilah edinmemeye çağırdığı zaman putları terk etmekle, heykellerden kaçın*makla Kur’an’ın isteklerini hakkıyla yerine getirdiklerini zannettiler. Hakikatte ise ilah kavramının içine aldığı bütün diğer manalar ile putlar ve heykellerden başka şeylere yönelmekte devam edip durdular. Bu amelleri ile Allah’tan başkasını ilah edindiklerinin farkına dahi varmadılar. Kur’an’ı Kerim “Allah hakiki rabb’tir, O’ndan gayrısını rabb edinmeyin” değince “işte biz o kimseleriz ki Allah’tan başka mürebbimiz ve işlerimizi gözeten olmadığına inanırız. Bununla da tevhid yolunda imanımız olgunluğa erişmiştir” derler Ancak onların çoğu rabb kelimesinin kapsadığı ve mürebbi anlamı dışında kalan diğer anlamları açısından Allah’tan başkasının rabliğine teslim olmaktadırlar. Kur’an onlara “Allah’a ibadet edin, tağutlardan sakı*nın” diye hitap ettiği zaman, “putlara tapmayız, şeytana kin besleriz, lanetleriz, Allah’tan başkasına huşu duymayız, Kur’an’ın bu emrine tam bir bağlanışla uyarız” derler. Halbuki taşlardan yapılmış putlar hari*cinde nice tağutların eteklerine sımsıkı yapışmakta devam edip dururlar. İbadetin diğer çeşitlerini Al*lah’tan başka rablere tahsis eder dururlar.


Bunu din kavram hususunda da söyleyebiliriz. İnsanlar, dini samimiyetle Allah’a has kılmak tabi*rinden İslam dinine mensup olmak, Yahudi ve hristiyan olmamak manasını çıkarıyorlar. Bundan dolayıda İslam dinine mensup olduğunu söyleyen herkes dini samimiyetle Allah’a has kılığını zannediyor. Onlardan bir çoğu din kelimesinin içine aldığı geniş manalar yönünden de dinlerini ihlasla Allah’a tahsis eden kullar değildirler.” (Mevdudi’nin sözleri burada bitmiştir.)


Burada hatırlatılması gereken bir nokta vardır. Tarihe baktığımız zaman insanların büyük bir kısmı bir Allah inancına sahip olmuşlar, Allahü Teala’yı, yaratan, öldüren, rızık verici… vs. olarak kabul etmiş*lerdir. Hatta Rasullah’ın kendilerini İslam’a davet ettiği, kendileriyle savaştığı kafir ve müşrikler dahi Al*lah’ı bu noktada tevhid etmişlerdir. Nitekim bu hususta Allahü Teala şöyle buyurmaktadır:


“Andolsun ki onlara, -Gökten su indirip, onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandı*ran kimdir?- diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur. Fakat çokları akıllarını kullanmazlar.” (Ankebut Suresi: 29/61)


“Andolsun ki onlara: -Gökleri ve yeri kim yarattı?- diye sorsan, elbette "Allah" diyecek*ler. "Allah'a hamd olsun." de. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Lokman Suresi: 31/25 )


Allah’a iman zannı içerisinde bulunan insan, bu zannının doğal neticesi olarak da Allah’a yakın olma ya da Allah’ın emirlerini yerine getirebilme adına bir takım amellerde de bulunmuştur. Ancak şeytan ve dostları insanoğlu ile girdiği bu savaşta insanoğlunu vahyi esaslardan uzak bırakmakla, vahyi esasları lafzen ve manen tahrif ederek asıl anlamlarından uzaklaştırmakla kalmamış, insanın Allah’a yakınlaşa*bilme adına yapmış olduğu fiillere de el atmış, Allah’ın vahyine, Rasullerin getirmiş olduğu hidayete da*yanmayan bir çok söz, görüş ve ameli insanlara Allah’ın emri gibi ya da rasulün fiili gibi göstermiştir. Vahyi gerçeklerden uzak olan insan elinde hak ile batılı birbirinden ayıran ölçüyü yitirmenin bedelini çok ağır ödemiş, şeytana bu nokta da yenik düşmüş, hayatı boyunca şeytanın kendisine gösterdiği bir çok ameli Allah adına yapmaya başlamıştır. Nitekim Allahü Teala insanların büyük bir kısmının Allah’a şirk koşarak iman ettiğini bizlere açık bir şekilde bildirmektedir:


“Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler. (İmanlarına az çok bir şirk karıştı*rırlar).” (Yusuf Suresi: 12/106)


Rasulullah’ın risaletle gönderildiği Mekke toplumuna baktığımızda insanların Allah’ı razı etme adına bilmeden, nasıl Allah’a şirk koştuklarını en açık haliyle görmemiz mümkündür. Mekkeli müşrikler Allah’a yakınlaşmak adına geçmişte yaşamış ve salih kişiler olarak telakki edilen kimselerin suretlerini yapmışlar ve bunları Allah ile aralarına bir vasıta edinerek putlaştırmışlar, böylece putperestliğin en açık örneğini sergilemişlerdir. Yine tekrar etmekte fayda vardır ki, Mekkeli müşriklerin geçmişte yaşamış ve kendileri*nin Allah’ın yakın kulu olduğu varsayılan bu kimselere yönelmelerinin sebebi tamamen Allah’a yakın olma adınadır. Nitekim Allahü Teala bu noktada şöyle buyurmaktadır:


“Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edi*nenler: -Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz- derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.” (Zümer Suresi: 39/3)


Bugün günümüzde de aynı yapıyı görmemiz pek de zor olmayacaktır. Özellikle tarikat ve tasavvuf ehli olarak bilinen sufist yapının taraftarlarına baktığımızda, Mekkeli müşriklerin Allah’ı razı etme adına Allah’a şirk koşma eylemlerinin aynısını görmemiz mümkündür. Hatta bugün tasavvuf ve tarikatların bizzat kendisi Allah’ı razı etme adına insanlar tarafından tabi olunan, lakin şeytanın uydurmuş olduğu, hiçbir vahyi esasa dayanmayan, Allah’ın kitabına göre ne kadar küfür/şirk, söz, fiil ve inanış biçimi varsa hepsini içerisinde barındıran birer şirk dinidirler. Bizler Allah’ın izni ile Şehadet isimli dergimizin gelecek sayılarında bu şirk dini hakkında gerekli açıklamaları yapacağız. Ancak bugün kısaca belirtmek de fayda vardır ki, üzerinde yaşadığımız coğrafya da insanların büyük bir kısmı Allah’ı razı etme adına bu dine tabi olmakta ve yaptıkları fiiller ile de Allah’tan ecir beklemektedirler. Ne var ki bugün bu din yukarıda da belirttiğimiz gibi tamamen şeytan ve dostları tarafından icat edilmiş ve böylece insanlar gerçek dinden hak dinden uzaklaştırılarak tasavvuf dininin hiçbir vahyi esasa dayanma*yan amelleri ile oyalanıp durmaktadırlar.


Yine şeytan üzerinde yaşadığımız coğrafya da bir çok ameli de Allah’ın dinine uygun olarak gös*termiş, insanlarda bu amelleri işleyerek Allah’ı razı etmeye çalışmışlardır. Bugün, önemli gün ve geceler olarak telakki edilen kandiller bunu en açık örneğidir. Ne Allah’ın rasulünün ne sahabelerin, ne de en ha*yırlı nesillerin böyle gün ve geceleri kutlamamalarına rağmen, bugün insanların büyük bir kısmı bu tip gecelerde camilerde toplanmakta, sabahlara kadar tesbih çekip, namaz kılmaktadırlar. Halbuki bu yapı*lan eylemlerin tümü dine sonradan sokuşturulmuş birer bidattirler. Buna benzer Allah’ın dininde olmayan bir çok ameli insanların Allah’ı razı etme adına yaptıklarını, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın her bir ka*resinde görmekteyiz. Tüm bu garabetin sebebi ise hiç şüphesiz insanların ilk adımda şeytana yenik düşmeleri ve Allah’ın vahyinden uzak kalmalarıdır. İşte böylece şeytan insanoğlu ile girdiği bu savaşta ona sağdan yaklaşmak suretiyle Allah’ın vahyine dayanmayan bir çok söz, fiil ve düşünce tarzını Allah’ın dinine uygunmuş gibi göstermektedir.


Bugün şeytanın en hileli ve de iğrenç tuzaklarından biriside insanlara kendi dostlarını sureti hak*tan göstermesidir. Şeytanın kendi dostlarına ve yandaşlarına İslam levhasını takması, insanlara bu dost*larını sureti haktan göstermesi ve bu dostları vasıtası ile hedeflerine ulaşması en belirgin ve de en iğrenç tuzaklarından bir tanesidir. Bunun en açık örneğini Taha Suresi’nde zikredilen Samiri’nin kıssasında göre*biliriz. Şeytan İsrail Oğullarının arasına girmiş, orada Samiri’yi kendisine dost edinmiş, Samiri’de şeytanla olan bu dostluğunu onun yolunda kullanmış, bir buzağı yapmış ve insanlara bu buzağıya ibadet etmele*rini telkin etmiştir. Burada en önemli nokta ise Taha Suresinde zikredilen Samiri’nin şu sözünde yat*maktadır:


“Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: -İşte sizin de, Musa'nın da ilâhı budur, ama o unuttu- dediler.” (Taha Suresi: 20/88)


Dikkat edilirse Samiri ve arkadaşları İsrail Oğullarından yeni bir ilaha ibadet etmelerini isteme*mektedirler. Ancak onlar yaptıkları buzağının Hz. Musa’nın ilahı olduğunu ileri sürmüşler ve bu sayede hak suretinde insanlara yaklaşmışlardır. Nitekim o buzağıyı Hz. Musa’nın ilahı olduğu zanneden İsrail oğulları bu noktada şeytanın dostlarına yenik düşmüşler ve Allah’ı bırakıp buzağıyı ilah edinmişlerdir.


Bugün de şeytan aynı iğrenç tuzağını sürdürmektedir. İçerisinde yaşamış olduğumuz coğrafya da şeytan hemen kendine yandaşlar bulmuş, bu yandaşlarını insanlara sureti haktan yani doğru yolda gös*termiş, bu yandaşlarına İslam levhasını takmıştır. Ve bu dostları vasıtası ile kendi emirlerini Allah’ın adına insanlara yaptırmaya çalışmaktadır. Bugün günümüz Türkiye’sinde bunun en açık örneğini Diyanet İşleri olarak bilinen ancak tam anlamıyla hıyanet işleri olan kurumun varlığında görmemiz mümkündür. Bugün yeni çıkan bir kanuna göre AKP hükümeti 15 bin yeni müftü, vaiz ve namaz kıldırma memuru alımı yap*mak için kanunname hazırlamıştır. Bu sayı ile birlikte Diyanet İşleri başkanlığı Türkiye’nin en büyük 3. kamu kuruluşu olmuştur. Acaba İslam’a ve İslami değerlere kuruluşundan bugüne kadar büyük bir düşmanlık gösteren Kemalist T.C, ni*çin Diyanet İşleri gibi bir teşkilata bu kadar çok önem vermektedir? Akıl sahiplerinin özellikle düşünmesi gereken bir sualdir bu.


Öncelikle bilinmelidir ki, Şeytan ve dostları bu savaşta ilk adımı yukarıda da belirttiğimiz gibi in*sanı vahyi esaslardan uzak bırakmakla atmışlardır. O halde bizler daha ilk adımda şeytana bu noktada galip gelmeliyiz. Hayatımızı Kur’an’ın nuru ile süslemeli, O’nu terkedilmiş bir kitap haline getirmemeliyiz. Bilinmelidir ki, Kur’an’ın nuruna sarılan kimse kesinlikle şeytan tarafından yenilgiye uğratılamaz. Zira O Furkan’dır. Hak ile batılı ayıran yegane kaynaktır. O halde bizler hayatımızın her alanında bu kaynağa sıkı sıkı yapışmalı ve O’nun hidayetinden bir an dahi olsa ayrılmamalıyız. Bununla birlikte Kur’an’a ve sahih sünnete dayanmayan bütün filleri reddetmeliyiz. Yapacağımız amellerde esas ölçü Allah’ın kitabı, Rasulullah’ın sünneti olmalıdır. Bu noktada son olarak görevimiz ise şeytanın bu iğrenç ve hileli tuzakla*rını ortaya çıkarmak ve insanlara bu tuzaklara karşı dikkatli olmalarını anlatmaktır. Bakınız Seyyid Kutub bu noktada şunları söylemektedir:


“Bugün bu dinin karşılaştığı en büyük tehlike şudur: Bu dinin düşmanları, yüce Allah'ın müşrik*likle, gerçek dini din edinmemekle ve "Allah'ı bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle" suçladığı re*jimlerin ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına "islâm" levhasını yakıştırmak için can atıp durmaktadırlar. Madem ki, bu dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere islâm levhasını takmaya bu denli özen gösteriyorlar, o halde bu tür yanıltıcı levhaları yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının görevidir.”


Evet, bu dinin düşmanları yukarıda da belirttiğimiz gibi, şeytanın kendilerine vahyetmesi netice*sinde Allah’ın dini ile hiç ilgisi olmayan bir çok kurum, kuruluş, fiil, söz ve inanış biçimlerine İslam levha*sını takmaktadırlar. Bizlerinde görevi bu yanıltıcı maskeleri yere düşürmek, bu maskelerin arkasında İs*lam adına oynanan oyunları toplumumuza açıklamaktır. İşte Şehadet isimli dergimiz de bugüne kadar izlediğimiz ana gayede bu olmuştur. Ve bundan sonra da Allah’ın izni ile tüm bu maskeleri, yanıltıcı lev*haları yerle bir etmek adına bütün gücümüzle çalışacağız..




Hiç şüphesiz yegane hidayet sahibi Alemlerin rabbi Allahü Teala’nın bizzat kendisidir. (alıntıdır... )
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Rabıtanın ne olduğunu bilmiyen zavallı nesil. Ne olduğunu bilmeden ona sürekli şirk diyen aslında kendileri şirk üzerine olan toplum. Allah C.C sizleri affetsin.

Günahınız çok büyük. O kadar tasavvuf büyüğüne laf atmayı göze alabiliyorsunuz. Onu da bi kenara koyalım en azından bana diyorsunuz ki sen Allah C.C değil şeyhine tapıyorsun. Ona kulluk ediyorsun. Şunu bilin ki tüm tasavvuf ehli rabıtanın hak olduğunu biliyor ve bu şekilde ölüyor. Eğer şirkse kafir olurlar şirk üzerine ölmüş oluyorlar demi. Eğer onlar değilse ki değil(bu kıyasdan ötürü Rabbim affetsin.) kafir siler olursunuz bunuda biliyorsunuzdur.

Daah çok yazdım ama sonradan baktığımda haddim olmayan şeyler yazmışım. Daha neyi söyleyip neyi söylemememiz gerektiğini bilmiyorum. Selametle...
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
seyyid sibgatullah arvasi hazret;leri minah eserinde derki... arifler baginin cesmesi munkirlerdir, sadatlar munkirlerden aldigi makam ve mertebeyi muridlerinden almazlar cunku munkirlere sabir ederler allah icin onlara dua ederler onlarin gonullerinde zerre kadar kin adina hased adina yani kisacasi nefsin cirkin sifatlari bulunmaz onlar molla abdurrahmani cami hazretlerininde beyanina gore mahfuzdurlar ( korunmuslardir) ilahi bir muhafaza ile yani demekki bu kisiler itiraz edenler asri saadette yasamis olsaydilar yine minah eserinde seyyid sibgatullah hazretleri derki bu zamanda mursidi kamileri sadatlara karsi munkirlik edenler asri saadette yasamis olsalardi efendimize karsi allah muhafaza itiraz ederlerdi nasil diyeceksiniz aciklamasi kolay gercek rabbani alimler efendimizin varislerdir onlarda kiyamate kadar gelecektir alalhin izniyle kim bu nurun onune gecebilirki luther papazi hristiyanlik reform yaparak muradina nail olmustur malesef bu dini mubnidede bidatcilar sapik firkalar turemistir ki efendimizin hadisi serifyle sabittir. ama allaha hamdu senalar olsunki mursidi kamillerin ve asrin muceddidlerinin sayesinde ibni teymiye gibi vehhabi gibi sapik reformcular luther papazi gibi muradina nail olmamistir..efendimizin ahlakiyla ahlaklanan kamil mursidlere itiraz edenler elbetteki efendimizin zamaninda yasamis olsalardi itiraz ederlerdi yatip kalkip dua etmeleri gerektirki bu zamanda yasiyorlar sapik firkada olmalari onlar icin kotu bir sonuctur ins rabbim bu ehli sunnete ilhak eder onlarida inss baska ne diyebilirimki artik son soz olarak hasani basri hazretleri buyurmuski eger sizler sahabeyi gormus olsaydiniz bunlar delidir derdiniz, onlarda sizleri gormus olsalardi bunlarin dinle imanla alakalari yoktu derlerdi taaccup ederlerdi vesselam...
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Sürekli tenkit ettikleri rabıtanın ne olduğunu bilmiyorlar kardeş. bende yaptım diyorlar soruyoruz nasıl yaptın ne zaman yaptın cevap yok. Tarikata her girenin hemen yaptığı birşeymiş gibi düşünüyorlar ve okudukları bir kaç sapığın yazdıklarına inanıp ki bu kişiler son zamanlarda ortaya çıkan kişiler bir çok alimimizi ayaklar altına alıyorlar. Allah C.C hidayet etsin.
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:

“Ölüm ne rahattır ne rahattır. Hiç olmazsa insan ayaklarını uzatır da yatar.” buyurmuşlar.

Onlar ayak ayak üzerine atmak şöyle dursun, yatarken dahi ayaklarını uzatmamışlardır.

Efendi Hazretleri otururlarken hep ayaklarını toplar, daha da olmazsa elleriyle çekerlerdi. Hayat boyunca huzurda idiler. Öylece ahirete intikâl ettiler, öylece kabre kondular.

Laf attıkları kimselerin nasıl bir edep ve maneviyata sahip olduğunu bilseler sabah akşam töbe istiğfarda bulunurlardı...
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
sevgili nasil namaz kiliyorsa oyle namaz kilmaktir rabita...

sevgili, nasil ticaret ediyorsa oyle ticaret yapmak,

sevgili, nasil muaseret ediyorsa oyle muaseret etmektir.

rabita:

sevgili, carsida yururken nasil yuruyorsa oyle yurumek,

nasil yemek yiyorsa oyle yemek, nasil oturuyorsa oyle oturmak, nasil kalkiyorsa oyle kalkmaktir...

rabita, kalbi Kabe'ye baglilara kalbi baglamaktir.

dinde rabita yok diyenler ne cok yaniliyorlar...

selametle
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
anti tagut hicmi rabita yapmazssin sen? bu aralar cok rabita yaptigin vaki olmuscok ayip ama hem red edeceksin hemde rabita yapacaksin oldumu simdi bu:)
 

ANTI_TAGUT

Üye
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
anti tagut hicmi rabita yapmazssin sen? bu aralar cok rabita yaptigin vaki olmuscok ayip ama hem red edeceksin hemde rabita yapacaksin oldumu simdi bu:)

Kelime oyunlarını çok seviyorsun galiba ;
Rabıta bağ , bağlantı , irtibat manalarındadır .
Bir kişi Ölümü , peygamberi , karısını , cocugunu hocasını , şeyhini , işini vs düşünebilir. Bunda bir sakınca yoktur.
Hatta Hz. Ebubekir (r.a.) tuvalette dahi Rasulullah aklına gayri ihtiyari geldiğini biliyoruz. Bunun vebali olup olmadığını Hz. muhammed (s.a.v) sormuş cevap olarakta normal bir şey olduğunu , çünkü iradesi dısında vuku oldugunu bunun vebali -günahı olmadığını kendisine söylemiştir.
Buraya kadar hemfikiriz.
Ayrıldığımız nokta bundan sonra başlıyor.
Tasavvufcular Rabıta anında düşünülenin düşünenden haberdar olduğunu bununlada kalmayıp yardım ettiğine inanmakta ve savunmaktadırlar .
Yukarıdaki Hz Ebubekirin def-i haced olayındaki aklına gelmesi Rabıta değil Düşünmedir. Rasulullah ta "ey Ebubekir ben de zaten senin beni tuvalet esanasında düşündüğünü biliyor hatta yardım da edebiliyorum " dememiştir !!!
Rabıtanın diğer bir aşaması da müridin farkında olmadan gece ıssız evinde yatarken bile sabaha kadar yatagında kaç kere döndüğünün mürşidin tek taraflı bilinebileceği türden Gayb haberlerinin verilebileceğine inanmaktır ki Bu Allahın el Gayf sıfatını mahlukata vermektir ! Bu tür gayb haberlerini verebileceğine inanmaya itikat imamları Kuran ve sünnet delilleriyle şirk demektedirler.
Benim evde tek başıma iken sabaha kadar uykuda kaç kere döneceğimi Allah bilir . Ama tarikatcının şeyhide bilir.
Eve gizli kamara takmadıysa bunun adı şirktir.

Bu tür ütopik itikatleri "Allahın gücü yetmez mi " yada "Allah istese bilemez mi " gibi lacka ve kleşik cuhela savunmalarla müdafa etme girişimlerine soyunurlar.
Biz bilirizki Allah istese firavunu da cennete atar , gücü yetmez mi ? Yeter ama cehenneme atacağına dair vaadi var .
Allahın her şeye gücü yetiyor diye her türlü sapkın ve sapık inançalrı meşrulaştırmaya çalışırsak şirk kalmaz , her şeye nasılsa Allahın gücü yetiyor denilerek delil bulduğumuzu sanabilirz.
Ha , Allah isterse merkepte bilir bizim ne yaptıgımızı ama akaide terstir bu tür inanıslar . O zaman müridlik , mürşidlik takva vs ne ehemmiyeti kalır.

Aramızdaki ihtilafı güncel , basit türkçe ve kolay örenklerle anlatmaya çalıştım. İnşeallah ne demek istediğimi anlamışınızdır .

Sonuç olarak :
Düşünmek , tefekkür serbest .

Düşünürken düşünülenin düşünenden haberdar olup aynı anda irtibata geçip onunda düşüneni düşünmeye başlaması ve yardım ve sıkıntıyı gidermesi inancı batıldır.
Ne kuranda ne sünnette bunun bir örneği yoktur .
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ANTI_TAGUT abim,

Bir yere kadar tamam demişsiniz.. Tamam.. Bir yerden sonra değil demişsiniz.. Halbuki o kadar kolay ki oranın çözümü de..

Allah bildirirse niye olmasın, aziz kardeşim..

Hatta, Allah sana da bildirirse sen de bilirsin, haberdar olursun.

Delil olarak "Kulum bana nafile ibadetle yaklaşır; yaklaşınca onu sever dost edinirim.. O Veli kulumun gören gözü benim gözüm olur, işiten kulağı benim kulağım olur, uzanan eli benim elim olur.. Benimle görür, benimle işitir, benimle uzanır.." Kudsi Hadisi yetmeli..

Allah gösterdi mi kulu da görür.. Allah işittirdi mi kulu da işitir.. Değil dünyayı bilmediğimiz nice bin alemi dahi gösterir, işittirir..

Peygamber Efendimiz Mir'ac'dan dönünce gördüklerinden işittiklerinden haber verdi? Kim görmüştü, kim bilmişti ki içinde bulunduğu topluluktan.. Ama Allah Ona gösterdi, işittirdi, bildirdi..

Bak Hacca gidenler var.. Gidemeyenler var.. İbrahim AS. Kabe'yi yeniden inşa ettikten sonra Cenab-ı Hak emrediyor:

"Ya İbrahim! Seslen de Kıyamete kadar yer yüzünde yaşayacak insanlar burayı, evimi ziyarete gelsinler"

"Ya Rabbi seslensem sesim ancak şu kadar mesafeye gider! Uzaklara nasıl sesleneceğim? Benden sonrakilere sesimi nasıl duyuracağım?"

"Ya İbrahim! Sen çağır, duyurması bendendir!"

O yüzden denilir ki Kabe nasip olanların ruhu İbrahim AS'ın çağrısını duymuştur..

Hz. Ömer Efendimizin kilometrelerce uzaktaki Sariye'ye "Dağa ya Sariye!" diye seslendiği vakidir.. Hutbe esnasında bütün Ashab buna şahit oluyor.. Peki O nasıl haberdar oldu ki Sariye'den? Sesini nasıl duyurabildi ki?

Bak sana bizzat yaşadığım bir olayı anlatacağım.. Ben Müslümana inanırsan ne ala.. İnanmazsan sen bilirsin serbestsin..

Askerliğin acemilik kısmını tamamladık, dağıtım iznine gidiyoruz.. Yanımda filan isimli bir arkadaşım var.. Kendisi Edirne'ye gidecek, ordan Memleketine geçecek.. İstanbul'dan tanıdığım bir Meşayıh'ı ziyeret edip elini öpmek ve duasını almak muradındayım.. O yüzden bu arkadaşımla birlikte İstanbul'a ulaştık.. Sonrasında o arkadaşım dedi ki:

"Madem böyle güzel bir muradın var, neden beni de yanında götür müyorsun? Ben de dua almak isterim.."

Beraber bu Şeyh Efendinin Dergahına ulaştık.. Karnımızı doyurdular, çayımızı verdiler sağolsunlar.. Sonra dediler ki

"Şeyh Efendi büyük salona geçti.. Görüşmek isterseniz oraya geçin.."

Mübareğin elini öptük, kanepede oturuyordu; bizi yanına oturttu.. Çok geçmeden Şeyh Efendi sormaya başladı.. Yanımdaki arkadaş daha ağzını dahi açmış değildi:

"Efendi, sen şimdi Edirne'ye mi gidiyorsun?"

"Evet, hocam.."

"İyi.. Allah yolunu açık etsin"

Bir müddet sustuktan sonra, arkadaşıma:

"Efendi sen filan memlekettensin değil mi?"

"Evet, hocam.."

Hemen peşinden:

"Oranın filan ilçesindensin değil mi?"

"Evet, hocam.."

En son arkadaşın ismini dahi söyledi..

Bu hadiseye bizzat şahit oldum abi yavv.. Nerden biliyordu ki bu kadar ayrıntıyı??? Demek Allah bildiriyor..

 

ANTI_TAGUT

Üye
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yine klasik Allah bildirirse niye bilmesin , olmasın !
Yav kardeşim bu tür cevabı ne kuranda ne sünnette gördünüz . sadece tasavvuf dergahlarında gördünüz. Hiçbir akaid imamı bunu kabul etmez. Yeterki tasavvufcu olmasın .
Bu işin çivisini çıkarıyorsunuz. Allah isterse , bildirirse kafirde bilir mecburiyetinde kalıp her gaybtan haber vereni onaylamak zorundasınızdır. Bu da ehli sünnet akaidi değildir.
Bahsetmiş olduğunuz hadis konuyla alakası yoktur . Bu hadisi aktardığında hiç bir sahabe gaybdan haber verebileceğini düşünmemiş , cennetle müjdelenenen sahabilerden daha bunu ummammışlardır .
Keramet gösterebilir , keramet ise kulun kendi iradesinde olan bir şey değildir. Zamanını mekanını ve olmasını Rabbin dilemesiyledir.
Bu mahsettiğin Hz. Umer'in sariyye hadisesi de böyledir.
Hz. Umer (r.a.) mescidde hutbe verirken birden alakasız bir şekilde "ya seriyye , cebele cebele" diyerek askerlerin dağa çekilmesini söylemiştir. Sonra hutbeye kaldığı yerden devam etmiştir. Cemaat hiç bir şey anlamamıştır .
Günler sonra ordu seferden gelipte komutanın savaş esnasında UMer(r.a.)in sesini duyduğunu ve dağa çekildiklerini söylediğinde sahabe Hz. Umerin kerameti anlaşılmıştır. Hz. Umere atfedilen olay sadece budur. Hz. Umer hutbeye çıkarken ben gaybdan haber verebilirim vs dememiş , hiç bir sahabede böyle bir inançta olmamıştır . Bu Umerin farkında olmadan hutbe esnasında Allah tarafından gerçekleştirilmiş bir olaydır. Zamanını mekanını olayını Umer (r.a.) dışında gerçekleşmiştir.
Tasavvuftaki rabıta ise mürid veya mürşid istedikleri zaman rabıta yapabiliyor ve anında frekansa geçip canlı bağlantıda görüşüldüğüne iman edilmektedir. Bu olayla bir alakası yoktur.
Bunun haricinde bu olayın sahihliği de tartışılmaktadır . Bu da ayrı bir mevzudur. Bunu sahih kabul ederek yazıyorum.

Askerlik mevzuuna gelince , Şeyhin hiç görmediği arkadasının memleketini , adını filan bilmesi İslam dairesinde ancak şu şartlar altında bilinebilir :
1- Cinler vasıtasıyla
2- Tahmin etti tutturdu
3- Siz şeyhinizi beklerken oradaki müridlerle konuştunuz , o müridler şeyhe sizin hakkınızda bilgi verdi .
4- Siz şeyhinizi uçuruyorsunuz

Başka bir sebeb yoktur . Rabıtayla da bunun bir ilşgisi yoktur . Ne kadar salih kul olursanız olun peygamberleri sollayıp geçemezsiniz. Rasulullah sahabelerine sorup öğreniyorsa bazılarına gaybdan haber vermeye inanmak kişinin imanını gümletir.
Bunu güvendiğiniz alimlere sorunuz , durumunuzu tehlikeli görüyorum , kendinize ve ahiretinize yazık etmeyiniz.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hem Sariyye Hadisini aktarırsın, hem o olayın olabilmesi hikmetini red edersin..

Seninki de akıl ve mantık mı yani? Bence seninki kuru bir inad.. Hem Sahabe'de olmuş diyeceksin, hem İslam'da yok diyeceksin.. Şimdi Sahabe İslam'da olmayan bir icraatte mi bulundu yani? Allah aşkına ne söylediğinin farkında mısın? Hz. Ömer nerden gördü uzak mesafeleri, nerden sesini işittirdi.. Bunu sıradan bir olay gibi göstermen kurnazlıktan başka bir şey değil..

Kendi yaşadığım olaya inanmamakta serbestsin demiştim zaten.. Fakat, inanmamakla kalmayıp bir sürü senaryo uydurmuşsun.. İnanmayıp öyle bıraksaydın iyi olurdu.. Senaryolarına gelince; cihanda bir sen doğrusun, gerisi hep sahtekar ve düzenbaz değil mi? Yok şöyle yapmışsındır, yok böyle etmişsindir? Benimle beraberdin herhalde.. Allah'tan korkmuyorsun değil mi, haklı çıkmak uğruna? Bu tavrın bile tek başına Halet-i Ruhiyeni ortaya çıkarıyor.. Bir de Cinlerden bahsetmişsin.. Senaryonda cinler bir insana gaybı bildiyor, buna gücü yetiyor; Ama Allah kuluna gaybı bildiremiyor, o kudreti yok öyle mi? Ne maharetliymiş bu cinler abim böyle?

Aktardığım Hadisleri ve hadiseleri "senin yorumun" diye reddetmeyi biliyorsun.. Senin reddetmen de bir yorumdur ona kalırsa.. Yorumu yorumla çürütmeye kalkmak.. Çok güzel.. Devam et..
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
ne guzel dedigimi anlamis arkadas ama nefsin zikkesine cakili kalmis bazilarininda itiraz makamlari vardir ne diyim :)
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
düşünülenin düşünenden haberdar olduğunu bununlada kalmayıp yardım ettiğine inanmakta ve savunmaktadırlar .


garipsediğim nokta şu buna inanıyoruz tabide yaşamadan inanmakla yaşayıpda anlamak çok ayrı. Bu yaşanlar için yorumun ne merak ediyorum.
 

poyraz_

Üye
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
""""1- Cinler vasıtasıyla
2- Tahmin etti tutturdu
3- Siz şeyhinizi beklerken oradaki müridlerle konuştunuz , o müridler şeyhe sizin hakkınızda bilgi verdi .
4- Siz şeyhinizi uçuruyorsunuz"""""


cinler vasıtası ile olması imkansız bilirsiniz ki sizde bazı sure ve dualardan aşırı derecede rahatsız olur bunlar ve bir çok ibadete mani olurlar ki sadece beraber yapılan bir sürü ibadet var. Onuda boşver; Allah C.C bildirdiği kuluna bildiriyor. Bunları buraya yazmakda doğru değildir. Zaten bilen biliyor. Bu iş salya sümük keramet anlatmakla olacak iş değildir. Ap açık şekilde mutlaka ki yaşayanlar ve görenler vardır. Ama bizim izinden gitmeye çalıştığımız Şah-ı Nakşibend H.Z leri ks: taleberinden bize bir kerametini anlatsanıza neden hep gizliyorsunuz gibilerinden bir konuşma geçmiş. Bunun üzerine Şah Hzleri benim en büyük kerametim bu kadar günahın içindeyken namazlarımı kılabiliyor olmamdır demiş. Bundan büyük keramet mi bekliyorsunuz demiş. Burdanda anlaşılacağı gibi keramet sınavdır. Bunlara takılırsak 1 adım ilerleyemeyiz. Ayrıca bu keremetler Efendimiz Sav in mucizelerinden biridir. Efendimiz sav in gittiği yoldan gidenlere Allah cc bahşediyor demek ki. Onun sahip olduğu özelliklerden bazılarını belkide milyonda birini sevdiği kullarına bahşediyor. Selametle...

 

mutahhara

Üye
Katılım
24 Ara 2006
Mesajlar
44
Tepkime puanı
1
Puanları
0
RABITA

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A

-------------------------------------------------------


--"Rabıta şirktir, İslâm'da delili yoktur." diyorlar; ne dersiniz?
--Hayır! Allah'tan başka bir tanrı düşünmek şirktir. Rabıta ise, hayalinde şeyhini tahayyül etmektir. Bu şirk değildir.
Hayal kurmak yasak değildir. İnsan sevdiği için annesini babasını düşünebilir gözünü kapattığı zaman... Memleketini düşünebilir. Yaz mevsimini, tatili vs. yi düşünebilir... Gözünü kapatır, Kâbe-i Müşerrefe'yi, Medine-i Münevvere'yi düşünebilir. Bunun gibi hocasını düşünebilir.
Hocasını hayalinde karşısında düşünür, bu gayet normaldir. Şirk, Allah'ın birliğini kabul etmemek demek; bununla bir ilgisi yok...
Rabıtayı bilmiyorlar, uzaktan uzağa tenkid ediyorlar. Ne olduğundan haberleri olmadığı şeyleri tenkid ediyorlar.

--Resimle rabıta olur mu?
--Olmaz, uygun değil!.. Pis suyla abdest alınır mı?.. Resimin ancak bir takım meşrû sebeplerle müsaadesi var... Sen onu meşrû sebepler için kullanabilirsin. Pasaport çıkacak, tapuda lâzım, bilmem nerde lâzım; orda kullanabilirsin. Onun dışında öyle resimle rabıta yapmak bid'attir, uygun değildir. Tarikatta bid'attır, böyle şey olmaz!.. O hocasına, usûlüne uygun olarak rabıta edecek, resimle yapmayacak!..

--Rabıtada Peygamber Efendimiz'i düşünsek, daha iyi olmaz mı?..
--Zâten oraya getirecek. Yâni, Peygamber Efendimiz'i düşünmeye müridin ilk başta kabiliyeti yetmez ve o tecellîye kendisi tahammül edemez. Hocasını düşünmekten başlar. O eğitime alıştıktan sonra, Rasûlüllah'a gelir zâten...
Merdivenin altındaki iki basamağa ne lüzum var?.. Bunlar olmasa üst kata çıkamaz mıyız?.. Çıkamazsın; çünkü, buraya basacaksın, oraya öyle çıkacaksın! Alt merdiven olmadan üst merdivene çıkılmıyor.
Soru:
--Rabıtaya delil olarak Peygamber SAS'in zamanından bir örnek verir misiniz?
--Peygamber SAS Efendimiz, Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'in gözünden hiç gitmezmiş. Evde yalnız olduğu zamanda bile... Hattâ onun hayalinin gözünün önünde devamlı olmasından dolayı, ayağını uzatmaya utanırmış, helâya gitmeye utanırmış. Bu bağlılığın bir misâlidir, fenâ fir rasul olmanın alâmetidir. Rabıta da zâten, o olsun diye yapılan bir çalışmadır.

--Rabıta-i mürşid yaparken mürşid Allah ile kulu arasına girmiyor mu?
--Olmuyor. Ne demek Allah ile kul arasına girmek; nerden çıkmış? İlgisi yok!..
İnsan namaza duracağı zaman, "Allahu ekber" derken Kâbe'yi karşısında hayal edecek. Kâbe'ye doğru dönüyor ya... Tasavvur edecek: Mültezem şurada, Hacer-i Esved şurada, Hatîm şurasında, Makàm-ı İbrâhim şurada... Bu Allah'la kulun arasına Kâbe'nin girmesi midir?.. Değil... Böyle bir şey tasavvur edebilir.
İnsan askerdeyken gözünü kapattı, annesini babasını düşündü. "Ah evim, barkım, annem, babam..." diye hayal etti. Bu Allah'la kulu arasına girmek değildir, onunla bir ilgisi yoktur.
Şimdi biz karşı karşıya konuşuyoruz. Mürid de tesbih çekerken şeyhimle beraber çekiyoruz diye düşünüyor; ne var yâni?..
Allah mekândan münezzehtir. Öyle aradan, aralıktan filân da münezzehtir. Araya girmek diye bir şey bahis konusu değildir.

http://www.dervisan.com/yazi/rabita.htm 'dan alintidir..
 

ANTI_TAGUT

Üye
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
DÜŞÜNMEK SERBEST , RABITA ŞİRK.
Düşünmek fıtri de olabilir , isteyerek de olabilir. fakat rabıtaya düşünmek , akla gelmek manası vererek masumiyet dairesine sokmaya çalışmayınız !
Sizin düşünmenizle iş bitmiyor Bu Rabıta ise bende Rabıtacıyıım. fakat sizdeki rabıta düşündüğünüz şahıs , sizin düşündüğünüzü biliyor ve aynı anda o da sizi düşünüyor , düşünmeklede kalmıyor yardım ediyor , ne yaptığınızdan haber veriyor !!!

Bunu kabul ediyorsunuz.
Kabul etmiyorsanız şirk deyiniz. Aksi taktirde geveleyip durmayın , aynı yerde debelenmeyin .
Allahın sıfatlarını mahlukata veriyorsunuz farkında değilmisiniz ya ? Belkide değilsiniz çünkü sahih itikatla tanışmadınız ...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst