Rabıta Nedir

halil

Üye
Katılım
13 Tem 2006
Mesajlar
62
Tepkime puanı
0
Puanları
0
arkadaşlar yanlış anlamayın ama benim çok sıkça kafama takılan bir düşünce bu rabıta bahsi kimisi hayaldır saçmalıktır diyor kimiside rabıta şarttır diyor acaba bu konu hakkında bilgisi olan varmı? aydınlatan olursa sevinirim Allah razı olsun
 
S

SaLtan

Guest
rabita,bag,alaka,vuslat anlamlarina gelmektedir. rabita her ne kadar naksibendiyye tarikatina has bir ozellik olarak dikkati cekse bile aslinda butun tarikatlerede mahsusdur.tasavvufda rabitanin amaci,rabita-i huzurdur.yani salikin yani bu yola girmis sofinin daima huzuru ilah-i de bulundugu duygusunu saglamaktir.her an allah`i karsimizda goruyormuscasina yasamaktir.
rabita birbakima baskalarina benzeme ve taklid arzusunun tezahuru olarak,tasavvufi egitimde bir arac olarak gorulmustur.
rabita sevenle sevilenin bir olmasidir.
genel anlamiyla rabita incelenmis ve uc kisima ayrilmistir.
1-tabii rabita:evlat ve yakinlara duyulan sevgi bagi.
2-bayagi rabita:mubah olup bazen de asiriya gidildigi zaman kerih gorulen dunyevi degerlere duyulan sevgi.
3-mukaddes degerler ve ulvi seylere karsi gonul bagi:allah ve rasul sevgisi veya o`nun salih kullarindan birine duyulan sevgi.
iste bu ucuncu derece tasavvuftaki rabitanin seklidir.
 
A

ada

Guest
Rabıta,Allah(cc)'a Onun Yüce Resulüne ve Cenab-ı Hakkın Veli kullarına duyulan sevgi ve muhabbetten ibarettir.

Rabıta;Lügatte;Artırmak,kuvvetlendirmek,bağlamak manalarına gelir aşağıdaki ayet-i kerimeler de bu anlamda kullanılmıştır;
"O sırada size Tarafımdan bir emniyet olmak üzere uyuklama veriyordu.Sizi temizlemek,şeytanın vesvesesini sizden gidermek,kalplerinize sebat vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu"
"Ey iman edenler,sabredin sabır yarışında ileri geçin,cihat için RABITALI ve hazır bulunun.Allahtan korkun ki felaha ermiş olasınız."

Burada RABITA HZ. ALLAHTAN gelen emirlere kesinlikle uymak demektir.
 
M

Murat Sâki

Guest
ehli tasavvuf olmadığımdan ve daha hayatım boyunca rabıta yapmadığımdan pek bilgi sahibi değilim. buna mukabil yorum yapamayacağım..
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Rabıtayı hiç bir zaman edebini bozmamak gibi düşünebiliriz.
Allah'ı düşünmek ve gözünün önüne getirmeye çalışmak sakat ve imkansız bir durumdur. Şuda bir gerçek ki insanlar her nekadar göremesede Allah C.C olup biten herşeyi görür ve bilir. Onun bizi gördüğünü elbette biliyoruz ama farkına varamıyoruz. Önemli olanda onun farkına varmak. Eğer nefsimizi yenip dünyalık işlerin hepsini unutursak bunun farkına varabiliriz. Artık senin için Allah tan başka bir şey olmaz. Varsa yoksa Allah.
Farkındayız desenizde kendinizi kandırmış olursunuz. Allah dostları için korku yoktur. ONlar nefslerini yenmiş günahtan uzak insanlardır.
Konuya dönersek bir talebede Şeyhinin yanında edebini hiç bir zaman bozmaz. Zaten tasavvufun temel taşlarından biride budur. Edep.
Rabıtada normal hayattayken Namaz kılarken. Tesbihatla uğraşırken şeyhinizin hemen yanınızda olduğunu düşünmek ve edebinizi bozmamaktır. İnsan hocasının yanında nasıl günahlardan uzaksa ve edebinden ödün vermiyorsa normal hayattada onu düşünerek günahlardan uzak durmaya çalışır.
Diğer boyutu ders yapılırken düşünülüyor. Onu anlatmak bana düşmez. Zaten ne kadar yazsalar hayal gibi gelir. eminim. Bazı şeyleri yaşayarak görmek gerekiyor.
 

berdan66

Üye
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Râbıta nedir, ne değildir?

Alıntı: Halis ECE

Râbıta nedir, ne değildir?


Bu çalışmazımızda, râbıtanın lûgatte ve tasavvuf ıstılâhında ifade ettiği mânâlar, tarîkatlardaki yeri, mâhiyeti ve bunlara uygun bazı konular üzerinde duracağız.


1. KELİME OLARAK RÂBITA

Râbıta kelimesi, Arapça “rabt” mastarından ism-i fâil müfred müennestir. Cem‘îsi, revâbıt gelir. Lûgatte çeşitli mânâlarda kullanılmıştır. Şöyle ki:

1. İki şeyi birbirine bağlayan ip ve sâir bağ, bend: Bunu tutturacak bir râbıt lâzım, gibi.

2. Münâsebet, alâka: Akrabalık râbıtalarına ehemmiyet vermek; dostluk râbıtalarını kuvvetledirmek; râbıta-i muhabbet gibi. Yani kalbi, bir şeye muhabbetle-sevgiyle bağlamak ki, bu mânâda râbıta, isteyerek veya istemeyerek, her insanda mevcuttur. Ancak, kalbin bağlandığı şey; bazan güzel, bazan çirkin, bazan da mübahlardan herhangi bir şey olabilir. Çünkü bu, ya İlâhî emirdir; Hz. Allâh’ı, Resûlü’nü ve Allah dostlarını Allah için sevmek gibi... Ya da İlâhî bir nehiydir; haramlardan ve mekruhlardan hoşlanmak gibi... [Her ne kadar mekruhlar için ikâb (ceza) yoksa da, itâbı yani azarlanıp kınanmayı mûciptir.] Yahut da mubah olur; insanın eşini ve çocuğunu, fıtratında/tabiatında olan ve hiçbir zaman kendisinden ayrılmayan bir huyla sevmesi gibi.(1)

3. Mensûbiyet, intisap: Dervişin şeyhine olan râbıtası gibi.

4. Nizam, tertip, usûl, münâsebet. Meselâ:

“Bu iş’te, bu adamda râbıta yoktur” cümlesinde,

Milli şairimiz M. Akif'in,

“Çamlıbel sanki şehir: zâbıta yok, râbıta yok
Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vâsıta yok” mısralarında,

Ahmed Cevdet Paşa'nın, “Sonraları şark ve garpta büyük büyük vak‘alar zuhûra geldi; nice devlet ve milletlerin râbıtaları bozuldu” ifâdelerinde olduğu gibi.

Binâenaleyh, “Râbıtasız adam”, “O adamın râbıtasızlığı mâlum” demek; münâsebetsiz, ağırbaşlı olmayan, yol-yordam bilmeyen adam demektir. “Râbıtasız bir dâire”; nizamsız, tertipsiz bir dâire demektir. “Râbıtalı söz”; tertipli, muntazam ve yerinde sarf edilmiş sözdür. “Râbıtalı adam”; münâsebetli, kavli ve fiili yerli yerince olan, sözünü ve işini bilen adam, demektir.

Kezâ, “Râbıtalı adam” demek; Allah Teâlâ’nın, sabır-sebat-feyz ve ilhâmla kalbini kuvvetlendirdiği insan demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, Ashâb-ı Kehf ile alâkalı olarak, “Biz de onların hidâyetini artırdık... Onların kalblerine râbıta verdik (ve böylece metin kıldık, kuvvetlendirdik)”(2) buyuruyor. Hz. Mûsâ’nın (a.s.) annesi hakkında da, “Mûsâ’nın annesinin kalbi (üzüntü ve kederden) bomboş kalıverdi. Eğer biz, (va‘dimize) inananlardan olması için, kalbine râbıta vermemiş (bu vesîleyle pekiştirip kuvvetlendirmemiş) olsaydık, neredeyse iş meydana çıkacaktı”(3) buyuruluyor.

5. İbâredeki cümleleri birbirine bağlaya edat: Bu iki cümle arasında râbıta ister, gibi.(4)


2. TASAVVUF ISTILÂHINDA RÂBITA

Tasavvufta râbıta, esas itibariyle Nakşibendî yolunun ıstılahlarındandır. Ancak diğer tarîkatlerde de lafız olarak değilse de mânâ olarak râbıta vardır.

Ehlüllâha göre râbıta; mürîdin, hâlis bir muhabbetle şeyhinin sûretini, istifâde ve istifâza mülâhazasıyla, hayal hazînesinde tasavvur etmesi... Şahsen görmemiş ise, ruhâniyetini tasavvur eylemesi(5) ve bu usûle riâyetle, kalben onun rûhâniyetinden istimdât etmesidir. Başka bir ifadeyle; dervişin şeyhine husûsi sûrette bağlanmasıdır. Yani mürîd, kendi kalbinden hilâfet sırrına mazhar olmuş üstâzının kalbine mânevî bir irtibat kurarak, onun kalbinden kendi kalbine feyz geldiğini tefekkür eder... Ve yine bu esnada devamlı olarak kalben, mürşidinin mübârek sûretini tasavvur eyler.

Yukarıdaki parağrafı biraz daha açacak olursak, mutasavvıflara göre râbıtayı şöyle de ifade edebiliriz:

Râbıta, mürîdin, kâmil ve mükemmil olan şeyhinin rûhâniyetinden feyz alacağına inanarak, onun sûretini (şekil ve şemâilini) zihninde tasavvur etmesidir. Yine râbıta; mürîdin şeyhini severek yâdetmesi (hatırlaması) ve sûretini zihninde canlandırmasıdır ki, buna râbıta-i muhabbet denir.
Mürîdin kalben şeyhi ile beraber olması ise, mânevî birlikteliktir, gönüllerin bir olması ve kaynaşmasıdır. Bu maiyet-i mâneviyeye (mânevî beraberliğe) de, râbıta-i kalbiye ismi verilir.

Mürîdin ilk hedefi, şeyhinde fâni olmaktır ki, buna fenâ fişşeyh tâbir edilir. Zira şeyhte fâni olmak, Allah’ta fâni olmanın öncüsüdür. Sâlik, râbıta vesîlesiyle önce şeyhi ile, sonra da şeyhi vâsıtasıyla Allah (c.c.) ile irtibâtını kurmuş olur.(6)


3. TARÎKATLERDE RÂBITA USÛLÜNÜN TATBİKİ

Râbıta; turuk-ı aliyye tâbir edilen yüce tarîkatlerin tamâmında ve bâhusus –her hâl ve keyfiyeti Resûlüllâh’ın (s.a.v.) sünen-i seniyyelerine ittibâ(7)dan ibâret olup, şerîattan hâriç, sünnetlerden fazla hiçbir usûl ve âdetleri bulunmayan– Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiye’de mühim bir rükündür.

Tatbik usûlüne gelince...

Bilindiği gibi kalb; sol memenin iki parmak aşağısında, üçüncü parmağın altında bulunan bir et parçasıdır. Yumurtaya ve çam kozalağına benzer. Sivri olan başı, sol kaburganın altına; kalın olan kısmı ise, içeriye doğru girmiştir. Buna sanevberî kalb denilir. Rûhânî kuvvete ise, hakîki kalb adı verilir. Sanevberî kalb, hakîki kalbe hücre ve yuva gibidir.

Mürid, kendisine ezâ ve cefâ vermeksizin tam ve kâmil bir edeple oturur... Başını ve vücudunu, azıcık kalbe meylettirir... Gözlerini kapar... Zira göz, kalbin rehberi, delîli ve kılavuzu demektir... Göz ne ile meşgul olursa, kalb de onunla meşgul olur. Bu itibarla havâss-ı zâhirin (duyu organlarının) boş ve hareketsiz olması lâzımdır. Vücudun hiçbir uzvu, kişinin kendi isteğiyle hareket etmeyecektir. Dudaklar birbirine bitişik, dil de damağa yapışık olur. İki kaşın arasındaki nefis de kalbe bağlanır. Yani mürid, bu hâl üzere kendini hazırlar; tam bir zevk ve şevk, kusursuz bir hürmet ve tâzimle şeyhinin huzûrunda bulunduğunu tasavvur ederek, onun kalbinden kendi kalbine nûrânî bir hatla feyz-i İlâhî’nin aktığını tahayyül eder. Müşahhas bir misâlle anlatmak gerekirse, mürid, mürşidinin kalbini Güneş gibi kabul edip, ondan mânevî cereyânı kendi kalbine çektiğini düşünebilir. Bunun en azı, bir çeyrek saattir; daha az olursa, tesiri de az olur.

Anlatılan bu minvâl ve miktar üzere râbıtaya devam edip, Allah’tan başka her şey unutulduktan sonra ise, kalbî zikre başlanır. Kalbî zikir sırasında bütün dikkat mânevî kalbe çevrilir. Maddî kalbin atışı, nefesin girip çıkması ile hiç alâkadar olmadan, mânevî kalbimizdeki hakîkat-ı câima-i kalbiye makamında verilen adet ne kadar ise o miktar “Allah-Allah-Allah” diyerek zikre başlanır. Zikir ânında, bu ismin sâhibinden başka hiçbir şey düşünülmez. Şayet akla başka düşünceler gelecek olursa, zikir bırakılıp istiğfâr getirilerek üç-dört dakika râbıta yapılır ve zikre öyle devam edilir. Zikir ânında da, râbıtada olduğu gibi, dil damağa yapışık olarak tutulur. Verilen adet tamamlandıktan sonra da, yapılan bu zikir, usûlünce hediye edilir.


DİPNOTLAR
(1) Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita fî Zikri İsmi’z-Zâti ve’r-Râbita, el-Mektûbâtü li’l-İmâmi’r-Rabbânî hâşiyesinde matbu‘, c.1, s. 218.
(2) Kehf sûresi, 18/13-14. “Ashâb-ı Kehf”, bu sûre-i celîlede haklarında genişçe bahsedilen 7 kişinin ünvânıdır ve “mağara arkadaşları” demektir. İsimleri: Yemlîhâ, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatayyuş; Kıtmîr de onların köpekleridir. Onunla 8 oluyorlar. Cennete girecek hayvanlardan biri de budur.
(3) Kur’ân-ı Kerim, Kasas sûresi, 28/10.
(4) Lûgavî mânâlar için kaynaklar: Mütercim Âsım Efendi, Kâmus Tercemesi, Bahriye Matbaası, İstanbul 1305; İbnü Manzur, Lisânü’l-Arab; Firuzâbâdî, Besâir; Isfehânî, Müfredeât; Ahterî-i Kebîr; Meydan Larousse, Meydan Yayınevi İstanbul; Şemseddin Sâmi, Kamûs-i Türkî, Dersaâdet 1317; Kur’an-ı Kerim ve muhtelif tefsirler; İslâm Ansiklopedisi, M.E.B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi 1979; Devellioğlu Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat vb. eserlerin ilgili maddeleri.
(5) Salâhuddîn ibn-i Mevlânâ Sirâcüddîn, Mektuplar ve Bazı Mesâil-i Mühimme, s. 65.
(6) Abdülmecid b. Muhammed el-Hâni, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 295; Ali Kadrî, Risâle-i Bahâiyye, s. 39; Muhammed b. Abdullah el-Hâni, el-Behcetü’s-Seniyye, s. 42 ve tasavvufa dair muhtelif sohbetlerden derlenmiştir.
(7) “Sünen”, sünnet kelimesinin cem‘îsidir. “Seniyye” ise yüksek, yüce demektir. “Sünen-i seniyyeye ittibâ”, yüksek ve yüce sünnetlere uymak, demektir.
 

Metin mete

Üye
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
78
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Rabıta; Bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, münâsebet, ilgi; müridin, şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtasiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'e ve Allah'a kalbini bağlaması anlamında bir tasavvufî terim. "Rabıta" Arapça bir kelime olup, "r-b-t" kökünden türemiş bir isimdir. Çoğulu "revâtib"dir.



Kur'an'da "rabıta" kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan "r.b.t" mazi fiili iki yerde, muzarisi olan "yerbitü" bir yerde, emri çoğul olarak "râbitü" şeklinde bir yerde ve aynı kökten gelen "ribât" ismi de bir yerde geçmektedir (Kehf, 18/14; el-Kasas 28/10; el-Enfâl 8/11; Âl-i İmran 3/200; el-Enfâl 8/60)



Bütün bu ayetlerde geçen bu kelimeler, birbirlerine yakın manalar ifâde etmektedirler. Hemen hemen hepsinde "bağ, bağlantı, bağlılık" manaları için kullanılmışlardır:



Ashabı Kehf'in) kalplerini (sabır ve metânetle) bağla(yıp kuvvetlendir)miştik" (el-Kehf, 18/14);

"Musâ'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer biz (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş (sabır ve sükûnete bağlamamış) olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı" (el-Kasas, 28/ 10).

"O zaman sizi, Allah'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu " (el-Enfâl, 8/ I 1).



Bu ayetlerde geçen "r.b.t" kelimesi, insanı sabır, sükûnet ve metanette sabit kılmak, ona bu duyguyu vererek itmi'nana kavuşturmak demektir (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kâhire 1977, IV, 216; el-Beydâvî, el-Envâr, Mısır 1955, II, 3).



"Râbitü" şeklindeki emrin bulunduğu ayetin meâli de şöyledir:



"Ey iman edenler, sabredin; direnip (düşman karşısında) sebât gösterin; üstün gelin; cihat için hazır ve rabıtalı olun" (Âl-i İmran, 3/200).



Bu ayette söz konusu olan "rabıta''nın ne demek olduğu hususunda alimlerin farklı yorumları vardır. Alimlerin bu husustaki değişik tariflerini şöyle sıralamamız mümkündür:



1- Atlarla saf bağlayıp tam bir irtibat halinde düşmana karşı durmak.



2- Düşman hudutlarındaki karakolları beklemek.



3- Allah düşmanlarının saldırısını önlemek için nöbet beklemek.



4- Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek (et-Taberi, Camiul-Beyân on Te'vili Ayetil-Kur'an, Mısır 1954, IV, 221 v.d.; el-Kurtubî, el-Camiuli Ahkamil-Kur'an, Mısır 1967, IV, 323 vd.; er-Razî, et-Tefsirul-Kebir, IX, 156).



Bazıları da bu ayette kastedilen rabıtanın tasavvufî manada olduğunu söylemişlerdir (Muhammed Vehbi, Hulâsetul-Beyân fi Tefsiril-Kur'an, Şehzadebaşı 1341-1343, III, 289).



Peygamberimiz (s.a.s)'in de, rabıta ve ribat hakkında söylemiş olduğu hayli hadis vardır. O'nun bu hadislerinden bazıları şöyledir:



"Bir gün Allah yolunda ribatta bulunmak, dünya ve dünyada bulanan her şeyden daha hayırlıdır" (Buharî, Cihad, 73; Müslim, İmâre, 163; Nesâî, Cihâd, 39; İbn Mace, Cihâd, 7);



Allah'ın onunla hataları affedip bağışlayacağı, dereceleri yükselteceği bir şeyi size söyleyeyim mi? Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kılmaya devam etmek ve her namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribat budur!. İşte ribat budur!. İşte ribat budur!. " (Müslim, Tehâret, 41; Tirmizi, Teharet, 39; Neseî, Teharet, 106; Muvatta, Sefer, 55);



Bütün bu ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi, rabıta, çeşitli manalar için kullanılmıştır. Ancak daha çok bir cihat terimidir. Ayet ve hadislerin çoğunda rabıta, Allah ve Peygamberin düşmanlarına karşı silahlanma, cihat için hazırlıklı olma, müslümanlarla kâfirlerin arasındaki hudut karakollarında nöbet bekleme ve bu duygulara sıkı sıkıya bağlı olma demektir



Buna göre ayet ve hadislerde kasdedilen anlamlardan mutasavvıfların uygulamasını destekleyecek en ufak bir işaret yoktur. Ayet ve hadislerde dile getirilen cihad ruhunu meskenete çevirmekten başka bir şey yapmayan mutasavvıflar Kur'an ve hadislerdeki bu ribat kelimesini çok yanlış bir alana çekmişlerdir.



Hiçbir sahabi Resulullah'ı aracı kılarak rabıta yapmadığı gibi, hiçbir tabii de sahabe'yi aracı kılarak rabıta yapmamıştır. Rabıtanın bu şekildeki uygulaması tarikatların Hicri yedinci yüzyıldan sonraki dönemlerde uydurdukları bir bid'attir.



Kaynak: Nureddin TURGAY
 

Metin mete

Üye
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
78
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Tarîkat Öncüleri Tarafindan Râbitanin Ayrintilari Hakkinda
Yapilan Çesitli Açiklamalar:
Nakibendîlerce simdiye kadar gerek yazili, gerekse sözlü olarak bu konuda ifade edilenlere bakilacak olursa râbitanin çesitli tariflerinden özet olarak su anlamlari çikarmak mümkündür:


1. Râbita: Mürîdin, seyhini seklen ve cismen tasavvur etmesidir. Yani daha açik bir anlatimla, onu fizik olarak zihninde canlandirmasidir.


2. Bununla birlikte mürîd, seyhinin kalbinden kendi kalbine nur hüzmelerinin yansidigni, ya da nurdan çalayanlar aktgini ayrica düsünecek ve ondan bereket, himmet ve yardim isteyecektir. Bunu, tarîkat dilinde «istifâza» ya da «rûhâniyetten istimdâd» diye bazi yakitirmalarla özet olarak anlatmaya çalismislardir.


3. Mürîd kendini, seyhinin giyim ve kusam tarzi içindeymisgibi görmeye çalisacaktir. Son dönemin Nakibendî teorisyenlerinden Abdulhakîm Arvâsî'ye ait bu konuya ilikinc bazi açiklamalar sadeletirilerek su ekilde verilmitir:


«Pîrin kiyafet ve heyetine aynen bürünmek, kendini mürid seklinde görmek ve hayâl etmek... Bu vaziyette meydanda olan sanki pirdir, kendisi degil... Bu kisim râbita ibâdetlere mahsustur. Mesela Kur'ân dinlerken gözlerini yumar ve kendisini pîrin vücud ve kiyafetinde görür. Olan, sanki pîrdir, kendisi degil... Keza Kur'ân ve«Delâil» okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kilarken kendisini mürsidin kiyafet ve heyetinde hayâl eder



Devam edecek;
 

Metin mete

Üye
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
78
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Simdi bakalim Allah ne diyor. SEYHEMI yoksa Allah'ami siz karar verin


Zümer Suresi 3. Ayet; Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz


Haydi bakalim tarikat diyenler. Verin su ayete cevabinizi. Siz Seyhiniz sizi yaklastirir diye xxxxxxx devam edin. Allah size ne guzel cevap vermis.


Casiye Suresi 10. "Ayet; Arkalarından cehennem! Kazanmış oldukları da Allah dışında edindikleri veliler de onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çok büyük bir azap vardır onlar için."


Hicmi dusunmuyorsunuz.Seyhe baglanmadan akli paket yaptiniz herhalde.

Araf Suresi 3. Ayet; Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın! Sizler pek az düşünüyorsunuz!


Unutmadan soyleyeyim. Su ayeti daha SIK okumaya basladim.


Araf Suresi 196. Ayet ."Benim veli'm, o Kitap'ı indiren Allah'tır. O, hayır ve barış seven kulları koruyup gözetir."
 

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
bazı kişiler rabıta şirktir diyor acaba doğruluk payı nedir?
 

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
o zaman tarikatte olanların hepsi şirkte oluyor sanırım bunu anladım ben?
 

Metin mete

Üye
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
78
Tepkime puanı
0
Puanları
0
mustafa' Alıntı:
o zaman tarikatte olanların hepsi şirkte oluyor sanırım bunu anladım ben?


Ben demedim sen diyorsun her kes kendisi karar verecek cünki yukarida ayetler cok acik,net ve detayli.
 

Metin mete

Üye
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
78
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allah'ın dininde yegane Mürşid ve yegane Mehdi Allah'ın kendisidir. Bu dinde Allah dışında ikinci bir irşad edici ve hidayete erdirici merci ve varlık yoktur. Peygamberler dahi sadece bildirileni anlatır ve yaşar. Mehdi yada Mürşid değillerdir sadece öğreticilerdir. Öğreticiler değil,öğreti yada öğretinin sahibi hidayete erdirme ve irşad etme selahiyetine sahiptir.


[018.017] [DI] Baksaydın, güneşin mağaralarının sağ tarafından doğup meylettiğini, sol tarafından onlara dokunmadan battığını, onların da mağaranın genişçe bir yerinde bulunduğunu görürdün. Bu, Allah'ın mucizelerindendir; Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın.

GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ YEGANE MÜRŞİD ALLAH'TIR. HİÇBİR KUR'AN AYETİNDE xxxxxxxxx VİZE YOK.

NAHL 9. Yolu doğrultup denge noktasını bulmak Allah'ın işidir. Ondan sapan da var. Allah dileseydi, sizi toptan hidayete erdirirdi.

ŞİMDİ BU AYETİN NERESİNDE SIRATI MÜSTAKİME BİLET KESEN MÜRŞİDLERDEN BAHSEDİLİYOR? BU AYETTE HİDAYETİN ALLAH'IN TEKELİNDE OLDUĞU VURGULANIRKEN NASIL OLUYOR DA BILMEM KIMLER BUNUN TAM TERSİNİ İDDİA EDEREK MÜRŞİDLERİ DE ARAYA SOKUYOR?
 

berdan66

Üye
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
mustafa kardeş rabıtanın ne olduğu kısaca yukarda yazılı. ama sen rabıtayı ehlinden değilde metin mete gibi yalnız kuranla amel ederim diyen sapıklardan öğrenmeye kalkarsan mutlaka kafan karışacaktır.

metin mete senide şu bölümde iyice anlattım sanıyorum.

http://www.ihvan-forum.com/showthread.php?t=1520
 

Metin mete

Üye
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
78
Tepkime puanı
0
Puanları
0
berdan66' Alıntı:
mustafa kardeş rabıtanın ne olduğu kısaca yukarda yazılı. ama sen rabıtayı ehlinden değilde metin mete gibi yalnız kuranla amel ederim diyen sapıklardan öğrenmeye kalkarsan mutlaka kafan karışacaktır.

metin mete senide şu bölümde iyice anlattım sanıyorum.

http://www.ihvan-forum.com/showthread.php?t=1520

Sana cevap yazmaya tenezül dahi etmem nefis olarak(Allahin dinini anlatmak baska) ama bir dogru yazi yazmissin o nedenle yaziyorum;Size karsi gelip zindik olmusum,sapik olmusum ne yazar...

Rabbimiz Kur'anda müslümanların güzel hususiyetlerinin ve sıfatlarının ne olması gerektiğini belirtmiştir. Örneğin muvahhid, muhlis, mücahid vd. İşte bu güzel sıfatlardan birisi de hanifliktir. Haniflik islamüstü yada onun yanında bir sıfat değildir. Anlamı "tektanrıcılığı benimsemek, ancak bunu anlayarak ve sorgulayarak kabullenmek ve böylece dini yalnız Allah'a özgülemek" olan haniflik hepimizin mümin olarak bir sıfatı olmalıdır.

Haniflik bir fırka, grup, klik, meşrep, mezhep ismi değildir. Bizzat Rabbimizin Kur'anda başta Resulullah'a sonra hepimize apaçık bir emridir. Sözün özü "Hanif Müslüman" (Ali İmran 67) tanımı uydurulmuş bir tanım değildir. İslam Hanif bir dindir, onu pratize eden müslüman da ilahi emre uyarak hanif bir özelliğe sahip olmalıdır. (Hanif islam yerine Hanif Müslüman daha doğru. Zira müslümanlık ayrı İslam ayrı. Biri yorum ve pratize edilmiş hal diğeri ise bunun neşet ettiği ideal, ilahi kaynak).

Hanifler, bütün şirk dinlerine karşı, dini Allah için tahsis etmek ve ancak Allah'a ibadet etmek üzere davet ve mücahedeyle görevli olan peygamberlerin dinlerini teşkil eden ve batıldan sakınıp Hakk'a meyleden tevhidçi müslümanlardır.

Hanîf; sapık, zındık damgası yemeyi göze alarak ecdat kabullerine karşı çıkan devrimci, ási demek. İbranice’de bu kelime ‘atalar dininden sapan zındık’ anlamındadır. Kur’an bu kelimeyi, hanifliğin babası olarak gördüğü Hz. İbrahim’i öven bir sıfat olarak kullanır.

Kur’an’a göre, gerçek bir mümin, aynı zamanda gerçek hanîf olmalıdır. Yani muhafazakárlığa karşı çıkmalıdır. Çünkü muhafazakárlık, hayatı ve insanı yere çakar, dondurup durdurur.

O verdigin linkte senin bana cevabinmi vardi?Allah Allah hep kactin hemde ayetlere karsi alay ede ede Allahtan dilerim nefislerimizi islah eylesin?
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
Metin mete' Alıntı:
Yukarida vermistim cevabini hemde tamamen sirktir;


oldu kardes ne guzel fetva verdın.bunun vebalını dusundunmu sen.hmn sırktır yok ya okadar kolaydı gıt tarıkatı terbıyeyı ogren ole ahkam kes ALLAH a emane ol
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Fırat kardeş kendini yorma boşuna. Arkadaş sürekli aynı şeyleri kopyalıyıp yapıştırıyor. Ayet ve hadislei kendine göre yorumluyor. O kadar büyük bir alim ki 1400 yıl boyunca herkes yanlış o doğru. Tasavvuf ehli bir insanla yüzyüze konuşmadığı için ve onun konuştuğu insanlarda bunlardan yoksun kişiler olduğu için onları çok yanlış tanıyor ve vebal üstüne vebal alıyor. fazla deşme....
 

ibrahimi

Has Uşak
Katılım
19 Haz 2006
Mesajlar
23,463
Tepkime puanı
1,831
Puanları
0
Yaş
37
Konum
forvet arkası
Vallahi tasavvuf yolunu yorumlayacak kadar alim olamadım daha.
Bazı arkadaşlar zann yapıyor büyük cesaret vallahi.Çünkü kaç kişinin hakkı.Bugün tasavvuf yolunda olanların sayısı küçümsenmeyecek kadar çoktur.
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83


Bismillahirrahmanirrahim...

kendinde olmayani inkar eden ibn teyyimiyenin talebelerine ve onun itikatinin savunucusu metin meteye itaam olunur...

Rabitaya isik tutan Ayet ve hadisler
'' Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla bir olun.''(Tevbe 119).
Alimler bu ayetten rabıtanın bahsedildiği manasını çıkarıyorlar.

'' Onlar görüldüğü zaman akla Allah gelir. '' ( Hadis-i Şerif/Adap 215)

senin aklinca manasini bilmeden ekledigin ,guya rabitanin sirk oldugunu idda ettigin ve dayandigin

(zumer 3) ayeti kerimesi

İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

zumer suresi ,Mekke'de nâzil olmuştur. 75 (yetmişbeş) âyettir. Yalnız 53 - 55. âyetler Medine'de inmiştir. Adını, 71 ve 73. âyetlerde geçen mümin ve kâfirlerin oluşturduğu topluluklar anlamına gelen "zümer" kelimesinden almıştır.

bos konusup ayeti kafanca rabitaya ve seyhlere yoracagina,guzelce bir arastirsaydin,ayetde Allahtan baskasina ibadet edenlerden bahsediyor,yani puta tapanlardan,tanrilarina ulasmak icin putlari araci kilan musriklerden bahsediyor,bosa laf ebeligi yapmayin,

rabitada hasa Allahtan baskasina ibadet diye birsey soz konusu dahi olamaz....


peki o kadar iyi biliyorsun bu ayetlerde ne anlatilmaktadir


-Kıyamet günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız. O gün, kimin amel defteri sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsrâ: 71)



Kim 'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, 'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, iyilerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır! (Nisâ: 69)




mü`minler birbirlerinin kardesleridirler(hucurat 10),

kendileri bir yanlisa dustukerinde vede bunu yanlis degilde dogru zann ettiklerinde kendilerinin bir mumin kardesi tarafindan nasil uyarilmasini ister ,

tasavufa,tarikata sirk diyenlere; söyle bir tarikatlerin tarihine bakin diyoruz
o manevi mesleklerden yetisenlere bakin diyoruz;
gazaliye,rabbaniye,ceylaniye bakin diyoruz ki o meslek sahibleri vede onlara tabi olanlar a bir bakin
ne diyorlar ne yapiyorlar bir bakin
diyoruzki kur ani kerimin ayeti kerimelerini o zatlar okumadimi bilmiyormu idi hasa ,
diyoruz ki o zatlar hayatlarini dine imana hizmete ve kur ani kerimin emirlerini yasamaya adamislar,
dirdiyoruz ki iste onlarin hayatlari ilmi tahsilleri seviyeleri yasadiklari asirlari
diyoruz ki iste BIZLER ISTE ILMI SEVIYEMIZ TAHSILLERIMIZ VEDE ZAMANIMIZIN HALI YAPTIKLARIMIZ
diyoruz ki ilmin unvani olan hassas vede mahrem meseleler hele ehli olmayanlarla konusulmaz,
diyoruz ki ILIM SILAH TIR ONU EHIL OLMAYANA VERMEMEK GEREK
diyoruz ki BIR KONUDA IDDA SAHIBI OLAN BIRI EGER IDDASINA TEK BIR DELIL GETIRSE O MESELENIN DOGRULUGUNU ISBAT EDER
AMMATERSINI IDDA EDEN DE, ONUN OLMADIGINI ISBAT ICIN O MESLEKLERIN YASANDIGI ZAMANLARI VEDE SAHISLARIN TUMUNU GETIRIP ELEKTEN GECIRIP HER BIRININ TEKER TEKER YANLIS OLDUGUNU ISBATA MECBURDUR,

ZIRA DOGRULUGUNA TEK DELIL YETTIGI GIBI YANLIS OLDUGUNU ISBATA TUM ZAMANLARIN TARIKAT EHLI VEDE TUM ILMI ESERLERI ORTAYA SERILMELIDIRKI O AKSI IDDA ISBAT EDILE,
BUNA BU TARIKATLER HAKKINDA ILERI GERI YAZAN ITHAM EDENLERIN NE ILMI NEDE SEVIYESINE HAKLARI NEDE CAPLARI YETMEZ

DIYORUZKI

GÜLÜ TARIFE NE GEREK NE CICEKTIR BILIRIZ EHLI BILIRDIYORUZ KI:::::::: TARIFE NE GEREK :::::::::::: NE ::::::::: DIR BILEN BILIR......


''Allah u Teala buyuruyor ki :
Kim velilerimden (dostlarımdan) birine düşmanlık ederse, şüphesiz ona harp ilan ederim.'' (Kudsi Hadis/ Ebu Hureyre)

Ehl-i İnsaf bir insan(müslüman)
sadece yukarda ki Hadis-i Şerif bile haklarında icma-ı ümmet tarafından Dostları ve Veliler olduğuna şahidlik bulunan
Abdulkadir Geylani(k.s), Imam-i Gazali,İmam-ı Rabbani(k.s), Şahı Nakşıbendi(k.s.), Seyid Ahmed Er-Rufai Hz.(k.s.), Mevna (k.s),Molla Cami(k.s), ve dahi isimlerini burada zikretmekten aciz olduğum onbinlerce ,alimlerin gütmüş olduğu yolu ve onların yaşantısını sirk olarak nasıl iddia edebilir.

son olarak rabitaya ve tarikatlara sirk diyenlere su ayet yeterlidir sanirim

İşte siz böylesiniz. Haydi biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.(Al-Imran 66)

suphesiz herseyin dogrusunu Allah (c.c) biliyor,bizleri kendi taatina cevirsin,insaAllah dogru yolundan ayirmasin
selametle kalin,kalbi muhabbetlerimle

Kör ne anlar Leyla dan O nu sen Mecnuna sor...

esselamu aleykum
 
Üst