Nur Derslerİnden Tesbİt Edİlen Notlardan Bİr BÖlÜm…

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com

Bir atomda nihayetsiz enerji var, fakat bu atomun kışrı parçalanmadan o enerji açığa çıkmıyor. İnsanda nihayetsiz muhabbet istidadı var. Fakat ene kışrını, kabuğunu parçalamadan o muhabbet kalbe yerleşemiyor. Bu muhabbet Cenab-ı Allah’ın isim ve sıfatlarına olmalıdır. Nefsin arzuları muhabbeti tatmin etmez.


Nefs-i emmare yavaş yavaş, aldata aldata kendine uyduruyor. 50 sene evvelki dede, kabirden çıkıp şimdikileri görse kâfir der. Bu insanlar bu hâle nasıl geldi?.. Yavaş yavaş…

Bu kudsî hizmette durmak, yani fıtrî vazifesi olan ibadeti ve dersleri terketmek, düşmek demektir.


Risale-i Nur’un yolu sırr-ı ihlastır, kulluktur. Bu hakikatları en başta iç dünyamızı mâmur etmek için kullanacağız.


Bütün peygamberlerin, evliyaların, kutupların yolu ihlas yoludur. İhlasa mani olan önemli bir şey yok. İhlasa mâni olan önemsiz şeylerdir. Lüzumsuz, kederli, hodfuruşâne, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliyedir.




Not: Yukarıda zikredilen hususlar ders-i nuriyeden alınan bazı notlardır. Allah bizleri okuduğunu anlayan, anladığını hazmeden, hazmettiğini yaşayan kullarından eylesin. Âmin…
 

Tarık

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
avcılar
Nefs-i emmare yavaş yavaş, aldata aldata kendine uyduruyor. 50 sene evvelki dede, kabirden çıkıp şimdikileri görse kâfir der. Bu insanlar bu hâle nasıl geldi?.. Yavaş yavaş…

Yazınız önemli tespitler içeriyor...
Fakat üstteki bölüm bir yanıyla doğru olmasına rağmen "50 yıl önce" sözüne katılmıyorum...

çünkü 50 sene önce üstad ne yapayım kışta geldim diyordu sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz diyordu ve devrinin insanlarını mezar-ı müteharrik bedbahtlar olarak niteliyordu...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Bu asrın acib hâssasındandır ki:

Elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.

Bu asırdaki ehl-i îmanın fevkalâde saf-derunluğu ve dehşetli cânileri âlicenâbâne afvetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır.

Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, saf-dil taraftar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhîye fetva verirler, "Biz buna müstehakız" derler.

Evet elması bildiği halde, yalnız zaruret-i kat'iyye suretinde şişeyi ona tercih etmeğe ruhsat-ı şer'iyye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya tama' veya hafif bir korku ile tercih edilse, eblehane bir cehalet ve hasarettir; tokata müstehak eder. Hem âlicenâbâne afvetmek ise:

Yalnız kendine karşı cinayeti afvedebilir, kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkaların hukukunu çiğneyen cânilere afüvkârane bakmağa hakkı yoktur, zalemeye şerik olur.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Hizmet insanında kendini sıfır bilme tevazuu!.

Her mümin, inancına ya fikren ya da fiilen hizmet eden bir (fikir işçisi) sayılır. Bu fikir işçilerinin, çevresini hayran bırakan orijinal hizmet ölçüleri vardır. Benimseyenleri başarıya kilitleyen bu orijinal hizmet ölçülerini bir gözden geçirelim isterseniz.

Bakalım, inanmış insan, inancına fikren, fiilen hizmet ederken, nasıl bir tevazu ve mahviyet ölçüsü içinde fikir işçiliğini sürdürür bir görelim. Hocaefendi'nin 'Fikir Atlası' kitabındaki tespitlerinden takdim ediyoruz fikir işçisi müminlerin hizmetteki örnek tevazu ve mahviyet ölçülerini.

***

Sonsuz ve sıfır!..

Fikir işçileri arasında zahiren bir disiplin olsa da esas itibarıyla onlar, kendi aralarında müdür, amir, şef vb. gibi herhangi bir makam, mevki ve rütbe mülahazası olmayan kimselerdir. Bu mülahazaya sahip kimselerden her bir fert kendisini, "İnsanlardan bir insan ol!" düsturu gereği, basit bir fert olarak kabul etmeli ve değer itibarıyla da ancak soluna konulacak herhangi bir rakamla kıymet kazanmayı bekleyen (sıfır) görünümünde olmalıdır!

Sıfırların kendi aralarında herhangi bir üstünlüklerinin bulunması bahis mevzu değildir. Zira bunların birbirleriyle toplanmaları, çıkarılmaları, çarpılmaları bölünmeleri onları kat'iyen farklılaştırmaz. Sıfır ancak tam bir mana-i harfi ile soluna konulacak rakam ya da rakamlar sayesinde birdenbire on, yüz, bin veya milyonlarca kat büyüyüp değer kazanır.

Bu itibarla da makam ve mansıba talip olmamayı, en akıllıca bir iş kabul ediyoruz. Düz yerde yürümek her zaman için emniyetli, zirvelerde dolaşmak ise tehlikelidir. Çünkü zirveden düşmekle meydana gelecek sonuç çok defa düz yolda tökezleyip düşmekten daha vahim neticeler doğurur.

Ayrıca burada istitradi olarak bir hususu daha arz etmek istiyorum.

Ben nokta (.) şeklindeki sıfırı bu espriye bağlı alarak Latince içi şişirilmiş boş bir yuvarlak olan 'O'dan daha elverişli görüyorum. Çünkü eski sıfır, Latincedeki sıfırdan çok daha fazla acziyet ve mahviyet ifade etmektedir. O eski sıfırın ifadesi diyeceğimiz (.) varlığın en küçük parçasını oluşturan zerrecikler gibi kendisinden daha küçük herhangi bir şey olmayan işaretçiktir.

Evet insan, Allah (celle celalühu) karşısında gerçek konumunu ifade edebilmesi için her zaman ve her şeyde O'nu bilip O'nu duymalı, kendisini de koca bir hiç görmelidir.

Hasan Ala Yücel'in başından geçen şu hadise mevzumuza güzel bir misal teşkil etmektedir.

Bir gün paşa, Hasan Ali Yücel'e sıfır ve sonsuzun ne olduğunu sorar. Hasan Ali Yücel, paşanın bu sorusuna: 'Paşam sonsuz siz, sıfır da ben'im', cevabını verir.

Kanaat-i acizanemce bu sözü insanlar, kendilerini hiç yoktan var eden ve sonsuz nimetlerle perverde kılan Rab'lerine karşı duymalı, kabullenmeli ve engin bir kulluk şuuru içinde, "Allah'ım Sen sonsuzsun, biz ise bir sıfırız." demelidirler.

Evet, herkes kendisini bir sıfır olarak görmeli, Allah'ın lütfettiği değişik muvaffakiyetlerin hepsini O'ndan bilmeli, kendisine verilen değişik payeleri bir vazife taksimi olarak telakki etmeli ve kendisi gibi birer nefer olan diğer arkadaşlarına karşı da kesinlikle herhangi bir gurur, kibir ve üstünlük taslama tavırlarına girmemelidir. Çünkü bütün muvaffakiyetleri lütfeden ve bizleri çeşitli istidat ve kabiliyetlerle donatıp dinine hizmet yolunda değişik makam ve mevkilerde istihdam eden Cenaba-ı Hak'tır. Öyle ise minnet O'na, şükran O'nadır!

Ayrıca mazhar oldukları nimetleri kendilerinden bilen talihsizlerin takılıp yollarda kaldıkları da unutulmamalıdır! Onun için bizim yolumuz:

- Der tarik-i acz-mendi, lazım amed çar-ciz: Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak şükr-ü mutlak ey aziz! İfadeleriyle çerçevesi çizilen acz, fakr, şevk ve şükür yoludur ki, bu yol insanın kendisini sonsuz güç ve kudret sahibi Rabb'i karşısında bir (sıfır) olarak görüp, mazhar olduğu bütün nimetleri O'ndan bilmeyi ve şükürle mukabelede bulunmayı gerektiren bir yoldur.

***

-Fa'tebiru, ya ülil ebsar!.. Düşünün ey basiret sahipleri!..* * (Haşir/2)
 
Üst