Pazar notları

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/hasmet-babaoglu/
Pazar notları: Uykusuzluk!

"Vallahi ben kafayı koydum mu uyurum!" diyenlere hep şaşmışımdır. Şu yaşadığımız dünya birazcık olsun uykumuzu kaçırmıyorsa...

***
Uykusuzluk bedene zarardır. Tamam! Fakat bazı uykusuzluklar vardır ki, ruha ilaçtır! Bu ilacın tadı acıdır, ilk etkisi sersemliktir fakat yavaş yavaş zihni açar, yalanları kovalar, vicdanı onarır.
***
Uykusuzluğu bilmeyen ne anlar uykunun güzelliğinden!
***
Ne yalan söyleyeyim... koyun sayarak, sarhoşluk veya ilaçlar sayesinde her gece posur posur uyuyan, sonra da gündüz vakti memleket meseleleri üzerine, insan ve ahlak üzerine, ilişkiler üzerine, sevgi üzerine atıp tutanlara biraz uykusuzluk öneriyorum. Basmakalıp düşünceleri ve peşin yargıları öldürmek için en uygun vakit gece yarısı kendi kendimize kaldığımız saatlerdir!
***
Radikal Kitap ekinde Jeanette Winterson'ın bir fotoğrafı var. Sevdiğim yazarın fotoğraftaki ifadesine takıldım kaldım. O nasıl bitkinlik ve burukluktur yarabbim! Winterson'un yüzü sanki şöyle diyor bakanlara: "Anlıyorum, anlıyorum, anlıyorum... ve anlamaktan çok yorgunum!"
***
Modern seküler hayatın inanma biçimi şöyle bir şey... Beddua yaygın ve arsız; dua nadir ve çekingen.
***
Televizyondaki dizilerden birine takılıyor gözümüz. Diyaloglar nasıl yalapşap, nasıl kulağı tersten gösteren biçimde yazılmış. Kendi kendime söyleniyorum... Aramızdaki gençlerden biri "sanki gerçek hayatta çok düzgün konuşuyoruz da" diye itiraz ediyor bana ve noktayı koyuyor: "Bu bir gençlik dizisi! Diyaloglara değil, olaylara bakacaksın!"
***
En sinsi, en yıpratıcı, en kararlı, en kalıcı ve ne yazık ki en haklı korku, gelecek korkusudur!.. Gelecekten bir kez korkmaya başladın mı, yandın! Bir çığlık atıp kaçamazsın, üzerine gidip alt edemezsin! "Geleceğe inanmak" denilen şey de korkuyu bastırmak için uydurulmuş umut oyunudur. Sorun bakalım kendinize; kime, neye inananlar için gelecek korkulur olmaktan çıkar?
***
Her aşkın kendine ait bir coğrafyası vardır. Kimisi yüksek yerleri sever, kimisi kıyıları... Çoğu zaman büyük toprak parçalarından çok küçücük alanları sever aşk! Bazen tv ekranının karşısındaki iki kişilik kanepedir o coğrafya! O kanepe tırmanması zor tepeler, akıntıya kapılmadan yüzülmesi imkânsız ırmaklar saklar!
***
Değişimi göklere çıkartanlara; durmadan değişenlere hep sakınarak yaklaşırım. Onlar da hiç değişmeyen ve değişmemek için direnenler kadar bağnazdırlar.
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Pazar notları: 'Ne gördün çocuk?'

Hiç yerine konacağından öyle korkuyor, sıradan biri sayılmak ve bir köşede unutulmak duygusundan öyle tiksiniyor ki... Birileri onun hakkında kötü sözler söylediğinde bile mutlu oluyor! Onun var oluş bilgisi şu ifadeyle sınırlı: "Konuşuluyorum, öyleyse varım."

***
Günümüz insanının en büyük hayal kırıklığı biricik olduğunu sanıp herhangi biri olduğunu anlaması...
***
Fark için acı çekmek gerek... Sıra ne ki? Hiza değil mi? Sıra dışı olmak için hizaya çekilmeye isyan etmek gerek... Yalnız kalmayı göze almak gerek... Bütün bunları tehlikeli bulan bir dünyada "fark yaratmak" denilen şey vitrinde görünmek ve hakkında konuşulmaktan ibaret. Yani bir ömürlüğüne ya da bir günlüğüne ünlü olmak gerekiyor. Bir tür uyuşturucu!
***
Ufka açık bir sahilde durup denize bakmak büyüler beni... İki denize bakar o sırada insan. Biri karşısında durduğu, diğeri kendi içinde uzanan iki deniz.
***
Onur Bayraktar motosikletiyle kaza yaptı ve hayattan ayrıldı! Şimdi ölümünden birkaç gün önce twitter'a yazdıkları medyada geniş yer buluyor. Daha birkaç gün önce "trafik kazasında ölmek"ten söz etmiş olması ve "pardon!" demesi üzerine "ölümünü hissetmişti" başlıkları atılıyor. Oysa asıl çarpıcı olan, twitter'a iki hafta önce düştüğü şu not: "Annesinin elinden tutup yanımdan geçerken gözlerimin içine bakıp beni göremez oluncaya kadar tebessüm etti bana. Ne gördün çocuk?"
***
Ten bedenden çok ruha aittir. Kadınlar iyi bilir bunu; tene dokununca kızaran, bastırınca moraran, okşadıkça uysallaşan ruhtur asıl.
***
Yaşamak denilen şeyin bir çamaşır makinesini çalıştırmaya, bir otomobili sürmeye, bir televizyonun uzaktan kumanda aletiyle oynayıp durmaya benzemesini istemez miydik? "Yok, ne münasebet!" diyeceksiniz şimdi, "daha neler!" Tamam! O halde neden hayata dair prospektüsler, kullanım kılavuzları, hatta garanti belgeleri arıyoruz?
***
Sonbahar yağmurları... Kadıköy'de kızıla çalan bir sarılığı vardır bu yağmurların. Nişantaşı'nda mavi, iki adım ötedeki Maçka'da sarıdır. Süleymaniye, Vefa, Fatih gibi semtlerde sonbahar yağmuru cam yeşili, Beyoğlu'nda gridir.
***
Güzel bir kadındı. Bunu vurguladığımda gülmüştü. Buruk bir gülüştü. Sonra "Biliyor musun?" demişti; "bir kadını çirkin olduğuna kolayca inandırabilirsin. Fakat işler bir kez kötü gitmişse, onu güzel olduğuna inandırman öyle zordur ki!"

Haşmet Babaoğlu
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Pazar notları: Onu nasıl sevmiştin?

Onu sevip sevmediğinden daha önemlisi onu nasıl sevdiğindir... Severken kim gibisin, ne gibisin?.. Bir dilenci gibi mi, yoksa kapkaççının teki gibi mi?

***
"Onu sevmiştim ama.." diye sızlanma şimdi! Bir sor bakalım kendine: Nasıl sevmiştin? Neşeyle mutfağa girmiş bir aşçı gibi mi, karnı zil çalarak sofraya oturmuş biri gibi mi?
***
Çocukluğumdan beri canım sıkıldığında oturduğum yerde alıp başımı gitmeyi severim. Şu yaşta ve başta bile küçücük bir çağrışım yeter bana... Minicik bir işaret... Sehpanın üzerindeki şu minik cam küre içindeki deniz feneri mesela! Bakarken üşüyorum. Çünkü sarp bir yamacın başında durmuş, yüzümü denizden doğru sert esen rüzgâra tutmuşum. Çok uzakta bir şilep dalgaların arasında bata çıka ilerliyor. Birazdan gelip alacaklar beni. Arabanın arkasındaki sepetten fırından taze çıkmış ekmeklerin kokusu gelecek...
***
"Umut fakirin ekmeği" derler ya... Nasıl da tartışılmaz bir doğru gibi görünür! Üstelik alttan alta umudu da, fakirliği de horlayan bir tavır saklıdır bu sözde! Oysa "geleceğe umutla bakmak"sa eğer mesele, bu tümüyle orta sınıfa özgüdür. Fakir ummaz, inanır! Tanrı'nın hikmetine...
***
"Umut" kavramı binlerce yıl boyunca hemen her kültürde Tanrı inancıyla kopmaz bir bağa sahipti. Günümüzdeyse bu kavram son derecede "seküler" ve Batılı bir anlamla kuşatılmış durumda! Artık umut demek, her şeyden önce "kendine inanç, kendine güven" demek! Sonra da ipinin ucunu asla tutamadığımız, asla tam olarak inanamadığımız şeylere; mesela tıbba, ekonomiye, siyasete güvenmek demek! Uzun sözün kısası... Hayal ve iradenin çarpıştığı umutsuzluk dünyası işte!
***
Gelecek fikriyle sınıfsal ilişkimize gelirsek... Zenginler geleceği kurarak, orta sınıflar gelecekten bir şeyler umarak, fakirlerse sadece "bugün"de yaşarlar.
***
"Nasıl başardınız?" diye sorulduğunda, hemen "doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişilerle çalışarak" diye cevap verenleri ilgiyle izliyorum. "Vayy be!" diyorum içimden. Oysa bir hatırlasalar... Başlangıçta endişe ve kuşkuyla titriyorlardı!.. İşler yolunda gitmeye başladığında talihin kendilerine güldüğünü düşündüler. Finalde kesinkes başarı gelince de artık başlangıçtaki bütün seçimler "doğru" görünüyor. Yutalım mı bu masalı?
***
Anne babalar tüketim kültürünün temel özelliği konusunda yanıldılar. Çocuklarını savurganlığa karşı uyardılar hep. Oysa şimdi anlıyorlar ki, sorun savurganlık değil, oburlukmuş! Nesneler, tatlar, duygular, düşünceler, dostluklar yalanıp yutuluyor ve hiçbiri gereksiz veya fazla gelmiyor!
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Pazar notları: Mevlana'yı anmak mı, anlamak mı?

Şeb-i Arus törenleri, Mevlana düşüncesinin tartışıldığı TV programları, internetteki sosyal paylaşım sitelerinde onun eserlerinden alıntılanan özlü sözler, hatta o sık tekrarlanan "ah, ne güzel söylemiş pir!" içlenmeleri... Hepsi bir uzaklığın ifadesi! Farkındasınız, değil mi? Onu andıkça bizden daha da uzaklaşıyor Mevlana!

***
Öyledir ! Bir inanç, düşünce ve eylem adamını anlamaya güç yetiremediğimizde ya da bu işimize gelmediğinde... Onu tartışmayız bile! Bu çok yorucu gelir. Sadece onu anarız! Övgüyle ve sık sık!
***
Mevlana bir "aşık", şair ve mutasavvıf! Neredeyse her beyitinde, her satırında, her sözünde Kuran ayetlerine veya bir peygamber sözüne gönderme var. Tam da bu yüzden seküler Türk aydını ve Doğu'da "çıkış" arayan mistik Batılının yaptığı gibi Mevlana'dan modern bir filozof çıkarmak, hele onu bir "kişisel gelişim guru"su gibi kullanmak çok acıklı ve umarsız bir çaba!
***
Mevlana hâlâ yol gösteriyor! Doğru! Fakat törenlerle veya aforizmalarla ananlara değil, anlayanlara!
***
TV'de Şeb-i Arus üzerine bir sohbet programında sunucuyu Mevlevi konuşmacı şöyle uyarıyor: "Efendim, Konya'daki törenlere gösteri demeyelim, gösteri değil onlar, tören, daha doğrusu ayin" diyor. İlk bakışta, çok haklı bir itiraz! Fakat biraz daha düşününce... Yahu öyle ayin mi, olurmuş? Uslu, uslu... Seyircili... Devlet onaylı ve katılımlı... Yapmayın. Günahtır!
***
Hikmet kayıpsa eğer... Onu Twitter veya Facebok haberleşmelerimize boca ettiğimiz "özlü sözler"de bulamayız. Durun biraz!
***
Kadınların en sıradan rüyalarına bile mücevher değeri veriyor olmalarına bayılıyorum. Erkekler bir ömürde tek hayat yaşıyor. Kadınlar iki... Onlar uyurken de "yaşadığımızı" iyi biliyorlar! Rüyasını anlatırken heyecanlanan bir kadın o an nasıl da dolgun ve capcanlı bir varoluşu sergiler.
***
Hızlı hızlı konuşmak, sesleri, heceleri yutmak... Bir tür masumiyet! Henüz kurgulanmamış bir kişilik ya da sevilip sevilmeyeceğini önemsemeden sevmek için ileri doğru atılış...
***
"Turist" filminde trende yeni tanıştığı adamın Venedik'e tek başına gittiğine inanmaz kadın. "Aşıklar şehrinde tek başına mı dolaşacaksın? Buna inanmamı bekleme" der. O an hatırladım. Ben de yapmıştım bunu ve çevremdeki kimseyi de inandıramamıştım! Peki ne oldu? Hep dudak büktüğüm; turizm vebasının kurbanı olarak gördüğüm bu şehre o gidişimde bağlanıverdim. Çünkü o zaman yalnızsın ve Venedik'e aşık oluyorsun!

Haşmet Babaoğlu
 
Üst