... bir örnek daha vereyim:
Kuantum Fiziği, CERN deneylerinde maddenin aslı hakkında bazı sonuçlar elde etti. Deniyor ki atom altı parçacıkların var olması, ancak yarısının bilmediğimiz bir boyutta olmasıyla mümkündür. Bunu şöyle izah ediyorlar: Bir aynaya yarım bir halkayı tuttuğunuz zaman bu yarım halka, bir bütün olur. Atom altı parçacıkların simetrik olarak bir bütünü var etmesi ancak bu modelle anlaşılır deniyor. Öyle ya, enerji nereden geliyor? Zaman ve mekan ötesi bir boyutta bulunan bu yarım, oradan aldığını bu aleme, bu alemden aldığını gerisin geri oraya verip almakla atom altı parçacığı oluşturuyor. Bu parçacıkların birleşimiylede atom var oluyor..
Tasavvuf erbâbı yaptıkları murakabelerde bu hikmete vakıf oldukları biliniyor. Ya Rab, eşyanın hakikatini ver!.. Eşya, asliyyeti itibariyle hakikat aleminden aldığını şeriat alemine taşımakta, buradan aldığını hakikat aleminde devretmektedir. Marifet terazisinde tartılacak olan amellerde ne bir eksilme var, ne de zerre misgal artma vardır... Bütün tecelliyat, hakikat aleminden bu dünyaya.. ''A'inedir bu alem, her şey hak ile kaim; mir'atı'ı muhammedten Allah görünür daim''... Rızkımız, şifamız, imanımız, inkarımız, etimiz kemiğimiz, her şeyimiz oradan!.. Bakın, bu alemle aranız sıkı olursa ilhamlar gelir, haller yaşarsınız. Her şey ondan demesi kolay.. Her şeyin ondan olduğuna sımsıkı inanacaksın, teslim olacaksın. O vakit olur bu iş.. Gören göz, işiten kulak kiminle görüyor, kiminle işitiyor? Hepisi birbiriyle ilişki içindedir ve hiçbirisi diğerinden ayrı değil aslında.. Eğer bu noktayı etinize kemiğinize kadar kabul ettirirseniz (hakiki iman) o vakit gören her göz üzerinden, işiten her kulak üzerinden sizde görür, sizde işitirsiniz. Allah, kendi dostlarından bazılarına bu hakikat aleminin anahtarını verir..
Görüldüğü gibi azmedene kabukları ölçmekten ibaret olan bilim üzerinden de olsa olsa Allah veriyor. Lakin iman olmadığı için ötelerin ötesine geçemiyorlar. Çünkü orayı ne bir alet ölçebilir ne de göz görebilir. Yaşanır ancak.. Bizde ise bir tek tasavvuf ehli azmediyor, bilimin ip uçlarını yakalıyor. Bu noktada bilim adamına düşen görev, bu ip uçundan yola çıkarak ölçülebilir işlerle şeriate menfaatler devşirmektir. Şeriate menfaat, insana menfaattir.. Bunu elin gavuru hakikati kendi kontrolüne almak gibi bir sapıklık için yapıyor da bizim bozuk kafalı müslümanlar tasavvufa savaş açıyor.. Tersinden tasavvuf ehli de bilime savaş açıyor.. Bu iç içe girmiş manyak duruşların neticesinde ise bugün ki zelil manzara meydana geliyor.. Bilime savaş açma. Bilimin niteliğine savaş aç.. De ki: Üretim ve tüketim anlayışıyla bugün ki bilim, insanlığı ve içinde yaşadığımız dünyayı yok ediyor, bozuyor. Yeşili yok ediyor, canlıların soyunu tüketiyor,... Bizim âlimlerimiz bu noktaları eleştirsinler. Ama malesef bu olmadığı için küffar, ne ilginçtir ki, etik adına gene kendi kendisini kritize etmeyi becerebiliyor.. Resmen müslümanlar nerede durması gerektiğini bilmiyor.. Aramıyor ki nereden bilsin? Kur'an nüzül oldu her şey bitti, yat aşağı, armut piş, ağzıma düş.. Hayat felsefemiz tamamen bu olmuş durumda.. Sonra da şaşırıyoruz, Allah bizden niğmeti niye aldı, diye.. Allah almadı; sen tâlip olmadığın için geldiği yere geri döndü!..
Velhasılı şu acınacak halimize güler misin ağlar mısın?
Edit: İslam algısını neyle bozdular biliyor musunuz? Politikayla.. İslam dinini her şeyden soyutlayıp politikadan ibaret bir islam anlayışı geliştirdiler. Son dönem islam kahramanlarının hepisi bu zehre hizmet ettiler. Çok büyük veballeri var!.. Dinsizler ümmeti Avrupa hayranı yaptılar, dindarlar ise mücahitliği politika yaptılar. Sonra bu iki kesimi birbiriyle çatıştırarak bütün insanlığı islamdan soğutmak istiyorlar. Sahte islam!.. İnsanların kalbi bu sahte islamdan nefret ediyor. Biz ise İSLAM BUDUUUURR diye hınca hınç inat ediyoruz. Hz. Peygamberin tebliğ ettiği İslam nasıl oldu da 1 asır içinde taa Asya steplerine kadar yayıldı, ve her alanda gelişme kaydetti? Şimdi niye öyle olmuyor? Bu basit soruyu dahi sormaktan aciz beton beyinli olmuş ümmet. Problem bizde. Ama bu problem, elimize silah alıp herkesi kılıçtan geçirmediğimiz için değildir. Bak, bu da başka bir manyaklık. Doğal manyaklık!.. Napsın manyak? Bozuk kafa yapısı, geçmişe bakınca silahı, kılıcı, kanı görüyor.. O kafanın tövbe billah başka bir şey görmesi mümmmmkün değil.. Hakikatle irtibatı olmayan kalbin keşfi kapalıdır. Dolayısıyla güncel olarak yetiştiği çevreden aldığı neyse, sorgulamadan etmeden, tepkisini ona göre geliştiriyor.. Yaşadığı çevrenin çocuğu olmak kadar büyük bir gaflet yoktur. Hakikatin çocuğu olmaya tâlip olacaksın.. Hakikatin çocuğu olmak ise perdeleri ve barikatları tırnakları ile yırtmak gibi büyük bir çilenin neticesinde olur. Estetiğimiz ve diyalektiğimizle eğer kelebek olmak istiyorsak kendi ördüğümüz ve içine kapandığımız ipek kozadan çıkmak zorundayız. Bu koza bir dönem için örülmek zorundaydı ve oluşuma hizmet etti. Hiçbir şey boşuna değildir. Lakin vaadini doldurdu. Şimdi bu kozayı yırtmanın zamanı geldi.. İslam âlimi ve aydını geçinen zevat bu noktayı bi anlasa her şey tamam olacak..