Nurettin Durman'la "Kayıp Zaman Atlası" Üzerine

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Nurettin Durman'la "Kayıp Zaman Atlası" Üzerine


5574.jpg

Nurettin Durman'ın son şiir Kitabı "Kayıp Zaman Atlası" Ebabil yayınlarından çıktı. Bizde Durman ile bu kitabı merkeze alarak şairin duygu dünyasını, serüvenini ve poetik eğilimlerini öğrenmek için bir söyleşi gerçekleştirdik.


Nurettin Durman, özellikle 1970'li yıllardan günümüze edebiyat ortamının en önemli şair ve ağabeylerinden biri. Durman'ın ayrıca anılardan ve yaşanmışlıklardan beslenen denemeci bir kimliği de var. Kaleme getirdiği -belki de tuşa getirdiği demek daha doğru- Beylerbeyi'ne Uğrayan Şairler başlıklı uzun soluklu yazılarının ara duraklarında onun bu yanının devamlı izlerine rastlamak mümkün. Şiirle olan yoğun bağını, şiirler, şairler ve yazılar düzeyinde oldukça tempolu bir biçimde devam ettiren Durman'ın son şiir kitabı Kayıp Zaman Atlası (Ebabil Yayınları, 2007) adıyla yayımlandı. Kitap 34 şiirden oluşuyor. Biz de, bu yeni kitabı merkez alarak şairle, yazdığı şiirin ne olduğunu sorgulayan bir söyleşi yapmayı düşündük. Bu yanıtların, şairin şiir dünyasını, serüvenini, poetik eğilimlerini yansıtması açısından ilginç bir kaynak olacağı düşüncesindeyiz.

Şiirle ilk tanışmanız ne zaman oldu? Sizi bu uzun serüvene tüm yoğunluğuyla başlamaya iten bilinmedik nedenler ya da özel hayatınızdan bazı önemli hayat enstantaneleri oldu mu? Neler söyleyebilirsiniz? Çevrenizde sizi şiir yazmaya iten etkenler neydi?

Bir gün Çemberlitaş Vezir Handa, hemen girişte, sağda, berber dükkânının önünde oturmuş bir şeyler yazıyorum. Karşı dükkân komşumuz bir değerli abi bana ne yazıyorsun diyor. Hiç tereddüt etmeden şiir yazıyorum, diyorum. Bana, Yahya Kemal'i oku, Yahya Kemal'i diyor. İlkokuldayken bir bahar gününde baharla ilgili bir şiir okumuştum yalnızca. Şiire dair bilgim o kadardı. Ne Yahya Kemal'i biliyorum ne de başka bir şeyi.
O aralarda Vezir Handa hamallık yapan bir arkadaşım var. Elinde kalın kaplı bir kitap, kitabın boş kenarında kurşun kalemle hesap yapıyor. Bu kitabı bana verir misin diyorum, o da, al senin olsun, diyor. Bir kitabım olmuş oluyor böylece. Bakıyorum kapağında Mevlâna Celâleddin, Divân-ı Kebir III yazıyor. Pazar günleri Şehremini Uzunyusuftaki bekâr evimizin bahçesinde bir dut ağacı var ve ben bu dut ağacına çıkıp oturuyor ve Divan-ı Kebir okuyorum. Bundan sonra edebiyat dergilerini okumaya başlıyorum. Çemberlitaş'tan sonra Divanyolunda adliye sarayının karşısında ışık sokakta çalışmaya başlayınca daha bir değişiyor ortam. Peyami Safa'nın Gençliğimiz adlı küçük hacimli romanını okuyorum ve günlerce etkisinden kurtulamıyorum. Gençliğimiz, Suç ve Ceza, Sefiller. Beni etkileyen kitaplardır. Okuyan insanlara daha çok rastlıyorum burada. Varlık dergisi, Hisar dergisi, Yeditepe, Çağrı böylece uzuyor artık okuyacağım dergilerin listesi.
Yıllarca dostlarımın, tanıdıklarımın, yakınımda olanların, çok samimi müşterilerimin haberi olmadı benim şiir yazdığımdan. Zaten temelde utangaç biriydim gençken. İlk gençlik yıllarımda öyle bir şeyi ifşa etmek çok zor geliyordu bana. Çevremdeki çok az insanla paylaşabiliyordum meramımı ancak. Baş belası dergilerse o kadar yakınımda olmalarına rağmen dünyalar kadar uzaktılar bana. Bir bayan şairin çıkardığı bir haftalık gazetede şiirlerim yayımlanıyor ve ben derginin bürosuna gidip parayla dergiyi alıyor ve çıkıyorum. Hiçbir şey söylemiyorum. Efendim derginizde şiirlerim yayımlanıyor. Benim adım… falan diyemiyorum. Size elden şiir vereyim, bu şiirimi nasıl buldunuz diyeyim, yok öyle bir şey. Öyle bir lakırdıyı etmemin mümkünü yok. Şiirlerimi bu bana beş dakika mesafede olan yere mektupla gönderiyorum. Dergi çıkınca da hiç vakit kaybetmeden bir nefesle divanyolu ışık sokaktan hareket et Cağaloğlu'nda MTTB'nin yanındaki sokağa sap ve oradaki bir hanın merdivenlerini çık ve derginin bürosuna git ki zaten ekseriyetle büronun kapısı açıktır, içeri gir ve elindeki bir lirayı uzat ve dergini al ve çık. Masanın başında yaşlıca bir hanımefendi ve yanında yaşlıca bir beyefendi, gözleri üzerime merakla çevrili ve onlarda da bir sorgu sual hali mevcut görünmüyor. Ama müthiş bir merak… Ben bir müşteriyim ancak. En çok iki veya üç kelimelik bir muhavere... İşte o kadar. Ondokuz yaşındaki bir şairin şiir yolundaki hali pür melali böyledir…

İlk gençlik yılları içinde nasıl bir toplumsal çevre içinde yaşıyordunuz?
Tabii daha çok esnaftan arkadaşın yanında Üniversite okuyan arkadaşlar vardı. Onlarla şiire daha yakın olunuyor tabii. Tek tük de esnaftan arkadaş biliyor şiirle uğraştığımı. Bir de doğal bir şekilde edebiyatla ilgilenen insanlar çıkıyor insanın karşısına. Divanyolunda çalışırken kitaba dergiye daha yakın oldum. Aslında insan farkında olsa da olmasa da edebiyata bulaşmış insanın dünyası daha değişik oluyor. Kendinizi ne kadar belli etmeseniz de ne yapsanız da eninde sonunda daha farklı biri olduğunuzu seziyorsunuz…

Şiir yayımlatmaya ne zaman karar verdiniz? İlk şiiriniz ne zaman, nasıl yayımlandı?
Şiir yazılınca veya şiir yazmaya niyet ettikten sonra sizi kışkırtan bir şey çıkıyor ortaya. Şiirin gün yüzüne çıkması bir mecburiyet olarak yakanıza yapışıyor. Tabii öyle bir duygu içinizi sarınca başlıyorsunuz edebiyat dergilerine şiir göndermeye. Müthiş bir hevesle işe girişiyorsunuz. İlk şiirimin yayınlanış tarihi 1964 oluyor. Derginin adı "Sanat Dünyası". On dokuz yaşında ilk şiirim yayınlanmış oluyor böylece. 1990 yılına kadarki 26 yıllık şiir geçmişim zorlukların vazgeçilmez yapışkan bir dönemidir hayatımda. Şiirin var oluşuyla koşut şiiri iç âlemde tutabilme cehdi. Şiiri bir nefes olarak dış âleme bırakma savaşımı. O arada birçok dergide şiirlerim yayınlanmış oldu tabii

"Gördüğünüz gibi değişen bir şey yok hayatımda" diyorsunuz. Öte yandan insanın ilk yazıları ile olgunluk dönemi yazıları arasında da bir fark olduğu muhakkak. İlk kitabınızla bu yeni kitabı karşılaştırdığımızda, sizce Nurettin Durman'ın şiirinde değişen neler var?

5576.jpg


Şiirimde değişen neler var sorusunu kendime soracak olursam aslında değişen bir şey yok sonucuna varırım gene de. Çünkü başlangıçtan sonraki dönemlerde ki bu dönemler şiiri bırakmaya kadar gider; temel amacım iyi bir şair olmaktı. İyi şiirler yazmak. Hani bu fikir nereden çöktü içime derseniz bir bilinmezi anmış oluruz ancak. Belki bu benim için ağır bir yüktü, taşıyamayacağım bir yük. Ama nedense sürekli takibinde olduğum, daha doğrusu onun beni sürekli takip ettiği bir mecburi istikamet gibi, zorlayıcı, hatta kışkırtıcı, belki de haddimi aşmaya götürücü bir cüret. Yani ben şiir yazmaya cüret ettim ve değişen bir şey olmadı hayatımda. Ne oldu peki? Mesele veya meseleleri daha bir anlama değerine girilmiş oldu zamanla şiirle birlikte. İşin incelikleri ışığın huzmeleri gibi önünüze aktığında birçok şeyi görmüş oluyorsunuz tabii. Şiire veya yazıya daldığınızda artık esas meselenin mükemmele doğru bir yolculuk olduğunu anlamış oluyorsunuz.


Kendinizi bir kuşağa dahil ediyor musunuz? Eğer dahil ediyorsanız ve bu kuşak içindeki yerinizi değerlendirir misiniz?
Bunca yıldan sonra her şeyden önce kendinden emin olan bir şair olarak kuşak meselem olmadı. Şiire yalnız başladım ve uzun bir süre yalnız devam ettim. Belki de ben bu kuşak meselesini pek önemsemediğim için üzerinde durmadım. Bir yerde bu benim işim de olmadı zaten. Sanki bana kalırsa ikinci yeniden sonra oluşan şiir bir yeni şiir olmakla beraber ikinci yeni havasını ve kokusunu taşıyor hala. Kuşaklar oluşturulmaya çalışılıyor ama nedense pek tutmuyor. Yani yeni bir şey yoksa yeni bir kuşakta yok demektir. Devam eden yeni bir şiir vardır demek belki daha isabetli olur. Bir seksen kuşağı esintisi gelip geçiyor bazen o kadar. O da tutar mı tutmaz mı bilemiyorum. Sanırım önemli olan iyi şiir söylemektir. Bu da yüzyıllık Türk şiiri içinde zaten görünüyor. Zaman içinde öne çıkan isimler oluyor. O isimlerle ve devamında gelecek isimlerle kendini ortaya koyuyor şiir. Temelde Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet'in oluşturdukları kanallardan akıyor şiirimiz.

Kayıp Zaman Atlası adlı yeni kitabınızın hikâyesi nedir? Burada yer alan şiirler yepyeni bir dönemi simgeliyor diyebilir miyiz?
Bu kitaptaki şiirler uzun soluklu meselesi olan şiirlerden oluştu. Zaten şiirin her zaman meselesi vardır. Meselesi olmayan şiir yavan, tatsız ve gereksiz bir şeydir. Tümüyle sosyal toplumsal meseleleri kendine dert edinmiş yoğun içerikli şiirlerdir bunlar. Epik olmakla birlikte lirizmi de barındırmıştır içlerinde. Çağımızın es geçilmeyecek acı olaylarını, yıkımlarını çağın tanığı bir şair olarak da kayıt altına almak içindir bu şiirler. Bir dönemin acılarını açığa çıkarıyor da diyebiliriz.

Kayıp Zaman Atlası kitabınızın bölümleri itibarıyla ilginç bir yapısı var, yani bölümsüz bir kitap bu. Yücel Kayıran'ın bir konuşmasındaki "Şiir kitabının bölümlenmesini önemli bulurum. Bazı şiir kitaplarının neden bölümlendiğini de çoğu zaman anlayamamışımdır" ifadelerini hatırladım bu bölümsüzlük karşısında. Bu bölümsüzlük kitabınızın süre giden devamlılığına mı işaret ediyor?

Aslında ben şiir kitapları çok kalın olmadıkça bölümlenmesini sevmem. Bir de mecbur kalmadıkça. Diyelim şiir dosyanızda değişik tatları, kokuları, renkleri ve havaları olan şiirleriniz oluştu. Yani elmalar ve armutlar gibi duruyorlar o zaman bölümleme gereği duyarsınız. Uzun Beyaz Bir Çığlık ve Güllerin Ardından adlı kitaplarım böylesi bir benzersizlikten dolayı bölümler halinde oluştu. İlk üç kitabımda böyle bir bölümlemeye gerek duyulmadı. Kayıp Zaman Atlası kitabımda peş peşe gelen bir meseleler zinciri var. Birbirine çok bağlı lakin şahsiyet olarak ayrı ayrı şiirler olarak yerlerini aldılar. Böylece de bir bütünlük içinde oldular. Biliyorsunuz, birlikten kuvvet doğar… Ben birlikten beraberlikten yana olmak istemişimdir hep…

Şiirlere tek tek numara verilmesi sizin tercihiniz miydi?
Hiç farkında değildim. Bu sorunuzdan dolayı kitaba baktım. Evet, numara verilmiş şiirlere. Yayınevinin diğer kitaplarına da baktım o kitaplarda da şiirler numaralandırılmış. Demek ki yayınevi editörünün bir tercihi olsa gerektir. Önemli olan şiirlerdir numara değildir.

Günümüzde şairlerin yazı tutumu oldukça değişik… Kimisi dizelerde hiç büyük harf kullanmıyor hatta özel isimleri bile küçük harfle yazma noktasında kararlılıkları var. Sizin ise karma bir tutumunuz var. Kimi dizeler büyük harfle başlamış kimisi küçük. Bu tür biçimsel farklılıklara nasıl bakıyorsunuz?
Her şiirin kendine has bir dünyası oluşuyor. O oluşum sürecinde şairin tavrı yansıyor dizelere. Bazı şiirlere küçük harf yakışıyor doğrusu. Ama bazı şiirlerde de hiç iyi görünmüyor. Yakışmıyor yani. Şiirin yapısı, duruşu, okunuşu küçük harfe uygun düşmüyor. Ya da biz öyle alıştığımız için içimize sinmiyor. Birçok şeyde katı kuralcı olduğumuzdan kaynaklanıyor belki de. Biraz da dili rahat bırakmıyorlar diye düşünüyorum. Yani dilin de baskı altında olduğunu var sayıyorum. Bendeki vaziyeti ise kasıtlı değil. O şiir öyle gelmiştir bende öyle bırakmışımdır.

"Size anlatmak isterdim varsa eğer vaktiniz" diyorsunuz. Şiirlerinizin esas kaygısı nedir?
Görüyorsunuz insanlar çok parçalı bir hayatı sıkıştırarak bir araya getirmek için çabalayıp duruyorlar. Bu izimler dünyasında kimseciklerin durup dinlenmeye vakti yok. Tabii bu kategoriye mirasyedi, paragöz insanları koymuyorum. Onların zaten tümüyle vakitleri yok. Kendilerini paraya pula, mevki ve itibara, hırsa kiralamışlar. Sömürgen sınıfına dâhil olan insan kısmının tahammül edilmez bir bakış açısı var dünyaya. Ama esas unsur olan bizim insanımız dediğimiz insan topluluğunda da bir çöküş hali mevcut. Bu yılgınlar kervanına onlar da katılmışlar ağır aksak gidiyorlar. Dinlenmeye, dinlemeye vakitleri yok. Korku duvarları kesiyor önlerini ve acımasız bir karanlığa doğru gidiyor insanlar.
İşte buradadır esas mesele. Vaktin kadrini bilmek... Kendine vakit ayırmak... Yani nasıl ki Asr Suresinde muhteşem bir ikazla uyarılıyorsak durup biraz düşünmemiz lazım gelmez mi? Bunu bir uyarma imgesi şeklinde insanın bilincine nasıl anımsatabilir bir şiir. Esas kaygı kaygısızlığı bertaraf etmenin yollarını bulamamaktan doğar.

Tekil, tamamen kendinize ait bir şiir yazma uğraşı yeni kitabınızda çokça belirginleşiyor. Gündelik hayat, değişmeler, kırılganlıklar, kendine has bir ironi ve kendine has bir tanıklığın kesişme/ çatışma noktalarında ortaya çıkan bir şiirle karşılaşılıyor. Tam bu bağlamda, bu kitapta yazdığınız şiirlere dair bir duygusal- düşünsel değerlendirme yapmanızı istersek neler söyleyebilirsiniz?

Biraz şiire bulaştıktan sonra doğal olarak dergilere yönelmeye başladım. Yani dergilerden işe koyuldum Cağaloğlu'nda. Dergiler oradaydı, kitaplar oradaydı. Okudukça da, öğrendikçe de hep kendim olmaya gayret ettim. Kendime ait olsun şiirim iyi veya kötü beni ayrı tutsun diğer şairlerden. Dahası her şairin şiiri kendine benzemeli diye düşündüm. Başarabildim mi bilemiyorum. Ama değişik bir halin farkındayım. Bu kitabım farklı bir havayı soluyor. Sürekli arayış içinde olduğumdan olsa gerek şiirimin bir ayağı gelip buraya dayandı. Diğer ayakta daha içe dönük, daha deruni bir arayış devam ediyor. Her iki hali de benimsediğimi ve her iki halden çıkacak olan veya çıkmış olan meselelerin takibi içindeyim. Hayat devam ettikçe, bu insana yönelik haksızlıklar devam ettikçe şiir susmaz elbet. Tabii şiirin omurgasını insanın var olma mücadelesi oluşturuyor. Yaşanan zaman dilimi içersinde çok şeyler görülmüş ve çok şeyde ya okunarak takip edilmiş veya tanıklıklar dolayısıyla öğrenilmiştir. Acı zamanı şairin kalbini yoruyor tabii. Kayıtsız kalmak mümkün değil. Bu bende böyle bir sürgünü göze almayı mecbur kılıyor. Burada hayata küsmektense hayata karşı direnmeyi öneriyorum. Karşı koyanların her şeye rağmen ayakta kalanların şiirini söylemek istiyorum.

Bazı şiirlerinizde düz yazıya yakınlaşan bir biçimi kullandığınız görülüyor. Sizce şiiri düzyazıdan ayıran nedir ve niçin bu biçimi kullanıyorsunuz?
Bu bir tarz olarak cazip geliyor ama çok zor olduğunun da farkındayım. Düz yazı deneme türüyle kendini ortaya koyar. Düzyazı şiir dediğimiz tür ise denemeden ayrılır. Düşünce yoğunluğuyla birlikte aksatmayan bir akıcılığı da barındırır içinde. Mısra ya yoktur veya çok az olarak metin içinde yer alır. Tümüyle bakıldığında bir ırmak gibi akan böyle metinlerin şiir olduğu görülür. Bazı bazı bir imkân olarak böylesi şiirlere de müracaat ettiğim olmuş. Düz yazı şiir olarak yeni çıkan Seni Beklerken Cancağızım Ben Böyle adlı şiir kitabımı önermek isterim. Birde doğrusu yazma eyleminde bulunurken tarzları denemekten korkmuyorum ve sever yapıyorum. Tabii burada başarmak şartını da söylemek isterim.

Şiirlerinizde taş, müstekbir, kan ile gözyaşı, azgın caniler, jenosid gibi dünya gerçekliğine dair sözcüklerin yanında yaşamın ayrıntılarına uzanan Tekir Mırnav, harika çocuklar, martılar da yer alıyor. Şiirinizde bu iki boyut nasıl çatılıyor?
Tabii sosyal hayatın içinde seyreden şeyleri ilgi alanımdan uzaklaştırmam mümkün değil. Dünya görüşüm, inançlarım da yansıyor ister istemez şiirlerime. Zulmün kol gezdiği bir gerçekliği şiirimde gündeme taşırken andığınız kelimelerden kaçmak olmaz. En iyi bu sözcüklerle ifade etmek çağın vicdanı açısından da önem arz ediyor. Bunlar varken bunları yok olarak göstermek şiire de haksızlık etmek olur. Direnmek, karşı koymak, hakkını aramak varsa böyle sözcükler elbette var olacaklar şiirlerimde. Tekir Mırnav bir halin ifadesi olarak gene sosyal bir meseleyi irdeliyor. Sosyete kedisi ile sokak kedisi arasındaki tenakuzun öyküsüdür. Var olacaktır tabii bir mazlum ve ezilmiş kedi olarak hayatımızda. Çocukları ise hep sevmişimdir. Zaten değil midir ki şimdiki çocuklar harika oluyor önümüze düşüyorlar ve geleceğe doğru yürüyorlar. Böylece hayatın devamı sağlanmış oluyor. Birde şiirin özgür yapısı buna müsaittir. Sözün önünü kesmediğiniz müddetçe özgün şeylerin gelip sizi bulması bir imkân olarak var olur…

"Bu vahşeti kim durduracak peki/ Ben sessiz kalırsam sen sessiz kalırsan" dizelerinden hareketle şunu sormak istiyorum: Şiirin hayatla, tanıklıkla ilişkisi söz konusu olduğunda genelde iki tavır ortaya çıkıyor. Şiirin kendine has bir yanı olduğu ya da acılara da kardeş olması gerektiği. Acılara kardeş olma çabasındaki şiirlerin çoğu için de marş gibi şiirler ifadesi kullanılıyor. Öte yandan şiir sokağa, insana, yaşama giderek yabancılaşıyor. Oysa sizin şiirinizin duyarlı bir yanı var. Bu tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında temel mesele şiire yakışan bir söylemi yakalamaktır. Gerek didaktik söylemle söylenmiş olsun gerek lirik veya epik bir tarzı benimsemiş olsun şiirin kendine has bir yapısı olması gerekir bence. Temasıyla birlikte tarzı da önemlidir. Ölçüsü, uyağı veya serbest yazılış hali şiire konumu gereği bir incelik bir zarafet katması icap eder. Kuru, yavan, sert kelimelerden kurulmuş ruhsuz yazılım tarzları şiire bir değer katmaz. Önemli görülen öncelikle yazılan metnin şiirselliğidir. Dışa dönük şiirler yüksek sesle okunmayı gerektirir. İçe dönük şiirler ise yüksek sesle okunamazlar. Her iki tarzda da iyi metinler kendilerini hiç zorlamadan ortaya koyarlar ve beğenilmiş şiirler hanesine yazılmış olurlar.
Şiirin zor anlaşılır olması doğal olarak sokağı ve kulağı sokakta olan insanı yoruyor. Anlama güçlüğü çekildiği içinde kabul görmüyor. Bunda şaşılacak bir şeyin bir tarafın olmaması gerekir. Çünkü şiirin çekilmez tarafı, kıskanç tarafı kendini çabucak ele vermemesinden kaynaklanıyor. Her iki tarafında birbirini anlamaya mecalleri yok gibi. Bir de şiir illa da anlaşılayım diye tenezzül etmiyor. İnsana yönelirken insandan da bir özveri bekliyor.

Şehir yaşamı Müslüman şairlerin çoğunun üzerinde durduğu kaçıp gitmek istedikleri bir yaşam alanı ve şiirsel mekân olarak karşımıza çıkıyor. Erdem Bayazıt, Cahit Yeşilyurt, Hüseyin Atlansoy vb. Siz de ise şehir yaşamının yoruculuğu içinde insanın yorula yorula kendine çıkacağına ilişkin bir boyut var. Şehir yaşamının sizin şiirinizdeki yeri desek neler söylerseniz?

Şehirden kaçmak meselelerden kaçmak gibi geliyor bana. Dokuz yaşına kadar köy hayatım var. Sonrası hep şehirlerin birazda merkezsinde veya tanırmış semtlerinde geçti ve geçiyor. Ben doğrusu bunca kalabalığa ve bunca kalabalığın içinde bunca yalnızlığa rağmen şehri seviyorum. Belki bu bende 1968 yılından beri Beylerbeyinde ikamet etmemden kaynaklanıyor olmuş olabilir. Ama ben de kalabalıklara karışıyorum. Bu bunalımı bu yalnızlığı nasıl kovarız hayatımızdan diye de düşüncelere dalıyorum. Tabii ki bu kalabalık insanı yoruyor. Binlerce suret ve binlerce hareket içinde nasıl bir muhabbet meydana gelir hesabı içinde oluyorum çoğu zaman. Tebessümü nasıl olur da kalabalıkların yüzlerine kondurabiliriz diye düşüncelere dalıyorum ve bu işin ancak yorula yorula başarılacağına kanaat getiriyorum. Mesele bundan ibarettir diyebilir.
Bu güne değin Nurettin Durman şiirinin/poetik tavrının ve oluşumunun etki/ivme kaynaklarını açık seçik göremedik diyebilirim. Kimi söyleşilerinizdeki -hatta şiirlerinizdeki- ipuçlarından yola çıkarak önce bunlara dönük biraz daha açılımlı saptamalar yapmanızı isteyeceğim. Poetik tavrınız nedir, biraz ayrıntılı açıklayabilir misiniz? Sizi bu poetik tavra yönelten, besleyen birtakım nedensellik veya özel birikimlerden söz edilebilir mi?

Her şeyden önce bir insan olarak Müslüman olduğumu söylemek isterim. İslami dünya görüşüne bağlı bir şair olarak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Olaylara bakarken de din, dil, ırk ayrımı yapmam. Nerede bir haksızlık varsa, kime yapılmışsa beni üzer. Ezilmişlerin yanındayım. Zaten yazdıklarımda bunu açıkça görmek mümkün... Şiirimi besleyen ana kaynaklar insanın macerası ile ilgilidir. Bunu daha da açmak icap ederse şiir üzerine yazdığım bir yazıdan paragraflar sunmak yerinde olur diye düşünüyorum:
"İnsan merkezli dünyanın, yolları Kur'an'da açıkça belirlenmiş yaşadığı zaman dilimi içinde, kendine doğru ve yanlış taraflardan birini seçmesi durumunda olan; akıl ve irade bağışlanan mahlûk. Yolunu seçerken de serapa özgürdür. Değişik yapılanmalarda ve etkinliklerde ki katılımını onun öncülüğünü ve zihinsel atılganlığını bir doğaçlama huy içinde saymak, daha doğru bir yaklaşım olarak görünüyor bana. İyilik ve kötülük arasında gezinmesi onun algılama yetisini kendi egosu içinde varlık ve bütünlük sorunu olarak almak da mümkün. Yolun seçilmesinden sonra kalan ise şairin kendine özgü söylemini yakalaması ve büyük şiire yürümesidir.
Şairin peşinde olduğu arzu diyebiliriz buna. Sonraki meselede şunu da pekâlâ söyleyebiliriz şair için. Şeytani söylemi dürtükleyen açılımların ruhsal olsun tensel olsun, azgınlığa ve sapkınlığa düşümü şiirin suçu değildir. Bu şairin kendini varsayma, egosunu yüceltme olgusu içindeki kişiliğinin olsa olsa bir tezahürüdür. Haddizatında şairin ister şeytani düşünüş imgesini ortaya koyması olsun, ister Rahmani düşünüş imgesini yakalamış olsun şiir vadisindeki yolculuğu zor bir yolculuk olacaktır. Her şairin arzusu olan büyük şiir, ulaşılması zor olan şiirdir. Hikmete taalluk eder, şairin gönlünde mutena bir yeri vardır…
Şiir doğaldır ki bir dinin bir ideolojinin bir davanın yazılı ve bütüncül metni değildir. Şair öyle değildir. Şair ya Rahman'ın yolunda olacaktır ya da şeytan'ın yolunda. Yolların içinden bir yolun yolcusudur şair. Kutsalı da göz önüne aldığımızda daha net görülecektir ki Kur'an-ı Kerim şairleri ciddi bir şekilde anmaktadır.
Şuara Suresinin son ayetleri şairlerle ilgilidir. "224. Şairlere ancak azgınlar uyar. 225–226. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin? 227. Ancak, inanıp yararlı iş işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır. Haksızlık eden kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır."

Hem " taşra" hem de "merkez" dergilerde şiir yayınlamanızın özel bir nedeni var mı?
Özel bir nedeni yok. Lakin hep arzu etmişimdir taşrada dergiler çıksın. Orada bulunan edebiyatçılar, genç yetenekler dergilerin zorluklarının bir ucundan tutsun. Biz merkezde olanlar veya sanatta bir yere ulaşmış olanlar da onlara destek versin. Böylece Türkiye çapında bir edebiyat dünyası hareket halinde olsun. Yazmak, yayınlamak kışkırtıcı bir imge olarak hep yanı başınızda bulunur. Sizi rahat bırakmaz. Onun da gönlünü razı etmek gerekir. Öyle ki bazı dergilere katkıda bulunuyorsunuz bazı dergilerde ise yayımlamak istiyorsunuz.

Günümüz şiirinde özel bir yeriniz olduğuna inanıyorum. Buna karşın şiir eleştirisinin pek çok şair gibi sizi de yeterince değerlendirmediğini görüyorum. Bu konuda çıkan yazılardan birinde sizin şiirinizle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştı Vural Kaya: " Nurettin Durman şiiri belli bir dinginliğe ulaşmış, söyleme rahatlığı elde etmeye başlamış bir şairin metinleri olarak okuru yormuyor. Özlem ve anılara sığınma eğilimine sahip çok yerde. Üzgünlük sularında gezinirken sahici tavırla bir şiir girişimi imkânı yakalanmakta ve fakat bu çaba şiirin ıskalanması anlamına da gelebilmektedir." Bu konuda ne diyorsunuz?

Vural Kaya ya kitabı iyi okumamış, ya da bir mecburiyet olarak kitaba değinmek ihtiyacı içinde olmuş. O yazıda üç kitaptan söz açmıştı. Birinci kitabı iyi okumuş veya şairi yakından tanıdığı için dikkat kesilmiş. Diğer iki kitabı üstün körü diyebileceğimiz bir tarzda ele almış. Yazısındaki paragrafın son kısmında "Üzgünlük sularında gezinirken sahici tavırla bir şiir girişimi imkânı yakalanmakta ve fakat bu çaba şiirin ıskalanması anlamına da gelebilmektedir."Demekte. Bucümlesi bir yanılgının bir bocalamanın ifadesi olsa gerek. Burada Vural Kaya bu son cümleyi nasıl oluşturayım diye artistik ve bilmişlik kisvesine bürünmüş görünüyor. Aslında işin içinden çıkamamış ve bu yaklaşımı suyu bulandırmaktan başka bir şey olmamış. Şiirim hakkında az laf edilmesi veya çok söz söylenmesi o kadar önemli değil. Önemli olan tutumlardır. Benim illa da birileri şiirimi irdelesin, incelesin diye bir derdim yok. Yani o konuda dert sahibi değilim. Önemsediğim nokta birikmiş şiir dosyalarımın kitaplaşmasıdır. Gerisi lafı güzaftır…

Şiirin okurla buluşmasının, yaygınlaşmasının koşulları nedir sence?
İyi şiir hiçbir dönemde okurla sağlıklı bir şekilde buluşmamıştır okuduklarımız doğruysa… Yaygınlık ise mümkün değil, şiir dinlenir ama kitap olarak alınıp eve götürülmez. Bu ne kadardır? En baba şairin bin adet basılır kitabı. Ölmüş şairler daha çok rağbet görür ülkemizde. Bakalım okurun şiirle buluşayım diye bir derdi var mıdır?

Yine kitaba dönelim. Hiç bilinmeyen ya da çok az bilinen kelimeler, türetmeler kullanmıyorsunuz. Nedir dil tutumunuz?
Dil takıntım yok. Zaman içinde türetmeler yapıyorum. Bu kendiliğinden, aniden oluşan bir şey… Aslında bundan hoşlanıyorum. Mesela bir 28 Şubat şiiri olan Hoşçakal Hüzünbaz Çocuk böyle bir türetmedir. Buradaki Hüzünbaz Çocuk ilginç bir tarzda o gün yazılan şiire isim oldu. Hüzünbaz bir şekilde kayıtlara geçti. Başka türetmeler de geldikçe şiirimde yerini alacaktır inşallah. Dil konusunda çok rahat sayıyorum kendimi. Dil bağnazı değilim yani. Sevdiğim, beğendiğim bir kelimeyi alırım. Zaman zaman da sözlük okumalarım oldu tabii. Aslında kaç kelimeyle şiir yazdığımı da merak etmiyor değilim…
Şiire nasıl çalışıyorsunuz?
Şiirin zamanı ve zemini olmuyor. Yıllardır çok rahat bir şekilde yazıyorum şiirimi. Şiir geldiğinde sökün eder, kelimeler peş peşe sıralanır, mısralar dizilir ve bakılır ki şiir bitmiştir. Zaten kendisi orada durur. İstesem de ileriye gidemez. Bazı fazlalıkları veya eksik kalmış yerleri varsa defalarca okunarak, gözden geçirilerek telafi yoluna gidilir ve şiir son şeklini almış olur. Zamanla bir kelime, bir mısra sizi rahatsız eder ve dayanamaz onun da bir çaresine bakarsınız ister istemez. Çünkü şiirdir bu yakanızı bırakmaz bir türlü…

Bütün şiir kitaplarınızı, sonuçta tümel olarak ortaya koyduğunuz ana yapıtın "iç kitapları" olarak görebilir miyiz?
Hani güzel bir söz vardır ya bütün kitaplar bir tek kitaba ulaşmak içindir. Evet öyledir.

Bugüne dek yazdığınız şiirlere topluca baktığınızda nasıl bir şairle yüz yüze geliyorsunuz?
Kendimi ifşa etmem gerekiyor galiba. Bu soruda burada kalsın…

Şairliğinizin yanında deneme ve portre yazılarınızla da oldukça tanınan bir isimsiniz. Bu vesileyle, Türkçe yazılan şiirin günümüzde ulaştığı düzey konusunda neler söyleyebilirsiniz? Son çeyrek yüzyıl Türk şiirinde şiir ve poetika açısından ciddi değişimler yaşandı mı?
Dediğiniz dönem içinde tabii ki şiir adına olumlu gelişmeler oldu. Şiir kendini yenileyerek devam ediyor. İyi şairler gün geçtikçe ortalık duruldukça öne çıkıyorlar. Şiirde sanki bir hesaplaşma var gibi geliyor bana. Şairler açıktan bir hesaplaşmayı göze alamıyorlar. Dikkat ederseniz yakın tarihin şiir eleştirisi pek ortada görünmüyor. Biraz çekinceli bir durum devam ediyor. Şiir eleştirmenleri daha Zarifoğlu ve Özel'den bu tarafa geçemediler. Bu da bir kısır döngü tabii… Geliştirmeci değil. Ama bir şair olarak gözlemlediğimde iyi bir şiir damarının gelişmekte olduğunu görüyorum. İyi şeyler oluyor. Tabii ömrü olan zaman içinde bu çalışmaları, gelişmeleri daha net bir şekilde görmüş olur.
Şiiri karşıt duruşlar sergileyen şairler bir bütünün parçaları olduklarını unutmuş gözükerek kendi dünyalarını tek ve biricik saymaktalar. Bu yanlışı tabii ki zaman çözebiliyor ancak.
Bu tavırlardan tabii ki bütüncül bir yargı çıkarmak zorlaşıyor. Şiirin dökümü hakkıyla yapılmayınca sahih bir hâsıladan söz etmek mümkün görünmüyor. Tarih düğümleri çözer diyorum. Şiir er geç yatağını bulur. Poetika her şairin harcı olmasa gerek. Kendince bir poetikası olabilir zihninde ama kayda geçirilmesi müşkül olur. Poetikasını kemale eriştiren şairin tarafımızdan kıymeti bakidir…

Seyir defterinde neler var? Neler yazıyorsunuz şimdilerde?
Dört şiir dosyası hazır yayınlanmayı bekliyor. Deneme ve günlük hazırlığı içindeyim.
Mevla'm görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Not: Bu söyleşi Mor Taka Şiir ve Kent Kültürü dergisinin güz 2008 (s. 94-97) sayısında yayımlanmıştır.
 
Üst