dedekorkut1
Doçent
ÖRTÜNMEK ASALET Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Mevla balçıktan yarattığı kuluna daha toprakla su arasındayken kendi ruhundan üflediği gibi hayâ perdesi örtüyle de diğer yaratıklarının yanında eşref-i mahlûkat varlık olarak da yüceltmiştir. İşte insanın bu denli diğer yaratılmışlardan ayrı olarak birde hayâ perdesiyle donatılmış olması eşref-i mahlûkat özelliği kazanmasına ziyadesiyle yetmiştir. Derken bu sayede örtünmenin çok büyük bir asalet nimet olduğunu idrak etmiş olduk. Yeter ki, müminler olarak örtünme adabına uygun duruş sergileyelim bu asalet ve zarafet ebediyete mal olacak şekilde ahret kazancına dönüşür de. Ki, bu asalet ve zarafet hali ilahi kaynakla yoğrulmuş takva libasından başkası değildir. Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususta; “Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerleriniz örtecek ve süs olacak elbise indirdik, takva elbisesi... İşte bu daha hayırlıdır” (A’raf,26) diye ferman buyurmakta. Madem Yücelerden böyle ferman buyrulmuş, o halde biz aciz kullara ‘Ferman başımız üzere’ deyip örtünme emrinin gereğini yerine getirmek düşer.
Sakın ola ki, örtünmede neyin nesidir, örtünmenin de hakkı hukuku mu olur ya da istediğim şekilde giyinir kuşanırım kime ne diye türünden içi boş söylemlerle kendi kendimize ahkâm kesmeyelim. Mutlaka örtünmenin hak ve hukukunu yerine getirmemiz icab eder. Bakınız öyle örtünenler vardır ki; örtünmenin hak ve hukukuna riayet edilmediği içindir haklarında örtünür çıplaklar dense yeridir. Öyle ya, örtünmekten maksadımız kısmen açık örtünmek, kısmen kapalı örtünmek ya da vücut azaları belli olacak türden örtünerek gezip dolaşmaksa, biliniz ki İslam’da böylesi setr-i avret örtünme adabının dışında ki tüm örtünme biçimlerine asla cevaz yoktur. Bikere setr-i avret usulü ve adabınca örtünme kısmilik ve bölük pörçüklük kabul etmez, illa ki tam tekmil setr-i avret usulü örtünme yekpareliği yani bütünce ehram olmayı gerektirir. Kelimenin tam anlamıyla ister adına tesettür örtünme diyelim ister ehrama bürünmek diyelim hiç fark etmez mutlaka setri avret hal üzere örtünmek gerekir ki, takva libasından maksat hâsıl olmuş olsun.
Malumunuz, erkeğin avret mahalli (avret yeri) diz kapağı ile göbek arasıdır, kadının ise saçların tüy bitiminden başlayıp kulak yumuşağının çene altına kadar ki kısımdır, yani görünen el, yüz ve ayaklar dışında kalan tüm bedendir. İşte müminler bu örtünme usul ve adablarına uymakla zarafet ve asalet timsali hal üzere konumda kendilerini özgür ve rahat hissedecekleri muhakkak. Hem nasıl kendilerini özgür ve rahat hissetmesinler ki bikere örtünmeyle avret yerlerin ulu orta sergilenmesine mani olunduğu gibi kem gözlerden ve haram nazarlardan korunarak kelebek misali cennet hatırası diyebileceğimiz giysiyle her ortam ve şartlarda seyri âlem eylenmiş de olunur. Madem öyle, örtünmeyi hafife almamakta fayda vardır. Aksi halde ruz-i mahşerde Allah indinde hafife alınanlardan oluruz. Nitekim Resulullah (s.a.v) Ruz-i mahşerde olacak olanları şöyle ortaya koyar da: “Cehennem halkından iki sınıf insan var ki, birincisi sığırkuyrukları gibi kamçıları olan, onlarla insanları dövenlerdir. İkinci grup ise giyinmiş, fakat çıplak kalan erkeklerin kalplerini kendilerine meylettiren vücutlarını sağa sola eğip çalımlı yürüyen kadınlardır. Onların başları Horasan develerinin hörgüçleri gibidir. Bunlar cennete giremezler. Oysa o koku çoktur, ama çok uzun mesafelerden duyulmaktadır” (Müslim).
Hiç kuşkusuz cennet hatırası örtüyü bir şekilde bir şekilde örtünmesine örtünüyoruz ama cennet hatırası örtünmekten maksat iklim şartlarına göre kılıktan kılığa girip şekil almak değil, bilakis örtünmekten temel amaç Allah’ın örtünme emrini yerine getirmektir. Bu maksadın dışında şayet iklim şartlarına göre soğuktan korunmak ya da bunaltıcı sıcaktan serinlemek maksatlı örtündüğümüzü düşünüyorsak çok büyük yanılgı içerisindeyiz demektir. Hele birde sırf dikkat çekmek için örtünülüyorsak o zaman vay halimize. Oysa örtünme ne iklim şartlarına göre kılıktan kılığa şekil almak ne de dikkat çekmenin bir aracıdır, bizatihi Allah’ın emrini yerine getirme aracıdır. Zira Hz. Âdem (a.s) ve Havva anamız dikkat çekmek için örtünmüş değillerdi, bilakis usulü adabınca Allah’ın rızası doğrultusunda cennet yurdunda rahatça gezinmeleri için örtüye bürünmüşlerdi. İyi ki de Hz. Âdem (a.s) ve Hz. Havva annemize cennet libası bahşedilmiş oldu da, bu sayede şu konuk olduğumuz fani dünyada cennet hatırası örtüyle yüzleşivermiş olduk. Sadece yüzleşmek mi, bunun yanı sıra örtünmeyle hayâ perdesine bürünüp hayânın imandan bir cüz olduğunun idrakine ermiş olduk. Yetmedi bu arada şeytanın Âdem (a.s) ve Havva anamıza bin bir türlü desise ve vesveseyle yasak ağacın yemişinden yedirmesinin arka planında ki esrarı da idrak eder olduk. Aslında ağaç bahane, şeytanın tüm derdi davası çabası bin bir türlü hile ve desiselerle hayâ libasını bertaraf edip avret yerlerini görünür kılmakmış. Nitekim öyle de oldu. Ki, Yüce Allah (c.c) bu hususta; “Derken onların kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı…” Araf suresi 20. ayetle başlayan ayet meallerinde şöyle açıklık getirir:
“Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o ayıp yerlerini kendilerine göstermek için ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: ‘Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız yahut ebedilerden olacağınız için, yasak etti.’ Bir de onlara, ‘Şüphesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim’ diye yemin etti. İşte bu suretle ikisini, (o ağaca) tenezzül ettirdi. Ağacı tattıkları anda ise o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yapraklarından üst üste örtmeye başladılar. Rableri de ‘Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? “Şeytan size muhakkak apaçık bir düşmandır” demedim mi? diye nida etti.” (Araf, 20-22).
Evet, ayet meallerinden de anlaşılacağı üzere şeytan’ın onca hinliği, onca çabası imandan bir şube olan hayâ perdesi melekenin etki gücünü kırmak içinmiş meğer. Yüce Allah’ın hikmetinden sual olunmaz elbet, ancak insanoğlunun imtihanı bu ya, nihayetinde şeytanın binbir türlü desiseleri ben-i âdemin yerinden yurdundan edip asli vatanından geçici yurduna göç etmesine yetmiştir. Anlaşılan o ki avret yerlerinin açılması hayâ duygularını bir anda silip süpürmeye yetiyor. Dahası hayâsızlık her türlü felakete davetiye çıkarıyor da. Nasıl mı? İşte görüyorsunuz gün geçmiyor ki iffet, edep, mahremiyet ayaklar altına alınmasın. Malumunuz mahremiyetin kalmadığı yerde iffet, iffetin olmadığı yerde ise hürmet kalmaz. Artık bu noktadan insanlarda aşırı bir şekilde dünyaya tamah da baş gösterir. Derken dünyaya düşkünlük nefse köleliği beraberinde getirir. Öyle ki, bu aşırı düşkünlük kadınlarda vücudunu teşhir edecek derecede kadınlık ruhunu bertaraf eden unsur olur da. Tabi bu arada şeytan da fırsattan istifade boş durmayıp üst perdeden kadınlara yönelik “Ana ve babanızı cennet elbisesinden dünya çıplaklığına dönüştürdüğüm gibi sizlerinde hayâ perdesini çözecek örtünüzü üzerinizden almak benim asli görevimdir” deyip habire telkinde bulunmayı ihmal etmeyecektir. Belli ki bu telkin boşa değil, bilakis “O topraktan bense ateşten yaratıldım” hırsıyla yapılan bir telkindir bu. Ki, Yüce Allah bu hususta “Ey Âdem'in çocukları! Şeytan avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak anne babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın (Araf, 27) beyanıyla bu durumu teyit ettiği gibi, Yüce Allah (c.c); Âdem ve Havva’nın zürriyetinden gelecek tüm kullarına yönelik “Ağacın meyvesini tattıklarında avret yerleri kendilerine açıldı. Bunun üzerine (hayâ duygusu ile) cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara şöyle seslendi... Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerlerinizi örtecek ve size süs olacak. Elbise indirdik; takva elbisesi.. İşte bu daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar” (A’raf 20–27) diye öğüt verir de.