OKuL NE OKuTuR?

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
HER NEDENSE kendi kendime sürekli şu soruyu soruyorum: Bizim gerçekten okullara ihtiyacımız var mı? Bunu derken eğitimi kastetmiyorum elbette, okullardaki mecburî eğitimden bahsediyorum; günde 6 saat, haftada 5 gün, yılda 9 ay ve 12 yıllık zorunlu eğitimden… Bu bezdirici rutin, gerçekten gerekli mi? Eğer gerekliyse, neden?

Hemen önüme okuma, yazma, matematiği koymayın. Şu anda eğitimini evinde yapan 2 milyon öğrenci, bu konularda akranlarından hiç de geride değil. Ayrıca meşhur pekçok Amerikalı, George Washington, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson, Abraham Lincoln bir sistem olarak okulun ürünü değiller. Yine amiral Farragut, mucid Edison, sanayiciler Carnegie ve Rockefeller, yazarlar Melville, Twain ve Conrad, hatta eğitimci Margaret Mead bir okuldan mezun olmadılar. Ya da kocasıyla birlikte dünya tarihi yazan Ariel Durant’ın eğitimsiz olduğunu kim iddia edebilir? Okula gitmediği söylenebilir belki, ama eğitimsiz olduğu asla!

Bu ülkede ‘okullu olmak’ ile ‘başarı’ arasında bir bağ olduğu öğretildi bizlere. Ama tarihsel olarak doğru değil bu. Şu anda dünyadaki genel eğilime göre, zorunlu eğitim tutsaklığına yakalanmadan insanlar kendilerini eğitmeye çalışıyorlar. O halde, neden okul sistemi ile eğitimi birbirinden ayırmayı ve bu ikisinin farklı şeyler olduklarını görmeye çalışmıyoruz?

KİTLE EĞİTİMİNİN HEDEFLERİ Birleşik Devletler’de zorunlu kitle eğitimi, dişlerini 1905’lerde gösterdi. O zaman amaçlar şöyle konmuştu: 1) İyi insan yetiştirmek, 2) İyi vatandaş yetiştirmek, 3) Her insanı en iyi noktaya taşımak. Bu amaçlar bugün de aşağı yukarı aynı şekilde sunuluyor. Ama zorunlu eğitimin gerçek amacını daha 1924’te H. L. Mencken, bakın nasıl izah etmiş: “Kitle eğitiminin amacı, gençleri bilgilerle doldurmak ve onları zekaca üstün bir noktaya taşımak değildir.

Hiçbir şey gerçekten bu kadar uzak düşmez. Asıl amaç, olabildiğince çok bireyi benzer basit davranışları sergilemeye itmek, standard vatandaşlığı beslemek, orijinalliği öldürmektir. Bu, Birleşik Devletler’de de böyledir, dünyanın başka yerlerinde de…” Mencken’in söyledikleri bununla bitmiyor. Ona göre Birleşik Devletler zorunlu eğitimi, bir ordu devleti olan Prusya’dan ithal etti. Prusya’da neden bu sisteme geçildiğine baktığımızda ise, insan tek kelimeyle dehşete kapılıyor: Vasat düşünürler üretmek, insanın ruhsal boyutunu bastırmak, çocukların liderlik özelliklerini silmek, boş ve zaaf sahibi yurttaşlar yetiştirmek. Tüm bunların hedefi de toplumu ‘yönetilebilir’ kılmak.

Yirmi yıl Harvard Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmış, II. Dünya Savaşı’nda atom bombası projesinde yer almış, savaştan sonra Almanya’da yüksek komiserlik yapmış Jomes Bryant Conant’a kulak verdiğimizde ise, kitle eğitimiyle ilgili yeni çarpıcı bilgilere ulaşıyoruz. Ki bu şahıs, bugün Amerika’da uygulanmakta olan standard testin ve kışla gibi 3000-4000 öğrencinin liselere doluşturulmasından da sorumlu olan kişidir. 1959’da yazdığı kitapta Conant, ülkemizdeki okulların 1905 ile 1930 arasında uygulamaya konan bir ‘devrim’ sonucunda oluştuğunu belirtiyor. Ve ona göre bu devrimin amacı, 1820’lerde Prusya’da yapılanıyla aynıydı: Kapitalist burjuvazi hareketini tehdit eden köylü ve işçilerin, burjuvazi aleyhine tehlikeli bir dayanışma içine girmelerini engellemek.

İşte modern endüstrileşmiş zorunlu eğitim, bu alt sınıfları bir cerrah bıçağı gibi bölmeye yarıyor. Yaşa, test başarısına, konu ve alanlarına göre sürekli kompartımanlanan cahil kitle, daha çocuklukta birbirinden ayrılıyor. O andan sonra da, artık sonsuza dek tekrar bütünleşmeleri mümkün olmuyor. Bir başka Harvard’lı Inglis’e göre, modern okulun 6 temel işlevi var. 1) Islah ve uyum işlevi: Okullar, otoriteye karşı benzer tepkiler sergilenmesini sağlar. Kuşkusuz bu, eleştirel bakışı yok eden bir şeydir. 2) Bütünleştirici işlevi: Çocukları birbirine benzeştirmeyi sağlar. Sonucunda tepkileri önceden tahmin edilebilir bir toplum meydana gelir. 3) Teşhis edici ve yönlendirici işlevi: Okul, her öğrenciye kendisine uygun bir sosyal rol bulur. 4) Farklılaştırıcı işlevi: Öğrencilerin sosyal rolü tespit edildikten sonra, ‘sosyal makine’nin izin verdiği ölçüde öğrenciler o role hazırlanır. Ama bu rolün dışına taşmalarına asla izin verilmez. 5) Seçici işlevi: Bu işlevle kasdedilenin, insanın tercih hakkı olduğunu sanmayın sakın. Burada kasdedilen, Darwin’in ‘doğal ayıklanma’ teorisidir. Yani, okullar kendi şartlarına uyum gösteremeyen başarısız öğrencileri, ‘uygun değildir’ etiketiyle etiketler. Onlara düşük not verir, aşağı sınıflara koyar ve çeşitli cezalar verir. Böylece akranları, onları ‘aşağı’ olarak kabul eder ve aralarına almazlar. Ve bu şekilde elenen öğrencilere, ‘ezilecekler sınıfı’nın yolu gösterilir; tıpkı kirlerin halının altına süpürülmesi gibi. 6) Hazırlayıcı işlevi: Toplum sistemi, kendisini yönetecek bir elit gruba ihtiyaç duyar. Bu amaca ulaşmak için çocuklar arasından çok az bir kısmı seçilir ve sessizce elit gruba hazırlanır. Onlara, kalabalık bir nüfusu nasıl baskı altında idare edecekleri öğretilir.


BİR BAŞKA HEDEF: AKILSIZ TÜKETİCİ

Bütün bunların dışında, zorunlu eğitimin çok ilginç bir başka hedefi vardır, o da akılsız tüketiciler üretmek! Bu gereksinim, tarihsel süreç içinde üretimin büyük boyutlara ulaşmasıyla ortaya çıktı. 20. yüzyılın başlarında Amerika’da da durum buydu. O dönemde üreticilerin karşılaştığı en büyük sorun ise şuydu: Geleneksel Amerikan halkı, ihtiyacı olmayan ürünü satın alıp tüketmenin mantıksız ve tabiî olmadığını düşünüyordu. Zorunlu eğitim, tam da burada üreticilere Allah’ın gönderdiği bir ‘lütuf’ oldu. Ama tahmin ettiğiniz gibi, okul çocuklara hiç durmadan tüketmelerini öğretmedi; ondan da iyi bir şey yaptı: onlara düşünmemeyi öğretti. Ve böylece, yeni oluşan serbest pazarda çocuklar, oturup yeni çıkacak ürünleri bekleyen ördeklere döndüler. Bunun doğruluğunu test etmek istiyorsanız, pazar araştırmalarına bakın. Orada en çok tüketen iki grubun tiryakiler ve çocuklar olduğunu göreceksiniz.


YETİŞKİNLER ÇOCUK OLUNCA

Okullar, çocuklarımızı tiryakilere dönüştürmekle iyi iş çıkardı; ama çocuklarımızı bizden bağımsız bir ‘çocuklar’ kategorisine dönüştürmekle daha da iyi bir iş çıkardı. Bu da tesadüf değildi. Çünkü çocukları başka çocuklarla bir araya getirir; sorumluluk ve bağımsızlıktan mahrum eder; hırs, kıskançlık, korku gibi saçma duygular geliştirmelerini teşvik ederseniz, onlar belki büyürler, ama asla tam bir yetişkin olamazlar. Böylece hayatları boyunca ‘çocuklar’ kategorisinde kalan bir toplum üretirsiniz. Bunun sonuçlarını günümüz toplum hayatında yaşıyoruz. Olgunluk, hayatın her alanından çıkarıldı. Kolay boşanma kanunları, ilişkiler üzerinde biraz daha gayretli olma ihtiyacını ortadan kaldırdı. Kolay krediler, kişinin bütçesini kontrol etmesini gereksizleştirdi. Kolay eğlenme olanakları, kişinin kendini nasıl eğlendireceğini öğrenmesini engelledi. Kolay cevaplar, soru sorma ihtiyacını ortadan kaldırdı. Anlayacağınız, biz hepten bir ‘çocuk millet’ olduk. Önce televizyon satın alıyoruz, sonra da televizyonda gördüklerimizi… Önce bilgisayar satın alıyoruz, sonra bilgisayarda gördüklerimizi… İhtiyacımız olmadığı halde altı lastik tenis ayakkabısı satın alıyoruz, kısa sürede altı çıkınca gidip bir çift daha alıyoruz.


ÇÖZÜM VAR MI?

Şimdi de iyi haber. Eğer okulun ardındaki mantığı anlarsanız, onun hilelerinden ve olumsuz sonuçlarından kendinizi koruyabilirsiniz. Okul, çocukları tüketici ve işçi olmaları için eğitir; siz onlara lider olmalarını ve maceraya atılmalarını öğretin. Okul çocuklara itaat etmeyi öğretir; siz onlara eleştirel düşünmeyi ve bağımsız hareket etmeyi öğretin. Okula bağımlı çocuklar sıkıntıdan kurtulamazlar; siz çocuğunuza sıkılmamasını sağlayacak iç yaşam zenginlikleri kazandırın. Okulda öğretmenler çocukların önüne ciddi malzeme koymaktan sakınırlar; siz onlara tam bir olgun olmalarını sağlayacak tarihten, edebiyattan, felsefeden, müzik, sanat, ekonomi ve dinden malzemeler sunun. Okula ısındırılmış çocuklar, yalnız kalmaktan korkmaya şartlandırılırlar, o yüzden bu çocuklar sürekli TV, bilgisayar, telefon konuşmaları ve kısa süreli arkadaşlıklar ile yalnız kalmaktan kaçarlar. Siz çocuğunuza yalnız kalacağı zamanlar ayarlayın.

Böylece kendi arkadaşlığından ve bir iç diyalog geliştirmekten zevk alabilir. Ayrıca, okulun genç beyinler üzerinde bir deney laboratuarı, davranışları tektipleştiren bir merkez olduğunu unutmayın. Zorunlu eğitim çocuklarınıza kazaen hizmet eder, onun gerçek amacı çocuklarınızı hizmetçi yapmaktır. Çocuklarınızın çocukluklarının uzamasına da izin vermeyin. Eğer Farragut genç yaşta İngiliz savaş gemisini ele geçirmişse, Thomas Edison 12 yaşında küçük de olsa bir gazete basmışsa, çocuklarınızın yapabilecekleri konusunda konuşmaya gerek yok. 30 yıllık öğretmenlik tecrübemden sonra şunu gördüm ki, toplum içinde dahilik de delilik kadar yaygındır.

Ama biz dahileri bastırıyoruz. Bunun tek sebebi, gerçekten eğitimli insanlardan oluşan bir toplumu yönetemeyeceğimizden korkmamızdır. Bana göre, çözüm basit ve görkemli: Çocuklarınızın kendi ayakları üstünde durmasına izin verin!



JOHN TAYLOR GATTO
(New York’ta yılın öğretmeni seçildi.) (Harper’s Magazine’den çeviren: Ömer Baldık)
(2002)

 
Üst