örtünmek asalet mi?

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
ÖRTÜNMEK ASALET Mİ?

ALPEREN GÜRBÜZER

Yüce Mevla kulunu sadece balçıkla yaratmamış, balçığa birde ruh üfleyip hayâ örtüsüyle donatmış ta. Bu yüzden örtünme çok büyük bir nimet addedilir. İnsan yeter ki, örtünme adabına uygun duruş sergilesin asalet ve zarafet özelliği kazanır da. Elbette ki bu asalet ilahi kaynakla yoğrulmuş takva libasından başkası değildir. Zira bu hususta Yüce Allah (c.c); “Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerleriniz örtecek ve süs olacak elbise indirdik, takva elbisesi... İşte bu daha hayırlıdır”(A’raf,26) ferman buyurmakta. Madem öyle ‘ferman başımız üzere’ ölçüsünce örtünme emrini hakkıyla yerine getirmek gerekir. Sakın ola ki örtünmede nedir, bunun hakkı hukuku mu olur demeyin, bakın öyle örtünenler var ki; onlar için örtünür çıplaklar dense yeridir. Şayet örtünmekten maksat kısmen açık, kısmen dar, kısmen kapalılık, kısmen vücut azaları belli olacak türden örtünmeler kastediliyorsa, biliniz ki İslam’da asla bu tür örtünmelere yer yoktur, hatta setri avret olarak kabul görmez de. Şu bir gerçek örtünme yekpare bölünmez bir örtüye bürünmek demektir, dolayısıyla kenarından kıyısından da olsa bütünlüğü bozmaya gelmez, mutlaka setri avret hal üzere örtünmek gerekir. Zira örtünme adabına hakkıyla riayet edelim ki, örtümüz kurtuluşumuz olsun.
Malum, erkeğin avret mahrem alanı (avret yeri) diz kapağı ile göbek arasıdır, kadının ise saçların tüy bitiminden başlayıp kulak yumuşağının çene altına kadar ki kısımdır, yani görünen el, yüz ve ayaklar dışında kalan tüm bedendir. İşte bir mümin bu örtünme usul ve adabına uymakla çok büyük avantajlar elde etmiş olur. Bu öyle bir avantaj ki, örtünmeyle avret yerlerin ulu orta sergilenmesine mani olunduğu gibi dünyanın dört bir yanını cennet hatırası giysiyle seyri âlem eylenir de. İşte bu yüzden örtünmeyi hafife almamak gerekir. Nitekim Resulullah (s.a.v) örtüsüzlüğün vahametini şu beyanıyla ortaya koymuştur: “Cehennem halkından iki sınıf insan var ki, birincisi sığırkuyrukları gibi kamçıları olan, onlarla insanları dövenlerdir. İkinci grup ise giyinmiş, fakat çıplak kalan erkeklerin kalplerini kendilerine meylettiren vücutlarını sağa sola eğip çalımlı yürüyen kadınlardır. Onların başları Horasan develerinin hörgüçleri gibidir. Bunlar cennete giremezler. Oysa o koku çoktur, ama çok uzun mesafelerden duyulmaktadır” (Müslim).
Elbette ki müminler olarak örtünmesine örtünüyoruz, ama tam layığı veçhiyle örtündüğümüz söylenemez. Hele aramızda örtündüğünü sanan öyleleri var ki; sırf dikkat çekmek için örtünmekteler, oysa örtünme dikkat çekmenin bir aracı olamaz. Zaten dinimiz buna cevaz vermez. Zira Hz. Âdem (a.s) ve Havva dikkat çekmek için örtünmüş değillerdi, bilakis usulü adabınca cennet yurdunda rahatça gezinmeleri için örtüye bürünmüşlerdi. İyi ki de babamız Hz. Âdem (a.s) ve annemiz Hz. Havva’ya böylesi bir libas bahşedilmiş, bu sayede şu fani dünyada cennet hatırası örtüyle yüzleşmiş olduk. Sadece yüzleşmek mi, bunun yanı sıra örtünmeyle hayâ zırhına bürünüp hayâ’nın imandan bir cüz olduğunu idrak eder olduk. Hatta idrak etmekle kalmadık şeytanın Âdem (a.s) babamız ve Havva anamıza bin bir türlü desise ve vesveseyle yasak ağacın yemişinden yedirmesinin arka planında ki esrarı da anlar olduk. Hiç kuşkusuz şeytan’ın bunca hinliği, bunca çabası imandan bir şube olan hayânın etki gücünü kırmak içindi. Bir başka ifadeyle hile yoluyla hayâ libasını açıp avret yerlerinin görünmesi içindi. Nitekim öyle de oldu ve sonunda ben-i âdemin asli vatanından fani vatana göçü vuku bulur da.
Gerçekten de avret yerlerinin açılması hayâ duygularını bir anda silip süpürmeye yetiyor. Hatta hayâsızlık her türlü felakete davetiye çıkarıyor da. Nasıl mı? İşte görüyorsunuz gün geçmiyor ki iffet, edep, mahremiyet ayaklar altına alınmasın. Malum, mahremiyetin kalmadığı yerde iffet, iffetin olmadığı yerde ise hürmet kalmaz. Artık bu noktadan insanlarda dünyaya düşkünlük başlar bile. Derken dünyaya düşkünlük nefse köleliği beraberinde getirir. Öyle ki, bu düşkünlük kadınlarda vücudunu teşhir edecek derecede metalaşmaya yol açıp kadınlık ruhunu bertaraf eden unsur olur da. Tabi bu arada şeytan da fırsattan istifade boş durmayıp üst perdeden kadınlara yönelik “Ana ve babanızı cennet elbisesinden dünya çıplaklığına dönüştürdüğüm gibi sizlerinde hayâ perdesini çözecek örtünüzü üzerinizden almak benim asli görevimdir” deyip habire telkinde bulunmayı ihmal etmez de. Belli ki bu telkin boşa değil, “O topraktan bense ateşten yaratıldım” hırsıyla yapılan bir telkindir. Ki, Yüce Allah (c.c) bu hususta; “Ey Âdem'in çocukları! Şeytan avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak anne babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın (Araf, 27) beyanıyla bu durumu teyit ediyor. Yine Allah (c.c); Ağacın meyvesini tattıklarında avret yerleri kendilerine açıldı. Bunun üzerine (hayâ duygusu ile) cennet yapraklarından üzerilerini örtmeye başladılar. Rableri onlara şöyle seslendi... Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerlerinizi örtecek ve size süs olacak. Elbise indirdik; takva elbisesi.. İşte bu daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar” (A’raf 20–27) buyurmakta.
İşte görüyorsunuz şeytan cennette Âdem ve Havva’ya tuzak kurup asli vatandan mahrum ettiği yetmemiş gibi, birde bunun üstüne dünyada da Âdem ve Havva'nın zürriyetinden kıyamete kadar türeyecek tüm insanlığı ilahi yoldan saptırmak için ne gerekiyorsa onu yapmanın çabası içerisindedir. Bilhassa müminlerin yeryüzünde cennet hatırası libasla dolaşmamaları için her ne türlü hile ve desiseye başvurmakta geri durmaz da. Niye geri dursun ki, şeytan şunu çok iyi biliyor ki: bir insanın ar damarı çatlayınca imanını çalmak çok kolay olacaktır.
Allah (c.c), tüm canlıları anadan üryan çıplak yaratmış, ama insanın diğer mahlûkattan bir farkı var ki, o da yaratılışla birlikte cennette özel örtüyle donatılmış olmasıdır. Hiç kuşkusuz bu fark, eşrefi mahlûkat olmanın nişanesi bir farktır. Kaldı ki farkı fark ettiren cennet örtüsü fark edilmese de bu hususta ilahi örtünme emrinin varlığı her şeye bedel bir değer olarak Kelam-ı Kadimde yerini almış durumda. Böyle bir emir yücelerden geldikten sonra bizim yapacağımız tek şey emre itaat etmek olmalıdır. Nitekim Yüce Allah (c.c) Kelam-ı Kadiminde Habib’ine şöyle buyuruyor:
-“Ey Peygamber! Hanımlarına kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden tanınıp eziyet edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir” (Ahzab, 59).
-“(Habib’im) Mümin kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boyun, kulak, baş, kol ve bacak gibi yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz, eller, ayaklar) müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (göğüs ve boyunlarını) göstermesinler, ziynet (yer)lerini ancak şu kimselere gösterebilirler: …” (Nur,31).
İşte, ayetlerden de anlaşıldığı üzere bir mümin kadın her ne surette olursa olsun yabancı erkeklere karşı örtünmesi dini bir vecibedir. Zaten kadın yaratılış gereği hayâ libasıyla donatılmış, ama zahirende bunu taçlandırması lazım gelir. Ki, kendini haram bakışlara karşı koruyabilsin. Zira kadının tek koruyucu zırhı örtüsüdür. Ve bu zırh sayesinde örtünme asaletine bürünür de. Malum, İslam’da cariye azad olur olmaz derhal örtünmezse vakit içerisinde kıldığı namaz ifsat olmakta, bu durumda örtünüp yeniden namazı kılması lazım gelir. Çünkü bir cariye için örtünme farzı azad edildiği andan başlar. Derken azad olmuş cariye bir anda özgürlük nişanesine kavuşmuş olur. Bakın, Haneyi Saadet hanımları “(Ey Peygamber hanımları) evlerinize oturun. Evvelki cahiliye çıkışı gibi çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin” (Ahzab,33) ayetine muhatap olduklarında derhal asalet örtüsüne bürünmüşler bile. Tabii onların muhatap olması tüm müminlerin muhatap olması demektir. Dahası onlar bizim için örnek teşkil etmekte. Hiç kuşkusuz bu örneklik uygulamada bir takım sıkıntılar yaşanmasın diyedir.
Evet, mahremiyet örtü ile anlam kazanmakta. Ama gel gör ki, bir takım aklı evveller örtüsüzlüğü çağdaşlık olarak lanse etmekteler. Oysa bu nasıl bir çağdaşlıksa kalplerinin safiyetini yitirdiklerinin farkında bile değiller. Neredeyse teşhircilik tek safiyet gibi sunulmakta, aslında içinde yaşadığımız bu hal vaziyet ne denli değer kaybına uğradığımızın bir göstergesi. Sadece tek bu gösterge olsa belki gam yemeyiz, ama bizi daha da çok içten içe derin düşündüren tablo her geçen gün aile ocaklarının çökme yönünde alarm vermesidir. Şayet hal vaziyet böyle giderse artık yuva kurmak ve aile olmak bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Madem hal vaziyet bu mecrada ilerlemekte, o halde neydik edip bir an evvel bu çıkmaz kuyudan çıkmanın yollarını aramalı. Nasıl ki oruç ibadetiyle hem iç, hem dış dünyamız kontrol altına alınıp nefsimiz dizginleniyorsa, aynen cennet örtüsüne bürünmekle de iç ve dış âlemimiz her türlü haram bakışlardan korunmaya alınmakta. Bilhassa bu noktada çıkmaz kuyudan çıkma yönünde evlilik büyük bir çözüm gibi gözüküyor. Nitekim evlilikle eşler birbirinin örtüsü olur da. Nasıl mı? İşte bu hakikat Allah Teâlâ’nın; “Onlar sizin elbiseniz, sizde onların elbisesiniz” (Bakara 187) beyan buyurduğu ayette gizlidir. Öyle ki Peygamberimiz (s.a.v) bu hakikat ışığında “Ben ümmetimin çokluğuyla övünürüm” buyurmuştur. Madem öyle, bir ömür boyu tek baş yastıkta eşlerin birbirine örtü olduğu aile ocaklarını tüttürmek varken, örtüsüz yuvasızlığa özenmek niye?
Evet, kültürel yozlaşma karşısında derdimiz davamız aile ocaklarını tüttürmek olmalıdır. Gerçekten de yuvasızlık ve eşsiz hayat örtüsüzlük demektir. Bakmayın siz öyle “bekârlık sultanlıktır” deyip ahkâm kesenlere, kazın ayağı hiçte öyle değil, tam aksine tek başına hayat çoraklık ve çöllük demektir. Bir anlamda evlilik dışı hayat çıplak hayat dersek yeridir, o halde avara avara bu dünyada örtüsüz çıplak hayat yaşamayı kendimize zül addedelim.
Örtünmek o denli mühim bir haslet ki, tarihler Hicretin otuz beşinci yılını geçtiğini gösteriyordu ki; Hz. Osman (r.anh) Hane-i Saadetinde Kur’an okur haldeydi. Ancak o sırada isyancılardan birkaçı ellerinde birkaç meşale ile dış kapıyı aleve vermeye başlamışlardı. Derken alevler içerisinde muhafızları yangın söndürmekle meşgul edip bir anda odaya daldıklarında Hz. Osman'ın (r.anh) hanımı Naile annemiz ister istemez şaşkın bakışlar içerisinde yerinden fırlayıverdi. İsyancılar buna karşılık verip başörtüsünü çektiler. Hz. Osman (r.anh) ise bu arbede içerisinde hanımına; ‘Ey Naile! Başını ört, öldürülmek bile senin başının açık kalması yanında hafif kalır’ demekten kendini alamamıştır. İşte örtü hassasiyeti budur, hem de ecele şerbet demek olan şehit düşme esnasında dile getirilen bir hassasiyettir bu. Zaten hayâ deyince ilk evvela Hz. Osman akla gelir. Hakeza Peygamber kızı Fatıma annemizde öyledir. O da; “Ben ölürsem beni gece defnedin ki erkekler beni görmesin” diyecek kadar hayâ sahibi can yürek bir annemizdi.
Velhasıl; her iki misalde bize şunu gösteriyor ki, ölürken bile örtü hassasiyeti şarttır.
Vesselam.

http://www.bayburtpostasi.com.tr/ortunmek-asalet-mi-makale,7091.html
 
Üst