Osman Yüksel Serdengeçti

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Yazmış olduğu"Ayasofya". isimli şiiri yüzünden tutuklanarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti' nin kendini müdafaa ederken:
"Müddei umumi(savcı) tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya`nın tekrar cami haline yetirilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya'yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazdığımdan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanıyorum ." demiştir...

 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
-Işığa aşık olmak nedir oğul?
-Yıldız burcunda hayaller büyütmektir...

-Denizler hoyratsa sebat nedir oğul?
–Gerekirse gemileri karadan yürütmektir...

-Ya Ayasofya nedir oğul?
–Türk’ün yitik Kızılelması, mana evinin hikmet aynasıdır...

-Işığa âşıksan pervane ol o vakit, aşkından deli divane ol.
–İman seccadesi Türk’ün elinde, pervanelik de bizde divanelik de.

-Kızılelmanı nerede kaybettin?
-Ayasofya’da…

-O vakit, kaybettiğin yerde ara ve belirsin ufkumuzda kutlu mavera!
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Serdengeçti artık bitti,
Bu ayrılık cana yetti,
O bir kuştu uçtu gitti,
Gelsen de bir gelmesen de.
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Hepsini biliyoruz Kimi sözde Kemalist, hakikatte hamamist, kimi insanlık ve millet duşmanı hümanist kimi vatan haini vatanisttir







156675_470011605935_51601615935_6170682_5179020_n.jpg
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Türk - İslam Ülküsünün Bağrı Yanık Ağabeyi: Osman Yüksel Serdengeçti...

 

cahid

Kıdemli Üye
Katılım
18 Ağu 2009
Mesajlar
6,069
Tepkime puanı
1,417
Puanları
113
Konum
Muamma...!
Bir Serdengeçti klasiği daha:

Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der:

-Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil. :O


ALLAHA EMANET OLUN

Konudaki eski mesajlara biraz bakındım da hakikaten espirili ve bir o kadar da zeki bir kişilikmiş.

Bir de beline kravat bağlaması :D
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,059
Tepkime puanı
1,751
Puanları
113
Bir sözü var hiç unutmam:

Kula kul olmak için atılmadık meydana, biz yalnız hakikate, Hakka secde ederiz...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bizzat Osman Yüksel'in ağzından tesbit ettiklerim Osman Yüksel Serdengeçti'yi ilk defa 1962 kışında Gaziantep'te görmüş ve sohbetlerini dinlemiştim. On sekiz yıl sonra İstanbul'un fethinin 527. yıldönümünde ikinci defa görmek ve dinlemek imkânı bulabilmiştim. Bu imkânı değerlendirebilmek maksadıyla, uzun zamandır zihnimde hazırlanan suallerimi sormaya başlamıştım. "Öldürücü, güldürücü" fıkralarından zaman buldukça Üstad Bediüzzaman'la olan görüşmelerinin intibalarını tesbite çalışıyordum. 1952'de Reşadiye Otelinden sonra Üstadla tekrar görüşüp görüşmediğini sormuştum. Cevap olarak, 1952 senesinde Ahmet Emin Yalman'ın Malatya'da vurulma hâdisesinden sonra, kendilerinide tevkif ettiklerini, tahliyeden sonra Isparta'ya uğrayıp Üstadı ziyaret ettiğini ifade etti. Bu görüşme ve ziyaretten hatırında kalan intibalarını şöyle anlatıyordu:


"1954 senesiydi, bu, Üstadı ikinci defa ziyaretimdi. "Isparta'da dinî ve millî neşriyatı satan bir kitapçı dükkânı vardı. Oraya giderek Üstadı sordum. Bu esnada aniden Ziver (Zübeyir Gündüzalp) zuhur etti. Rahmetli ne kahraman insandı, ne iman vardı Rabbim onda, ateş gibi bir delikanlıydı. Üstadı ziyaret etmek istediğimi söyledim. 'Üstad hasta ama, sizi kabul eder' dedi. Ayrı ayrı yollardan Üstadın kaldığı eve gittik. Devamlı polis kontrolündeydi. Mahalle arasında ahşap bir eve girdik. "Elbette hapse gireceksin" "Kendilerine Said Bilgiç ve Dr. Tahsin Tola'dan selâm ve hürmetler götürmüştüm. Malatya hâdisesinden sonra tevkif edilişimi Üstada şikâyet ettim. 'Eskiden, Halk Partisi devrinde olduğu gibi, bunlar, Demokratlar da bizi hapsediyorlar efendim' dedim. Cevap olarak, 'Elbette hapse gireceksin , yoksa hizmetten vaz mı geçti, İslâm dâvasından döndü mü diye Müslümanlar senden şüphelenirler' diye buyurdu. "Halk Partisine karşı Demokrat'ı desteklemek lâzım geldiğini söylüyordu" "Halk Partisiyle, Demokrat'ın mukayesesini yaptı. Halk partisinin kol kestiğini, Demokrat'ın ise parmak kestiğini, ehven-i şer olduğunu ifade etti. Halk Partisine karşı, Demokrat'ı desteklemek lâzım geldiğini söyledi.

"Bu arada lâtife ederek, 'Serdengeçti, beni siyasete karıştırıyor, bende siyaset yok' dedi, ama bu arada da mevzu ile alâkalı ne söylemek lâzım geliyorsa onu söyledi. "Antalya'ya gidiyordum. Üstad, 'Dönüşte yine uğra' dedi. Maalesef ben uğrayamadım. "Daha sonraları ise görüşmek, ziyaret edip, elini öpmek nasip olmadı. "Vefatını Ankara'da iken haber almıştım. Bu acıklı vefat hâdisesinin arkasından bir yazı kaleme almıştım. Fakat bu yazıyı hiçbir yerde neşredememiştim." "Sekiz defa mahpus, bir defa mebus olmuş" Serdengeçti bu sohbet esnasında yaptığı nüktelerle, lâtifelerle, vezinli konuşmalarla hepimizi kahkahalarla güldürüyordu. "Sekiz defa mahpus, bir defa mebus oldum" diyordu. Beş defa Halk Partisi devrinde, iki defa Demokrat devrinde, bir defa da Millî Birlik Komitesi devrinde tevkif edilip, hapis yattığını söyleyerek, yine Üstad Bediüzzaman'ın parmak ve kol kesme meselesini teyit ediyordu.

Said Nursî'nin huzurunda Serdengeçti Osman Yüksel "Bundan birkaç sene evvel, hatırı sayılır bir din adamıyla Said Nursî Hazretleri hakkında münakaşa ediyorduk. Muhatabımın dinî bilgisi ve bu husustaki selâhiyeti münakaşa götürmez bir hakikattı. Fakat bütün bunlara rağmen İslâmın hareket, hamle, heyecan tarafına yanaşmıyordu. O bakımdan Said Nursî'nin mücadeleci hayatı onu fazla alâkadar etmiyor, hattâ bu yaştan sonra onun bu işlerle uğraşmasını doğru bulmuyordu. Bilâkis ben hareket haline gelmeyen, gelemeyen hiçbir imana taraftar değildim. Çok bilmek bir şey ifade etmezdi. İş, bildiğini yapabilmekti. Said Nursî'nin mücadelelerle dolu hayatı, o yılmazlığı, o dönmezliği, bana İlâhî bir heyecan veriyordu.

Galiba Hazret o zaman Denizli Hapishanesinde bulunuyordu. Denizli adliyesinde stajyer bulunan bir arkadaşım Said Nur'un harkikulâde hayatından bahsetmiş, bana Nur Risaleleri getirmişti. Eserelerini tam mânasiyle okuyamamakla beraber, kudretli, kurtarıcı bir ruhun karşısında olduğumu görüyordum. Yukarıda da zikrettiğim gibi beni asıl ilgilendiren onun mücadelelerle dolu hayatı. "Muhatabımı dilimin döndüğü kadar iknaya çalıştım. Said-i Nursî'nin gençlik üzerindeki tesirlerinden bahsettim. "O gece bir rüya görüyorum: Geniş yeşil bir meydan. Meydanda binlerce, onbinlerce insan. Bu insanlar hem genişliğine, hem derinliğine meydana yayılmışlar. Omuz omuza göklere kadar yükselmişler. O onun omuzuna basmış, o onun omzuna..

Böylece bu muazzam insan yığınından adetâ koskoca bir dağ meydana gelmiş... Bu insanların en yükseğinde de Said Nursî Hazretleri... Sanki minarenin alemi gibi... Sanki kâinata Allah'ın varlığını, birliğini işaret eder gibi, bir heybetle duruyor. Ben karşıdayım. Beni gördü. Gülümseyerek iki eliyle selâm verdi. Selâmını aldım. Başı göklere değiyordu. Saçları rüzgârlara karışmıştı. Bütün insanlar ayaklarının altında idi... Omuz omuza vererek onun dünyadaki mesnetleri haline gelmişlerdi. Rüyada heyecanlanmışım, uyanıverdim. "Zaman zaman, gördüğüm bu harikulâde rüyanın tesiri altında kalıyordum. Geçenlerde bunu Nur talebelerine anlattım. Çocuklar 'Ta kendisini görmüşsün Osman ağabey, şekli de tarif ettiğin gibi. Selâm verişi'de' dediler.

Bunun üzerine Serdengeçti'de 'Said Nur ve Talebeleri' başlıklı bir yazı yazdım. Bu suretle bu bahtiyar ihtiyara ve onun etrafında toplanan tertemiz din ve iman kardeşlerime hayranlığımı izhar ettim. Yazım, inanmış temiz, mü'min gönüller tarafından heyecanla karşılandı. Birçok tebrik telgrafları, mektupları aldım. Artık Said Nursî Hazretlerini görmek benim için adetâ bir mecburiyetti. Rüyamda gördüğümü, gündüz gözüyle de görmek istiyordum. "İstanbul'a gittim. Aradım, sordum. Fatih'te Reşadiye Otelinde kalıyormuş. Yanımda Teknik Üniversiteden çok sevdiğim genç bir arkadaş var.

Duydum ki Hazret, ikindiden sonra kimseyi kabul etmiyormuş. Aksi gibi vakit gecikmişti. Fakat muhakkak görmeliydim. Reşadiye Otelini buluyorum. Otelin kâtibine soruyorum. 'Üst katta 29 numaralı odada' diyor. 'Kabul ederlerse buyurun.' Onun kapısına kadar varmak bile benim için güzel bir şey' diyorum. Merdivenleri heyecanla çıkıyorum. İşte '29' numaralı odanın kapısındayız. Kapıda kendisine hizmet eden arkadaşlardan bir kaçına rastladım. Onları Ankara'dan tanıyorum.

Kendilerine 'Bu saatte Üstadın kimseyi kabul etmediklerini biliyorum. Acaba ne zaman ziyaret edebiliriz?' dedim. 'Evet' dediler. "Sen benim oğlumsun" "İkindiden sonra kimseyi içeri almıyorlar. Amma sizi herhalde kabul ederler. Bir soralım... Buyurun!' dediler. İçeri girdik. Beni görünce: 'Sen Serdengeçti Osman?' 'Evet' dedim. 'O yazıları yazan sen?' 'Evet'. Ellerinden öptük. Bize işaret etti. 'Oturun.' Oturduk. Kendileri yatağın içindelerdi. Sağında solunda kâğıtlar dağılmıştı. Bazı eserlerini tashih ediyorlardı. İlk heyecanım yatıştıktan sonra Üstada iyice baktım. Rüyamda başı göklere değen zat bu zattı. Kıyafetine varıncaya kadar aynısı ve tıpkısı. Hayret ediyordum. Bir anda durakladıktan sonra Üstad bize karşı tekrar döndüler...

'Ben seni eskiden biliyordum. Emirdağ'da iken mecmuanı getirdiler. Allah ve din yolundan herşeyimden vazgeçtim, ser'imi bu yola koydum, demişsin. Aferin, aferin, maşaallah, maşaallah... Daha çok da genç. Bir oğlum olsaydı adını Serdengeçti kordum' dediler. "Sonra etrafındakilere hitap ederek: 'Bu benim oğlum. Oğlum olsaydı böyle yetiştirirdim' iltifatlarında bulundular. Orada bir kitap varmış. O kitapta yanyana iki resim var. Bana gösterdiler. 'İşte şu benim biraderzadem Abdurrahman. O benim oğlumdu, öldü. Şimdi sensin...'

Fotoğraflara bakıyorum. Bir tanesi kendilerinin gençlik resimleriydi. Diğer biraderzadesi. Ben heyecandan nefes alamayacak bir hale gelmiştim. Talebeler karşısında diz çökmüş oturuyorlardı. Odada soba yanıyordu. Kendisine hizmet edenler var gibi, yok gibi, hayalet gibi insanlardı. Her tarafta insanı saran mânevî bir sükûn vardı.

Sonra Üstad tekrar konuşmaya başladılar, bu sefer yanımda bulunan üniversiteli arkadaşa hitap ettiler: 'Madem ki Serdengeçti getirdi sen... Sen de talebemizsin, Nur Talebesi.' Nur Risalelerini okumasını söylediler. Nefse hakimiyetten bahsettiler. 'Vaktiyle ben de gençtim. O zaman da İstanbul'da çıplak kadınlar vardı. Rum kadınları. Ben onların hiçbirine bakmadım. Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın emirlerini yerine getirdim. Mücadele ettim, yılmadım.' Bu arada Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinden bahsettiler. Onun sözlerinden bazı şeyler istihraç ettiler

. Fakat pek anlayamadım. "Kendilerine yukarıda bahsettiğim rüyayı anlattım. Fevkalâde mütehassis oldular. 'O bütün insanların üzerinde gördüğün ben değilim. O Nurdur, Nur Risaleleridir. Ben bu dâvanın âciz bir hizmetkârıyım' buyurdular. Bana mecmuanın kapatılıp kapatılmadığını sordular. 'Hayır' dedim. 'İnşaallah çıkacak. Dua edin efendim' 'Mecmuanda şahıslara dokunma. Onların gurur ve enaniyet damarlarına basma. Zarar gelir.' Parmaklarını birleştirip, 'Bu dâvanın yolcuları birleşiniz, ayrılmayınız' dediler. "Parmaklarına bakıyorum. Bir zamanlar kılıç tutmuş, şimdi kalem tutan parmaklarına. Parmakları kalem gibi idi. Gözleri açık mavi, duru durgun bir bakışı vardı.


Şark şivesiyle konuşuyorlardı. Fakat ne söylediklerini mükemmel anlıyorduk. Asliyetinden, yerliliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. "Yüzü soluktu. Adı gibi kendisi de nurdu. Bir pîr-i fânî idi. Fakat fânî olmayan, ezelî ve ebedî bir varlığa bağlanmıştı. Bu varlık için her şeyini feda etmiş, onun yolunda yok olmuştu. İşte onun gönüller fetheden, kalabalıklar toplayan mânevî saltanatı oradan geliyordu. Varlığı bu yokluktan, 'yok' oluştan geliyordu. "Soba yanıyor, Üstad bir mürakabe halinde imiş gibi susuyor, etrafındaki talebeleri hayal gibi sessizce dolaşıyorlar, Üstadı'ın hizmetine bakıyorlardı.

Sanki bu oda, bu köşe, şu binbir milletin, binbir rezaletin, kaynaştığı İstanbul'da değildi. Ahiretten bir köşe idi... Öyle bir haz içinde idim. "Artık fazla kalamazdık. Müsaadelerini istedik. Ellerini öptük. O da boynuma sarıldı, alnımdan, yüzümden, gözümden öptü, bana dualar etti. "Yeniden dünyaya gelmiş gibi, basübadelmevte kavuşmuş gibi bir başka hal içinde, huzur içinde huzurundan ayrıldık."


Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi, Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!... Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun? Hani minarelerinden göklere yükselen, Ta maveradan gelen ezanlar?... Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

 

 

 

 

Ayasofya,
Ey muhteşem mabet; Gel etme, Bizi terketme!... Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip, Yine seni camiye çevireceğiz
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Rasih Yılmaz'ın Serdengeçti'nin hayatını anlattığı kitabı için Hekimoğlu İsmaille yaptığı röportajı;Hekimoğlu İsmail ile Osman Yüksel'in diyaloğu çok eskilere dayanıyor. Serdengeçti dergisinin yeni sayısı piyasaya çıkar çıkmaz parası yettiği kadar satın alan Hekimoğlu İsmail, dergileri otobüslere, trenlere, vapurlara bırakarak başkalarının da okumasını sağlarmış. Osman Yüksel ile Hekimoğlu İsmail arasında başlayan bu diyalog. ileride büyük bir fikir dostluğunun da temellerini atar. - Ankara'da bir dükkanı vardı. Burada kitaplarını yazar, burada basar ve satardı. Yemesi, içmesi, yatması, kalkması hep oradaydı. Hayatının büyük bir bölümünü o dükkanda, peynir ekmek, pekmez yiyerek geçirmiştir. Dükkanda hela yok, camilerin helasından istifade ederdi. Bir özelliği vardı; dükkanına gelen giden herkesle meşgul olurdu. Sonra, ilginç herketleri vardı. Bir gün, tavana yakın bir kısmından başlamak üzere dükkanın dört bucağına bir ip çekmişti. Ardından da Serdengeçti dergisinin birinci sayısından son sayısına kadar hepsini çamaşır gibi asmıştı. Her derginin altında, o dergiden ne kadar soruşturma açılmış, nekadar yatmış ve mahkemeye verilmiş, onlar yazılıydı.Yayın, onun fikirlerini yayma yönünde kullandığı bir araçtı. Dergi çıkarmak demek, Osman Yüksel'in karakollara götürülmesi demekti. Tabii bunlar basit değil. Karakola gittin mi nezarette kalıyorsun. Karakol istediği kadar tutuyordu. Birinci şubeye sevk ediyordu. Birinci şubede çeşitli sorgulamalar, gözleri bağlı olarak, güneş düşmeyen yerlerde... Ondan sonra hapishane safhaları...- 1957 'de Serdengeçti kitabevine gittim. Baktım Mabedsiz Şehir kitabını yazıyor. Dedim ki; mabedsiz şehir neresi? O da kızıp bağırarak; "Görmüyor musun; Dikmen'den Ulus'a kadar, Çiftlik'ten Yenişehir denilen yere kadar havra yok, cami yok, kilise yok. Uyuyorsun!" dedi. !Kolayı var " dedim. "Ne yapacaksın" dedi. "Gidip abdest alırım; giderim Yenişehir Parkı'na açıkta namaz kılarım" dedim. "Git kıl" diye çıkıştı. Ben arkadaşlarla abdest aldım; gittik, Yenişehir Parkında açıkta namaz kıldık. O zamanlar namaz kılmak gibi bir mesele yoktu, çünkü namaz kılan yoktu. 1953-54'te dini çalışmalar yaparken, ben o zamanlar 21 yaşındaydım, yakınlarım bana şöyle derlerdi:" Git bak; namaz kılanların hepsi hademelerdir; bir tane namaz kılan genel müdür var mı? Namaz kılan bir tane paşa, bakan var mı? Sen de kılma!"- 1964 senesinden itibaren beş vakit namazını kılmaya başladı. Osman ağabey bence, 1944'ten vefat edinceye kadar İslamdan yanaydı. Hem de hiç tavizsiz. Ben 1950'li yıllarda namazımı gizli kılıyordum. Sivilden korkuyorduk; asker değil.- Serdengeçti maldan, candan, evden, hayattan, hepsinden vazgeçmiş. Şimdiki gibi değil. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, hiçbir zaman arabası olmadı. Mal olarak, Ulus'ta bir lokali vardı o zamanlar. Kirasını alıp öğrencilere veriyordu. Birde Akseki'de, babadan kalma eski bir evi vardı yanılmıyorsam. Garipçe66'dan alıntı
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
Osman Yüksel Serdengeçti, gerçekten serden geçti...

B
atılılaşma ilimde, teknikte ilerlemek, fabrika, atölye, laboratuvar açmak iken, bizde bu iş yanlış anlaşılmış, kahvehanelerin, meyhanelerin sayısı artırılmış, din dışı gelişmeler hızlandırılmıştı.

O sıralarda sosyalist Sebahaddin Ali'yle ilgili bir yürüyüş yapılmıştı.


Osman Yüksel, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi felsefe bölümünde son sınıftaydı. Tevkif edildi. İdam isteğiyle yargılandı, bir sene hapis yattıktan sonra beraat etti fakat tahsil hayatına devam etmedi.


Osman Yüksel, çıkardığı Serdengeçti mecmuasıyla tanınır. Kur'an okumanın, basmanın, satmanın yasak olduğu devirde "Hakka tapar, halkı tutar" manşetiyle dergiyi yayınladı.


Rahmetli, davasını şöyle anlatıyordu: "Kötü niyetler, şer kuvvetler, Allah'a, millete, vatana koşanların yolları üzerine dikilmiş bulunuyor. Onların yüzüne huzurunuzda tükürüyorum!"


Başka bir makalesinde "Bu dava, ayıya dayı demeyenlerin davasıdır." diyordu.


Daha birinci sayıda tevkif edildi... Çıkardığı her dergiden dolayı hakkında soruşturma açılırdı. Osman Yüksel ağabey, gerçekten serden geçmişti... Serdengeçti demek, idama razı olmaktır. "Sofraya yürür gibi, sehpaya gitmeyenler dava adamı değildir" sırrını yaşamak... Hanımı, hapis yattığı yıllarda, çocuğunu tedavi ettirecek para bulamadığı için depresyona girip ayrıldı. Ankara'da Denizciler Caddesi'ndeki dükkânını şöyle tarif ediyor: "Kömürlüğü ömürlük yaptık, yeryüzünden iki buçuk metre aşağıdayız. Ölüm bile bizim için yükseliş olacaktır." Küçücük bir dükkânda yaşıyordu. Tuvalet ihtiyacı için, caminin tuvaletine giderdi.


Ben, Türkiye'yi il il dolaşırdım. Her gittiğim yerde, kitapçılara Serdengeçti mecmuasını anlatırdım, dergiyi tanıtırdım. Bir kuş gibiydik. Ağzımızdaki tohumu bırakırdık; yeşermezse toprak utansın derdik. Gönüllü çalışanlarla dergi yayınlanmaya devam etti.


Bir gün yine Denizciler Caddesi'ndeki kitapçı dükkânında oturuyorduk. Muhterem ağabey, "Bir şeyler yiyelim." dedi. Bir tabak pekmez ve ekmek getirildi, o kadar. Bir arkadaş, somun ekmeğinin içini, pekmeze bandırdı, ekmek pekmezi sünger gibi emince, arkadaş koca lokmayı ağzına attı. Osman Yüksel ağabey de dedi ki: "Yahu sen ne yapıyorsun? Bataklık mı kurutuyorsun!"


Osman Yüksel Serdengeçti, çok şakacıydı. Cesurdu. Mal mülk, mevki makam peşinde değildi. Yıllar yılı peynir ekmek yahut pekmezle karnını doyurdu. Kimsenin parasını yemedi. O, bu davanın sefasında değil, cefasındaydı. İşkenceli, zor bir hayat mı istiyordu? Hayır! Amma biliyordu ki, İslam'a hizmet etmek isteyen, İslamiyet'i öğrenmek, anlamak, yaşamak isteyen mutlaka çile çekecekti.


Kula kul olmak için atılmadık meydana


Biz yalnız hakikate, Hakk'a secde ederiz.


Nasıl girdiyse dava sahipleri zindana


Bilsin ki dava sahipleri biz de öyle gireriz.


diye, şiirler okurdu.


Parkinson hastalığına yakalanmıştı. Elleri titriyordu. Çay getirdiler. Şekeri zorlukla bardağa attı, fakat kaşığı bardağa sokamadı. Şakacı ağabey, "Hey gidi Osman hey! Bir zamanlar Türkiye'yi karıştırırdın, şimdi bir çayı karıştıramıyorsun!" demişti...


Osman ağabey, Bediüzzaman'ı ziyarete gittiğinde, Bediüzzaman ona demiş ki: "Bir oğlum olsa ismini Osman koyardım. Sen benim manevi evladımsın." Manevi dünyamızda onun yeri büyüktür... Muhterem ağabeyim... Allah sana gani gani rahmet etsin...

Hekimoğlu İsmail..
 
Üst