Oryantalistlerin Hadis Usulüne Etkileri: Cibril Hadisi Örneği

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
oryantalist-hadis1.jpg


Oryantalistlerin Hadis Usulüne Etkileri: Cibril Hadisi Örneği


Oryantalizm, hedefleri ve gelişim süreci

Doğu bilimi ve Şarkiyatçılık olarak da bilinen Oryantalizm; Yakın ve Uzak Doğu toplum ve kültürleri, dilleri ve halklarının incelendiği Batı kökenli ve Batı merkezli araştırma alanlarının bütünü olarak tanımlanmıştır.Konuyla ilgili önemli çalışmaları olan Muhammed Mustafa el-Azami, Oryantalizmi “Yalanı ustaca söyleme akımı.” olarak tarif eder. Kuşkusuz oryantalistler içinde sadece anlama ve tarafsızlık kaygısıyla hareket eden isimler de yok değildir.

Bununla birlikte oryantalistlerin İslâmî ilimler alanında yaptığı çalışmaların kısm-ı azamının operasyonel, spekülatif ve taraflı olduğunu söylemek hakikatin bir ifadesi olacaktır.
İstisnai durumların kaideyi/aslı bozmadığı ilkesinden hareket ederek belirtmemiz gerekirse, Oryantalizmin kuruluşunun arkasında duran ve uzun zaman boyunca hiç ayrılmadığı dinî hedefler şu şekilde sıralanabilir:


  1. Muhammed (s.a.v.)’in risaletinin dogğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin Müslümanlar tarafından ilk üç asırda uydurulan sözler olduğu şeklindeki tezlerini genel bir kabul, müsellem bir hakikat haline getirmek.
  2. Kuran-ı Kerim’in yüce Allah kelamı olduğu konusunda şüpheler uyandırmak ve Kuran’ın hafife alınmasını sağlamak.
  3. İslâm fıkhının Roma hukukundan alıntı olup orjinal olmadığını ileri sürerek değerini küçük göstermek ve Müslümanların zihninde bu kanaati pekiştirmek.
  4. Arapçayı küçük düşürüp, anlaşılmaz olduğuna insanları ikna etmek.
  5. İslâm’ın, Yahudi ve Hristiyan kaynaklarına dayandığını ileri sürmek.
  6. Akademik çalışmalar aracılığıyla açtıkları koridordan misyonerleri yürüterek Müslümanları Hristiyanlaştırmak.
  7. Zayıf haberlere ve uydurma hadislere dayanarak görüş ve teorilerine güç kazandırmak.[SUP][SUP][1][/SUP][/SUP]


Oryantalizm, yaptığı çalışmalarla misyonerlere de malzeme hazırlamış, onların İslâm ülkelerinde girişecekleri faaliyetlerde yardımcı olmuştur. Oryantalizm gerçeği günümüzde de diri bir şekilde karşımızda durmaktadır.[2]Misyonerler, Müslümanları Hristiyanlaştırabilmek için ilk hamlede onları Hristiyanlığa davet etmiyorlardı. Müslümanların bilgisiz kalmasıyla amaçlarına daha kolay ulaşabileceklerine inanıyorlardı. Böylece Müslümanları kendi dinlerinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmışlardır.[3]


Macar Yahudisi olan ve Oryantalizmin öncülerinden kabul edilen Ignaz Goldziher’den yakın dönemde Wansbrough, Micheal Cook ve Patricia Crone’a kadar pek çok Oryantalistin ana kaygısı, Kur’an-ı Kerim’in İncil ve Tevrat esas alınarak Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından yazıldığını ve böylece Kur’ân’ın ilahi bir kitap olmadığını ispat etmekti.


Benzer bir şekilde, hadislerin hiç birinin sahih olmadığı, sonraki nesiller tarafından uydurularak Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimize atfedildiği fikri de, yine Oryantalistlerin ortaya attığı bir iddiadır. Ne yazık ki, hadis ve İslâm fıkhı konusunda Oryantalistlerin ikna edici hiç bir tarihi delile dayanmadan ileri sürdüğü bu görüşler, bugün modernist eğilimli Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmış̧ durumdadır.[4]

Son Dönem Oryantalistik çalışmalar ve Snouck Hurgronje örneğiÜnlü Hollandalı oryantalist Snouck Hurgronje, 1884-85 yıllarında kıyafet ve isim değiştirip (Abdülgaffar adını alarak) bir yıl süreyle Hicaz’da bulunmayı başarmış bir isim. Burada özellikle hac mevsiminde ümmet coğrafyasının dört bir yanından gelen Müslümanlar üzerinde son derece hassas gözlemlerde bulunmuş. Gözlemlerini gerek Batı’daki meslektaşlarına yazdığı mektuplarda, gerekse 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Mekke isimli iki ciltlik kitabında bir araya getirmiş.O döneme kadar ağırlıklı olarak Kur’an merkezli yürüyen Oryantalist çalışmalar, Hurgronje’nin uyarılarından sonra Sünnet-i Seniyye alanına kaymıştır.Özetle şöyle diyor:


“İslâm coğrafyasının farklı kesimlerinden buraya gelen Müslümanlar arasında çarpıcı bir davranış birlikteliği var. Dilleri, renkleri, kültürleri farklı Müslümanlar sokakta karşılaştıklarında birbirlerini selamlıyorlar. Selam veren hep aynı cümleyi söylüyor, selam alan da cevabi bir cümle söylüyor ve fakat bu cümleler hiç değişmiyor. İbadethanelerine sağ ayakla girip sol ayakla çıkmaya dikkat ediyorlar. Yemeğe oturduklarında bir kelime söylüyor, sağ elleriyle yemek yiyor, sofradan kalkarken başka bir kelime söylüyorlar. Bunlar da hiç değişmiyor. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şu ki; bunların hiçbirisi Kur’an’da yazmıyor. Benim tespitime göre bu, onların peygamberlerinin geleneğidir.”[5]


İşte o tarihten sonra Oryantalist saldırı Sünnet-i Seniyye üzerinde yoğunlaştı. Bu noktada en işe yarar alan hadislerdi. Çünkü Sünnet’i bir bütün olarak reddetmek ümmetin tepkisini çekecekti. Onun yerine, Kur’an’a aykırılık, akla aykırılık, bilimsel verilere aykırılık gibi sloganlar üzerinden, hadis-i şeriflerin güvenilmez olduğu, elimizdeki hadis kaynaklarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiği ileri sürüldü. Konuşanlar koca koca akademik titre sahip kimseler olunca sokaktaki insanın bu kitlesel ve yoğun propagandaya direnmesi elbette mümkün olmayacaktı.[6]

Yukarıdaki ifadelerin Oryantalistlerin Hadis ilmi ve usûlumüze –özellikle de isnad zinciri ve cerh-tadil konusuna- neden bu kadar meraklı olduklarını anlamamızı kolaylaştıracağını düşünüyoruz.Bu meyanda birçok örnek vermek mümkün olmakla birlikte ben çarpıcı gördüğüm bir alıntıyla bu bölümü noktalıyorum. Londra’da düzenlenen “İslam Ülkelerinin Sömürgeleştirilmesi ve Bu Yoldaki Güçlükler” adlı konferansta delegelerden birisi şöyle konuşmuştu:

“Elli yıl durmadan çalıştık. Sadece beş kişiyi Hristiyan yapabildik. Bu durum her şeye rağmen Müslümanların ne kadar zor Hristiyan olduklarının bir kanıtıdır. Fakat elli yıl içerisinde milyonlarca insanı İslam’dan uzaklaştırabildik ve İslam’a karşı Müslümanları lakayt bir hale getirebildik. İşte bu durum bizleri çok sevindirmektedir.” Delegenin bu şekilde konuşmasından sonra misyoner merkezi: “Bundan böyle İslam ülkelerinde Müslümanları Hristiyanlaştırmak için çaba sarf etmeyelim. Onları İslam’dan uzaklaştıralım ve İslami hükümlere düşman yapalım…”
diye karar aldı.
[7

]
Buraya kadar örneklerle anlattığımız üzere Oryantalistlerin çalışma odağını hadislere kaydırdığı çok açıktır. Bu yüzden konuya dair somut bir örnek olarak Oryantalistlerin “Cibril Hadisi” ile ilgili değerlendirmelerini masaya yatıracağız. Ancak meselenin daha iyi anlaşılması adına önce hadis ilmî ve tevdin tarihine kısa bir bakış yapacağız.Cibril HadisiHadis ilmi ve hadislerin tedvini sürecine dair yukarıda verdiğimiz bilgiler ve çalışma konusunda uzaklaşmamak adına girmediğimiz daha nice detay, Hadis imamlarının Hadis-i Şeriflerin sıhhatine dair beyan ve incelemelerini dikkate almak gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Aşağıda sıhhatine dair tartışmaların yer verileceği Cibril Hadisi olarak isimlendirilmiş meşhur Hadis-i Şerifin, uydurma (mevzû) hadis olduğunu ileri sürmektedirler. Örneğin, muasırımız araştırmacılardan biri olan Prof. Dr. Süleyman Ateş, Cibril hadisi hakkında “uydurmanın ince ayarlısı” şeklinde, ilmî değerlendirme ölçülerine sığmayan bir yakıştırmayı uygun görmektedir.
[8] Prof. Dr. Süleyman Ateş kadar olmasa da Ömer Aydın, M.Hayri Kırbaşoğlu ve Mustafa İslâmoğlu gibi araştırmacılar da, Cibril hadisi hakkında olumsuz kanaatler belirtmektedirler.
Çalışmamızın bu bölümünde Ilgili rivayeti ve hakkında Üretilen spekülasyonları masaya yatıracağız.Cibril Hadisinin Metni, Sıhhati ve Önemi“Cibril Hadîsi” tabiri ile kastettiğimiz hadis;

Vahy meleği Cebrail’in Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bir insan suretinde gelerek İslâm, iman, ihsân, kıyâmetin zamanı gibi konularda sorular sorması olayından bahseden rivâyettir. Cibril Hadîsi olarak meşhur hadis bazen “İman Hadîsi” olarak da adlandırılmıştır.
[9] Cibril Hadîsinin tariklerinin çoğunun kader inancına vurgu yapmasından olsa gerek, bu hadise “iman ve kader hadisi” veya sadece “kader hadisi” diyenlere de rastlanmaktadır.[10]
Cibril Hadisi, ileride değineceğimiz üzere pek çok varyantı olan bir hadistir. Biz en derli toplu olarak gördüğümüz İmam Müslim’in Sahih’indeki rivayetini nakletmek istiyoruz:


“Yahya İbnu Ya’mer haber veriyor: Basra’da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma’bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umre vesîlesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab’tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, onlardan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî’nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)’la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)’a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmin ederek, konuşmaya başladım:‘Ey Ebu Abdirrahmân (Abdullah İbnu Ömer’in künyesi), bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur’ân-ı Kerîm’i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar.’ Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilâve ettim: “Bunlar, ‘Kader yoktur, herşey hâdistir (sonradan yaratılmadır) ve Allah önceden bunları bilmez.’ iddiasındalar.” Abdullah (radıyallahu anh):“Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler.”Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te’kîd ederek şöyle tamamladı: “Allah’a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul etmez.”Sonra Abdullah İbn-i Ömer dedi ki: Babam Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı: “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi.

Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: ‘Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver!’ Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
“İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a haccetmendir.”Yabancı: ‘Doğru söyledin’ diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgi ver?”

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
“Allah’a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Bir de Kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna da inanmandır.”Yabancı yine: “Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:“İhsan Allah’ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.”Adam tekrar sordu: “Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:“Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor!” karşılığını verdi. Yabancı:

“Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.”Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana ‘Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun?’ dedi. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” deyince şu açıklamayı yaptı:“Bu, Cibril’di. Size dininizi öğretmeye geldi.”[11]

Cibril Hadisinin Sıhhati ve ÖnemiCibril Hadîsi’nin metnini bu şekilde arzettikten sonra şimdi de Cibril Hadîsi’nin hem sıhhati, hem de önemi hakkında yapılan yorumlara değinelim:Cibril Hadîsi 8 sahabiden toplam 34 rivayetle tespit edilmiştir. Hadisin sahabi ravileri ve rivayet sayıları şu şekildedir:


  • Ömer ve İbn Ömer (r.a.): Birlikte 9 rivâyet (Sadece İbn Ömer’den: 12 rivâyet),
  • Ebû Hureyre (r.a.): 6 rivâyet,
  • Ebû Hureyre ve Ebû Zerr (r.a.): Birlikte: 2 rivâyet,
  • Enes b. Mâlik (r.a.): 2 rivâyet,
  • İbn Abbas (r.a.): 2 rivâyet,
  • Cerîr b. Abdillah (r.a.): 1 rivâyet.


Dolayısıyla genel toplamda bu hadis 11 sahâbîye isnâd edilmiş olmaktadır.[12]İmam Suyûtî, mütevatir hadisleri topladığı Katfü’l-Ezhar’da, İmam Kettânî Nazmü`l-Mütenasire isimli meşhur eserinde, İmam Nevevî Hazretleri’nin Hadis-i Erbain şerhi el-Vâfi isimli eserde, Şamlı âlimler Prof. Dr. Mustafa Buğâ ile Muhyiddin Mistu bu hadisin “mütevâtir” olduğunu beyan etmişlerdir. Şeyhu’l-Muhaddisin Zebîdî, Ukûdü’l–cevâhiri’l-Münîfe isimli eserinde bu hadisin altı hadis kitabından sahih senedlerle değişik rivayetlerini toplamıştır.[13]

Ulemânın Cibril hadisiyle ilgili kanaati öylesine müspettir ki, onlar hadisin ihtiva ettiği konularla her fırsatta istidlâl ederken çoğu defa herhangi bir şekilde isnâd tahliline bile gerek duymamışlardır. Hadis ıstılâhı ile ifade etmek gerekirse geneli itibariyle bu hadisin sahih ve meşhur olduğunu söylememiz mümkündür.[14]Burada yeri gelmişken âlimlerimizin Cibril Hadîsi ile ilgili bazı yorumlarını aktaralım:Kâdî İyâz, Cibril Hadîsi’nin zahir ve bâtın bütün ibâdet vazifelerinin açıklamasını içine aldığını söylemiştir.[15]

İmam Kurtubî, bu hadisin, içerdiği sünnet bilgisinden dolayı “Ummü’s-Sünne (Sünnetin annesi)” denilmeye lâyık olduğu kanaatindedir.[16]İbn Dakiki’l-İd “Bu, çok büyük bir hadistir. Yerine getirilmesi gereken zahir ve bâtın bütün amelleri kapsamaktadır… O adetâ Sünnet’in anası gibidir. Tıpkı Fatiha sûresinin Kur’ân’ın manalarını topluca ihtiva ettiğinden dolayı “Kur’ân’ın anası” adını alması gibi.demiştir.[17]İbn Teymiyye, Cibril Hadîsi’nin sahih olduğunu söyledikten sonra, ilave olarak sıhhati üzerinde ittifak edildiğini, kabulle karşılandığını, ilim ehlinin onu nakletmek suretiyle sıhhati üzerinde icmâ ettiğini gösterdiğini, gerek Ebû Hureyre gerekse İbn Ömer rivâyetinin müttefekun aleyh olduğunu söyleyerek, bu hadis hakkında son derece olumlu düşünceler taşıdığını göstermiştir.[18]


İbn Receb El-Hanbelî, bütün ilimlerin ve marifetlerin bu büyük hadisin içeriğinde olduğunu söylemiştir.[19]Cibril Hadisiyle İlgili EleştirilerÖzellikle son asrın ikinci yarısında Cibril hadisinin sıhhati üzerine bugüne kadar bilinenlerin aksi istikametinde bazı tereddütlü yorumlara da rastlamak mümkün hale gelmiştir. Prof. Dr. Süleyman Ateş, bir okurunun Cibril hadisi hakkındaki sorusuna


“Bu hadis, çok sağlam denilen kaynaklarda var ama bana göre uydurmanın ince ayarlısıdır. Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak Peygamber döneminin konuları değildir. Kur’ân’da inanç esaslarını belirten ayette kader konusu yoktur… Gerçi Kur’ân’da Allah’ın, olacak her şeyi önceden yazdığına dair ayetler vardır ama bu husus, iman esasları arasında sayılmamıştır. Kadere iman sorunu, 2’nci, 3’üncü asırlarda çıkan mezhep ve kelâm tartışmalarının ürünüdür. İşte bu adamlar düşüncelerini, Peygamber diliyle onaylatmak istemişlerdir. Çok kurnazlık yapılmıştır.”[20]


şeklinde, ilmî değerlendirme ölçülerine sığmayan bir değerlendirmede bulunmuştur.
Allâme Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin dediği: “Bir ilim dalında otorite olmuş nice kimseler vardır ki, başka ilim dallarında ‘avam’ mertebesindedirler”[21] sözü maalesef dikkate alınmamıştır. İslâm adına herkesin, aklına geleni söyleme özgürlüğüne (!) sahip olduğu günümüz Türkiye’sinde, Akaid’ten Fıkh’a, Tefsir’den Hadis/Sünnet’e kadar her konuda ortaya atılan ilahiyatçılardan biri olan Prof. Dr. Süleyman Ateş, “bu benim saham değil” diyerek geri çekilmesi gerekirken, gazete köşelerinden yalan-yanlış değerlendirmelerde bulunmaktadır.Sadece Cibril hadisini reddetmeyen Ateş; Günümüzde yaşayan Yahudi ve Hristiyanların da cennete gireceği fikrini savunmakta, Kur’ân-ı Kerîm’de evrim teorisi olduğunu söylemekten çekinmemekte, insanın maymundan gelmiş olabileceğini savunmaktadır.[22]


Süleyman Ateş’in Cibril hadisi hakkında “uydurmanın ince ayarlısı” şeklindeki nitelemesi hakkında şunu söyleyelim: Hadis başta olmak üzere Tefsir, Akâid-Kelâm, Tasavvuf vs. gibi ilim dallarını ve İslâm kültür ve medeniyetini erken dönemlerden itibaren derinden etkilemiş bir hadis hakkında uydurma hükmünü verebilmek için gerek sened gerekse metin tenkidi açısından kayda değer bir çaba göstermek ve hadisin bütün tariklerini inceleyerek bir sonuca ulaşmak gerekir diye düşünüyoruz. Yoksa Cibril hadisinde sırf kader mevzuu ele alındığı için ve hadisin bütün varyantlarını dahi inceleme gereği duymadan uydurma hatta hakaretamiz bir ifadeyle “uydurmanın ince ayarlısı” demek, bilimsel kriterlerde karşılığı bulunmayan ve insaf ölçülerine sığmayan indî bir yorumdur.[23]

Prof. Dr. Süleyman Ateş kadar açıktan ve net ifadelerle olmasa da, ilahiyatçı M. Hayri Kırbaşoğlu da Cibrîl Hadisine dair eleştirilerde bulunmuştur. Bu husustaki eleştirisi; Cibril Hadîsi’ne kitaplarında yer veren kişilerin ilk kader tartışmalarının başladığı Irak/Basra ulemâsından olmasıdır.[24] Kanaatimizce bir hadisin sadece bazı bölgelerde yaygın olması, onun uydurma sayılması için yeterli olmayıp, başka birçok delille desteklenmesi gerekmektedir.[25]Mustafa İslâmoğlu da, Cibril hadisinin özellikle kaderle ilgili bölümlerinden hareketle olumsuz kanaatlerini belirtmektedir.

Sonuç


Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşıldığı üzere modern dönemde bu hadis etrafında kuşkular oluşturmanın ve spekülasyonlar üretmenin anlaşılır ilmi bir sebebi bulunmamaktadır. Bu hadis özellikle Kader’i inkâr etmek için hiç de elverişli bir zemin sunmamaktadır. Zira bu Ümmetin kader anlayışı yalnızca bu rivayete müstenid olmayıp başka rivayetlere de dayanmaktadır. Nitekim konuyla ilgili bir başka hadis şöyledir:“Her ümmetin bir Mecûsîsi vardır, bu ümmetin Mecûsîleri ise: “Kader yok!” diyenlerdir. Onlardan her kim ölürse cenâzesinde bulunmayın, hasta olanları da ziyâret etmeyin, onlar Deccalın şîasıdır, onları Deccala ilhâk etmek Allâh üzerine bir haktır!”[26]Kader meselesi o kadar tartışmasız bir hakikattir ki sözkonusu ettiğimiz bu rivayet bu Ümmetin ulemasının terminolojisinde “iman ve kader hadisi” bazen de sadece “kader hadisi” olarak yer almıştır. Kaldı ki bu rivayetin tarihine baktığımızda İmam Buhari öncesi ve sonrasındaki varlığı da tartışmasızdır. Nitekim İmam Buhari öncesi süreçte 11; sonrasında ise 34 ravi tarafından rivayet edilmiştir. Bu ravilerin arasında sened olgusunda tartışmasız kabul edilen Hz. Ömer (r.a), Abdullah b. Ömer, Ebu Hüreyre, Ebu Zer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud, Enes b. Malik gibi raviler vardır.Abdullah Orhan


  • [1] Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi, Çev. Kamel Hoca, Risale Yay., İstanbul, 1990, s. 137–138.
  • [2] Age, s. 65
  • [3] Hamit Haksever, Misyonerlik nedir Hedefleri nelerdir?, İlk Adım Dergisi, www.ilkadim.com 27.10.2007)
  • [4] Halil Akgün, İslam ve Batı, İstanbul, 1998, s. 107.
  • [5] Mehmet Görmez, Klasik Oryantalizmi Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler üzerine, İslâmiyat dergisi, 111/1, Ocak/Mart-2000, 11-31.
  • [6] Konuyla ilgili önemli bir makale için bkz: Ebubekir Sifil, Müslümanlığımızın Sünnet-i Seniyye ile İlişkisi, İlim ve İrfan Dergisi, 2014.
  • [7] Ahmet Varol, “Emperyalistlerin Öncüleri Misyonerler”, İslam, www.kutsalkitaplar.net, 21.11.2007
  • [8] Süleyman Ateş, Vatan gazetesi,01 Kasım 2010
  • [9] Beyhakî, Şuabu’l-îmân, I, 239, 257
  • [10] Bkz. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Sünne, II, 415
  • [11] Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bakınız: Buhârî, Îmân 37; Tirmizi, Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, el-Fethu’r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/64-67.
  • [12] Bekir Tatlı, Hadis Tekniği Açısından Cibril Hadisi ve İslâm Düşüncesine Yansımaları, s.250, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2005
  • [13] Mustafa Köseoğlu, Cibril Hadisi ve Kader Üzerine, http://www.sefkatdergisi.com/sayi-10/252-cibril-hadisi-ve-kader-uzerine.html
  • [14] Bekir Tatlı, A.g.e., s.257
  • [15] Kâdî İyâz, İkmâlu’l-Mu’lim, 1,204-205. Krş. Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, 1,203
  • [16] İbn Hacer, Fethu’l-bârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî, c.1,s.93, Beyrut, 1379
  • [17] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslâm (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 47-49
  • [18] İbn Teymiye, Minhâcu’s-sünne, 1,106,107 (I-X, y.y., 1406)
  • [19] İbn Receb, Câmiu’l-ulûm, 1, 134-135.
  • [20] http://haber.gazetevatan.com/din-adina-yapilan-kalpazanliklar/337967/4/Yazarlar/31
  • [21] Makalat-ı Kevserî
  • [22] Süleyman Ateş’in bu ve benzeri fikirlerin eleştirisi için Dr. Ebubekir Sifil hocamızın Modern İslâm Düşüncesinin Tenkidi (Rıhle Kitap) serisini tavsiye ediyoruz.
  • [23] Yrd. Doç. Dr. Bekir Tatlı, Modern Hadis Tenkit Üslûbu Üzerine-Cibril Hadisi
  • [24] Kırbaşoğlu, Alternatif Hadis Metodolojisi, s. 353-354, Ankara, 2000.
  • [25] Bekir Tatlı, A.g.e., s.252
  • [26] Ebû Dâvûd, Sünnet:17, no: 4692, 4691, 2/634; el-Hakim 286; el-Beyhakî 21391; et-Taberani, el-Evsat, 2494; el-Begavi, 1/78; İbn Asakir 19/62; İbn Ebi Asım 268


NOT:
Kanaatimce bu konuda en önmli eser suriye ihvanının üstadlarından merhum mustafa sibainin ''islam hukukunda sünnetin Yeri'' isimli şahaser kitabdır..Okumayanlara hararetle tavsiye ederim../Ahter

pr_01_6_max.jpg


Mustafa Sibainin bu konuda çok öenmli bir eseride ''Oryantalizm ve oryantalistler '' kitabıdır..


b_1313.jpg
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,878
Tepkime puanı
2,059
Puanları
113
Konum
Mars
Hayır benim anlamadığım bir konu var!! Birilerini suçlayacaksınız ama kendinizi ne zaman doğrultacaksınız?

Nakiller ile hareket ediyorsunuz peki bu nakillerin doğru olduğuna dair delil ve kanıtlar?
Kitabın ve elçinin Allah tarafından gönderildiğine dair delil ve kanıt? Dünya üzerinden bu sizin iddianızda bulunan nice topluluklar var ve vardı?

Aslında kendi kendinizi ele veriyorsunuz cibril hadisi diyorsunuz? Ortada bir kitap var sizin açıklamanız Cebrail 'in insan suretinde gelip elçiye anlatması?

Madem cebrail insan suretinde geliyor neden kendi anlatmıyor? Bilimsellik yok yani Allah 'ın yasa ve kanunlarına bakmadan nakiller ile hareket ediyorsunuz.

Gökten et yağdığı nerede görülmüş? Ama size göre Allah dilerse olur!!
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Ne çabuk okudun yahu izin verde dahil olmadığın bir konu olsun :)

İnsan bildiği şeylerde konuşur birde öğrenmek istediği şeyler hakkında

“de” “da” bağlacı da tıpkı “ki” bağlacı gibi ayrı bir sözcük olduğu için daima ayrı yazılır.Bulunma durum eki olan “-de,-da, -de,-ta” ise eklendiği sözcüğe bitişik yazılır. “de,da” bağlacıyla “-de,-da,-te,-ta” ekleri birbiriyle karıştırılmamalıdır.Pratik olarak birbirinden şu şekilde ayırt ederiz: Cümle içerisinde cümleden “de”yi çıkartırız,eğer cümlenin yapısında bir bozukluk olmuyorsa o “de” bağlaçtır.Cümlenin yapısı bozuluyorsa o “de” bulunma durum ekidir.

  • *Kitap da alacağım. (Kitap alacağım)
  • *Sen de onun gibisin. (Sen onun gibisin)
Görüldüğü gibi bağlaç olan “de ,da” cümleden çıkartıldığında cümlenin yapısında bir bozukluk olmuyor.Şimdi de aşağıdaki örnekleri inceleyelim:

  • *Sende bir şeylerim kaldı. (Sen bir şeylerim kaldı)
  • *Onu otobüste gördüm. (Onu otobüs gördüm)
Görüldüğü gibi bulunma durum eki cümleden çıkartıldığında cümlenin yapısı bozuluyor.
Önemli uyarı: Bağlaç olan “de,da”nın kesinlikle “te,ta” biçimi yoktur.

  • *Sana kazak ta alacağım. (yanlış)
  • *Sana kazak da alacağım. (doğru)
Ayrıca bağlaç olan “de,da” bir özel isimden sonra gelirse kesme işaretiyle ayrılmaz.

  • *Bize Ahmet’de gelecek. (yanlış)
  • *Bize Ahmet de gelecek. (doğru)
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,878
Tepkime puanı
2,059
Puanları
113
Konum
Mars
“de” “da” bağlacı da tıpkı “ki” bağlacı gibi ayrı bir sözcük olduğu için daima ayrı yazılır.Bulunma durum eki olan “-de,-da, -de,-ta” ise eklendiği sözcüğe bitişik yazılır. “de,da” bağlacıyla “-de,-da,-te,-ta” ekleri birbiriyle karıştırılmamalıdır.Pratik olarak birbirinden şu şekilde ayırt ederiz: Cümle içerisinde cümleden “de”yi çıkartırız,eğer cümlenin yapısında bir bozukluk olmuyorsa o “de” bağlaçtır.Cümlenin yapısı bozuluyorsa o “de” bulunma durum ekidir.

  • *Kitap da alacağım. (Kitap alacağım)
  • *Sen de onun gibisin. (Sen onun gibisin)
Görüldüğü gibi bağlaç olan “de ,da” cümleden çıkartıldığında cümlenin yapısında bir bozukluk olmuyor.Şimdi de aşağıdaki örnekleri inceleyelim:

  • *Sende bir şeylerim kaldı. (Sen bir şeylerim kaldı)
  • *Onu otobüste gördüm. (Onu otobüs gördüm)
Görüldüğü gibi bulunma durum eki cümleden çıkartıldığında cümlenin yapısı bozuluyor.
Önemli uyarı: Bağlaç olan “de,da”nın kesinlikle “te,ta” biçimi yoktur.

  • *Sana kazak ta alacağım. (yanlış)
  • *Sana kazak da alacağım. (doğru)
Ayrıca bağlaç olan “de,da” bir özel isimden sonra gelirse kesme işaretiyle ayrılmaz.

  • *Bize Ahmet’de gelecek. (yanlış)
  • *Bize Ahmet de gelecek. (doğru)

arapça oku belki anlarsın ecnebi kurallarını bana öğretme

kime benzemek istiyorsun?
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,878
Tepkime puanı
2,059
Puanları
113
Konum
Mars
Teşekkür etmen gerekirken sana yazmayı öğreten kardeşine kızıyorsun. Olsun ben yine de sana bilmediklerini öğreteceğim.

bana öğreteceğin şey elçinin bıraktığı şeyler olsun lütfen aksi takdirde anlamsız olur. Sünneti ihya et lafons latinlere benzeme benzemeyede çalışma uzak dur onlardan biliyorsun değil mi?

Şimdi bana Alemlere rahmet olarak gönderilen elçinin bıraktığı mirastan öğret
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,878
Tepkime puanı
2,059
Puanları
113
Konum
Mars
Kuran okusaydın bu soruyu sormazdın.

sen kuran okusa idin levlakeyi 'de kabul ederdin.

Delilsiz kanıtsız iş yapıyorsun bu dediğin hangi yasa ve kanuna uygun önce onu bir açıklayı ver? Allah milyarlarcı insanı nakillere mi emanet etti araya giren akıl çelen nakiller ne olacak?
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Yerel oryantalistler



Din mücedditliği için yola çıkanlardan bir kısmı süreçte din münekkidi haline geldi. Zira kalkıştıkları iş boylarını aşıyor. Ruh ile gidilecek makama nefis ile varmaya çalışıyorlar. Dini yenileme adında büyük bir çarpıklıkla karşı karşıyayız. Hatta çarpıklık anıtlarıyla karşı karşıyayız. Bugünkü ilahiyatçıların bir kısmı gerçekten de din müceddidi değil din münekkidi haline geldi. Mustafa A’zami gibi bir takım alimler günümüzde yerel istişrak akımının geliştiğini, serpildiğini ifade etmişlerdir.

Abdurrahman Bedevi vefat etmeden evvel harici oryantalizmin bittiğini ileri sürmüştü. Yerine dahili oryantalizm geçmiştir. Dahili harici sömürgecilik tabirinde olduğu gibi. Artık Massisgnon kıdeminde ve kademinde oryantalistlerin nesli kesildi. Yerlerine yenileri yetişmiyor. Belki bunu İslam alimleri için de söylemek mümkün. Kimileri Suudi Arabistan’da günümüzde Bin Baz çapında Selefi alimlerin yetişmediğini, kalmadığını; nesillerinin kesildiğini ifade ediyorlar.

Bununla birlikte Mustafa A’zami gibilerin ifade ettiği gibi maalesef yerel oryantalizm çığırı ilahiyat modeliyle birlikte giderek serpiliyor. Yerel oryantalizmi genel anlamda ittiba değil ibtida mesleğine dayanıyor. Hatta ittiba mesleğine savaş açıyorlar. Sahabeler, muhaddisler, mezhep imamları, tasavvuf aktabı hepsi saldırılarından nasiplerini alıyorlar. Onun dışında Allah ve peygamberini de, hatta Kur’an-ı Kerim’i de tartışmaya açanlar var. Hepsi oryantalistlerin talebeleri. Merhum Ali Fuat Başgil bu tarzda açılacak ilahiyatlardan ancak din münekkidi yetişeceğini öngörmüştü.


Çığır meyvesini vermeye başlamıştır. Kompleksi baskın olanlar, hırsı ihlasından ağır basanlar, bu yolla şöhrete ve servete konmak isteyenler oryantalistleri taklit etmeye başlamışlardır. Aralarında onları fersah fersah aşanlar var. Bundan dolayı günümüzde dini eğitimin tadı tuzu yok. Zira Allah ve Resülünden kopuk ve hevaya tabi bir çığır. Bu tür yeni ilahiyatçılar her alanda sapmayı temsil ediyorlar. Sözgelimi
Mustafa İslamoğlu, Eş’ariliği reddiye babından nedenselliği kabul ediyor. Gerçi İbni Teymiye de kendisine göre yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş; Eş’ari’nin nedenselliği reddini reddederken filozoflara yaklaşmıştır. Eşyanın, esbabın müstakil tesirini kabul etmiştir. Tesirde önemli olan son sözün kim tarafından söylendiği ve son kertede kimin iradesinin belirleyici olduğudur. Bununla birlikte Eş’arilik eşyaya müstakil bir rol biçmemiştir. Bugün ise moda tersini söylemektir. ‘Halif turef’ reyimi baskın çıkmıştır. Muhalefet şöhret kapısını aralar misali ilahiyatçılar Yaşar Nuri Öztürk gibi dinde indirim yaparak müşteri topluyor ve şöhret kazanıyorlar.


*

Mustafa İslamoğlu, İslamın ikinci rüknü olan hadise şüphe düşürmek ve İslami ilimler hiyerarşisindeki yerini sarsmak istiyor. Burada hem Goldziher hem de haleflerinin ve Nasr Hamid Ebu Zeyd gibilerinin izinden ve çığırından gidiyor. Kur’an hakkında lakırdıları olan Nasr Hamid Ebu Zeyd İmam Şafii’nin edile-i şer’iyenin temel basamağı olan Kur’an-ı Kerim’in yanına hadisi ilave ettiğini ileri sürmektedir. Kur’an ve Sünneti eşleştirdiğini söylemektedir. Tevili mümkün olan bütün hadisleri de bir çırpıda yok saymakta Buhari, Müslim gibi hadis mecmualarına gölge düşürmektedir. ‘İmamlar Kureyştendir’ hadisinin takvayı esas alan naslara ters düştüğünü söylemektedir.

Halbuki, takva tek belirleyici değildir. Bu nedenle Hazreti Peygamber (SAV) Ebu Zer’e (R.Anhu) yöneticiliği tavsiye etmemiştir. Burada şahsi üstünlüklerle birlikte sosyolojik ve genel kabule mazhar vasıfları da aranmalıdır. Takva ile birlikte sosyolojik ve siyasi üstünlük de matluptur. Kureyşilik meselesi sosyolojik bir mesele ve asabiyetle ilgilidir. Tarihi zeminde dalgalanmaya açıktır. Yani Kureyş’in sosyolojik üstünlüğü veya onunla ilgili bu algı kitleler nazarında değer kaybettiğinde illet düşmüş ve Kureyş’in yerini zamanın öteki Kureyşi almış olur.

Kureyş hadisi üzerinden Buhari gibi hadis mecmualarına yüklendiği gibi aynı zamanda diğerlerini de ilişmektedir. Kendi mantığına göre hadisleri kritik etmektedir. Nasr Hamid Ebu Zeyd’in yaptığı gibi İmam-ı Şafii’yi yıkarak sünnetin hucciyetini yıkmaya çalışmaktadır. Bir taşla kuş katliamı. Hücciyyetüs Sünne olarak ifade edilen sünnetin delil oluşunu yok etmek ve ortadan kaldırmak istemektedir. Sünnet delilini sistemli hale getiren kişinin İmam Şafii olduğunu görmekte ve onu yıktıklarında sünneti imhaya muktedir olacaklarını tasavvur etmektedirler.


Halbuki, İmam-ı Şafii meseleyi usul-u fıkıh kalıplarında sistemleştirmiştir. Bu nedenle de hadisi devre dışı bırakmak için İmam Şafii’yi hedef alıyorlar. Böylece paradigmayı iptal etmek istiyorlar. Onların hadisle değil el hadisle veya sünnetle sorunları var. Bu nedenle
Mustafa İslamoğlu sünnet karşıtları gibi İmam Şafii’yi hedef almış ve bunu yanlış bir temele oturtmuş ve bina etmiştir. Hadisi edile-i şer’iyeden biri kabul ederek İmam Şafii’nin nas ile aklın çatışmasına kapı araladığını iddia etmiştir. Bu İmam-ı Şafii’ye muhalefetinin temel dayanağı olarak görülmektedir. Elbette bu iddiası temelsizdir. Hulefa-i raşidin döneminde uygulamada hadisler esas alınmış ve bazı muallak davalarda konu hakkında hadis bilenlerin olup olmadığı araştırılmıştır. Bunun İmam Şafii’ye dayandırmak bühtandır. Lakin uygulamanın teorize edilmesi lazımdır. Bunu gerçekleştirenlerden birisi de İmam Şafii’dir. İmam Şafii üzerinden sünneti yıkmak isteyenler sanki onun olmayan bir şeyi ihdas ettiğini ileri sürüyorlar.

Mustafa İslamoğlu alakasız unsurları bir araya getirerek kendisine göre sonuçlar çıkarmaktadır. Bu anlamda filozof geleneğini temsil eden Kindi’nin akıl ile nakil arasında çelişme olmayacağını ifade ettiğini ve buna mukabil Cüveyni, Gazali ve Razi üçlüsünün nas ile aklın çatışmasını teorik alamda kabul ettiklerini söyledikten sonra da onların sözlerini şöyle bağlamıştır: El itibaru bilakli mutlakan. Bu mutlak bir bühtandır. Kendi uydurmadıysa bunun kaynağını göstermek zorundadır.

Gazali ve Razi aklın mertebeleri ile naklin mertebelerini 5 kategoride ele almış bazı kategorilerde aklın sadaretini teslim etmiş bazlarında da naklin sadaretini teslim etmiştir (1). Yoksa en azından kategorilerden bazılarında nassın sadaretini teslim etmese filozoflara 3 temel 20 türev meselede niye karşı çıksın? Burada aklın üstünlüğünden değil nakli anlamada aklin sadaretinden bahsedilmektedir.

Gazali filozofların züccaciye dükkanına giren filler gibi bilmedikleri bir alana; mead ve gayb alanına daldıklarını ifade etmiş ve bu alanda nassı huccet kabul etmiştir. Bu alanda bazı müteşabih hadisleri tevil etmiştir. Bununla birlikte gaybiyat alanında filozofları hadlerini bilmeye davet etmiştir. Gayb ile şahadet alemi arasındaki mukayese nasıl bizi büyük ölçüde yanılmaya götürürse nakil olmadan gaybiyat tasavvuru da temelsizdir. Aklın bu verilere tek başına ulaşması mümkün değildir.

Burada
Mustafa İslamoğlu nakillerde tahrif yapmaktadır. Hem Gazali hem de Razi aklın mutlak üstün olduğuna falan temas etmemiştir. Sadece akıl nakil ilişkilerini mertebelere ayırarak sadaretlerini tespit veya tayin etmiştir. Burada ortaya konan akıl ile naklin çatışması değil belki nasların anlaşılmasında tevile ihtiyacı ortaya koymaktır. Nassın muhtevasında değil ama zahirinde akıl ile çatışma olabilir. Dolayısıyla teville muhtevaya veya öze nüfuz edilir veya edilmeye çalışılır. Yoksa İslamoğlu’nun dediği gibi ‘imamlar Kureyş’tendir’ hadisi İslamiyetin temel unsurlarıyla çatışıyorsa o zaman bütün hadisler akılla veya İslam’ın temelleriyle çatışmaktadır.

Bu orijinal bir yaklaşım olmayıp bilindiği gibi Attilla İlhan’ın ilahiyatçı versiyonunu çağrıştıran M. Said Hatiboğlu Beyin “İslam'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik’ tezine bir atıf ve göndermedir. İmamlar Kureyştendir hadisi konjonktürel bir gerçeğe temas etmektedir. Böyle gördüğünüzde işkal veya mesele ortadan kalkmaktadır. Hazreti Ömer’in ifadesiyle ilk halife seçimi nasıl felte yani kazara olmuşsa yani planlamadan olmuşsa Kureyşilik meselesi de asabiyet meselesi ve dolayısıyla sosyolojik bir şarttır.


Takva gibi dini bir şart değildir. Hazreti Ömer’in felte dediği kazara seçim aslında Şia’nın nas ve vasiyet iddialarını da tekzip etmektedir.


Hadisleri itibarsızlaştırmakla Mustafa İslamoğlu Goldziher’in izini sürmektedir. Macar asıllı oryantalist Goldziher eserlerinde hadis sütunlarından olan İmam Zühri’nin Emeviler namına hadis uydurduğunu ve Mescid-i Aksa’nın faziletiyle ilgili hadislerin bu cümleden olduğunu ileri sürmektedir. Mustafa İslamoğlu Goldziher düşkünü olduğu da eserlerinden birisinin çevirisinin çevirisini yapmış olmasıyla sabittir. Bu ondaki kompleks veya saplantıyı göstermesi açısından manidardır. Bunu da yine yüzüne gözüne bulaştırmış tam becerememiştir. İslam Tefsir Ekolleri adıyla Abdulhalim Neccar yayınladığı çevirisinin başarılı olmadığı erbabı tarafından ortaya konulmuştur. Bu kitapta kıraat imamlarına iftiralar vardır. Zaten çevirinin çevirisi yapılması mahzurludur. İkincisi mal bulmuş Mağribi gibi çeviri için Goldziher’in eserini çevirmesi başka bir kusurlu noktadır.

Muhammed Zahid el Kevseri Muhammed Yusuf Musa’nın çevirdiği Goldziher’in bir başka kitabı olan El Akidetü ve ş Şeria kitabının notsuz bir biçimde çevrilmesine itiraz etmiş ve bunu yapanları paylamıştır. Prof. Dr. Ali Hasan Abdulkadir ise Mustafa İslamoğlu’nun yaptığı çeviri kitapla alakalı olarak bir reddiye kaleme almıştır. Hasan Abdulkadir Goldziher’in ilmi objektiflikten uzak olduğunu ve güvenilmez olduğuna parmak basmıştır

(http://www.ahlalhdeeth.com/vb/showthread.php?t=271330 ).
Mustafa Sıbai ise Prof. Dr. Ali Hasan Abdulkadir’in çalışmasını daha da ileriye götürmüş ve Emevilerin İmam Zühri’yi kullanması iddiasını çürütmüştür. Hadisi tedvin görevini ona Emeviler değil Emevilerden olsa da raşid halifeler zümresine mülhak bulunan Ömer Bin Abdulaziz vermiştir. Bu hususta Goldziher’e reddiye yazanlardan birisi de Şamlı hadis alim Nurettin Iter Bey’dir.


Merhum Mısırlı Muhammed Gazali El Akidetü ve’ş Şeria adlı eserine ‘Difaun ani’l Akideti ve’ş Şeria Dıdde Metaini’l Müsteşrikin’ adlı bir eser kaleme almış ve bu eserinde Muhammed Zahid Kevseri’nin tanıklığına başvurmuştur. Kevseri Ezher’de bazı kifayetsiz muhterislerin önüne arkasına bakmadan Goldziher’in eserlerini Arapçaya aktardıklarını; tetkik ve tahkik zahmetine, külfetine katlanmadan ona köprü olduklarını ifade etmiştir. Kevseri bu tercümeleri yapanları Goldziher’in cazibesine kapılanlar olarak ( fatinin) tasvir etmiştir (2).

Sünnetin cazibesini kaçıranlar Goldziher’in cazibesine tutuluyor, kapılıyorlar. Bunlardan birisi de İslamoğlu’dur. Bunlar manevi değerlerini, komplekslerine kurban veriyorlar. Keşke dar dairelerinde kalsa, zararları kitleye ulaşmasa, bulaşmasa. Lakin bu kompleksleriyle geride yıkmadıkları bir şey kalmayacak.

Ne Allah’ın ne de peygamberin otoritesi ne de onlara ittiba edenlerin otoritesi kalıyor. Hint Altkıtasında Kur’ancılık veya Mealciliğe karşı olduğunu söylese de Türkiye ölçülerinde veya çapında kendine göre Kur’ancılık yapmaktadır. Mevlana gibi aşktan değil de şöhretten gövdesiyle birlikte başı da dönüyor. Şöhret vadilerinde başı dönüyor. Bu zatın hiçbir kuralı yok. Bir şeyi söyler sonra tersini yapabilir. Öncelikli olarak nakillerde özen göstermiyor ve titiz davranmıyor.

Hadis konusunda Goldziher ve yerli müsteşriklerden Nasr Hamid Ebu Zeyd gibilerin arkasından gidiyor. Hadis hususuna gölge düşürmeye çalışıyor. İmam Şafii ile kalmıyor Ahmet Bin Hanbel, Buhari ve Müslim de tarizlerinden nasibini alıyor.

Ahmet Bin Hanbel’i sansürcülükle suçluyor. Güya zalim yöneticilerle ilgili hadisleri taramış ve bunları Müsned’inden ayıklamıştır! Ahmet Bin Hanbel güya oto sansürcülük yapmış. Bu iddia üzerinden hadislere kuşku ve gölge düşürüyor. Maalesef Ahmet Bin Hanbel’i bu şekilde suçladığı sırada Senai Demirci de kendisini itirazsız bir biçimde dinlemektedir. Bu tür zatlar itiraz edilmedikçe yaptıklarını doğru ve yerinde kabul ediyorlar.

Demek ki,
İslamoğlu’nun meselesi akılla çeliştiğini ileri sürdüğü birkaç hadisle ilgili değil. Hadislerin toplamıyla yani sünnetle zoru var. Mutezile’nin zıddı olan Haşeviyeciler için hadis ideolojisi ürettiklerini söylemektedir. Bu anlamda İmam Şafii’yi nereye koyuyor? Kendi ifadesiyle akılcı olmadığına nasçı olduğuna göre Haşeviye kapsamına giriyor. Öyleyse hadis alanında yeterince kuvvetli olmayan Gazali akla ve aklın alanına methiyeler düzse de Haşeviye olmaktan kurtulamaz.

Dolayısıyla
Mustafa İslamoğlu’nun çıkarımları hiçbir usule ve tekniğe dayanmamakta zabıtsız, kuralsız işlemektedir. Desturuz bağa girmekte ve Ahmet Bin Hanbel gibi hadis müdafilerini de sansürcülükle suçlamaktadır. Kur’an ile hadisi eşleştirdiğini ileri sürmektedir. Yerel oryantalizm kavramının mucitlerinden Mustafa A’zami’ye göre, yerel oryantalistlerden öğrenecek bir şeyimiz yok (3). Kaybedeceklerimiz ise oldukça fazla. Dini değerlerimizi ve mukaddesatımız kaybedeceklerimiz başında geliyor. Yerel oryantalistler kompleks ile, öne çıkma merakı, hubbuzzuhur ile rezil olan adamlar zümresine girmektedir. Yerel oryantalizm çizgisini derin bir muhasebe ile gözden geçirmeliyiz.


1-Neş’etü’l Eş’ariyye ve Tatavvuruha, Celal Muhammed Abdulhamid Musa, Daru’l Kitab el Lübnani, Beyrut, s: 431. Mustafa İslamoğlu’nun Razi ve Gazali ile alakalı sözlerine bak: http://www.youtube.com/watch?v=TOKt5KqoPks

2-Muhammed Gazali, Difaun an’il Akideti veş’ Şeria, s:17, Daru’l Kütüb el Hadise, Kahire

3- http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-7892-34-oryantalistlerden-ogrenecegimiz-bir-sey-yok.html

Mustafa özcan

Böylesine nefis bir yazıdan dolayı Mustafa özcan beye teşekkür ederim../Ahter
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Mustafa İslamogla neymis ya...Bazilarini bu kadar korkutacak ne yapti acaba...
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Mustafa İslamogla neymis ya...Bazilarini bu kadar korkutacak ne yapti acaba...

Eleştiriden korkmamak gerekir.Tenkidlere mukabele edebildiği oranda kıymeti artar, neki, biz sayın Mustafa islamoğlundan bu tenkidlere cevab görmedik, inş. bekleriz..Özellikle 3 Muhammed tenkidine ben cevab hala görmedim..:)
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Mustafa İslamoğlu ciddi olarak tetikçilerin hedefinde şuan, tetikçileri de tespit edilebilmesi açısından mihenk taşı denilebilir.
Kimin ne mal olduğunun açıkca belli olduğu bir süreç yaşanıyor şuan.
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
bence sayın İslamoğlunun problemi, yaptığı büyük tesbitlerin! altını dolduramaması, ve bunuda gündem oluşturmada kullanmasıdır.Mesela İmam Eşari olsun, İmam Buhari Müslim , Ahmed ibn Hanbeli..konularında çok ciddi kelamları var ama bunu delillendirmeden konuşuyor, deli istenince de bu sefer başka bir konu açıyor....ila ahir konu uzayıp gidiyor..

sonra kullandığı kelimelerde hiç hoş değil, mesela Abdulaziz bayındır için '' Onu yedirtmeyiz'' gibi cümleler kendinde alim sıfatı gören zatlar için uygun değildir, mahalli bir jargondur..Maalesef sayın islamoğlu kendisinin boyunu epey aşan konularda büyük laflar etmese, vakıf hizmetlerinde bulunsa kitablarına devam etse, bu kadar gündemde de olmaz, tepkide çekmez..Ama ben bunları bilinçli yaptığını sanıyorum.belki bir strateji gibi..O zamanda tenkidlere sabırlı olsun , ilmi cevablar hazırlasın..
 
Üst