Peygamberle Görüşmek

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
GEÇENLERDE, BİR VESİLEYLE, üzerinde düşünmeye değer bir iddiayla karşılaştım. Tasavvuf yolunun bir mensubu Bediüzzaman’ın “Zaman tarikat zamanı değildir” sözünü doğru bulmuyor, ve bunun yanlışlığına delil olarak intisap ettiği halkanın mürşidinin öyle rüyada filan değil, doğrudan ve bizzat Hz. Peygamber’le görüştüğü iddiasını dile getiriyordu. Tasavvuf yolu kendisi yirminci asırda yaşadığı halde Hz. Peygamber’le bizzat görüşen mürşidler yetiştirirken, Bediüzzaman nasıl böyle bir söze cür’et edebilirdi ki?

Tasavvufa asla düşman olmayan, bilakis özündeki safiyeti ifade ile beraber içerdiği vâki ve muhtemel risklere dikkat çekip tadil ve tashih edici bir dil kullanan Bediüzzaman’a getirilen bu itiraz, tam da “Telvihat-ı Tis’a”da dile getirilen hatarları hatırlatır durumdaydı. Bir ehl-i tarikin Bediüzzaman’ın tesbitine katılmama hakkı ve özgürlüğü elbette vardı; ama “Benim mürşidim Hz. Peygamber’le görüşüyor, sen kim oluyor da kalkıp lâf söylüyorsun?” gibi bir savunma, tam da Bediüzzaman’ın dikkat çektiği ‘tehlike’nin kapsama alanındaydı.

Gelin görün ki, böylesi bir tehlikeyle yalnızca tasavvuf ehlinin yüzyüze olduğunu söyleyecek durumda da değildim. Benzer sözler ve iddialar, Risale’yle şu veya bu düzeyde irtibatlı mü’minlerin en azından bir kısmı arasında da revaçtaydı. Bugün bile, serdettiği görüşün doğruluğunu teyid için, ‘Hz. Peygamber’le istişare ettikten sonra bu görüşe vardığı’ söylenen; yani aslında onun dile getirdiği görüşün gerçekte Hz. Peygamber’in görüşü olduğu, o görüşe itaatin gerçekte Hz. Peygamber’in görüşüne itaat anlamına geleceği ima edilen isimler vardı aramızda. Halen hayatta olanlar için değilse bile, Bediüzzaman için bunu söyleyenler de vardı.

Haydi, ‘tahkik’ten ziyade ‘taklid’e, âlem-i şehadetin tefekküründen ziyade âlem-i misalin şuhuduna, ‘objektif gerçeklik’ten ziyade ‘sübjektif gerçeklik’e dayanan tasavvuf yolunda böyle bir söylemin varlığının anlaşılır bir tarafı vardı. Peki, ‘dava değil, dava içinde bürhan’ olan, âlem-i şehadetin tefekküründen hâsıl olan bir tahkiki asıl tutan, subjektif gerçekliğe değil de objektif gerçekliğe dayanan Risale-i Nur mesleğinden şu veya bu şekilde beslenenler içerisinde, böylesi söylemlerin revaç bulması nasıl açıklanabilirdi?

Daha da manidar olanı ise, Hz. Peygamber’le bizzat görüşme iddiasının gölgelediği bir aşikâr vaziyetti. Yemen’e kadı olarak görevlendirildiğinde Muaz b. Cebel’in Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın sorularına verdiği cevap, mü’minler arasında en ziyade tekrarlanan hadisler arasındaydı. Bu cevapların Hz. Peygamber’de uyandırdığı memnuniyetten de mü’minler haberdardı.

Önüne bir dava geldiğinde neye dayanarak hüküm vereceğini Hz. Peygamber kendisine sorduğunda, “Allah’ın Kitabına bakarım” demişti Muaz. Allah’ın Kitabında bu hususa dair bir hüküm görmediğinde, böylesi veya benzeri bir durumda Allah’ın Resulünün ne dediğine, ne yaptığına, nasıl hükmettiğine bakacağı cevabını vermişti. Onda da bir hüküm bulamadığında ise, Allah’ın Kitabında ve Resulünün sünnetinde varolan esaslar dahilinde kendi re’yiyle bir hüküm vereceğini belirtmişti.

Bir mü’minin yola koyulurken neye göre yola koyulacağının, karar verirken nasıl karar vereceğinin cevabı, Muaz b. Cebel’in sözlerinde gizliydi. Yola koyulurken yahut yolunda yürürken Peygamber’le görüşmek isteyen, onun elçisi olduğu Kitaba ve onun sünnetine ittiba ederek yapardı bunu. Peygamberle görüşmek isteyen mü’minler için, yirminci asırda bile, kapı hâlâ açıktı; ve bu kapı, Kur’ân’ı ve hadis külliyatlarını açıp okuyan her mü’mine açık durumdaydı.

Diğer bir deyişle, bir mü’minin tuttuğu yolun, verdiği hükmün, ifade ettiği görüşün doğruluğunu tesbit için, onun Hz. Peygamber’le görüştüğü iddiasına sığınmamız gerekmiyor.

Bilakis, böylesi sübjektif iddialar bir yana, ilgili yolu, hükmü ve görüşü Hz. Peygamberin elçisi olduğu Kitabın ve sünnetin mizanlarıyla ‘görüştürmemiz’ gerekiyor.
METİN KARABAŞOĞLU
www.karakalem.net
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hasan abi,

Risale-i Nurların yazılışı nasıl olmuştur? Hangi yöntemler kullanılmıştır? Bu konuda da bizi aydınlatır mısınız?
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Hirahos kardeşin sorusunun cevabına giriş!

Bu sorunun cevabı 17. söz ,24. söz gibi eserlerde yatıyor.

"Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâva ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun. Gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun. Senin vazifen

(Orjinal Sayfa: 239)

fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâbinliktedir. Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz, hayrı kabûl etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yâni fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir Sûrette kabûl etmemenizden şerre sebeb olmanızdır. Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zâhirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir Sûret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gâyet ahmak, gâyet zâlimdir.

Hem deme ki: "Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.

Hem deme ki: «Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.» Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi."

Yukarıda alıntıladığım metinde insanın hayra sahip olamayacağı anlatılıyor.İyiliği Allahtan kötülüğü kendimizden bilmemiz gerekmektedir.Risale-i Nur'da hayır varsa bu Allah'tandır.Şer Varsa bu üstaddandır.Benim yazdıklarımda hayır varsa Allah'tandır.Onun Nasip etmesiyledir.Şerr varsa oda bendendir.
Bediüzzaman'da hayırlarla dolu olduğuna inandığı eserdeki güzellikleri Allahtan bilmektedir.Yani aslında bir çoklarının kendini övme gibi algıladığı "bana yazdırıldı" gibi ifadeler "ben hayra sahip olamam.Kuru üzüm çubuğu nasıl üzümü meydana getiremezse,üzümü Allah yaratıyorsa,bu eserdeki güzellikler Allahtandır." anlamına gelmektedir.
Bediüzzaman,ilham ürünüdür diyerek hiç bir zaman eserinin kuran ve sünnet ölçüsüne vurulamayacağını söylememiştir.Şunu söylemiştir:

"Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyo*rum.

Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.

İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”


Şu son alıntıladığım sözleri söyleyen birini de "Ben peygamberimizle görüşüyorum.Emirleri ondan alıyorum.Kurana ve sünnete uymasamda bana uyacaksınız." diyen birileriyla karıştırmayın.Çünkü o hiç bir zaman Risale-i nuru kuran ve sünnetin üstünde görmemiştir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İlahi Hasan abi..

"Peygamber Efendimizle" görüşen şahısın bilgisinde böyle bir ibare yok:

"Ben peygamberimizle görüşüyorum.Emirleri ondan alıyorum.Kurana ve sünnete uymasamda bana uyacaksınız."

Sen böyle anlamışsın.. Ben meseleyi biliyorum.. O meselenin geçtiği yerlere bir daha bak istersen..

İkincisi, bugüne kadar Risale-i Nur'da bakır çıkan ya da çıkarılan hususlar var mıdır? Varsa nereleridir? Bilgi verir misiniz..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Mesele o değil

Risale-i Nur'da bakır çıkarılan hususu bana sormayacaksın.Bizim ne iddia ettiğimize de bakmayacaksın.Kuran ve sünnet ölçüsüne vuracaksın.
Rüyalarda ilhamlarda Kuran ve sünnetin üzerinde değildir.Benim söylediklerimde üstünde değildir.Şeriata aykırı ne varsa ortaya koyun.Biz tarafgir olduğumuz için görememişizdir belki.Hatalar insanlardan,hayır Allahtandır dedik,sonuçta.Hatamızı ortaya koyana "Allah Razı Olsun" deriz ancak.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hasan abi,

Peygamberle görüşmek dediğiniz bahis şudur yanılmıyorsam:

"Musa Topbaş hz.leri, Said-i Nursi İstanbul’a geldiği zaman arabası ile hizmet edermiş. Bir gün Sami Sultan’ımıza götürmüş Nursi’yi. Bediüzzaman, Sami Sultan’ımızın sorduğu sorulara sabaha kadar cevap verince biraz mağrur olmuş. O zamanın şeyhi Pir-i Ekmel Efendimiz’in (Es’ad Erbili Hz.leri) yanına götürmüşler. Bediüzzaman’ın sormak istediği sorular varmış ama daha sormadan Efendimiz hepsini cevaplamış ve Bediüzzaman ben şimdi tatmin oldum deyip Kadiri tarikatından ders almış. Es’ad Efendi’nin yerine sonradan Sami Efendi Hz.leri geçmiştir. Bu bakımdan pirdeştirler, Sami Efendi ile Said-i Nursi. Hatta Nursi, kendisinden tarikat dersi isteyenleri Sami Efendi’ye gönderirmiş ve eklermiş “Biz sadece iman hakikatlerini yazmakla memuruz, irşadla görevli olan kişi Sami Efendi’dir”.

Mahmut Sami Efendimizin Peygamberimizin manevi emaneti devir almasını Üveysi veli Ladikli Hacı Ahmet Ağa (k.s.) anlatıyor:

“Veraseti Nebeviyye makamına ait emaneti devir almak için Mahmud Sami Efendimiz Medine-i Münevvere'ye davet edilmişti. Haberi kendilerine tebliğ etmiştim. Birlikte Adana'dan Ravza'yı Mudahhara'ya dört dakikada yetişmiştik. Bütün ricaller, kutublar orada toplanmışlardı... Hocamda orada idi. Makam'ı Rasulullah’dan... 'Evladımız Mahmut Sami Efendiyi varisimiz olarak makamımıza tayin ettik!' emri peygamberiyyesi mühürlü olarak, icazetnamesi kendisine verilir. Toplanan ricaller ve kutuplar kendilerine hemen orada biat ederler... Hac dönüşü, Gavs-el Azam Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri ile görüşmüş ve kendilerine: - Sami Efendi; evlatlarına benim Kadiri dersimi de tarif et ve yolumu ihya et!' diye tavsiye etmiş ve mübarek Sultanım memleketlerine dönünce ihvana Kadiri dersini tarif etmişlerdir."

Yanılıyorsam düzeltiniz..

Bu bahsi yüzümün karasıyla ben de tasdik ederim.. Son dönem Mürşid-i Kamillerinden bir çoğu Mahmud Sami Ramazanoğulları Hazretlerinin kendi döneminde Zamanının Kutbu ve Peygamber Efendimizin varisi olduğunu tasdik etmişlerdir.. Örneğin Bayburtlu Dede Paşa Hazretleri bunun böyle olduğunu söyleyenlerdendir..

Paşa Hazretleri, Hilafetin üç cihetle geleceğini tarif ve sohbet buyurmuşlar; üçüncüsünün Maneviyat aleminde Peygamber Efendimizin ve bütün velilerin huzurunda, bizzat Peygamber Efendimizce emir ve tasvib buyurulularak yerine geleceğini söylemişlerdir.. Hatta şu bilgiyi de eklemişlerdir.. Son asırda cümle velilerin bizzat Peygamber Efendimizden emir almak yolunun kapatıldığını, bu hakkın sadece Velilerin başı olan zamanın Kutbunda kaldığını..

Tabi ki bu bilgilere inanamayanlar, güvenemeyenler olacaktır.. Doğaldır.. Hasan abi siz de güvenemeyebilirsiniz.. Hakkınızdır..

Ancak Risalelerin nasıl yazıldığı konusunda epeyce bilgiler var yine Risalelerde.. Siz bunu es geçiyorsunuz ve ne kadarı Kur'an'a uygun ya da değil gibi bir başka bahis açmaya çalışıyorsunuz..

“ .. Bu esnada Kur'ân-ı Kerîmin feyzinden kalbime doğan füyuzâtı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına "Risale-i Nur" ismini verdim. Hakikaten Kur'ân'ın nuruna istinad edildiği için, bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun İlham-ı İlâhî olduğuna bütün imanımla kaniim ve bunları istinsah edenlere "Bârekâllah" dedim. Çünkü iman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu…” (On Dördüncü Şua - s.1080)

Kanaatimce, Mahmud Sami Efendi örneği bu türden söylemlere karşı verilmiştir.. İkisinin de ispatı mümkün değildir.. İkisinin de dinde bağlayıcılığı yoktur.. İkisinin de umumu ilgilendirmediği açıktır..

Biri ne kadar geçerliyse, öbürü de o kadar geçerlidir.. Biri ne kadar geçersizse öbürü de o kadar geçersizdir..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ramazanoğlu ile sorun!

Anlattığın olayı kasdetmemiştim.Daha önce okumuştum sanırım.Ama anlaşılmayan bir şey var.Biri rüyadan bahsedebilir,diğeri ilhamdan sözedebilir.Önemli olan bu değildir.Önemli olan rüya ya da ilhamın şeriat ölçülerine uygunluğudur.
Bunun engüzel örneği Hz. İbrahim'in rüyasıdır.Hz. İbrahim rüya gördüm diye hemen oğlunu kesmeye kalkmamıştır.Aynı rüyayı üç defa görmüştür.Oğluna da danışmıştır.Ondan sonra kesme kararı almıştır.Buna göre:

1.Rüyaları ve ilhamları şeriat ölçüsüne vurmalıyız.
2.Rüya ve ilhamlar,insanlar üzerinde tahakküm kurmak için kullanılamaz.Çünkü Hz. İbrahim oğluna danışmıştır.Hemen kesmeye kalkmamıştır.
3.Birilerinin Rüya ya da ilhamları bizleri kur'an ve sünnete uygun olduğu ölçüde bağlar.

Birde benim Erenköy cemaati ile problemim yok.Çünkü gördüğüm kadarıyla şatahat kabilinden iddiaları yok.Artı Altınoluk dergisinde Bediüzzaman ile ilgili Ramazanoğlu Hz.'lerinin takdir dolu sözlerini okumuştum.Orada bize tabi olması gerekir anlamında sözler yoktu.(1999 ya da 2000'deki sayılarında)

Yazıyı yazan METİN KARABAŞOĞLU'da bir ilkeyi savunuyor.Belli bir kişiyi hedef almadığını yazıyı dikkatli okursak anlayabiliriz.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Tamam abim özür dilerim.. Son yazdıklarınıza ise katılıyorum..

Peygamber ile Görüşmek deyince ben zikrettiğim olayı söylediğinizi zannettim ve yanıldım..

Tekrar tekrar özür dilerim..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Asil Ben TeŞekkÜr Ederİm

Asıl ben teşekkür ederim.Çünkü hakikati duyduğu zaman tarafgirlik hissine kapılmadan kabullenen insanların sayısı o kadar azaldı ki.Allah sayınızı arttırsın.Çünkü siz cemaatçi olmayan,cemaatli olan az sayıdaki insandan birisiniz.
 
Üst