İnsanları insanlardan ne anladıkları sebebiyle değil, ne konuştukları sebebiyle tefrik edebiliriz. Bu manada Türkçe diye bir şey doğmuş ve bu Türkçenin doğuşuyla beraber millî bir haslet olmuştur. Türkçe doğarken Türk Milleti oluşmuş, tekevvün etmiştir. Bunun müşahhas yanı, Türkçe dediğimiz şeyin bilhassa Yunus Emre’den önce tekkeler, zaviyeler ve medreselerde; Yunus Emre’den sonra da yine Kur’an ve Hadis bilgisi ışığı altında doğmuş olan dil olmasıdır.
Türkçe dediğimiz dil Arap sarf ve nahvini bilen insanların hayatlarını itikatlarına uygun bir şekilde idame ettirme gayretleriyle kavuştukları dildir. Bizim XIII. asırdan itibaren dilimizin teşkilinde neye inandığımız, niçin amel ettiğimiz tayin edici olmuştur ve buradan Türkçe doğmuştur. Türkçe dediğimiz dil ahalinin, avamın dili değildir; avam, bilenlerden o dili öğrenmiştir. Yani bu Türkçe, -tıpkı Latince gibi- yüksek tabakanın kendi aldığı eğitim ve terbiye gereği kelimelere yüklediği mana ile vücut bulmuş bir lisandır. Bizim dilimiz içine Arapça, Farsça doldurulmuş bir Türkçe değildir. Tam tersine Arapça ve Farsça bilen insanların bir ifade imkânı üretmesi sonucunda doğmuş bir dildir. “Saf Türkçe” olduğu söylenen kelimelerimiz dahi Arapça sarf ve nahiv bilindiği için bir form, bir biçim almıştır.
Biz o dili konuşuyoruz. Bu vetirenin nasıl cereyan ettiğini anlamak isteğimiz, Yunus Emre’den önce konuşulan şeylerin Yunus Emre ile birlikte nasıl bir mecraya girdiğini öğrenmemizi gerekli kılıyor. Türkçenin Yunus Emre’den önce konuşulan şeylerden tefrik edilebiliyor olması, Türklüğün Rasulullah’ın risaletindeki yerinin iyice kavranmasıyla mümkün olabilecektir. Bunun için, dünyaya gelen çocuklarımıza okuduğumuz ezanın ve kametin, anadilimizin Arabî olması titizliğinden başka bir amaca matuf olmadığı anlaşılmalıdır.
Biz anadilimizin Arabî olduğunu söylediğimizde huzursuzluk duyanlar, bizden izahat beklemeden önce kendi rahatsızlıklarının sebebini izah etmek durumunda olacaklardır. Arabînin anadilimiz olduğunu beyan ederken esas aldığımız bağlardan başkaca nesep bağlarını kendilerine esas alanlar İslâm dışındaki bir şeyleri koruyarak güç temin ettiklerini düşünenlerdir. Meşhur bir anekdot olarak hacca giden köylünün ‘‘Arapların ezanı Türkçe, Kur’an’ı Türkçe ama konuşmaya gelince karıştırıyorlar.’’ demiş olması anadilimizin Arapça değilse de Arabî olduğunun bir ifadesidir.
Biz Türkçeyi Müslüman olduğumuz için konuşuyoruz. Arapça ve Farsça menşe'li olmayan kelimeleri de biz Müslüman olduğumuz için, itikadımızın gerektirdiği şekilde söylüyoruz. Türkçeden İslâm’a Giriş’i teklif ederken bunun örneklerini hem görecek, hem de göstereceğiz.