Okçular nerede Şimdi?

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
ASR-I SAADETTE YAŞANAN hiçbir olay yoktur ki, sonraki tüm zamanlara ışık tutan bir veçhesi olmasın.

Saadet Asrı, bir bakıma, bütün bir insanlık tarihinin ‘misal-i musağğarı’ hükmündedir. O asırda yaşanan her hadise birer misal, o hadiselerde Resûlullah ve sahabilerin tavrı ise birer nümune-i imtisal niteliğindedir.

Asr-ı Saadeti bu nazarla okuyunca, kendi yaşadığı bugüne dair nice aydınlatıcı tablo, nice yol gösterici olayla yüzyüze gelir insan.

Asr-ı Saadette yaşanan olaylar içinde belki en yoğun, derin ve geniş ibretler yüklü hadise ise, Uhud savaşı olsa gerektir. Âl-i İmran sûresinin 120. âyetten başlayarak 60 âyetinin esbâb-ı nüzûlünün bu hadiseye bakıyor olması da, herhalde bunun delilidir.

Uhud’da herşey vardır. Mü’minler, müşrikler, münafıklar, zafer, hezimet, korku, ümit, sürur, hüzün, mal sevdası, candan feragat… derken, dünya adlı şu meydan-ı imtihanda insan için sınanma vesilesi olan herşey o savaş hengâmında içiçe, beraberce çıkmaktadır karşımıza.

Bu büyük hadisenin belki en kilit anını ise, Uhud boğazını bekleyen okçuların müşrik ordusunun kaçışmaya başlaması üzerine yerlerini bırakıp ganimet peşine düşmeleri teşkil eder.

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, daha savaş başlama-dan, durum ne olursa olsun, velev ki herşey bitmiş ve savaş kazanılmış gözüksün, yahut savaş kaybedilip de meydanda cesetlerin kuşlar tarafından kapışıldığına şahit olunsun, kendi talimatı olmadan yerlerini asla terketmemeleri yönünde okçuları uyarmıştır. Bu kesin talimata rağmen olanlar olmuş; ku-mandanları Abdullah b. Cübeyr ve on kadar okçu hariç, okçuların çoğu ganimete yönelmiştir.

Sonuç, az sayıdaki okçunun pusuda bekleyen müşrik sü-varilerce şehit edilmesi, kaçan müşrikleri kovalayıp ganimet toplayan sahabilere okçuların boş bıraktığı boğazı geçen süvarilerin arkadan saldırması, bu gelişme üzerine kaçan müşrik ordusunun da geri dönmesiyle mü’minlerin iki ateş arasında kalmaları, ve böylece, neredeyse kazanılmış bir savaşın bir anda mağlubiyete dönüşmesidir.

Uhud’un o ibretli hadisatını okurken, o günün başkaca olayları kadar, okçuların durumu ile bugünümüz arasında da benzerlikler bulur insan. Bu minvalde, ‘okçular’ın görevini, yani şirk atlılarının boğazı aşıp mü’minlere tasallutunu önleme vazi-fesini üstlenmiş bugünün mü’minlerinin, yani varlıklarını iman ve Kur’ân hizmetine adamış dinî toplulukların ekserisinin yüzyüze geldiği bir sınanma dikkatini çeker. Sonra, ehl-i dinin bugünkü ezik ve manen mağlup durumu ile o günün tablosu arasında da benzerlikler farkeder.

Görülür ki, nasıl o gün az sayıda okçu hariç diğerleri “Zafer kazanıldı” rehavetiyle ganimet peşinde koştuysa, bugün de birçok İslâmî cemaatin dünkü nice hizmet erleri bugün ‘ganimet’e yönelmiş haldedir, meselâ kimileri ihale peşinde ve ‘dünyadan hisse edinme’ telaşı içindedir. Elbette yerinde ve vazifesinde sebat edenler vardır, ama onlar ehl–i küfür ve nifakın savletli hücumuna yetememekte, yetişememektedir.

Hem, nasıl o gün okçuların çoğunluğunun zaten terkettiği boğazdan hücum eden şirk atlılarının hücumu en sonunda doğrudan Resûlullah’ın canını hedef alır bir cür’ete ulaşmışsa, bugün de hakâik–ı imaniye ve Kur’âniyeyi muhafaza ve müda-faa ile vazifeli olan nicelerinin ihmali ve başka işlere yönelmesi yüzünden, inkâr ve bid’a okları iman dairesine yayılmış haldedir ve doğrudan Resûl–i Ekrem’in (a.s.m.) getirdiği vahye, vahyin aydınlığında yaşamanın timsali olan sünnet–i seniyyeye ilişme cür’eti içindedir.

Keza, nasıl o gün ganimet peşinde koşanlar ganimetten mahrum kalmak bir yana, vazifedeki ihmalin bedelini hayatları ile de ödemişler ise, bugün de zamanımızın ‘ganimet’leri peşine düşen ehl–i iman, o güne kıyasla çok daha hasaretli biçimde, belki dünya hayatını değil ama uhrevî hayatını tehlikeye atma riskiyle yüzyüzedir. Nitekim, feci bir biçimde imanî ölçülerden taviz verilmekte, saflar bozulmakta, hatta terkedilmekte, bid’aya izin verilir ve ilhada boyun eğer hale gelinmektedir.

Ehl–i imanın böylesi bir manevî mağlubiyet ortamında Uhud’dan alacağı muazzam dersler vardır.

Bu derslerin en önemlilerinden biri ise, ‘okçular’ın çabuk derslerini alıp tecdid–i biat ederek tevhid–i kıble etmeleri; terk veya ihmal ettikleri asıl vazifelerinin başına dönmeleri gereğidir.
metin karabaşoğlu
www.karakalem.net
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Merak ettiğim bir olaydı paylaşım için teşekkürler Rabbim razı olsun
 

EbRu

Paylaşımcı
Katılım
10 Haz 2006
Mesajlar
336
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Rabbim razı olsun
 

muğlakgölge

Profesör
Katılım
19 Nis 2008
Mesajlar
997
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Yaş
42
Okçular Nerede şimdi?

ASR-I SAADETTE YAŞANAN hiçbir olay yoktur ki, sonraki tüm zamanlara ışık tutan bir veçhesi olmasın.

Saadet Asrı, bir bakıma, bütün bir insanlık tarihinin ‘misal-i musağğarı’ hükmündedir. O asırda yaşanan her hadise birer misal, o hadiselerde Resûlullah ve sahabilerin tavrı ise birer nümune-i imtisal niteliğindedir.

Asr-ı Saadeti bu nazarla okuyunca, kendi yaşadığı bugüne dair nice aydınlatıcı tablo, nice yol gösterici olayla yüzyüze gelir insan.

Asr-ı Saadette yaşanan olaylar içinde belki en yoğun, derin ve geniş ibretler yüklü hadise ise, Uhud savaşı olsa gerektir. Âl-i İmran sûresinin 120. âyetten başlayarak 60 âyetinin esbâb-ı nüzûlünün bu hadiseye bakıyor olması da, herhalde bunun delilidir.

Uhud’da herşey vardır. Mü’minler, müşrikler, münafıklar, zafer, hezimet, korku, ümit, sürur, hüzün, mal sevdası, candan feragat… derken, dünya adlı şu meydan-ı imtihanda insan için sınanma vesilesi olan herşey o savaş hengâmında içiçe, beraberce çıkmaktadır karşımıza.

Bu büyük hadisenin belki en kilit anını ise, Uhud boğazını bekleyen okçuların müşrik ordusunun kaçışmaya başlaması üzerine yerlerini bırakıp ganimet peşine düşmeleri teşkil eder.

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, daha savaş başlama-dan, durum ne olursa olsun, velev ki herşey bitmiş ve savaş kazanılmış gözüksün, yahut savaş kaybedilip de meydanda cesetlerin kuşlar tarafından kapışıldığına şahit olunsun, kendi talimatı olmadan yerlerini asla terketmemeleri yönünde okçuları uyarmıştır. Bu kesin talimata rağmen olanlar olmuş; ku-mandanları Abdullah b. Cübeyr ve on kadar okçu hariç, okçuların çoğu ganimete yönelmiştir.

Sonuç, az sayıdaki okçunun pusuda bekleyen müşrik sü-varilerce şehit edilmesi, kaçan müşrikleri kovalayıp ganimet toplayan sahabilere okçuların boş bıraktığı boğazı geçen süvarilerin arkadan saldırması, bu gelişme üzerine kaçan müşrik ordusunun da geri dönmesiyle mü’minlerin iki ateş arasında kalmaları, ve böylece, neredeyse kazanılmış bir savaşın bir anda mağlubiyete dönüşmesidir.

Uhud’un o ibretli hadisatını okurken, o günün başkaca olayları kadar, okçuların durumu ile bugünümüz arasında da benzerlikler bulur insan. Bu minvalde, ‘okçular’ın görevini, yani şirk atlılarının boğazı aşıp mü’minlere tasallutunu önleme vazi-fesini üstlenmiş bugünün mü’minlerinin, yani varlıklarını iman ve Kur’ân hizmetine adamış dinî toplulukların ekserisinin yüzyüze geldiği bir sınanma dikkatini çeker. Sonra, ehl-i dinin bugünkü ezik ve manen mağlup durumu ile o günün tablosu arasında da benzerlikler farkeder.

Görülür ki, nasıl o gün az sayıda okçu hariç diğerleri “Zafer kazanıldı” rehavetiyle ganimet peşinde koştuysa, bugün de birçok İslâmî cemaatin dünkü nice hizmet erleri bugün ‘ganimet’e yönelmiş haldedir, meselâ kimileri ihale peşinde ve ‘dünyadan hisse edinme’ telaşı içindedir. Elbette yerinde ve vazifesinde sebat edenler vardır, ama onlar ehl–i küfür ve nifakın savletli hücumuna yetememekte, yetişememektedir.

Hem, nasıl o gün okçuların çoğunluğunun zaten terkettiği boğazdan hücum eden şirk atlılarının hücumu en sonunda doğrudan Resûlullah’ın canını hedef alır bir cür’ete ulaşmışsa, bugün de hakâik–ı imaniye ve Kur’âniyeyi muhafaza ve müda-faa ile vazifeli olan nicelerinin ihmali ve başka işlere yönelmesi yüzünden, inkâr ve bid’a okları iman dairesine yayılmış haldedir ve doğrudan Resûl–i Ekrem’in (a.s.m.) getirdiği vahye, vahyin aydınlığında yaşamanın timsali olan sünnet–i seniyyeye ilişme cür’eti içindedir.

Keza, nasıl o gün ganimet peşinde koşanlar ganimetten mahrum kalmak bir yana, vazifedeki ihmalin bedelini hayatları ile de ödemişler ise, bugün de zamanımızın ‘ganimet’leri peşine düşen ehl–i iman, o güne kıyasla çok daha hasaretli biçimde, belki dünya hayatını değil ama uhrevî hayatını tehlikeye atma riskiyle yüzyüzedir. Nitekim, feci bir biçimde imanî ölçülerden taviz verilmekte, saflar bozulmakta, hatta terkedilmekte, bid’aya izin verilir ve ilhada boyun eğer hale gelinmektedir.

Ehl–i imanın böylesi bir manevî mağlubiyet ortamında Uhud’dan alacağı muazzam dersler vardır.

Bu derslerin en önemlilerinden biri ise, ‘okçular’ın çabuk derslerini alıp tecdid–i biat ederek tevhid–i kıble etmeleri; terk veya ihmal ettikleri asıl vazifelerinin başına dönmeleri gereğidir.

METİN KARABAŞOĞLU
 

hayriye

Asistan
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
428
Tepkime puanı
0
Puanları
0
evet o gün ashabı kiram efendimiz s.a.v min bir sözüne gaflet gösterdiler
ya biz
 

GÖK GÖZLÜM

AŞKIM SEN OL RABBİM
Katılım
8 Nis 2008
Mesajlar
591
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yaşadığım yerde
o gün okçular terk etti belki orayı ,dinlemediler resulullahı ve hala ibret olsun diye söyleniyor
ya bizler efendimizin sözüne uymamak için , binbir bahane arıyoruz , hep erteliyoruz nereye kadar....
 
Üst