Prof. Yaşar Nuri Öztürk İslâm’ın emir ve hükümlerine aykırı sözleri

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK
Yaşar Nuri Öztürk bir televizyon programında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mucizelerini, Evliyaullah Hazeratı’nın kerametlerini “telekinezi” (Düşünce gücü ile cisimlere hükmetmek) kavramı ile açıklamış, “Kur’an’daki İslâm” isimli kitabında ise birçok konuda İslâm’ın emir ve hükümlerine aykırı sözler sarfetmiştir.
Onun bütün sözleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile çürütüldü.
Mucize; Peygamber Aleyhimüsselâm Hazeratı’nın ellerinde husule gelen harikulâde hallerdir. Hakikatte Hazret-i Allah’ın ezelî ve ebedî kudretinin o andaki tezahüründen ibarettir.
Mucize onlardan başka hiç kimsede zuhur etmez. Hazret-i Allah peygamber olarak vazifelendirdiği seçilmiş kullarının nübüvvetlerini halka ispat için onları mucizelerle desteklemiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: ‘Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.” (Sâffât: 171-172)
Allah-u Teâlâ peygamberlerine yardım edeceğini beyan buyuruyor. O ise Allah-u Teâlâ’nın beyanını görmüyor ve düşünme gücü ile onların mucize gösterdiklerini söylüyor. Bu sözü bu Âyet-i kerime’yi inkârdır.
Çünkü bunlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır.
Kendi iradesini Allah-u Teâlâ’nın iradesine vermiş, eritmiş seçkin kullar olan Peygamberân-ı izam Hazeratı’ndan, Allah-u Teâlâ’nın gücü ve iradesini göstermek, iman etmeyenleri korkutmak için Allah-u Teâlâ’nın dilemesi veya o peygamberin Allah-u Teâlâ’dan talep etmesi ile mucize husule gelir. O kul naz makamında olduğu için geri dönmez. Nitekim dönmemiştir de.
Peygamberan-ı izam Aleyhimüsselâm Hazeratı’ndan zuhur eden mucizeleri Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm’inde haber veriyor:
“Doğrusu Rabb’inin söz verdiği azabı hak edenler, elem verici azabı görünceye kadar, kendilerine (istedikleri) bütün mucizeler gelmiş olsa bile inanmazlar.” (Yunus: 96-97)
O ise mucizelerin Allah’tan geldiğine inanmıyor. “Düşünerek cisimlere hükmetmektir.” diyor, Âyet-i kerime’leri inkâr ediyor.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Peygamberlerden hiçbiri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mucizelerin bir misli verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise ancak Allah’ın bana vahyettiği (Kur’an-ı kerim)dir.
Binaenaleyh kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tâbi bulunanı olmayı ümit ederim.” (Müslim: 152)
Hadis-i şerif’leri de inkâr eden bu adam, bunca Âyet-i kerime’leri görmüyor. Göremez, çünkü Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler için:
“Kör oldular, sağır kesildiler.” buyuruyor. (Mâide: 71)

Yaşar Nuri Öztürk “Kur’an’daki İslâm” isimli kitabında “Ebrehe’nin ordusunu helâk eden siccin taşlarının veba mikropları” olduğunu ifade etmiştir. Onun bu sözünü de Âyet-i kerime ile çürüttük.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğumundan 52 gün önce vukua gelen “Fil Vakası” Kur’an-ı kerim’in Fil sûre-i şerif’inde haber verilmektedir.
Arapların takvim başı olarak kullandıkları “Fil hadisesi”, Muhammed Aleyhisselâm’ın doğumundan 52 gün önce olmuştur.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde Ebrehe ve ordusunun başına gelenleri şöyle haber vermektedir:
“Resul’üm! Görmedin mi Allah (Kâbe’yi yıkmaya gelen) fil sahiplerine ne yaptı? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?” (Fil sûresi: 1-2)
Tabiatıyla bu bir ilâhî cezadır ki, tuğyan eden bir kavmi yok etmiş, düzenlerini boşa çıkarmış, insanların emniyet yeri olan Beyt’i muhafaza etmiştir.
“Üzerlerine sert taşlar atan sürü sürü Ebabil kuşları gönderdi. Sonunda onları yenilmiş ekin gibi paramparça yaptı.” (Fil sûresi: 3-4-5)
Âyet-i kerime’de geçen “Siccil” sert taş demektir. Yaşar Nuri küfre şirin görünmek için bu Âyet-i kerime’ye veba mikrobu deyip, Âyet-i kerime’nin asli mânâsını değiştirmiş, kendi zannını ortaya koymuştur.
Bu Âyet-i kerime’dir. İlâhî hüküm budur. Bir Âyet-i kerime’yi değil, bir tek harfi dahi inkâr eden kâfir olur. Hüküm budur.
Allah-u Teâlâ “Ebabil kuşlarını gönderdim, onlar sert taşlar atıyorlardı” diyor. O ise Ebrehe’nin ordusu veba mikrobu ile yok oldu diyor. Sûre’nin asli mânâsını değiştiriyor.
Eğer murad-ı ilâhi Ebrehe ordusunu bu gibi hastalıklarla yok etmeye yönelik bulunsaydı, Kur’an-ı kerim’de buna uygun bir anlatım tarzına yer verilir, ne uçan kuşlardan, ne de taşıdıklarından söz edilirdi.
Halbuki Ebabil kuşlarının attığı taşlar o insanların vücudunda derin yaralar açmış ve Allah-u Teâlâ’nın lütfuyla Ebrehe’nin ordusu yerle bir olmuştur.
Yine Yaşar Nuri’nin ilham aldığı reformculardan Abduh da Fil sûre-i şerif’indeki Ebabil kuşlarını sivrisinek, attıkları taşları da mikrop diye tefsir etmiştir. Aslında kuşlardan maksat ne sinek, ne de sivrisinektir, attıkları taşlardan da maksat ne mikrop ne de virüstür. Her yönüyle ilâhî kudretin tecelli eden hükmünü yansıtan bir mucizedir.
Allah-u Teâlâ sûre-i şerif’te açık olarak Ebabil kuşundan ve sert taştan mevzu ederken, bu kuşların sinek veya mikrop olduğuna inanmak ve bu fasit fikri yaymak fitne ve fesat çıkarmaktır.
Dünyayı ahirete tercih eden bu tahripçiler dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri bozmak, bidat ve küfrü yaymaktır. Simalarına baksan çok şey görürsün. Kendilerine sorsan âlimim diye geçinirler. Âlimim demekten kendilerini alamazlar.

Yine aynı kitabında; “Hıristiyan ve yahudilerin de cennete gireceklerini” ifade ediyor. Onun bu sözü de Âyet-i kerime’lerle çürütüldü.
Allah-u Teâlâ kıyamet gününde insanları bir araya topladığı zaman her türlü anlaşmazlıklar hakkında hükmünü verecek, hak üzere olanlarla haksız olanların aralarını ayıracak, hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğu konusunda kararını bildirecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki iman edenler, yahudiler, sabiler, hıristiyanlar, mecusiler ve müşrik olanlar arasında Allah kıyamet gününde kesin hükmünü verecektir.
Allah her şeye şahiddir.” (Hacc: 17)
Âyet-i kerime’de altı tane dinden söz edilmiş, bunlardan sadece birisi iman sahibi olarak gösterilmiştir. Geri kalan beş zümre küfür ehlidir. Bunların dışında kalan dinler inanç bakımından bunlardan birine benzediği için onların isminden söz edilmesine lüzum görülmemiştir.
Allah-u Teâlâ o gün adaletle hükmedecek, kendisine iman edenleri cennete koyacak, inkâr edenleri ise cehenneme sokacaktır.
Yahudilerin imanı İsâ Aleyhisselâm’a gelinceye kadar Tevrat’a ve Musa Aleyhisselâm’ın sünnetine tâbi olmak idi. İsâ Aleyhisselâm gelince ona tâbi olmaları gerekirken, olmadıkları için yoldan çıktılar. Gerçekten tâbi olmuş olsalardı Tevrat’ı değiştirip tahrif etmeselerdi İsâ Aleyhisselâm’a iman ederlerdi.
Hıristiyanların imanı da İncil’e ve İsa Aleyhisselâm’ın şeriatına bağlanmak idi. Muhammed Aleyhisselâm gelinceye kadar bu imanları geçerliydi. Muhammed Aleyhisselâm geldikten sonra ona tâbi olmaları gerekiyordu. Olmayanlar yoldan çıktılar. İsâ Aleyhisselâm’a bağlı olduklarını iddia eden hıristiyanlar, gerçekten bağlı olmuş olsalardı, peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Aleyhisselâm’a inanırlardı. Onun dini kendisinden önceki peygamberlerin getirdikleri dinleri yürürlükten kaldırmış, hükümsüz kılmıştır. Tevrat ve İncil’de Muhammed Aleyhisselâm’ın peygamberliğini haber veren müjdeler vardır. Onun son peygamber olduğuna ve bütün insanlığa gönderildiğine inanmak Allah-u Teâlâ’nın emridir.
Bütün bu milletler, bütün bu taifeler, bozuk inançlarını, yanlış hareketlerini bırakır, Allah-u Teâlâ’ya O’nun istediği şekilde iman etmiş olurlarsa doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş olurlar.

“Şarap dışındaki içkilerin sarhoş etmeyecek kadar içilebileceğini” iddia etmektedir. Onun bu sözünü Âyet-i kerime ile çürüttük.
İslâm dini aklın muhafazasına çok ehemmiyet vermiştir. Aklı izâle edip faaliyetlerini durdurması yönünden insana çok büyük zararı olan içkiyi ve diğer uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır. Çünkü bunlar insanın yalnız aklına ve vücuduna değil; nesline, malına, şeref ve haysiyetine de zarar verir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz.
Şeytan; içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” buyuruyor. (Mâide: 90-91)
Binaenaleyh, insanlar arasındaki ismi ne olursa olsun ve her neden yapılırsa yapılsın, sarhoşluk veren bütün içkilerin azı da çoğu da haramdır.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Her ne olursa olsun çoğu sarhoşluk veren şeylerin azından da sakınınız.” (İbn-i Mâce)

Kur’an-ı kerim’de “Recm” cezasının olmadığını söylemektedir.
Onun bu sözü de Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürütüldü.
Dinimiz evlilik dışı münasebetleri haram kılmıştır.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde:
“Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” buyuruyor. (İsrâ: 32)
Âyet-i Celîle’de “Zinâ etmeyiniz!” denilmiyor da, “Zinâya yaklaşmayınız!” şeklinde emir veriliyor. Çünkü insanı tahrik ederek zinâya götüren şehvet duygusundan ve tehlikelerden emin olmak, ancak zinâya yaklaşmamakla mümkün olur. Yaklaşıldığı takdirde bu emniyeti sağlamak güçleşir.
Bunun içindir ki, dinimiz zinâyı haram kılarken, ona götüren bütün hâl ve hareketleri şiddetle yasaklamış, zinâ kapısını kapatmıştır. Bu kapalı kapıdan içeri girenler hakkında ilâhi hükümler son derece ağırdır:
“(Bekâr olup da) zinâ eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dinini tatbik hususunda o ikisine merhametiniz tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onlara yapılan cezaya şahit olsun.” (Nûr: 2)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den rivayet edilen tatbikata göre; evli olup da zinâ eden erkek ve kadınlar recmedilirler.
Ebu Hureyre -radiyallahu anh-den rivâyet edilmiştir:
“Bedevîlerden birisi Resulullah Aleyhisselâm’a gelip ‘Yâ Resulellah! Size Allah namına yemin eder ve yalnız Allah’ın Kitab’ı ile hükmetmenizi dilerim.’ diyerek yanındaki ârâbîden dâvâcı oldu. Öbür hasım ise daha dirayetli ve edepli idi. O da ‘Evet Yâ Resulellah! Aramızda Kitabullah ile hükmet, fakat bana müsaade buyur da anlatayım.’ dedi, devam etti.
‘Benim bir oğlum bu adamın çobanı idi, nasılsa bunun karısı ile zinâ etmiş. Duydum ki her zinâ eden taşlanarak öldürülürmüş. Oğlum bundan kurtulsun diye bunlara yüz koyun bir cariye vererek oğlumu kurtarmıştım. Sonra öğrendim ki bekâr oğluma yüz değnek had ile bir sene sürgün cezası varmış, bunun karısı da taşla öldürülecekmiş. Allah’ın hükmü böyle ise koyunlarımı ve câriyemi geri versin.’
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki aranızda Kitabullah ile hükmedeceğim. Câriye ve koyunlar sana geri verilir, oğluna yüz değnek vurulur ve bir sene sürülür.” buyurdu. Sonra ashabdan Üneys’e “Ey Üneys! Şu dâvâcının karısı olan kadına git, günahını itiraf ederse onu recmet, Allah’ın emrini uygula!” diye emir verdi.
Üneys gitti. Kadın şahitlerin yanında fenâlığı itiraf etmesi üzerine Resulullah Aleyhisselâm’ın emri ile recmolundu.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1162)

Yine “Kur’an’daki İslâm” kitabında, “Saçların bütünüyle, görünmeyecek şekilde kapatılması emri diye bir ifade yoktur. Cenâb-ı Hakk bunu kulun tercihine bırakmıştır.” demektedir.
Onun bu sözü de Âyet-i kerime’lerle çürütüldü.
İslâm dininde tesettür kesinlikle farzdır.
Allah-u Teâlâ Nûr sûresi 31. ve Ahzâb sûresi 59. Âyet-i kerime’lerinde tesettürün farz olduğunu beyan buyuruyor.
“Resul’üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nûr: 31)
Bu Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ tesettür hakkında kesin hududunu çizmiş, sadece yüz ve ellerin görünebileceğini belirterek, bu hükmü kulun tercihine bırakmamıştır.
“Resul’üm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman, dış elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu onların ahlâksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir.” (Ahzâb: 59)
Bu hüküm İslâm dinine göredir.
Tesettür kesin olarak uyulması gereken bir emirdir ve iman meselesidir.
Allah-u Teâlâ emir ve hükümlerini koymuş onu yasaklarıyla sınırlamıştır.
“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)
Allah-u Teâlâ, “Kim bu hudutları aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” buyuruyorken “Tesettürü kulların tercihine bıraktığını” söylemek, açıkça bu hudutları aşmak demektir. Bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek demektir. İnkâr ise küfürdür.

Daha buna benzer birçok konuda İslâm’ın emir ve hükümlerini hafife almakta, küfre düşmekte, inananların gönüllerini bulandırmakta, İslâm’da büyük tefrika çıkarmaktadır.
“Doğrusu bir çokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’âm: 119)
Âyet-i kerime’lere ve Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine ters konuştuğu için nefis arzusunu ilâh edinmiş şirke düşmüştür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? Onu şirkten sen mi koruyacaksın.” buyuruyor. (Furkân: 43)

Hülasâ-i kelâm, bu gibi âlim görünen cahilleri tanıyın. Nasıl küfre kaydığını siz de görün âlem de görsün.
Bu gibilerin sözlerine kulak vermeyin. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerine Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnet-i seniye’sine tâbi olun.


http://www.hakikat.com/dergi/108/bsyz10802.html

Ayrıca
http://www.hakikat.com/nur/risaleler/ynari/ahir2.html
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
@kurt26


Sen mucize nedir bilmiyorsun.Mucize, inanmayanları ikna için Peygamberlere verilen olağan üstü olaylardır.Hz.Musanın asası,elini koynuna sokup bembeyaz olarak çıkması mucizedir.
Fil olayı mucize değildir, eğer mucize ise hangi peygamber risaletini ispat için gösterdi?
Şakkul Kamer mucize değildir,çünkü Peygamberimiz tarafından Mekkeliler toplanarak ayı yarmış filan değildir.Gecenin b,r vakti ayın ikiyre ayrıldığı Peygamberimiz tarafından fark edilince yanındaki bir kaç mümine ayın yarıldığını göstermiştir.




 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
@kurt26


Sen mucize nedir bilmiyorsun.Mucize, inanmayanları ikna için Peygamberlere verilen olağan üstü olaylardır.Hz.Musanın asası,elini koynuna sokup bembeyaz olarak çıkması mucizedir.
Fil olayı mucize değildir, eğer mucize ise hangi peygamber risaletini ispat için gösterdi?
Şakkul Kamer mucize değildir,çünkü Peygamberimiz tarafından Mekkeliler toplanarak ayı yarmış filan değildir.Gecenin b,r vakti ayın ikiyre ayrıldığı Peygamberimiz tarafından fark edilince yanındaki bir kaç mümine ayın yarıldığını göstermiştir.





Kamer Süresi
1.Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı.
2.Onlar bir mucize görseler, hemen yüz çevirirler ve: "Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür. " derler.
3.Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her iş kararlaşmıştır.
4.Andolsun ki, onları bu hallerden vazgeçirecek nice mühim haberler gelmiştir.
5.O haberlerde hikmetin en üstünü vardır. Fakat uyarılar aslâ fayda vermiyor.
6.O halde sen de onlardan yüz çevir. O çağırıcının, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;
7.O halde sen de onlardan yüz çevir. O çağırıcının, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;
8.Kendilerini çağırana doğru koşarlar. Kâfirler ise: "Bu çetin bir gündür!" derler.

Ayın Yarılması Mucizesi Nasıl Gerçekleşti?

Ayın ikiye ayrılması mucizesinin Medine'ye hicretten önce[2] Kureyş müşriklerinin istekleri üzerine -Yüce Allah'ın izniyle- Peygamberimiz (asm) tarafından gösterildiği Enes b. Malik[3], Hz. Ali, Huzeyfe b. Yeman[4], Abdullah b. Mes'ud[5], Abdullah b. Abbas[6], Abdullah b. Ömer[7], Abdullah b. Amr b. Âs[8], Cübeyr b. Mut'im[9] (r.anhum ecmain) gibi pek çok sahabeden nakledilmiştir.[10]

Kureyş müşriklerinden, Velid b. Mugîre, Ebu Cehil, Âs b. Vâil, Âs b. Hişam, Esved b. Abdi Yağus, Esved b. Muttalib, Zem'a b. Esved, Nadr b. Haris ve daha başkaları[11], Peygamberimiz’e (asm):

"Eğersen gerçekten peygambersen, bize Kameri (Ayı), yarısı Ebu Kubeys dağı, yarısı da Kuaykıan dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır!" dediler.

Peygamberimiz (asm):

"Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?" diye sordu.

Müşrikler:

"Evet! İman ederiz." dediler.

Ayın bedir, yani dolunay olduğu, iyice göründüğü gece, Peygamberimiz (asm), müşriklerin istedikleri şeyi kendisine vermesini, Yüce Allah’tan diledi.[12]

Cebrail (a.s.) inip, Allah’ın duasını kabul ettiğini O’na (asm) duyurunca, O da Mekkelilere haber verdi. Müşrikler Ayın on dördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler![13]

Yüce Allah, Ayın yarısını Ebu Kubeys dağı, yarısını da Kuaykıan dağı arasında doğdurunca, Peygamberimiz (asm):

"Ey Ebu Seleme b. Abdulesed! Erkam b. Ebi'l-Erkam! Şahit olunuz!" diyerek Müslümanlara;[14]

"Ey filan! Ey filan! Şahit olunuz!" diye de, müşriklere seslendi.[15]

Fakat müşrikler"Bu, Ebu Kebşe'nin oğlunun bir sihridir!"[16] "Ebu Kebşe'nin oğlu sizi sihirledi!"[17] "Muhammed bizi sihirledi!" dediler.[18]

Bazısı da:

"Muhammed bizi sihirlediyse[19], bütün insanları da sihirleyemez ya![20] Başka beldeler halkından, yanınıza gelecek olanlara, sorun bakalım: Bunu onlar da görmüşler mi?"[21] dedi.

Her taraftan[22] gelenlere sordular:[23]

"Evet! Onu biz de öyle gördük! Ayı ikiye yarılmış gördük!" dediler. Ayın ikiye ayrılmış olduğunu haber verdiler. Her taraftan gelenlerden, Ayın ikiye ayrıldığını görüp de haber vermeyen bir kimse kalmadı.[24]

Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip:

"Bu, müstemir (olagelen) bir sihirdir!"[25], “Ebu Talib‘in yetiminin sihri semâya da tesir etti”[26] dediler.



___________________________________________
[1]Kamer, 54/1-2.
[2]Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 466; Diyarbekıf, Hamis, c. 1, s. 298; Zürkânî, M evâhibu'l-ledünniye Şerhi, c.5, s.108.
[3]Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 1 86; Müslim , Sahih, c. 4, s. 2159; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 397; Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 84-85; Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 472; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 262, 265; Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 235; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s.114; Zehebî, Târıhu'l-İslâm, s. 209; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 118.
[4]Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 235; İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 11 5; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 118-119; Diyarbekrî, c. 1, s. 298; Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 5, s. 1 08.
[5]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 377,413; Buhârî, c. 4, s. 186; Müslim, c. 4, s. 2158; Tirmizî, c. 5, s. 397-398; Taberî, c. 27, s. 85; Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 471; Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 279, 281; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s.264-265; Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 234; İbn Seyyid, c. 1, s. 114; Zehebî, s. 209-211; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 118.
[6]Buhârî, c. 4, s. 186; Müslim , c. 4, s. 2159; Taberî, c. 27, s. 86; Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 472; Ebu Muaym, Delâil, c. 1 ,s. 279-280; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 267; İbn Seyyid, c. 1, s. 114; Zehebî, s. 211; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 118.
[7]Müslim, c. 4, s. 2159; Tirmizî, c. 5, s. 398; Taberî, c. 27, s. 85; Ebu Nuaym, c. 1, s. 279; Beyhakî, c. 2, s. 267; Kadı lyaz,Şifâ.c.1, s. 235; İbn Seyyid, c. 1, s. 114.
[8]Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 472; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 118.
[9]Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 235; İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 115; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 118-119; Diyarbekrî, c. 1, s. 298; Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 5, s. 1 08.
[10]Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 235; Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye.c. 1, s. 466; Diyarbekrî,c. 1, s. 298; Zürkânî, Mevâhib Şerhi,c. 5, s. 108.
[11]Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 280; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 119; Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6,s. 133; Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c.1 , s. 467; Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 299; Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 5, s.110.
[12]Ebu Nuaym, c. 1, s. 280; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1, s. 272-273; Kurtubî, Tefsîr, c. 1 7, s. 1 27; Ebu'l-Fidâ, c. 3,s. 11 9-120; Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 133; Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 467; Diyarbekrî, Hamis, c.1, s. 299; Zürkânî,Mevâhib Şerhi, c. 5, s. 110.
[13]Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 85; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 120; Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 1 33.
[14]Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 280-281; E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 119-120; Suyûtî, Dürru'l-men*sûr, c. 6, s. 133.
[15]Kurtubî, Tefsîr, c. 17, s. 127.
[16]Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 85; Ebu Nuaym, c. 1, s. 281; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 266; Vâhidf, Esbâbü'n-nüzûl, s.268; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1 , s. 273; Kurtubî, Tefsîr, c. 17, s. 127; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 210; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 121; Kastalâni, Mevâhib, c. 1, s. 466; Diyarbekrî, c. 1, s. 299; Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 5, s. 109.
[17]Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 281; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 266; Vâhidf, Esbâbü'n-nüzûl, s. 268; Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 234; Kurtubî, Tefsîr, c. 17, s. 127; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 121.
[18]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 82; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 398; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 114; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 119; Kastalâni, c. 1, s. 466; Diyarbekrî, c. 1, s. 299; Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 5, s. 109.
[19]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 82, Tirmizî, c. 5, s. 398, Beyhakî, c. 2, s. 266; İbn Seyyid, c. 1, s. 114-115; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 119; Kastalâni, c.1, s. 466; Diyarbekrî, c. 1, s. 299; Zürkânî, c. 5, s. 109.
[20]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 82; Tirmizî, c. 5, s. 398; Ebu Nuaym, c. 1, s. 281; Beyhakî, c. 2, s. 266; İbn Seyyid, c. 1, s. 114-115; Zehebî, s. 211; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 119-121; Kastalâni, c. 1, s. 466; Diyarbekrî, c. 1, s. 299; Zürkânî, c.5, s. 109.
[21]Kadı lyaz, c. 1, s. 235; İbn Seyyid, c. 1, s. 114.
[22]Beyhakî, c. 2, s. 267; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 121; Kastalâni, c. 1, s. 467; Diyarbekrî, c. 1, s. 299; Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c.5, s. 109-110.
[23]Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 85; Beyhakî, c. 2, s. 267; Kadı lyaz, c. 1, s. 235; Kurtubî, Tefsîr, c. 1 7. s. 127.
[24]Ebu Nuaym , c. 1, s. 281; Beyhakî, c. 2, s. 267; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 121; Kastalâni, c. 1, s. 467; Diyarbekrî, c. 1, s. 299; Zürkânî, c. 5, s. 109-110; Taberî, c. 27, s. 85; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 273; Mevâhib Şerhi, c. 5, s. 110; Ebu Nuaym, c. 1, s. 281; Kadı lyaz, c. 1, s. 235; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 211; Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 281.
[25]Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 397; Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 87; Kurtubî, Tefsîr, c. 17, s. 1 27.
[26]Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 54; Müsned 3:165; et-Taberî, Câmiu’l-Beyân 27:84-85; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân 17:126; el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve 2:268.
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
@kurt26

İSRA 59:

Bizi, mûcizeler göndermekten meneden şey, ancak evvelki ümmetlerin, onları yalanlamalarıdır ve Se
mûd'a apaçık bir mûcize olarak dişi deveyi verdik de zulmettiler ona ve biz âyetleri, ancak korkutmak için göndeririz.

İSRA 101:

Andolsun,
biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti.


Hz.Muhammede Kuran dışında verilen bir mucize olsaydı işte böyle Yüce Rabbimiz bize bildirirdi.Birilerinin derledikleri rivayetlere bırakmazdı.



 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
@kurt26

İSRA 59:

Bizi, mûcizeler göndermekten meneden şey, ancak evvelki ümmetlerin, onları yalanlamalarıdır ve Se
mûd'a apaçık bir mûcize olarak dişi deveyi verdik de zulmettiler ona ve biz âyetleri, ancak korkutmak için göndeririz.

İSRA 101:

Andolsun,
biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti.


Hz.Muhammede Kuran dışında verilen bir mucize olsaydı işte böyle Yüce Rabbimiz bize bildirirdi.Birilerinin derledikleri rivayetlere bırakmazdı.



Kuran ve sünneti iyi anlamak gerek.
Yalnız Kuran diyenler bunca ayet-i kerimeleri inkar mı ediyor?

http://www.ihvanforum.org/showthrea...-ayet-i-kerimeleri-inkar-mı-ediyor&highlight=

Şakk-ı Kamer Mucizesi
http://www.ihvanforum.org/showthread.php?152665-Şakk-ı-Kamer-Mucizesi&p=1542276#post1542276
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Kuran ve sünneti iyi anlamak gerek.
Yalnız Kuran diyenler bunca ayet-i kerimeleri inkar mı ediyor?

Yalnız Kuran desem ne olacak,dinim eksik mi kalacak,Kuran yetmeyecek mi?
Allahın kitabı eksik de Buhari mi tamamlıyor?

Gözle görülemeyen sperme insanı kodlayan Yüce Rabbimiz Kuranı eksiksiz indiremeyecek mi?
Allahın hangi işi noksan da kitabı noksan olsun?
 
Üst