O zamanlari dusunuyorum da, yahu bu kadar duygulanan ve olayin etkisinde kalan bizlerin bu hali neden bizi daha iyi bir musluman yapmiyordu. Agliyorduk, uzuluyorduk ama iste o kadar. Demek ki bu tur tiyatro vari, damardan anlatimlarin bizlerin uzerindeki etkisi aklimizi ortmesi, mantikli ve dengeli dusunmemizi engellemesinden baska birsey degildi. Ferdi abimizi dinledigimizde de (gencligimde cok dinler ve severdim
) ayni hisleri yasar melankolik bir ruh haline burunurduk. Gerceklerden kopuk, hayal aleminde yasardik.
Akla degil de duygularimiza teslim oldugumuzda ve onlarin bizleri yonlendirmesine izin verdigimizde gercekci ve mantikli hareket edemiyoruz.
Din uzerinden duygu somurusu yapip koseyi donen Hatipoglu ve benzerilerin pesinden giden arkadaslara tavsiyem sudur; Akli bir kenara birakip duygusalligin etkisiyle atacaginiz her adim size buyuk kayiplar getirecektir. Unutmayalim, romantizm yani duygusallik seytanin buyuk bir silahidir.
Müstear, Harun Yahya'nın en faydalı bulduğum tezi idi bu.
Şeytanın Romantizm Silahını bir gün Bir Komünistin hiddetle sıkarak kaldırdığı sol yumruğunda,
Sevgilisi isterse anında canını verecek bir sevgilinin aşkında görebilirsiniz...
İkisi de aklı örtüp, tevhidi öldürür, Allah'tan başkasına teslimiyet için şeytanın kullandığı sinsi bir silahtır.
Çok beğenmiştim bu görüşünü, şimdi kendisi de Bu argümanlardan birinin etkisi altında, :blink:
90'Lı Yıllarda Beyazıt Meydanında sonraları sapıklıktan yargılanan İslami kaset ve kitap satan bir adam vardı.
Stajyerlik yaparken mükelleflerin çoğu kapalı çarşı civarında filandı, sık sık Beyazıttan geçiyordum.
Bir ara bu şahıs Hatipoğlu, Menzil Cemaatinin dernek vakıflarında konuşmalar yapmaya başlayıp ünlenince,
kasedi koymuş basbas bağırıyor "Gitmiyorrrrrrrrduuu AAAliiii, Vallahi Gitmemmmm Diyorrrrduuuuu!!"
Anaa dedim bu dede nasıl konuşuyor böyle, Kasetçinin yanına gittim dedim kim bu amca ya hu Nihat Hatipoğlu dedi.
Dedim Yahu Türkçe'yi sonradan mı öğrendi ki, heralde öyle bu nasıl konuşuyor böyle dedim?
"Onun tarzı bu, etkileyici gonuşuyor" -- yarıldım
Senin ki , bir şey değilmiş Red, benim kine bak...
Yalnız ben napıyordum, ilim öğreneceğiz ya 90'lı yıllar daha öğrenciyim,
Cübbeli nerde biz oarada, haftada 4 gün p.tesi küçükköy, Perşembe Fetih Mescidi, Pazar Aksa Cami, Salımıydı sanırım bir de ikitellide bir yerde vardı.
Her ayda bir kez ve tüm özel gecelerde de Beykoz Çavuşbaşı büyük külliyede sohbet yapılıyor.
Nerede sohbet var ben oradayım

Dahası var Cum'a sabahları tilavet secdesi var,14 secde dediği harçlıklarımla taksiyle biniyorum oraya gidiyorum,
Cum'a namazına da gidiyorum hutbe 2 saat, Mali Müşavir üstad ne işin var orada diyor, dedim üstad beni bırak
Cum'ayı burada kılmazsam neredeyse işten çıkacağım

Babam köpürüyor bu sakallı şeytanların peşinde ne işin var, cukkacı bunlar, sahtekar bunlar falan.
Sobhetlere giderken ne arabayı veriyor ne bişey.
Beykoz külliyesinden dönüş neredeyse gece 2leri buluyor, giderken belediye otobüsyle gidiyoruz arkadaşlarımla,
dönüş?? ee dönüş belli değil, otostop yaparız elbet bu taraflara gelen olur,
Olmadı Beykozdan bayrampaşaya yayan, yarım yamalak geliriz ya ne olacak diyoruz?
O kadar ki Allah yolunda ayağımız çamurlansın, varsın yağmur, kar olsun giyinir geliriz...
Eğer cebimizde 5 lira varsa onu bile geri dönüş parası gözetmeden külliye inşaatına verir gelirdik.
Hatta zaman zaman kafamı kaldırır bakardım, şu an cemaatin içinde resmen melekler geziyor,
bize salat ediyorlar, aramızdalar diye ciddi ciddi inanıyordum.
Yeşil kaplı Arapça Muhtasar dualarım kitabını akşam sabah yaklaşık 1 saat vererek muhakkak okuyordum,
çoğunu hala ezbere bilirim.

Senelerce Cübbeli ve sarıklı dolaştım.

O zaman bu adam, sadece Allah'ın kitabı hakim kılınsın davasıyla iki konuşmasından birinde İslam devleti vurgusu yapan,
para toplamanın odak noktası kitap satışı, takunya resmi vs değil, İslam'ın eğitim merkezi olacak diye inandığımız Külliye idi,
sadece şadırvanları bile kaç cami büyüklüğünde idi, inanıyorduk.
Ne zaman ki musluklar kesilip, külliyeye kilit vuruldu, sohbetlerde kapılar kapatılıp paralar toplanmaya başlandı,
duvara asılında evde depremde yıkmayan, yakmayan takunya resimleri satılmaya başlandı,
bunların kaynakları menkıbe kitaplarından delillendirilmeye başlandı, o meleklerin hepsi uçmaya başladı

Hizipleşti, gurulandı, cemaate gösterdiği tevazuunun altında korkunç bir kibir, alttan iş götürme neler neler çıktı işlerin altından,
her Allah'ın günü biraz daha şiraze kaydı. AA Tv'lere lağım diyen adamı bir gördük, lağım dediği, pis kafir dediği adamların
programlarında hihi, hoho çıkmaya başladı, neden, neden diye sürekli sorduğumda aslınd başından biri oluşturulmuş bir tezgahın
bacakları kesilmeye başlandığından kurtarma çabası olduğunu anlamaya başladım.
sonuç ta bu işte hey gidi nereden nereye Cübbeli...
O arada ben artık 15'li yaşlarını geçmiş biri olarak, Kuran okuma merakı ve hastalığı başladı..
İnanılmaz bir haz alıyordum, her okumada daha da derinleşmeye başladı, daha da derinleşti.
O zamanlar Nokia gri ekran cep telefonları kullanırken, MP3 playerler ne bilmezken,
ben Amerika'dan Pocket PC'ler filan getirip, Meal ve Tefsir indirip sürekli hem diniyor hem okuyordum.
2-3 günde bir tamamen meal olarak hatim ettiğim zamanlar bile oluyordu artık.
Eğer gönlünü açarsan Kur'anın nasıl kalbine yerleştiğini adım adım görüyorsun.
Sonuç gördüm ki, geride kalan o kadar süre içerisinde kendimi Kur'anın
mesajına verse imişin neler kazanırmışım, ama Allah'ın lutfu ki yine de aymayı nasip etti, hamdolsun.
Nereden Nereye, sen gene Hatipoğlu gibi kendi çapında biriyle anını anlatıyorsun,
benim halime bak birde, uçurumdan, sonsuz yemyeşil vadilere, hamdolsun...