Peygamber Sevgisi

Katılım
10 Tem 2006
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Peygamber Sevgisi

Yüce Mevlâmız bir âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor: “Ey Habibim, ümmetine söyle ki : Eğer babanız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resülunden ve onun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, o halde Allah emrini icra edinceye kadar bekleyin” (Tevbe Sûresi: 24)
Bu âyet, Peygamberimiz (s.a.v)’i sevmenin gerekli olduğuna teşvîk olarak da, tenbîh olarak da, delîl olarak da yeterlidir. Peygamber (s.a.v)’in kadrinin yüceliğini, bu sevgiye müstehak olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim Allah Teâlâ; “Allah emrini icra edinceye kadar bekleyin” buyurarak malı, akrabâsı, çoluk çocuğu kendisine Allah’tan ve Resülü’nden daha sevimli olanların azâba müstahak olduklarını ve doğru yola giremeyeceklerini bildirmiştir. Hazret-i Resûlü Ekrem (s.a.v) de mübârek hadîs-i şerîflerinde:
“Ey ümmetim, sizden biriniz, tam mânâsıyla îmân etmiş olmazsınız, ta ki ben o kimseye canından, malından, evlâdından, anasından, babasından bütün akrabâ ve hısımlarından, bütün ahbaplarından ve bütün insanlardan daha muhabbetli (sevimli) olmadıkça” buyurarak kendisine olan sevginin ne derecede olacağı ve karşılığında ne kazanılacağını biz ümmetine bildirmiştir.
Yine bir hadîs-i şerîflerin şöyle buyurmaktadır:
“Üç haslet insanda bulunursa bu kimse îmânın lezzetini bulur: Birincisi, Allah Teâlâ ve Resûlü bu kimseye bütün mevcûdâttan daha ziyâde sevgili olur. İkincisi, sevdiği kimseleri Allah için sever. Üçüncüsü, küfre girmeyi, kendini ateşe atmaktan daha beter ve çok fenâ bilir” buyurmuştur.
O hâlde bu sözlerden anlaşıldığına göre insana ilk önce farz ve lâzım olan Allah Teâlâ’yı sevmek, sonra mahlûklardan en fazla Hazret-i Resûl-i Ekrem (s.a.v)’e muhabbet etmektir.
Muhabbet etmek iki türlüdür: Biri ıztırârî, diğeri ihtiyârîdir. Iztırârî muhabbet, insanın irâdesiyle olmayıp belki tabîî ve yaradılıştan olur. Meselâ insanın evlâdına, anasına, babasına muhabbeti gibi. Bu muhabbete insan mecbûrdur, bunu terk ile insana teklîf câiz değildir. Zîrâ böyle bir teklîf, aklın kabûl etmeyeceği bir şeydir. Fakat ihtiyârî olan muhabbeti insan kendi irâdesiyle elde eder. Meselâ, insan âlim ve âmil bir kâmil insan bulur, sonra buna tâbî olur: Onun Kur’ân ve sünnete uygun emrine uyar, nehyinden kaçınır, hizmetine ihtimâm, kendine, evlâdına ve ahbâbına muhabbet ve tâzîm edip muârızlarını sevmez.
Bütün insanlar ve cinler işte böyle muhabbetle Allah Teâlâ’ya ve Resûlü’ne hâssaten bütün peygamberlere, meleklere, sahâbîlere, âlimlere, Sâlihlere, sahîh emirlere, mürşitlere, kâmil pîrlere muhabbet etmekle emrolunmuştur.
Resûlullah (s.a.v)’den şöyle naklolunmaktadır:
Peygamber Efendimiz’e şöyle bir soru soruldu:
“Ne zaman kâmil bir mümin olurum?” Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bu soruya şöyle cevap verdi:
“Allah Teâlâ’yı sevdiğin zaman...”
“Allah Teâlâ’yı nasıl sevebilirim?” diye tekrar sorduğu zaman, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın Resûlü’ne tâbî olursan; o’nun sünnetine göre amel işlersen; o’nun sevgisine göre seversen; o’nun buğzuna göre buğz edersen; o’nun dostluğuna bakarak dost; düşmanlığına bakarak düşman olursan.”
“İnsanlar îmân cihetinden değişik dereceler alırlar. Onların bu dereceleri bana olan sevgiyle ölçülür. Yine insanların kâfir olanları da küfürde değişik durumdadırlar. Onların küfür şiddetli olanları ile, diğerleri bana karşı buğzları ile belli olurlar.
Dikkat edin ! O’na (Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e muhabbeti olmayanın îmânı yoktur.
Dikkat edin ! O’na muhabbeti olmayanın îmânı yoktur.
Dikkat edin ! O’na muhabbeti olmayanın îmânı yoktur.”
Bu hadîs-i şerîfin sonunda üç kere; “Dikkat edin...” cümlesi kullanılmıştır ki bu işin önemini anlatır. Ayrıca “ONA” lafzı, Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’i kast etmektedir. Bu hadîs-i şerîfte iki husûs önemlidir. Birincisi, Allah sevgisi, ikincisi ise Resûlullah sevgisidir.
Bilindiği gibi bir kimse sevdiği şeyi dâima tercîh eder, ona uygun davranır ve ona ters düşmez. Aksi takdirde sevgisinde sâdık olmaz ve bir iddiâdan ibâret kalır. Allah Resûlü’ne olan sevgisinde sâdık olan kimse bu sevginin belirtilerini gösterir.
Peygamber (s.a.v)’e olan sevginin ilk göstergesi ona uymak, sünneti ile amel etmek, söz ve fiillerine tâbî olmak, emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmak, rahatlıkta olsun, sıkıntı anında olsun, öfkeli veya huzurlu halde olsun ona karşı âdâbına uygun davranmaktır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Habîbim deki; eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”. ( Al-i İmran Sûresi: Âyet: 31)
Bu sevginin ikinci göstergesi de kişinin, Peygamber (s.a.v)’in dîndeki buyruklarını kendi nefs ve isteklerine tercîh etmesidir. Bu husûsta Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Muhâcirlerden önce Medîne’yi yurt edinip îmâna sarılanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir kaygı duymazlar, kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi onları kendilerine tercîh ederler.”
Yine bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar umduklarına erenlerdir.” (el-Haşr Suresi: Âyet; 9).
Üçüncüsü ise Peygamber (s.a.v)’e uyma husûsunda insanların öfke ve kınamasına aldırmayıp Allah’ın rızâsını tercîh etmektir. Enes b. Malik (r.a.) diyor ki; “Resûlullah (s.a.v) bana şöyle buyurdu: “Ey yavrucuğum! Eğer kalbinde kimseye haset ve kin beslemeden gece ve gündüzünü geçirmeye gücün yeterse bunu yap.” Sonra da şöyle buyurdu: “Ey yavrucuğum! Bu benim sünnetimdir, kim benim sünnetimi ihyâ ederse beni sevmiş olur, kimde beni severse cennetle benimle berâberdir.”
İşte bu özellikleri taşıyan kimse kâmil mânâda Allah’ı ve Resûlü’nü seviyor demektir. Bâzı durumlarda bu vasıflara ters düşenin sevgisi eksiktir, ama sevgisi yok demek değildir. Zîrâ içki içtiğinden dolayı cezâ verilen bir kimse hakkında insanların “Amma da çok içki içip ceza yiyor” diye konuşup lânetlemeleri üzerine Peygamber (s.a.v); “Ona lânet etmeyin. Çünkü O Allah ve Resûlü’nü seviyor” buyurdu. Peygamber (s.a.v)’i sevmenin alâmetlerinden dördüncüsü de o’nu çok hatırlamaktır. Bir kimse sevdiği şeyi hatırından çıkarmaz. Bir diğer belirti de Peygamber (s.a.v)’e kavuşmayı çok arzû etmektir. Zîrâ herkes gerçekten sevdiğine bir ân önce kavuşmak ister. Eş’arîler Medîne’ye gideceklerinde hep şu şiiri söylerlerdi.
“Yarın dosta kavuşacağız,
Muhammed ve ashâbını göreceğiz.”
Peygamber (s.a.v)’i sevmenin bir başka alâmeti de onu çok anmakla berâber kendisine tâzîm ve hürmet göstermektir. Anarken o’nu hep saygıyla anmak, huşû içerisinde bulunmak ve ismini duyunca içten bir ürperti duymaktır. İshâk et-Tucibî şöyle diyor:
“Peygamberin vefatından sonra ashâbı onu hudû’ ve huşû içerisinde vücudları ürpermeden anmazlardı. Her andıklarında sarsılır ağlarlardı. Tâbiîler de aynı şekilde bir kısmı Peygamber (s.a.v)’e olan sevgi ve muhabbetlerinden, bir kısmı da özlem, iştiyak ve saygılarından ürperip ağlarlardı.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i seveni sevmek de ona olan sevginin alâmetlerindendir. Peygamber Efendimiz’e gönülden bağlı olanlar onun Ehl-i beytini, Ensâr ve Muhâcirînden olan Ashâbını sevip, düşman olanlara düşman olmalı, buğz edenlere de buğz etmelidir.
Bir şeyi seven, onu seveni de sever. Peygamberimiz sevgili torunları Hazret-i Hasan (r.a.) ile Hazret-i Hüseyin (r.a.) hakkında şöyle buyurmuştur:
“Yâ Rabbi, onları seviyorum; sen de sev!” Yine şu hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurur:
“Aman ha! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun. Benden sonra onları hedef almayın. Onları seven bana olan sevgisi ile sevmiş, onlara buğz eden de bana buğzundan dolayı buğz etmiş olur, Onlara ezâ eden bana ezâ etmiş olur. Bana ezâ eden de Allah’a ezâ etmiş olur, Allah’a ezâ edeni de Allah cehenneme atıverir.”
“Îmânın alâmeti Ensâr’ı sevmektir, münâfıklığın alâmeti onlara buğz etmektir.”
Gerçek şu ki birini seven onun sevdiklerini de sever. İşte bütün mübah işlerde ve nefsin arzûlarına uygun düşen olaylarda selefin (ilk âlimler) davranış ölçüsü bu idi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i sevmenin alâmetlerinden biri de Allah’a ve Resûlü’ne buğz edenlere buğz etmenin yanı sıra, Peygamber’in sünnetine aykırı davrananlardan, onu terk edip bid’at îcâd edenlerden uzaklaşmak, Peygamber’in dînine muhâlif işlerden büyük rahatsızlık duymaktır. Yüce Mevlâmız şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve âhiret gününe inanan bir milletin, babaları oğulları, kardeşleri, yahut akrabâları da olsa, Allah’a ve Resûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin”. (Mücâdile/22)
İşte sahâbîler Peygamber’in uğruna sevdikleri ile babaları ve evlatları ile savaştılar. Münâfıkların reîsi Abdullah b. Ubeyy’in oğlu Peygamber (s.a.v)’e babası hakkında; “Eğer dilersen onun başını sana getireyim.” demiştir. Yine Peygamber (s.a.v)’i seven ona indirilmiş olan Kur’ân’ı da sever. Çünkü Peygamber, Kur’ân’la insanları doğru yola iletmiş, kendisini onunla doğru yolu bulmuş ve onun ahlâkı ile âhlaklanmıştır. Sehl b. Abdullah diyor ki; “Allah’ı sevmenin alâmeti Kur’ân’ı sevmektir. Kur’ân’ı sevmenin alâmeti Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i sevmektir. Peygamber (s.a.v)’i sevmenin alâmeti sünnetini sevmektir. Sünnetini sevmenin alâmeti âhireti sevmektir. Âhireti sevmenin alâmeti de insanın dünyâdan ancak yaşayabilecek ve âhirete ulaştırabilecek kadarını almasıdır. Nihâyet Peygamber’i sevmenin tam mânâsıyla alâmeti, o’nu seven kimsenin zühd sahibi olması, fakirliği tercîh edip “fakîr” vasfını almasıdır.
Resûlullah (s.a.v) Ebû Saîdi’l-Hudrî (r.a)’e şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz fakirlik, beni sevene dağdan ve tepeden selin akması gibi sür’atle gelir.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki;
“Ümmetimden beni en çok seven kimseler, benden sonra gelip de her biri beni malı ve âilesi karşılığında görmeyi arzulayanlardır.”
Büyük zâtların Peygamber Efendimiz’e duydukları sevgi ve aşklarına dâir haberler vardır:
Abde binti Hâlid diyor ki; “Hâlid (Abde’nin babası) yatağına her yattığında; ‘Peygamber’in Ashâbından Ensâr ve Muhâcir, benim aslım ve neslimdir. Kalbim onlara meylediyor. Onlara karşı özlemim arttı. Ya Rabbi, tez zamanda canımı al da onlara kavuşayım’ der ve öylece uyurdu.
Hazret-i Bilâl-i Habeşî (r.a)’nin ölümü yaklaştığında hanımı; “Eyvah!” diye bağırmaya başladı. Bilâl ise; “Ne mutlu bana ki yarın dostlarım Muhammed ve onun Ashâbına kavuşacağım” diyordu.
Bir kadın Hazret-i Âişe vâlidemize gelerek; “Bana Allah Resûlü’nün kabrini açar mısın?” dedi, Hazret-i Âişe (r.anhâ) vâlidemiz de açtı. Kadın, Peygamber Efendimiz’e olan özleminden ağlamaya başladı ve oracıkta öldü.
Mekkeli inkârcılar Zeyd b. Desine (r.a)’yi öldürmek için Mescid-i Harâm’dan dışarı çıkarırlar. Ebû Süfyan ona şöyle der: “Ey Zeyd, Allah için soruyorum, şu ânda Hazret-i Muhammed’in senin yerinde olmasını, senin yerine onun başının vurulmasını, senin de akrabânın yanında olmanı istemez misin?” Zeyd (r.a) şu cevabı verdi:
“Yemîn ederim ki, onun değil benim yerimde olması, âilemin yanında olmam karşılığında, bulunduğu yerde vücûduna bir diken batmasına bile râzı olmam.” Bunun üzerine Ebû Süfyan der ki; “Muhammed (s.a.v)’in Ashâbının onu sevdiği gibi insanların bir başkasını sevdiğine şâhid olmadım.”
İnsan kendisine dünyâda bir veyâ iki kez iyilik yapan, veyâ cefâsı az bir sürede geçecek olan felâket ve zarardan koruyan kimseyi sevdiğine göre, kendisine sonsuz nîmetler sunan ve onu sonu gelmeyen cehennem azâbından koruyan kimseyi sevmesi daha münâsip ve evlâdır. Bir hükümdar iyi muâmelesinden dolayı seviliyorsa veyâ bir hâkim adâletinden dolayı seviliyorsa, bütün bu özellikleri en ileri ölçüde şahsında toplayan bir kimse elbette daha lâyıktır .
 
Üst