Prodüksiyona Bağlı Gözyaşı / Habeşli Bilal

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Gündem nasıl okunur bilmiyorum. Bildiklerim sınırlı. Her zaafiyetin ardından tutarlı bir hikaye satmaya çalışanlardan nefret etmeye başladım. “Gerçek” yitik malımız. Vereceği acıyı umursamıyorum. Ben gerçeği istiyorum.Gündüz iki dakikalığına düştüğümüz bilgi havuzundan çıkar çıkmaz daha kurulanmadan yarışma programlarına dertlenmeyi, dizi karakterlerine ağlamayı anlamlandıramıyorum. Kimden ya da neden kaçtığımıza mantıklı cevaplar bulmaya çalışıyorum ama mümkün olmuyor. İradesi kiraya çıkarılmış kalabalıkların halinden memnun halini tiksinerek izliyorum. İnsana seçmesi için seçenek sunanlar gerçeği hiçbir zaman tercih bandına koymuyor çünkü. Gerçeğin bilinmesi ihtimali uykularını kaçırıyor olmalı! Ama “gerçek” bu. Er geç ortaya çıkma gibi bir alışkanlığı vardır.
Sınıflandırılmışız. Hangi yaş grubunun ne ile meşgul olacağını bile belirleyen bir sistem mevcut. İdealist olduğunu zannedenleri bile palyaçoya döndürmenin seksen tane yolu çizilmiş. Kendi fikri yok şimdiki neslin! Başkasının aklına ve cümlelerine mahkum. Üzerindeki kıyafet kendi tercihi değil. Kullandığı telefon, taktığı yüzük..aynada ki yüzüne yabancı hale geliyor bir süre sonra. En kolay becerebildiğimiz şey alışmak. Bizim yerimize başkalarının karar vermesine öyle aşina olmuşuz ki.. sosyal medyanın bizi yönlendirmesinden, televizyon programlarının bizi giydirmesinden, siyasetçilerin bizimle dalga geçmesinden, hayatın içinde figürasyon olarak kalmaktan, dilimizin ucuna gelse de çok zaman gerçeği söyleyememekten rahatsız olmaz olduk.
İnsani hassasiyet ve donanımımızı kaybetmeye başladık. Dertlenmek, bir başkası için üzülmek, akletmek, tenkit etmek, muhalefet etmek, sorgulamak, rahatsız olmak deyimlerini hikayelerin tasarrufuna bıraktık. Ağlamak bizi insanlaştıran en önemli eylemdi oysa. Evet eylemdi.
Allah için döktüğünde mağfiret bırakırdı avuçlarına…insanlık için döktüğünde merhametin genişlerdi. Kardeşin için döktüğünde yaratıcının hoşuna giderdi. Şimdi yeni bir başlık kazandı. Dizilerdeki hale ağlamak, bir anlığına gözümüze sokulur gibi prodüksiyonlu yapılmış haberlere ağlamak, bir kısa filmin acıklı hikayesine ağlamak…bizi insan yapan bunlar değil maalesef. Eğer eylemlerimizin mevzuatı değiştiyse başka bir ismi olmalı bunun.
Ağlamak ihtiyaç. Aksini söylemek anlamsız. Bu yüzden yapılmaz mı ağlamalı filmler. Filme giderken soğukta mendil satan, başını kaldırmadan elini uzatan çocuğa ağlamayanlar süslü elbiseleriyle büyük paralara çekilmiş filmler sayesinde ağlamaya çalışır. Tuhaf. Oysaki gerçek hikayeden uyarlama, hatta ne uyarlaması bire bir gerçek onca hadise ücretsiz olarak geliyor evimize hergün. Dünyanın dört bir yanından geliyor. Sakalı uzun diye hapse atıyorlar birini. “Büyüyünce bize eziyet olur” korkusundan, “yılanın başını küçükken ezeceksin” felsefesinden yola çıkarak öldürüyorlar çocukları. İnancından vazgeçer belki diye yakıyorlar kadınları. Kaynakları eksilecek kaygısından ölüme terkediyorlar binlerce bahtı kara teni karayı! Prodüksiyonu zayıf, oyuncu kadrosu amatör, çekim kalitesi kötü, müzikleri yetersiz diye mi dikkatimizi celbetmiyor dersiniz. Ağlamak insani eylemdir değil mi? Bu eylem salt ağlamak mıdır? Yoksa neye ağladığın da bir o kadar önemli midir?
Bazen de üzülmene izin vermezler. Sen de haklısın. Bir can yandı mı herkes kendine bir taraf seçip çığırtkanlık yapmaya başlıyor. “Gerçek” yine yitik hazine. Makul ve tutarlı hikayeler manzumesinin ortasına terkediliyoruz. Oysaki bir can yandı mı susmalı bir süre. Acı azalana, dişlerimizi sıkmaktan yaralar açtığımız damaklarımızdaki yaralar kuruyana, bir çocuk babasının yokluğuna anlam yükleyinceye, bir kadın kocasının hatırasını ezberleyene kadar hiç olmazsa. Bir can söz konusu olduğunda pazarlık konusu, seçim yatırımı, siyasi propaganda olmayıversin. Hepimiz suçlu oluverelim. Geçinemedik birbirimizle diye her birimize keselim cezayı.
Ağlamayı öğrenelim yeniden. Yeniden tanımlayalım, yeniden anlamlı hale gale getirelim insanlığımızı. Yoksa ortalıkta çipli, dışarıdan kontrol edilen et yığınları halinde dolaşmaya başlayacağız. Varlığımızdan fayda gelmeyeceği gibi, yokluğumuzu da kimse özlemeyecek o zaman!
Kıyamet gelmeden kendi kıyametimiz işte o zaman kopacak!
Kalbinizin sahibine emanet…Eyvallah!!!


HABEŞLİ Bilal / M.gazete
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul


Avazım çıktığı kadar susacağım…


Çünkü sessizliğimin içinde dünyanın tüm kelimeleri barınıyor!
Film izler gibi izliyorum memleketimde olup bitenleri. Haberleri nasıl dizi, dizileri nasıl haber gibi izlediğimizi. Gittikçe şizofrenleşen gençlerimizi ve özgüven bunalımı yaşayan kalabalıkları. Üzülüyorum haliyle. Sahte tebessümlerin arasında, timsah gözyaşlarının gölgesinde, yalanların sıcağında, kalleşliğin kucağında daha ne kadar sürecek bu sürgün… merak içindeyim!
Mevcut iktidar Ortadoğu’da umut rüzgarı olup esiyormuş. Ben söylemiyorum. Kendi ifadeleri. Evet abiler. Bir rüzgâr estirdiğiniz doğrudur. Mısır’da kasırga olan, Gazze’ye bomba olup yağan, Aksa’ya kanlı postalları sokan, Doğu Türkistan’da başörtüsü ve namazı yasaklatan, Irak’ta ve Suriye’de ağıtları hortumunda yutan bir rüzgar estirdiniz. Bir yalanı sürekli tekrarlarsanız inanırmışsınız. Haliniz bu. Klinik yani. Bana kalırsa ihtiyaç duyduğunuz şey sizi sürekli alkışlayacak, sırtınızı sıvazlayacak, kandırabileceğiniz kitlelerden çok profesyonel bir destektir. Esmesin artık o rüzgârınız. Kıpırdamayın Allah aşkına. Övündüğünüz o rüzgâr kan kokusu taşıyor gittiği her yere. Gözyaşı taşıyor, acı taşıyor, ah taşıyor. Mazlumların çığlıkları şakşakçılarınızın alkışlarının gürültüsünde eriyor sanmayın. Bu ahlar salonlarda ritüel olarak salınmıyor. Katında emanetlerin zayi olmadığı makamda birikiyor. Abiler! Orada biriken bu çığlıklar sizi boğmaya yeter!
Sizin hırslarınızdan, yalanlarınızdan, makamlarınızdan daha kıymetlidir vicdan! Onu kaybederseniz eğer geriye cesetten başka ne kalır ki? Bana kızıyorsunuz değil mi? Bu kadar da değildir değil mi? Gazze, Suriye, Doğu Türkistan, Arakan’da olanların iktidarla ne alakası olur ki? Mısır’da yeni idama mahkûm edilen 189 “adam”ın kalemini bunlar mı kırdı? Namazı bunlar mı yasakladı? Siz de haklısınız. Siz zaten hep haklısınız. Bozacı ve şıracı olarak birbirinize ne de güzel yakışmışsınız. Zalim batı bloğunun karşısında dik durabilecek tek oluşumu gidip BM’ye gözlemci sıfatıyla yamarsanız, bebek katillerine Davos’ta ayar verip, Fransa’daki haçlı ağıtına ayar verdiklerinizle aynı safta yürür, beraber ses katarsanız, amentünüzü unutup hassasiyetlerinizi “reel politik”le değiştirirseniz… Evet, siz kırmazsınız kalemi. Siz koymazsınız kanunları. Siz sıkmazsınız kurşunu. Sizin imkânlarınızı kullanırlar ama sizin uçaklarınız yapmaz sortiyi. Doğru!
Ama abiler siz daha da kötü bir şey yaptınız. Zalime cesaret verdiniz!
Yoksa aldığınız o cesaret madalyası sizin gösterdiğiniz cesaret için değil, zalimlere verdiğiniz cesaret için miydi? Zalime cesaret vermek için çaldıysanız mazlumun umudunu… Neyse ben cümleyi bitirmeden sizin kulağınıza Türkçe ezan okunacak nasılsa… duyamayacaksınız. Ama gün gelecek. Yaptıklarınız kadar yapmadıklarınız da, söyledikleriniz kadar yuttuklarınız da, kulak tıkadıklarınız, gözlerinizi yumduklarınız, vurdum duymadıklarınızda gelip bulacak sizi. Saklanamayacaksınız!
zzzzz
Aşk. Yıprattığımız, kirlettiğimiz, terminolojisini bozduğumuz bir kavram haline geldi. Oysaki bir eylemdi. Dünya zamanındaki buluşmaların sonsuz buluşmaya tercih edilmesiydi. Kitabı, dili yoktu. Çünkü gerekçesi yoktu. Aşk’ı anlatıyorum diye yıllarca bize âşıkları anlattılar aslında. Özne değildi aşk. Tümlece mahkûmdu hep. Aşkın olanı özletmesini ummaktı gerçekte. Çok su götürdü onunla alakalı söylenenler yazılanlar, çizilenler. Uğraş verdiğiniz her halin bir mahsulü olur. Mahsulü ahlaksız ilişkiler, kürtaj, eliza testleri, çöpe atılan çocuklar olmaz, olamaz. Böyle bir sonun suçu AŞK’a atılamaz. Bu yüzden AŞK ne ahlaksızlıkla anılmayı hak ediyor, ne de üç günlük zevkler için pazara çıkarılmayı. Bu yüzden yeni bir seferberlik başlatmak lazım. AŞK’ı öncelikle 14 Şubat maymunlarının ve şallı ablaların ve ergen gençlerin ve cafede çaya methiyeler düzenlerin ve kendini şair yazar zannedenlerin ve entellerin ve aydınlık adına karabasan kuşananların elinden bir önce kurtarmak lazım!
İnanmak ve inandığını yaşamak büyük bir nimettir. Nefesi kıymetlendirir, ömrü bereketlendirir. Ömrü taçlandırmanın en önemli kısmı ise finalidir. Cennet gelip kapını çalsın diliyorsan, bu özlemle tüketmelisin zamanı. Hal böyle olunca şehadet gelir Amerika da bile olsan gelip öper alnından…
Tüm dünyanın ve dahi ülkemizde charli maymunu olanların yüz çevirdiği bir hadise yaşandı Amerika’da. Toplanmadı abiler bu gençler için, girmediler kol kola. Diğer mazlumların listesine kaydedildi isimleri. Duymadık belki şimdi. Ertesi gün unuttuk belki çıkarılınca haber bültenlerinden resimleri. Ama yarın… toplanınca herkes bir araya, düşünce herkes kendi derdine… binlerce şehidle beraber tanıyacağız onları. Hallerine gıpta ediyor olacağız zira!!
Kalbinizin sahibine emanet olun efendim..
Eyvallah!!!

Habeşli Bilal
 
Üst