Öfkemizi nasıl kontrol ederiz?

efruz

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
5,170
Tepkime puanı
735
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Kur’an-ı Kerim “Öfkenizi yutunuz” diyerek bu duygunun bastırılmasını emrediyor. Çoğumuz öfkemize yenik düştüğümüze göre; bunun nasıl yapılacağını öğrenmemiz şart. ‘Öfke kontrolü’ üzerine düşünüp çözüm önerileri geliştirmiş birine kulak vermek en iyisi...

Ayşe Nur Özkan, Çanakkale Biga İmam Hatip Lisesi öğrencisidir. Psikoloji derslerine giren felsefe öğretmeni ‘öfke’ meselesine geldiğinde modern yaklaşımlardan faydalanarak, “Bu bir doluluk hâlidir. O negatif gücü boşaltmanız gerekir. Açık bir mekânda avazınız çıktığı kadar bağırabilir ya da bardak çanak ne bulursanız kırıp rahatlayabilirsiniz. Bunu yapmazsanız ileride daha büyük patlamalar yaşar, kendinize ve çevrenizdekilere zarar verebilirsiniz.” der.

Akabinde Siyer dersine giren başka öğretmen konu aynı noktaya geldiğinde Al-i İmran suresindeki 134’üncü ayeti hatırlatır: “Takvâ sahiplerinin yaptığı gibi; kin ve öfkelerinizi yutunuz ve insanların kusurlarını da affediniz ki, iyi ve güzele yönelebilesiniz.”


Kendi serüvenini anlatırken, “Biri Allah’ın sözü, diğeri insanların kullandığı, bilimsel anlamda olumlu etkisi kanıtlanmış bir yöntem. Kur’an-ı Kerim ayrıntılarıyla insanı anlatıyor. Psikoloji biliminin amacı da bu. Bir çelişki vardı sanki ortada.” diyerek söze başlıyor ‘Ailede Öfke Kontrolü’ isimli kitabın yazarı.
Lise birinci sınıfta, hayata dair hayallerinin yeni yeni yeşermeye başladığı bir dönemde Ayşe Nur Hanım, ilahiyat fakültesi okumak, özellikle din psikolojisi alanına yönelmek ister.

Nitekim, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazanır. Din psikolojisi dersleri onun için çok verimli geçer. Toplumun her geçen gün daha öfkeli hâle gelmesi; tahammülsüzlüğün artması; çocuğunu, eşini katleden insanların üçüncü sayfa haberlerine yansıyan hikâyeleri ona ‘öfke’ konusuna yoğunlaşmanın zamanı geldiğini gösterir. Yüksek lisans çalışmasını bunun üzerine yapmaya başlar.


Yalnız işin içine girip mevzunun derinine indikçe konuyu belli bir çerçevede sınırlandırmak zorunda kalır. Çünkü ‘öfke’ genel başlığında araştırılabilecek o kadar çok bilgi vardır ki… Sonra ‘aile’ üzerine yoğunlaşmaya karar verir. Zira ailenin İslam dini açısından bir kutsiyeti vardır. Üstelik her bireyi hayata hazırlayan aile ortamından başkası değildir. Orada yetişen kız ve erkekler bir araya gelip yeni nesillerin temelini atar. Hâsılı, öfkesini kontrol edebilen ebeveynler, çocuklarına, onlar da kendi evlatlarına örnek olabilir, toplum sağlığı adına da mütevazı bir adım atılır.


‘Ailede Öfke Kontrolü’ kitabı, genel olarak incelediğinizde, içtimai hayatımıza dair birçok ayrıntıyı ‘öfke’ başlığı altında inceliyor. Önce öfke hakkında bilinmesi gerekenler ayrıntısıyla anlatılıyor, ardından aile içindeki durum karı-koca-çocuk üçgeninde masaya yatırılıyor. Mevcut sıkıntılar tahlil edilip genel bir fotoğraf ortaya çıkarıldıktan sonra, öfke kontrolünün nasıl yapılacağı adım adım anlatılıyor. Kitabın benzerlerinden farkı, psikolojik yaklaşımlarla birlikte dinî ve kültürel birikimlere de detaylı yer vermesi.

Çünkü günümüz öfke çalışmaları ağırlıklı olarak bilişsel davranışçı ve akılcı-duygusal teknikleri kullanıyor. Yazar bu konudaki hayretini de gizlemiyor: “Mevcut yaygın teknikler arasında insanı derinden etkileyen ve insan hayatına yön veren dinî öğretilerin bulunmaması büyük bir eksiklik. Dinler sadece ahirete yönelik söylemlerde bulunmayıp, hayatımızın her anını kapsayan bir dünya görüşü sunar. Böylece hayatımızı yönlendirir. Dinin, günlük hayatta karşılaştığımız sorunlarla başa çıkmada, ruh sağlığımızı korumada, depresyonu önlemede önemli işlevleri bulunduğu yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.”


ÖFKE BÜTÜN HAYATIMIZDA...
Şöyle bir düşünelim; hiç öfkelenmeden yaşayan insan var mıdır? Bilimsel araştırmalar ne yazık ki hayatın her evresinde insanoğlunun bazı durum ve şartlarda öfkelendiğini ortaya çıkarıyor. Engellenme, önemsenmeme, aşağılanma, keyfî bir tutumla karşılaşma ve saldırıya uğrama (duygusal-fiziksel) neticesinde hepimiz öfkeleniyoruz. Çünkü insan nefsi her zaman rahat olmak istiyor. Her engellenme bizi biraz daha hırçınlaştırıyor.

Bu tezin hayat silsilemiz içindeki konumuna gelince; çocukluk döneminde; eğitim, terbiye ve çocuğun isteklerinin karşısında yer alan yasaklar... Ergenlik döneminde; aileden kopma, bağımsızlık isteği, yetişkinlere ihtiyaç hissetme neticesinde yaşanan çatışma hâli… Yetişkinlikte; rekabet şartları, sorumluluktan kaynaklanan zorluklar, aile, arkadaş ve toplum tarafından reddedilme duygusu…


Orta yaştan ileri yaşa geçişte; gelecekle ilgili güvensizlik ve bunun getirdiği belirsizlikler, yaşlanmanın getirdiği sınırlamalar... Yani, hiçbir somut sorunumuz bulunmasa bile kendi kendimize yaptığımız kavgalar, hayata dair belirlediğimiz çerçeveler var. Hep bir kaygı hâli. ‘Acaba’ diye diye geçen bir ömür... Kaldı ki, âdeta koşarcasına geçirdiğimiz günleri, sosyal ve özel hayatımıza zaman ayıramayışımızı, büyük şehirlerin yoğun ve yorucu şartlarını, eşler arasındaki iletişimsizliği, insanların gittikçe yalnızlaşmasını, duygularını ifade edemeyen-hissizleşen bireyleri ve maddi-manevi tatminsizlikleri işin içine dâhil etmiyoruz.


Öyleyse bir yolunu bulup kendi kendimizi kontrol etmeli, ne kendimize ne de çevremize zarar vermeden yaşamanın yolunu bulmalıyız. Hayat şartlarımızı değiştiremeyeceğimize göre, işe öfke kontrolüyle başlamak şimdilik en ideali…


Ayşe Nur Özkan, önemli dinî eserlerde ‘faziletler ve reziletler’ başlığı altında olumlu-olumsuz davranışlar anlatıldığını söylüyor. Kendi amacını ise şöyle özetliyor: “İnancımız öfkemizi yenmeye, kontrol etmeye nasıl yardımcı olur, sorusuna cevap bulmak.” Bu anlamda kendine vizyon kazandıran, hadis ve ayetler olmuş. İliklere kadar hissedilen, yaşanan bir dinin insan hayatına ne denli yön verdiğini ispatlayan önemli olaylardan biri şöyle: Adaletiyle dünyaya nam salmış Hz. Ömer’i bir gün arkadaşı adaletsizlikle suçluyor.


Hz. Ömer çok hiddetleniyor, yerinden kalkıyor. İbni Abbas, “Allah Kur’an’da ‘Cahillerden yüz çevirin’ diye emrediyor. Bu da cahildir. Sen af yolunu seç.” diyor. Bunun üzerine Hz. Ömer sakinleşiyor. Ayşe Nur Hanım bu olaydan yola çıkarak önemli bir kanaate varmış: “Demek ki sağlam bir inanç, davranışlarımıza direkt yön veriyor. Bir de Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas), ‘Duygularınız da bana tabi olmadıkça gerçek kâmil imana ulaşamazsınız.’ diyor. İbadetlerimizi yerine getirmek yeterli değil. Duygu kontrolü burada da devrede.”



Genel anlamda öfke, kızgınlığın çok daha yoğunlaşarak birikmiş hâli, yoğun ve kontrolsüz tepki. şeklinde tanımlanıyor. Aslında öfke de insana Allah tarafından bahşedilmiş şehvet, korku gibi bir duygu. Bu his sayesinde canımızı, malımızı, namusumuzu ve dinimizi koruyabiliyoruz. Bu anlamda tamamen yok edilmesi mümkün değil. Fakat Kur’an-ı Kerim ve hadisler kontrol edilmesi üzerine duruyor. Peki, nasıl olacak bu? Nereden başlamalı?


ÖFKE BUZ DAĞININ GÖRÜNEN KISMI!
Yazar Özkan, aile içinde öfkeyi ortaya çıkaran etkenlerin öncelikle değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Buna göre, kişilik özelliklerinden kaynaklanan sorunlar, kadın ve erkeğin duygusal farklılıkları, engellenme, evlilikte sınır ve sorumlulukların belirsizliği, anne-baba ve yakın çevrenin evliliği etkilemesi, iletişim yetersizliği ve ifade edilmeyen kızgınlıklar problemlerin ana kaynağı olabilir. Çünkü öfke dediğimiz davranış aslında buz dağının sadece görünen kısmı. Eğer ortada bir öfke patlaması varsa muhakkak bir sebebi vardır.


Ayşe Nur Hanım, kendi yaşadığı bir olaydan yola çıkarak tanımı netleştiriyor: “Kızım, üçüncü bebeğimiz dünyaya geldiğinde öfke tepkileri vermeye başladı. Ben bu tutumunu ‘Anne benimle daha çok ilgilenmeni istiyorum’ diye okudum. Öfke insan vücudundaki ağrı gibi. Bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor bize. Öze değil de verilen tepkilere takılıp kalırsak hiçbir sorunu halledemeyiz, her geçen gün problemin büyüdüğüne şahit oluruz.”


Aynı zamanda Kadıköy Müftülüğü’nde Aile İrşat ve Rehberlik Bürosu’nda görevli (vaize) Ayşe Nur Özkan, 350 hanıma öfke testleri uygulamış. Amaç, kimlerin neye ve nasıl öfkelendiğini belirlemekmiş. Hanımların bir kısmının öfkesini içine attığını, bir kısmının da hayatındaki her şeye rutin şekilde sinirlendiğini belirlemiş. Üstelik, sürekli öfkelenen hanımlar ev içindeki tüm etkinliğini yitirirken, öfkesini içine atanların yavaş yavaş neye kızdıklarını tanımlayamaz duruma geldiklerini görmüş.



Ayşe Nur Hanım, ‘Nelere ve niçin öfkeleniyorum?’ sorusunun hepimiz için çok önemli olduğunu söylüyor. Bu vesileyle denek grubuna 10 haftalık bir eğitim semineri düzenlemiş. Her hafta hayata geçirilmek üzere bir ödev vermiş. Hanımların gün içindeki tüm sinirlenme sebeplerini not etmelerini istemiş. Bir hafta boyunca herkes yaşadıklarını kayıt altına almış.


Bazıları ‘sayısı belirsiz ve her şeye sinirleniyorum’ demiş. Bir kısmı da, ‘sabahları zorla uyanan eş, ödevlerini yapmayan oğul-kız, mamasını yemeyen bebek, evini dağıtan çocuk, her şeye karışan kayınvalide, ilgi göstermeyen eşi, balkonuna sofra bezi silkeleyen komşu’ gibi onlarca genel-geçer sebep sıralamış. Vaize Özkan’a göre, böylesi bir liste kadınların kendi hayatlarını, nelere öfkelendiklerini görmelerini sağlamış ve tabiri caizse balyoz etkisi yapmış.


Nasıl da gereksiz şeylere öfkelendiklerini, Allah’ın ‘Yutunuz’ dediği öfkeyi gün içinde gereksizce ve bilinçsizce nasıl oradan oraya savurduklarını anlamışlar. Tabii, Peygamber Efendimiz’in (sas) bu yıpratıcı duyguyu en asgariye indiren, dünyevi şeyler için asla öfkelenmeyen biri olduğunu da öğrenerek…



Öfkenin kontrol edilmesi gerektiğini Kur’an-ı Kerim ve hadisler aracılığıyla bilmemize rağmen ‘an’ gelip kendimizi tutamayabiliriz. Bu durumda ortaya çıkan öfkenin kimseyi incitmeden, zarar vermeden nasıl kontrol edileceğine gelince öneriler net: “Bir deliye bir veli oyunu oynayın. Eşiniz o anda çok sinirliyse siz onu anlamıyormuş gibi yapıp susun. Derin nefes alın. Daha önce öfkenin size verdiği zararları, gereksiz tepkilerinizin olumsuz sonuçlarını düşünün. Öfke anında zihni yeniden yapılandırarak olumlu şeyler düşünmeye çalışın. Mizahı kullanın. Duygularınızla değil, mantığınızla düşünün.


Öfke anında duygularınızı ifade edin. Problemin çözümüne odaklanın. Etkili iletişim kurun. Değişim stratejisini kullanın. (Pozisyonu, konuyu, mekânı değiştirme.) Çocuğunuzun içinde bulunduğu dönemde hangi sebeplerle nasıl öfke nöbetleri geçirebileceğini öğrenin. Peygamber Efendimiz’in (sas) hayırlı insanları ‘Geç öfkelenip öfkesi çabuk geçen kişiler’ olarak tanımladığını hatırlayın.


Yaşadığınız olumsuzluklara ‘Peygamberimiz olsaydı ne yapardı?’ diyerek bakmaya çalışın. Öfkeyi yutarak hatalar karşısında susabilmenin, affetmenin ayet ve hadislerdeki faziletini hatırlayın. Besmele çekin. Su ile temas edin. Toprağa el sürün. Dua edin. Namaz kılın…”


İSLAM DİNİ ÖFKEYİ KARAKTER HÂLİNE GETİRMEYİ YASAKLAMIŞ

Ayşe Nur Özkan, tüm İslam eserlerinde öfkenin karakter hâline gelmemesi konusunda uyarılar bulunduğunu söylüyor. Bu küçük bir ayrıntı gibi gözükse de hepimizi ilgilendiren çok önemli bir nokta. Mesela, aynı durumlara aynı öfkeyi göstermek toplumumuzda bir tutarlılık, duyarlılık gibi algılanıyor.


Oysa bu öfkenin karakter hâline gelmesinden başka bir şey değil. Ya da kolay öfkelenen çocuklar ‘Aman kızmasın, idare edin’ diye diye büyütülüyor. Sonra evlendiği kişi de aynı mantıkla hayatlarını eşinin öfke hassasiyetlerine göre inşa ediyor. Dışarıdan bakıldığında bu olumlu bir tutum gibi gözükse de öfkenin karakterleşmesi anbean körükleniyor. Buna vesile olan herkes bunun günahından nasibini alıyor.



Özkan: “Bebeklikten itibaren kimseye öfke nöbetlerine göre muamele edilmemeli. Altta yatan neden araştırılmalı, sorun çözüme kavuşturulmalı.”


Öfkenin panzehirleri


Öfke, bunaltı, depresyon gibi bizi ve çevremizdekileri huzursuz eden olumsuz duygulardan kurtulmanın yolu; olumlu duyguları hayatımızda daha yoğun yaşamaktan geçiyor. Peygamberimiz (sas), “Kötülüğün peşinden hemen iyilik yapın ki; o kötülük silinsin.” diyor. Sevginin öfkeyle baş etmede önemli bir yeri var. Onay sözleri, nitelikli beraberlik, hediyeleşme, işlerine yardımcı olma ve fiziksel temas muhabbeti besleyen davranışların başında.


Bu süreçte affetmek, affetmeyi öğrenmek de çok mühim. Bunun için affedemediğimiz kişileri ve affedemeyiş sebeplerini bir kâğıda yazıp ‘Nasıl olsaydı affederdim?’ diyerek bu duruma çözüm aramak şart. Öfkeyi önleyecek bir diğer husus da hüsnü muamele. Çünkü her insan yaratılışı itibariyle bundan hoşlanır ve kalbindeki katılık bu vesileyle yumuşar.


Peygamber Efendimiz’in hüsnü muamele edenler için yaptığı bir dua var: “Ya Rabbi! Kim ümmetimin herhangi bir işini ele alır da onlara yumuşaklık ve güzellikle davranırsa sen de ona rıfk (yumuşaklık) ve güzellikle muamele et.”

Öfke hakkında doğru bilinen yanlışlar

Öfke; yok edilmesi gereken, yıkıcı, zararlı bir duygudur.
Gerçek: Bütün duygular gibi öfke de doğaldır. Önemli olan duygunun altındaki mesajı görebilmek, öfkeyi yönetebilmek ve kontrol edebilmektir.


Öfkenin nedeni bir olay ya da başkalarıdır.
Gerçek: Bu tutum yanlıştır. Olay dış faktörlerden kaynaklanıyorsa bunu denetlemekte zorluk çekilir. Öfkenin sorumluluğunu kişi üzerine almadığı takdirde onu denetleme ve yönetme şansı yoktur.


Öfkelenince sağa sola vurarak rahatlar, kızgınlığını hafifletirsin.
Gerçek: Öfke ile vücutta biriken enerjinin dışarı salıverilmesi anlık bir rahatlamaya sebep olsa da ortaya çıkardığı yeni sorunlar bu rahatlamanın verdiği hazzı tamamen unutturur.
Öfkemizi dışa vurmak, başkalarının bize özen göstermesini sağlar, bizi kullanmalarını engeller, istediğimiz sonuca ulaştırır.


Gerçek: Öfkeyi dışa vurmak veya vurmakla tehdit etmek kısa vadede kişiye üstünlük sağlıyormuş gibi görünse de uzun vadede sağlıklı ilişkileri yok eder.



Öfke konusunda yalnızca iki seçenek vardır. Ya dışarı vurmak ya da içine atmak.


Gerçek: Bu iki seçeneğin dışında üçüncü bir alternatif daha vardır. Öfkeyi inançları ve iç konuşmayı değiştirerek hafifletmeye çalışmak.

TÛBA KABACAOĞLU
 
Üst