Numan Kurtulmuş AKP ye katılsınmı?

Numan Kurtulmuş AKP ye katılsınmı?

  • Evet

    Oy: 20 80.0%
  • Hayır

    Oy: 4 16.0%
  • fkrim yok

    Oy: 1 4.0%

  • Kullanılan toplam oy
    25

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Özür dilerim hatalı görmüşüm. Başlığın dehşetinden bir anlık gaflet olmuş.

Her zaman söylediğim KENDİME de söylerim OKUMAK İÇİN OKUMA ANLAMAK İÇİN OKU.

Özür dilemenizden dolayı tşk ÖZÜR DİLEMEK BANA GÖRE ONUR KIRICI DEĞİL ONUR VERİCİDİR.


İçinizden geçenleri klvaye vasıtası ile ortaya koymuşsunuz yalnız mesajlarınızı tekrar okuyun ama kendi mesajlarınız.

Aynalı kardeşim anket için teşekkürler.Bu öyle bir anketki evet veya hayırda desen numan için müspet bir karardır.
hayır diyenler saadette kalsın diyenler,evet diyenlerde akpartiye geçsin diyenler.ortak yön ise paylaşılamıyor olması.
buda numan kurtulmuşun kaliteli ve donanımlı olduğunu gösteriyor.


Sn aynalı,bir anket yüzünden hakikatleri açıklamamızı sağladın teşekkür ederim kardeşim

milli görüş öyle bir okul ki,kıyamete kadar varlığı sürecektir.bu okuldan mezun olanlar,okullarına her zaman vefalı olurlar.Ancak okullarının değerini bilmeyip,okuldan kaçanlar dışarıdaki serserilere yem olurlar.

Bakış

Bırak kişilere veya oluışumlara endeksli MİLLİ GÖRÜŞ çülüğü evet okul hemde çok güzel okul TEMELİN de RUH en kişide Milli Görüş var ise ONU DIŞARDA HAM YAPMAZLAR korkma.

Bazı kişiler MİLLİ GÖRÜŞ ü siyasi bazda düşündüğü için TENKİT EDİYORLAR.

Unutmamak gerek İMAM HATİP okullarının temelini ata Raif Amca bunu CHP de yapmıştı yani CHP ye sızmış İslam için hizmet etmiştir.
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
Şafii mezhebine göre olmamış olaylar hakkında hüküm verilmez,ancak kendi adıma bunun olursa güzel olacağı kanaatindeyim,yanlız kim olursa olsun bu tip transfer olaylarında hep pazarlıklart yaşanır işte o pazarlık konusu midemi bulandırıyor,siyaset heryerde siyasettir iş o ki hubbucah için değil hizmet için yapılsın.
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Katılabilir, ama lider Erdoğandan sonra Davutoğludur.
 

.::zeynep::.

{MİLLİ GÖRÜŞ}
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
711
Tepkime puanı
152
Puanları
0
Konum
Karaman
bakın hele Numan başkanımda gözü olanlar varmış :O Numan Kurtulmuş Şuan hala S.P genel başkanıdır bu bir ,
ikincisi Sayın başbakan tarafından Numan Kurtulmuşa Bu teklif götürülmüş ve NUMAN hocam reddetmiştir...
yüzde 99,5 bi ihtimal Numan Kurtulmuş yeni kongrede genel başkan seçilmese bile yinede Ak partiye geçmez... :)
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
-

Numan Kurtulmuşa Göre Millî Görüşün Mazisi 40 Değil 200 Yıl!
Paylaş
03 Mart 2010 Çarşamba, 14:21
Erbakan ve Millî Görüş karşısında isyanları oynayan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş her gün yeni bir sapma, farklı yaklaşım ve aykırı çıkış sergilemeye, herkesi şaşırtmaya devam ediyor.

Bu doğrultuda en son ortaya koyduğu Millî Görüş’ün 200 yıllık geçmişi olduğu ifadesi oldu. Bu ifade aslında Numan Kurtulmuş’un zihnindeki asıl ideolojik haritayı ve sıkı sıkıya bağlı bulunduğu aidiyeti adeta kabartma hatlarla ortaya koymaktadır.

Herkes bilir ki Millî Görüş, milletimizin 1000 yıllık Selçuklu ve Osmanlı İslam medeniyetini mevcut ülke ve dünya konjonktüründe güncelleştirip hayata geçirmeyi ve Yeniden Büyük Türkiye projesini gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Erbakan’ın Millî Görüş adına 40 yıldır milletimize anlattıklarının özü budur.

Yine herkes bilir ki Osmanlı Devleti’nin ihtişamlı dönemi ve İslami hassasiyetlerinin çizgisi son 200 yılda çok belirgin şekilde kırılmaya uğrayıp gerileyerek nihayet son bulmuştur. 1000 yıllık İslami dönemi tersyüz ederek batılılaşma adı altında milletimizi paganlaştırma sürecinin giderek yoğunluk kazandığı bir dönem olarak son 200 yılda Millî Görüş adına yükselen bir çizgi asla söz konusu değildir.

Son 200 yılın sürekli yükselen en belirgin çizgisi, Sabetayist Yahudi Toplum unsurlarının giderek artan bir oranda Osmanlı Devleti yönetimine nüfuz ettikleri, batılılaşma hareketi adına İslam’ın ve Müslümanların devlet ve toplum hayatında etkisizleştirildikleri ve örtülü Yahudi hâkimiyetinin tesis edildiği bir dönemi yansıtmaktadır. Dolayısıyla Numan Kurtulmuş’un sözünü ettiği ancak Yahudi’nin milli görüşü olabilir; asla Erbakan’ın 40 yıldır dava ettiği milletimizin Millî Görüş’ü olamaz.

Somut olarak ortaya koymak gerekirse milletimizin son 200 yıllık tarihinde sürekli yükselen Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemleridir ki tamamı özellikle Sabetayist Yahudi unsurların kontrolünde şekillenmiştir. İttihat ve Terakki olarak siyasallaşan bu batılılaşma hareketi CHP olarak ete kemiğe bürünerek bugünkü anti İslami ideolojik rejimi kurmuştur.

Gerek zihniyetiyle ve gerekse akraba olduğu aileler nedeniyle etnik olarak bir Sabetayist Yahudi olduğu netlik kazanan ve her geçen gün daha geniş bir kesim tarafından bu gerçekliği kabul edilen Numan Kurtulmuş milli görüş diye Yahudi Milletinin görüşünü Millî Görüş yerine ikame etmeye çalışmaktadır.

Osmanlı Devletini, Anadolu’ya göç eden takriben 400 çadırlık bir Türkmen topluluğu kurmuş ve nihayet İstanbul’u fethedip Bizans İmparatorluğuna son vermişti. Son 400 yıl boyunca da İslam Hilafeti merkezi olarak İslam Âleminin lideri olarak dünyayı yönetmişti.

Öte yandan İspanya’dan göç eden bir Yahudi Topluluğu ise Balkanlara yerleşerek sonra Selanik’te toplanmış ve nihayet Osmanlı Sarayını içeriden ele geçirmeyi başarmıştır. Bu Yahudi toplumu içerisindeki bir cemaat olarak Selanik Dönmesi denilen Sabetayist Yahudiler gizli bir siyasi örgüt olarak kurdukları İttihat-Terakki Cemiyeti ile önce ülke yönetimini ele geçirmiş, sonra legal bir parti olarak iktidar olmuş, Dünya Siyonizm’ine sırtını dayayarak belli bir plan-program dâhilinde Osmanlı Devletini dağıtıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Erbakan ise 40 yıl önce başlattığı Millî Görüş hareketi ile Sabetayist Yahudiler tarafından gerçekleştirilen bu 200 yıllık tarihi kırılmayı onarıp Selçuklu ve Osmanlı çizgisinde Yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak üzere bir mücadele başlatmıştır.

Erbakan daha işin başında: “Yahudi nasıl Osmanlı Devletini ele geçirip nihayet bu yönetimi tesis etti ise; biz de aynı yöntemlerle bugünkü hile rejimi ve köle düzenini tepeden tırnağa değiştirip Yeniden Büyük Türkiye’yi, İslam Birliği’ni ve Adil Düzeni kuracağız.” diyerek hedefini belirlemiştir. Ve bu şekilde yürüttüğü muhteşem mücadele ile büyük başarı sağlamış, hedefine bir hayli yaklaşmış durumdadır.

Peki, Sabetayist Yahudiler bunu nasıl yapmıştı?

Önce Selanik’te gizli bir cemiyet olarak ordu içerisinde İttihat ve Terakki Cemiyetini kurdular. Sonra legal bir siyasi partiye dönüştürdüler ve Meşrutiyet’i ilan ettirdiler. Arkasından Selanik’te oluşturdukları Hareket Ordusu ile gelip İstanbul’u işgal ederek Sarayı kuşattılar. Sultan II. Abdülhamit’i tahttan indirip Selanik’e sürdüler.

Gerisi çorap söküğü gibi kolay oldu.Osmanlı Devletini birçok cephede birden savaşa soktular ve nihayet Çanakkale Savaşı ile bütün gücünü tükettiler. Sonra İngilizlerle işbirliği edip başkent İstanbul’un işgalini sağladılar. İşgal güçlerinin himayesinde Osmanlı Devletini dağıtıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular.

İttihat ve Terakki kadroları ve zihniyeti ile CHP’yi oluşturup tek partili bir dikta rejimi tesis ettiler. Sonra oluşan muhalefeti kontrol altına almak üzere DP’yi kurdular. Böylece Sabetayist Yahudi Toplumu bir zümre oligarşisi oluşturup muvazaalı iki parti ile dışarıdan güdümlü Türkiye Demokrasisini işletmeye aldı. Kantarın topuzu fazla kaçınca demokrasiye ayar vermek için 27 Mayıs 1960 darbesi yapıldı. Sonra toplumu sağ-sol diye ayırıp bu siyasal zemin üzerinde CHP-AP muvazaası ile demokrasiyi işletmeye çalıştı.

Peki, Erbakan ne yaptı?

Önce ordu içerisinde millî derin devlet oluşumunu gerçekleştirdi. Ecevit bunun farkına vardığında kontrgerilla diye niteledi. Sonra Millî Görüş mesajını topluma yansıtmak üzere siyasi partiler kurdu. SAĞ-SOL ayırımı yerine HAK-BATIL ayırımını ikame etmeye çalıştı.

ABD farkına varınca, 12 Mart Muhtırasını Erbakan’ın devlet içindeki bu derin yapılanmasının kökünü kazımak için planladı. Ancak Erbakan bu süreci millî derin devlet ile kontrol edip yönetti. Bunun üzerine ABD yeni bir darbe planı yaparak bu gidişe kesin bir son vermek istedi. 12 Eylül 1980 darbesi bu amaçla planlandı. Erbakan millî derin devlet aracılığıyla bu süreci kontrol edip yönetti.

Erbakan bu süreçte Refah Partisi’ni birinci yapıp 54. Hükümeti kurunca ABD bu kez 28 Şubat 1997 post modern darbe sürecini başlattı. Erbakan bu süreci de millî derin devlet eliyle kontrolüne geçirip tersyüz ederek tamamen devleti ele geçirdi. Böylece millî derin devlet legal hale getirilerek MİLLÎ DEVLET konumuna getirildi. Şimdi ise bu duruma resmiyet ve hukukilik kazandırmak istemektedir.

Demokratik siyasal alana gelince tıpkı İttihat ve Terakkiden CHP ve DP çıkarıldığı gibi Erbakan da Millî Görüş’ten iki parti çıkarıp Türkiye demokrasisini tek merkezden yönetmeyi planladı. Ancak bu şimdiye kadar pek mümkün olmadı.

Önce 12 Eylül sürecinde bunu ANAP ve Refah Partisi ile yapmaya çalıştı. ANAP bir Sabetayist olan Mesut Yılmaz’ın eline geçince bu mümkün olmadı. Sonra 28 Şubat sürecinde bu planı AKP ve Saadet Partisi ile vizyona koymaya çalıştı. Ancak bu kez de siyasi yasaklı hale getirildiği için Saadet Partisi’nin başına bir Sabetayist Yahudi olan Numan Kurtulmuş getirilerek çıkmaza sokuldu.

Türkiye’de SAĞ-SOL ayırımı bitti. Onun yerine HAK-BATIL anlamındaki MİLLÎ-GAYRİ MİLLÎ ayırımı ikame edilmiş bulunuyor. Yani siyasal ortam ve yelpaze uygun durumdadır. AKP Batıcı gayri milli kesimi, Saadet Partisi ise Millî Görüş’ü temsil edecek ve Türkiye demokrasisi bu eksen üzerine inşa edilecektir. Şimdilik bunun tek engeli Numan Kurtulmuş’tur.

ASKON kongresine katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ile AKP Genel Başkanı Başbakan Tayip Erdoğan yaptıkları konuşmalarla ilginç bir tablo ortaya koydular…

Bilindiği gibi Numan Kurtulmuş daha önce Başbakan Erdoğan ile bir görüşme yapmıştı. Kamuoyuna bunu beni AKP’ye davet etti kabul etmedim şeklinde açıklamıştı. Ancak ASKON toplantısındaki konuşmalardan Başbakan Erdoğan’ın “Saadet Partisi’nin kapısına kilit vur öyle gel” dediği ortaya çıkıyordu!

AKP iktidarına hiçbir dişe dokunur eleştiri getirmeyen Numan Kurtulmuş’a kardeşim diye hitap eden Başbakan Erdoğan çok sıcak bir görüntü sergileyerek karşılık verdi. Bunların ASKON gibi Millî Görüş adına kurulmuş bir kuruluşun oluşturduğu bir ortak platformda gerçekleştiğine bakılırsa mercimeği çoktan fırına verdikleri anlaşılıyor. Çünkü Numan Kurtulmuş naz yaparken Tayip Erdoğan açıkça flört etti.

Yani Yahudi önce ANAP’ın başına Mesut Yılmaz’ı getirerek Erbakan’ın planını bozdu; şimdi de Saadet Partisi’nin başına Numan Kurtulmuş’u getirerek aynı planı bozmaya çalışıyor.

Bakalım sonunda kim başaracak?


ALINTIDIR.

http://www.facebook.com/note.php?note_id=364394853581
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
-

Yukardaki yazı bir alıntıdır. Bazı görüşlerine ve yorumlarına katıldığım halde bazılarınada katılmıyorum.Sayın Kurtulmuş'un Sabetayist olduğuna inamıyorum.


Yorumda diyorki:


"Peki, Erbakan ne yaptı?

Önce ordu içerisinde millî derin devlet oluşumunu gerçekleştirdi. Ecevit bunun farkına vardığında kontrgerilla diye niteledi. Sonra Millî Görüş mesajını topluma yansıtmak üzere siyasi partiler kurdu. SAĞ-SOL ayırımı yerine HAK-BATIL ayırımını ikame etmeye çalıştı"


Bu yorumada katılmıyorum.Şimdi yakalanan davaları süren Ergenekoncuların Milli görüşle ne ilgisi var.


Bu şahıslar yani Ergenekoncular, solcu-ulusalcı-sahte Atatürkçü kişiler.
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
bakın hele Numan başkanımda gözü olanlar varmış :O Numan Kurtulmuş Şuan hala S.P genel başkanıdır bu bir ,
ikincisi Sayın başbakan tarafından Numan Kurtulmuşa Bu teklif götürülmüş ve NUMAN hocam reddetmiştir...
yüzde 99,5 bi ihtimal Numan Kurtulmuş yeni kongrede genel başkan seçilmese bile yinede Ak partiye geçmez... :)
numan kurtulmuş sizden ne zaman kurtulacak onun hesabını yapıyoruz..
 

bakış

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2009
Mesajlar
4,717
Tepkime puanı
251
Puanları
0
Konum
İstanbul-Pendik
Linke tıkladım numan hocanın arkasında israil bayrağı.bu kadar ağır eleştiri olmaz.el-aziz denen fitne gazetesi numan hocanın yahudi olduğunu söylemişti.şimdide bunlar söylüyor.
numan hoca resmi olarak 20 yıldır milli görüşçüdür.bunların yanında gençlik yıllarındada bu görüş içerisinde faaliyetlerde bulunmuştur.babası yada dedesi erbakan hocanın yakın arkadaşlarındandır.

Herkez hata yapabbilir.kongre için terazi kurulmuştur.o terazinin adaletinden şüphemiz yok.teraziye göre görüş bildirmeliyiz.
numan hocayla yada bir başkasıyla milli görüş bu ülkeyi kurtuluşa çıkartacaktır.
 

Zirve-i-Hiç

Paylaşımcı
Katılım
20 Tem 2010
Mesajlar
103
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Konum
Nasib
Web sitesi
www.marifetatolyesi.blogcu.com
Hizmet-i Kur'ân, beni hayat-ı içtimâiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten menediyor. Şöyle ki: Hayât-ı beşeriye bir yolculuktur.

Şu zamanda, Kur'ân'ın nuriyle gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi.

Mülevves ve ufûnetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bâzı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri; o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise; bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder, fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar...

İştigal etiğimiz ulûm-u îmaniye, Rızâ-yı İlâhiyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz. Evet, Güneş Kamere peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyenin nuranî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyenin bir güneşi olan îman dahi, hayat-ı içtimaiyyenin âleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes'elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mes'ele-i sırr-ı iman ona âlet olsun.

Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım
Risalei nur

Bunca sıkıntı varken dünyada..İman elden gideken..TOPLAMI BİR YALANDAN İBARET OLAN SİYASATE vakit ayıracak kadar sığ olamaz TURK milleti..cami önünde verdklerinizle BİZANS size gelmez..
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
-

Hizmet-i Kur'ân, beni hayat-ı içtimâiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten menediyor. Şöyle ki: Hayât-ı beşeriye bir yolculuktur.


Şu zamanda, Kur'ân'ın nuriyle gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi.

Mülevves ve ufûnetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bâzı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri; o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise; bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder, fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar...

İştigal etiğimiz ulûm-u îmaniye, Rızâ-yı İlâhiyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz. Evet, Güneş Kamere peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyenin nuranî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyenin bir güneşi olan îman dahi, hayat-ı içtimaiyyenin âleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes'elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mes'ele-i sırr-ı iman ona âlet olsun.

Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım
Risalei nur

Bunca sıkıntı varken dünyada..İman elden gideken..TOPLAMI BİR YALANDAN İBARET OLAN SİYASATE vakit ayıracak kadar sığ olamaz TURK milleti..cami önünde verdklerinizle BİZANS size gelmez..




Bediüzzaman ve Siyaset



Muhammed Bozdağ


Konumuza dönelim: Bediüzzaman siyasetin neresindedir? Siyasetin Bediüzzaman’a göre anlamı nedir? Bediüzzaman’ın akıl dilini bizim akıl dilimize tercüme edersek mesajından neleri anlarız?


"Bediüzzaman bizim dilimizden konuşmuyor mu?" şeklinde bir itiraz gelebilir. Çok radikal gelecek ama ne yazık ki bugün düşünüş biçimini ilgilendiren bazı soyut kavramlar söz konusu olduğunda, neredeyse kimse kimsenin dilinden konuşmuyor. Örneğin kimine göre başörtüsü laikliğe karşıtlıktır, ya da tam tersine kimine göre inancını yaşamak ve savunmak laikliğin gereğidir. Kelimelere yüklenen anlamların kişisel menfaatlerden etkilenmesi, menfaatlerin “farklılığının etkisi altında” zihinlerde menfaat biçimleri adedince anlam biçimi doğmasına yol açmıştır. Özetle Rus, İngiliz veya Türk demokrasisiyle Bediüzzaman’ın demokrasisi birbirlerinin tıpatıp aynı anlamını taşıyan olgular değildir. Bu sözlerimize rağmen burada, Bediüzzamanın siyaset kelimesine yüklediği muhtelif anlamlar üzerinde yeterince duramayacağız.

Risale-i Nur’da siyaset kavramıyla ilişkili olarak söylenenlere parça parça bakıldığında gözümüze farklı modellerden oluşmuş bir tablo gözükebilir. Bir taraftan siyasetten katiyetle kaçan, bir diğer taraftan tam olarak siyasetin içerisinde yer alan, bir diğer taraftan da iki uç çizgi arasında ılımlı bir seyir takip eden bir Bediuzzaman görebiliriz.
Bu görüntünün Risale-i Nur’la bize bırakılan bir çelişkiler tablosu olduğu sanılmasın. Bu çok büyük bir yanılgı olur. Dikkat edersek Kainatın Yüce Sahibi Rabbimizin kelamı olan Kur’an-ı Kerim’de örneğin “içki” hakkında inen ayetleri birbirinden kopararak kavramaya çalışsaydık –haşa– bir taraftan içkinin yasaklandığını bir taraftan da yasaklanmadığını zannedecektik.
Aynı kavramların farklı şekillerde kullanılması sadece farklı anlamlarda kullanılmasından –çelişkiyi kast ediyoruz– kaynaklanmaz. Sözdeki zahiri farklılaşma “hangi zamanda, kime, nerede, ne maksatla” söylendiğinden de etkilenir. Yüce Kitabımızın bugün bize hitap eden mesajı 23 yıllık bir süre içerisine yayılan kişileri, mekanları ve maksatları ilk muhataplar olarak karşısına almıştır. Dikkat edelim; Risale-i Nur kendini dış dünyadan tecrit etmiş bir insanın masasının başında peş peşe kaleme aldığı bir eser değildir. Osmanlıdan Cumhuriyete kadar ferdi, sosyal ve siyasi değişimin en karmaşık şekliyle yaşandığı bir coğrafyada medrese hocasından saf köylüye ve ateiste kadar çok karmaşık bir platformun tamamına konuşmuştur Risale-i Nur.
Bu eserin mesajını bir çırpıda sistematize etme iddiasında bulunmak kolaycılık olur. Çok derin bir alim bile buna kalkışamamalıdır. Kaldı ki muhatap olduğumuz bu satırları kaleme alan çocuk böyle bir sözü hiç söyleyemez. Ancak bizim yaptığımız ve yapılması gerektiğine inandığımız husus Risale-i Nur’dan ne anladığımızı düşünen zihinlerin huzurunda tartışma platformuna çekmektir. Risale-i Nur’a dayanılarak söylenen tırnak içinde olmayan sözler bu ilim hazinesini bağlamaz şüphesiz.
Bediüzzaman’ın siyaset olgusuna yaklaşımı konusunda çok şey yazıldı, söylendi. Yazılan veya söylenenler arasında mutlak bir birlik olmaması şaşırtıcı değildir. Ancak sevindirici olan söylenenlerin gittikçe doğruları daha net ortaya koyuşu, farklı anlamaların gittikçe azalışı ve bunun da Risale-i Nurun temel mesajına gittikçe daha fazla yaklaşıldığının işaretçisi oluşudur.
Bediuzzaman tartışmak istediğimiz kavramı döneminde en etkin şekilde kullandı. Sonuçta sürekli başarılı olduğu da gözlemleniyor. Kendisinden sonra bir donukluk baş göstermiş midir? Bunu söylemeyelim isterseniz. Ama bilmemiz gereken şey, Bediüzzaman gibi etkin olabilmemizin yolunun ancak yaptıklarının temelini çok iyi kavramamıza ve gereğini yapmamıza bağlı olduğu gerçeğidir. Onun yazı ve sözlerini slogana indirgeyerek kullanma kolaycılığıyla yetinirsek bizim üreteceğimiz sonuç onun ürettiği sonuca hiçbir zaman yaklaşamayacaktır.
Siyaset kavramı
Bilindiği gibi siyaset felsefi boyutuyla baktığımızda, taraflardan en az biri insan olmak şartıyla bütün ilişkili nesnelerle bağlam kurabilen bir kavramdır. Siyaset çoğu zaman idareyle karıştırılır. İdareyle siyaset aynı şey değildir ama idarenin yok olduğu yerde siyaset fiilen “imkansızdır.” Siyaset idare eden/idare edilen ayrımının ortaya çıktığı yerde vardır. Gelişen sosyal süreçler “idare eden” faktörünü mekanik bir yapıya dönüştürmüş ve siyaset “idare edilen” faktörü karşısında idare eden faktörünün(mekanizmasının) kullanımıyla ilişkili bir noktaya yükselmiştir.
Önce idareyi (yönetim) genel anlamda alalım: Her insan bir yöneticidir. Kişi kendi hayatını yönetir. Biraz daha kompleks düzeyde ailesini, çevresindeki hayvanları, nesneleri yönetir. Ya da birazdan değineceğiz, yönetimin kapsamı devletin/toplumun ilişkilerinin yönetimine kadar “daraltılabilir” Yönetimin kapsamı ve kişi/ler/in yönetimdeki dahil olma derecesi değişebilir şüphesiz.
Yönetimin bizatihi kendisi eylem veya işlemlerden oluşur. Eylem veya işlemlerin gerçekleştirilmesi ile eylem veya işlemlerin kararlaştırılması birbirlerinden ayrı iki süreçtir. Kararları alan taraf ile kararları uygulayan taraf bazen iç içe geçer, bazen birbirinden ayrılır.
Bu temel mantığın etkisiyle biz devlet memuruna “siyasetçi” diyemiyoruz. Memur yöneten-yönetilen ikilisi arasına girmiş, yönetileni yöneten konumundaki yönetilendir. Bu örneğimizle siyaseti kullandığımız bağlamın kapsamını gündelik hayatta kullandığımız anlamıyla sınırladık. Dar anlamıyla siyaset formel bir yönetim platformu üzerinde cereyan eder. Ortada kurumlaşmış bir sosyal sistem vardır. Alanları çizilmiş bir coğrafya içinde oturan yönetilen pozisyonundaki bir toplum, yönetimi fiilen icra eden memurlar, memurların icraatını kararlaştıran-kendilerine son tahlilde talim veren siyasetçiler ve bütün bu süreçlerin üzerinde işlediği ortaklaşa kabul edilmiş kurumlarıyla devlet.
Bu harita içerisinde siyasetin konumunu iyi gözlemleyebiliyoruz. Siyasetçi yani karar vericilerin fonksiyonlarını icra ederken çeşitli kayıtlarla sınırlandırılmaları söz konusu olabilir. Temel prensipler ana davranış kalıplarını belirleyebilir. Toplumun ya da yine siyasetçilerin ürettiği kurallar, ilahi kaynaklar veya yalın şekliyle siyasetçilerin taktiri kararların ne şekilde alınacağında etkili olabilir.
Siyasetin toplumla birlikte kaçınılmaz olarak varlığı aşikârdır. İstisnasız her insan bu tablonun bir yerinde bulunur. Bu toplumun iyice dışına taşmak ancak tek başına bir mağaraya çekilip delikleri tıkamakla mümkündür.
Bediüzzaman’a gelince, bütün bir Anadolu toplumunu hatta dünya toplumlarını saadet bildiği bir çizgiye davet endişesini taşımış bir şahsiyettir. Bazılarının zannettiği gibi siyasetten uzak kalması şöyle dursun siyaseti fıtrat kanunlarının gerektirdiği etkinlikte kullanmayı becermiştir. Yönetim tablosundaki değişime paralel olarak eylem türlerinde değişim göstermiştir. Satranç bazen vurucu hamleleri, yer değiştirmeye dönük oyalama taktiklerini gerektirir.
Siyasetten kaçış mı?
Bediüzzaman siyasetten içtinab etmiş midir? Bu tezi savunanlar Nursi’nin “şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” şeklindeki ifadesini delil olarak getirirler. Girişte belirtilen hatayı yaptığımızda şu tek söz bu tezi haklı gösterebilir. Oysa şu noktalara dikkat etmemiz gerekir:
Müellif bu sözü ilk söylediği dönemde “İttihat Terakki” ile, “İttihat-ı Muhammedi” ile doğrudan veya dolaylı ilişki içerisindeydi, yön vermeye ve hatalı yönelimleri engellemeye çalışıyordu. Siyasetin tamamen dışında olduğu söylenen Cumhuriyetin ilk döneminde (CHP iktidarı) siyasi unsurlarla organik anlamda ilişkisini koparmış olsa bile idarecilere/bazı bakanlara mektuplarında veya risalelerinde politikalar teklif ediyor, yanlış ve doğru icraatlarını ortaya koyuyordu. 1960 sonrasındaki Demokratları desteklediği dönemde siyasetle doğrudan olmasa bile ilişkisinin daha yoğun olduğunu görüyoruz. Örneğin talebelerinin bu parti teşkilatında görev almalarını olumlu karşılamış, parti yöneticileriyle daha yakın bir ilişki içerisine girmiştir.
Bediüzzaman’ın farklılık gösteren bu üç dönemde doğrudan/dolaylı, aktif/pasif, yoğun/seyrek görüntüler taşır tarzda ama mutlaka devamlı siyasetle ilişkili olduğunu görüyoruz. Ama bütün bu dönemler boyunca Bediüzzaman “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” demeye devam etmiştir.
“Siyaset, siyaset yapmak, siyasetçilik” kavramlarından neyin kast edildiğinin tartışılması gerekir. Ancak, Risale-i Nur namına siyasetten, “toplumun gidişatını etkileyen yönetim sürecinden topyekün çekilmek” anlamında uzak duranlar Bediüzzaman’a çelişki atfetmiş olurlar. Bazı düşünürler Bediüzzaman’ın siyasetten çekilişini ortaya koyan ifadenin mutlak olduğunu, her zaman ve şarta genellenmesinin mümkün olmadığını, Bediüzzaman’ın da böyle davrandığını savunurlar. Bu yaklaşımların ikna edici bulunması güçtür.
Bediüzzaman’ın siyasetten kast ettiği anlam ile bizim kast ettiğimiz anlam aynı şey midir? Ayrıca bu ifadede topyekün bizatihi siyasetin kendisinden kaçış mı vardır?
İzin verirseniz ifadenin derununa inmeye çalışalım: Bu ifadede siyaset şeytanla birlikte zikrediliyor. Şeytandan Allah’a sığınmamız emredilir. Korkup Allah’a sığındığımız bizzat-binefsihi şeytanın kendisi değildir. Haşa-bunu bilinçli olarak yaparsak şirke girmiş, şeytana Allah’ın karşısında bir güç/kudret vermiş oluruz. Tıpkı Zerdüştlerin yaptığı gibi. Allah’a sığınmamız emredilen, şeytanın hilelerle bizi teşvik edeceği şerlerdir. Aynı şeyi siyaset için kullanıyor Bediüzzaman. Siyasetin bizatihi kendisi kaçınılmazdır ve hiç bir devirde kimseyi etkisinin dışında bırakmamıştır. Allah’a sığınılacak olan siyasetin üzerinde kurulduğu mekanizmanın sebep olabileceği şerlerdir. Eğer varsa bu şerlerden siyasetin içindeyken de dışındayken de Allah’a sığınmaya mecburuz. Yoksa bizatihi siyasetin Kur’ani açıdan şer olması halinde İslam uleması bunu çok daha önceden ortaya koyardı.
Bediüzzaman “siyaset” kavramını mesajının dönemindeki muhatapları tarafından anlaşılabilmesi için içinde bulunduğu zamanın kullandığı anlamda kullanmıştır. Çok iyi bilindiği gibi, çağlar,kişiler, makamlar, kültürler değiştikçe kavramların anlam vizyonu kaçınılmaz olarak değişir. Siyasetin Makyavelli’nin zihnindeki anlamı başka, Hz. Ömer (ra)’ın zihnindeki anlamı başkadır. Risale-i Nur’da geçen bu kelimenin muhtelif kullanım anlamları ancak bu kelimelerin zaman, mekan, muhatap bağlamlarının çok iyi çözümlenmesiyle kavranılabilir. Burada işimiz güç değil. Çünkü Bediüzzaman bu ifadeyi önce fiili bir örnekle bütünleştirerek kullanıyor: "Bir partiye taraftar olan kişi kendisine muhalif olan melek gibi bir insanı şeytan kadar alçaltıyor, partisini destekleyen şeytan gibi bir insanı da melek kadar yükseltiyor." Bu çirkin ahlak siyasetin kaçınılmaz kuralı değildir; ancak bir dönem siyasetin bir unsuru olmuştur. Bediüzzaman’ın Allah’a sığındığı, siyasetin bu şekilde ahlak dışı işlettirilişidir. Yoksa tarihte büsbütün siyasetin dışında kalmış bir Said Nursi gösterilemez. Her türlü muhalefetin dondurulmaya çalışıldığı Halk Partisi iktidarı döneminde bile.
Siyaset her zaman muhalefet gerektirir ama muhalefet her zaman siyasetin başındaki kişilerin kullandığı aynı aletlerin kullanılmasını zorunlu kılmaz. Ayrıca muhalefet “fiziki çatışma” şeklinde cereyan etmek zorunda değildir.
Bediüzzaman siyasetten içtinap etmemiştir; ama dönemindeki siyaset biçiminden içtinap etmiştir. Ayrıca konjonktürdeki değişime paralel olarak dönemindeki siyaset biçiminin müspetleşen unsurlarını derhal kullanmış; ama hiç bir zaman kendi siyaset yapma biçimini üretip kullanmayı ihmal etmemiştir. Ne demek istiyoruz?
Risale-i Nur’da Nursi ve talebelerini dönemin siyaset yapma biçiminden men eden unsurları kavramamıza yardım edecek bir kısım ifadeler vardır. Men eden sebepler arasında “ihlas, şefkat, hakikat, ahiretin unutturulması, kalbin karartılması, tarafgirlikle zulme sebep olunması, dinin ihmal edilmesi, dünya iştihasının kabarması gibi bir dizi sebep sayılır. (Emirdağ Lahikası adlı eserde bu konular biriktirilmiştir.)
Yukarıda geçen kelimelerin kullanıldığı mektup veya risalelerden açıkça anlaşıldığı kadarıyla –büyük ölçüde günümüzde olduğu gibi– siyaset Bediüzzaman’ın içinde yaşadığı dönemde olması gerektiği doğru işleyiş biçiminden saptırılmıştır.
O dönemde siyaset şöhret ve menfaate dayanıyordu. Oysa bir mümin ihlasla dolu olabilir, hiçbir menfaat beklemeden şöhretten kaçarak sırf Allah rızası için milletine hizmet edebilirdi. Siyasette şefkat yoktu. Muhalifler haklı haksız eziliyordu. Mümin şefkat duymalı bir hayvanın incinmesinden bile rahatsız olmalıydı. Hakikat yoktu siyasette. Düpedüz yalan sözlere, karalamalara, asılsız vaatlere dayanıyordu. Asılsız söz, gıybet, iftira mümine haramdır. Oysa siyaset bu şekilde işler bir hale getirilmişti. Siyasette tarafgirlik vardı ve tarafgirlik "hak" esasına değil "taraf" esasına dayanıyordu. Tarafgirlik doğruya taraf olmaya dayanmazsa insanlar hiçbir suç işlemediklerini zannettikleri yerde dehşetli birer zalim olarak yazılırlar. Hangi parti/taraf olursa olsun mümin yanlış icraata taraftar olamaz. Ya da mümin insanları taraftar oldukları partiye/tarafa göre değerlendiremez. Bediüzzaman’ın dönemindeki siyaset bunları yaptırıyordu. Siyasetçi dininden dini pratiğinden uzaklaşmak zorunda değildir. Siyasetçi bütün nazarını dünyaya, dünyevi saltanata hasretmeye mecbur değildir. Ne yazık ki siyaset böyle bir ortamda işlettiriyordu.
İşte şerlere sebep olan siyasete kazandırılan bu tip karakterlerdir. Yoksa yalan söyleyen siyasetçi olduğu gibi doğru söyleyen siyasetçi de vardır. İhlaslı/şefkatli olan, ahiretini unutmayan, zihnini dünyevi kavgalarda boğmayan siyasetçi de vardır. Hem de “hangi partide olurlarsa olsunlar” sayıları pek çoktur bunların.
Unutmayalım ki kişilerin içerisinde bulundukları ortamın telkininden altşuurlarını korumaları son derece güçtür. Siyasetin çirkin işlediği yerin tam ortasına girip de zerre kadar yaralanmamış insan yoktur. Beş vakit namaz kılan insanların arasında uyum içerisinde yaşayan bir insanın sadece görüntülerin telkininin etkisi altında bile uzun süre namazsızlığa direnmesi güçtür.
Siyaset potası bozuksa bu potada erimek göze alınabilecek midir? Sonucun çoğu zaman “erime” bazen de “dışlanma” olduğunu biliyorsunuz.
Bu konu üzerinde çok fazla durmayacağız. Eğer siyaset bizim için kaçınılmaz ise nasıl bir siyasal tutum geliştirmemiz konusunda Risale-i Nurlardan ders almaya ihtiyacımız vardır. Risalelerin yanında Bediüzzaman’ın döneminde bizzat ortaya koyduğu tavır ve taktiklerin de çok iyi tahlil edilmesine ihtiyacımız var.
Temel taktik ve prensipler
Bir Risale-i Nur muhatabının Bediüzzaman’ın tavrından, yazdıklarından ve söylediklerinden çıkarabileceği dersler, temel taktik ve prensipler oldukça ayrıntılı unsurlar taşır. Bunları bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkarma iddiasında değiliz. Tespit edebildiğimiz ve aşağıya çıkarabildiğimiz bir kaç temel nokta bile önümüzü aydınlatmaya yetebilir. Özetleyerek maddeler halinde sıralayacak olursak;
1. Herhangi bir siyasal sistemin içerisinde yaşayan bir Nur muhatabının savunmak zorunda olduğu temel prensipler vardır:
- Hukukun üstünlüğü, hürriyet (şer’i prensipler ışığında kendine ve başkalarına zarar vermeme kaydıyla sınırlı) adalet gibi kavramların mutlak surette ve kayıtsız geçerliliğinin uygulanırlığının sağlanması için sürekli çalışma yapılması gerekir.
- Toplumun arzularının yönetime yansımasını sağlayan Cumhuriyet, demokrasi, siyasi partiler, serbest seçim sistemi, etkin parlamento Bediüzzaman’ın anladığı İslami devlet modelinin temel kurumları ve kurumlaşma biçimidir. (Bu kavramları Bediüzzaman’ın anlamlandırışı ayrı bir tartışma konusudur.)
2. Bir Nur muhatabının destekleyemeyeceği, katılamayacağı siyasi oluşum ve hareketler vardır.
- Irk esasına dayalı hiçbir parti kurulmamalı ve desteklenmemelidir. Türk, Kürt, Çerkez hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun hiçbir unsur –özellikle Anadolu şartları ve coğrafyasında– sadece kendisini kapsayan bir parti hareketi oluşturmamalıdır. Bediüzzaman bu hususu hem prens Sabahattin’e yazdığı mektupta hem de Emirdağ Lahikasında geçen dört parti tahlilinde vurgular.
Etnik kimliğe dayalı partinin sakıncalarının başında etnik parçalanma gelir. Muhalefet, mükemmelen medenileşmemiş bir toplumda cepheleşmeyi zaruri kılar. Unsurların (ırkların) partileşmesi bunların farklı çatılar altında karşı karşıya gelmelerine yol açar. Kişiler bu kimlikle yola çıkan partilerle özdeşleştiklerinde tehlike iki yönde gelişir. Bir taraftan içerde muhaliflerin dışlanmasına dönük bir tepki oluşur; diğer taraftan muhalifler kendi etnik özelliklerini, savunma faktörleri olarak ileri sürerler. Bu sonuçların ikincisinin gelişimi daha hızlıdır ve Türkiye şartlarında kaçınılmazdır.
Türkiye şartlarının tarihsel geçmişinde Türk unsurunun İslamla özdeşleşmiş olması sebebiyle kültürel anlamda ön plana çıkarılması her şeyi katı bir kayıt altına almama şartıyla birleştirici olabilir. Ancak bu konuda katılık ve inhisar gösterilir de buna bir de ırki anlamda üstünlük psikolojisi eklenirse alt şuurlarında kaçınılmaz olarak kendilerini farklı tanımlayan kimliklerde yükselen tepkiler ortaya çıkacaktır.
Bediüzzaman’ın Millet Partisini olumsuzlayışının (Bkz. Emirdağ Lahikası II, s. 132) temelinde bu sebep yatar. Hatta Kürt unsuruna dayalı siyasal oluşumu benzer gerekçeyle daha şiddetle reddetmiştir Prens Sabahattin’e yazdığı bir mektupta. Burada önemli bir inceliğin vurgulanması gerekir. Bir siyasal oluşumun etnik unsurla özdeşleşip özdeşleşmediği hususunun tespitinde dikkate alınacak kriter bu oluşumun açık deklârasyonu değil, toplumun bu oluşumu nasıl yorumladığı, nasıl bir vizyonla algıladığı sorusuna verilecek cevaptır.
- Mezhep esasına dayalı parti kurulmamalı, desteklenmemelidir. Mezhepler fikir farklılıkları olarak ortaya çıkarlar. Mezheplerin revacı insanların hür kabullerinden başka bir yolla gerçekleştirilemez. Mezheplerin siyasal oluşuma dönüşmesi, mezhep cepheleşmelerini ve sonuçta örneğin Hıristiyan dünyasında yıllar boyu yaşanan mezhep savaşlarını doğurur. Etnik cepheleşmenin yanında Türkiye’nin en yumuşak karnı mezhep cepheleşmelerinde yatar. Toplumsal bütünlüğe Türk Partisi Kürt Partisi oluşumunun vereceği zarardan daha fazlasını örneğin Alevi Partisi/Sünni Partisi oluşumu verir. Bediüzzaman’ın savunduğu bu görüşün ayrıntılı sebepleri yine Prens Sabahattin’e yazdığı mektuptan anlaşılıyor.
- Din esasına dayalı siyasal parti oluşumuna gelince ilginçtir ki döneminde bu konuya dikkatli ve çekinceli yaklaşan tek islami lider olarak Bediüzzaman’ı görüyoruz.
Döneminde böyle bir oluşumun sakıncalılığına dikkat çekiyor Bediüzzaman; ama bu sakıncayı bütün zaman ve şartlara genellemiyor. (Örn. için Bkz. Emirdağ Lahikası, s.133) Onun endişesinin kaynağı şudur:Türk unsuru hakim olmakla birlikte Anadolu tarihinden, farklı unsurlardan oluşan bir mozaiği devralmıştır. Bazıları mozaik kelimesine takılmasınlar. Bu güne kadar gerçeklerimize göz yummakla onları küçültemedik. Bu yapının mutlak hakim dini islamiyettir. Hıristiyanlar, Yahudiler, diğer din mensupları ile ateistler çok azınlıkta kalırlar. Ancak bu islami renk mutlak surette asr-ı saadet benzeri Kur’ani bir saflığa sahip değildir. Sosyo-kültürel gelişmeler toplumun çok önemli bir bölümünün islami kimliğinde yozlaşmalar oluşturmuştur. Yani toplum içerisinde islami kimliği reddetmemekle beraber, Kuranın haram kıldığı fiilleri işleyen veya dini sorumluluklarını ihmal eden insanlar büyük bir kesimi oluşturmuşlardır. Bu gelişmenin yanında belirli semboller adına başörtüsünü çağdışı, faizi caiz, bazı islami gelenekleri köhne gören ve bu esasların karşısında yer alan Müslüman tipler ortaya çıkmıştır.
Bu şartlar altında toplumda İslam’a kayıtsız şartsız imtisal ve iltizam yoktur. Yani “Müslüman” bir toplum “şeriatın” karşısındadır. (!) Şüphesiz bu vahim tablonun bir yığın tarihsel suçluları vardır.
Böyle bir ortamda “din namına” siyaset meydanına atılan bir siyasi oluşumun islami inkişafı köstekleme tehlikesi vardır. Hangi amaç namına ortaya çıkarsa çıksın her siyasal oluşum karşısında muhalifleri bulur. Muhalefet sebebi kültürel olabilir, ekonomik olabilir, psikolojik olabilir.
Din namına ortaya çıkan partiye muhalefet bu partinin kendisini özdeşleştirdiği ve temsil ettiği dine muhalefet neticesini doğurur. Yani İslam adına ortaya çıkanlar –yukarıdaki şartların hakim olduğu bir toplumda– kendilerine oy vermeyenleri İslam’ın karşısına itebilirler. Bu tabloyu kullanmaya hazır bir yığın iç ve dış mihrak vardır. Nitekim geçmişimizde, hem de yakın geçmişimizde buna dair örnekler yaşanmış; birçok namaz kılanı dahil önemli miktarda Müslüman, bir partiye muhalefet ederken, bir partiyle dalga geçerken –vahimdir ki– İslam’a, İslam’ın evrensel kanunlarına muhalefet etmiş, onlarla dalga geçmiştir.
Bir parti din namına nasıl ortaya çıkar? Parti yöneticileri ya da dikkat çekici miktarda mensupları dini yalnızca kendilerinin temsil ettiklerini veya savunduklarını, kendilerine oy verenlerin Müslümanların gerçek sayısını gösterdiğini; gayrın gayr-i Müslimlerle işbirliği içinde olduklarını tavır ve sözlerle ortaya koymaları bu sınıfa dahil olmaları için yeterli sebeptir. Bunun için bir diğer sebep de toplum tarafından kendiliğinden veya iletişim kanallarının etkisiyle bu şekilde tanınmalarıdır.
Yukarıdaki sözlerden parti yöneticilerinin Müslüman olmaması ya da şahsi yaşayışları veya savundukları tezlerde İslam’ı esas almamaları gerektiğinin söylendiği kesinlikle anlaşılmasın. Tam tersine “her partinin” yapısı böyle “olabilmelidir”. Anlatmak istediğimiz bu kişilerin –ne olurlarsa olsunlar– kendilerini yalnızca dindar Müslümanların partisi olarak görmemeleri ve varsa toplumda oluşturulan bu paraleldeki imajı yıkmak için gereken meşru her şeyi yapmalarıdır. Aksi taktirde ırk ve mezhep partilerinin yol açtığına benzer daha tehlikeli bir toplumsal cepheleşme ortaya çıkar. Böyle bir cepheleşmenin en kötü yanı diğerleri gibi sadece dünyevi kayıplara değil aynı zamanda uhrevi kayıplara da sebep olmasıdır. İmanların kuvvetli tesis edilmesi ve insanların cehennemden kurtulmasından başka bir amacı olmayan mümin için toplumsal yapı “içindeki” istisnasız her türlü cepheleşme siyasal zafer kazanılsa bile mü’minin aleyhinde sonuçlanır. Bu yüzden Bediuzzaman dahili cihatla harici cihat biçimini birbirinden ayırmıştır. Bu konuda daha fazla ayrıntı diğer konuların ihmaline yol açacağı için kısa kesiyoruz.
Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu yukarıdaki endişe, toplumun yüzde altmış-yetmişinin tam dindar olduğu yaklaşık homojen bir toplumsal yapı için söz konusu değildir. (Bkz. Emirdağ Lahikası, s.132) Böyle bir partinin zararlı olmaması, partinin kendini yeterince esnetmesi ve toplumun yeterince eğitilmesi ve gelişmesine bağlıdır.
3. Nur muhatabının destekleyebileceği siyasal oluşumların belli özellikleri olmalıdır:
- Yukarıda karakterleri tespit edilen siyasal oluşumların herhangi biri “kural olarak” desteklenemez. Ancak ortada “tercih açısından değil”, kuvvetle tahmin edilebildiği taktirde gerçekleşebilecek sonuç açısından iki alternatif varsa ve ikinci alternatifin daha büyük zararlar vereceği görülüyorsa “ehvenüşşer prensibi” ortaya çıkar.
Bediüzzaman şerlerin kaçınılmaz olduğu yerde, zayıf olanının tercih edilmesinin şiddetlisini bertaraf etmesi halinde, zayıf şerrin tercih edilmesi gerektiğini savunur. (Örn. için Son Dersi Emirdağ Lahikası, s.213, benzer mantık için 13. Lem’a) Ancak küçük ya da büyük, her halükarda gücü elinde tutacak tek bir şer varsa, mümin azınlıkta kalmaya mahkum alternatif siyasal oluşumlar oluşturmaya değil, mevcut durumun yol açabileceği kötülükleri azaltmaya veya yok etmeye çalışmalıdır.
Desteklenebilecek siyasal oluşumun adı ne ve başındaki kim olursa olsun “hürriyeti” temel karakter ittihaz etmesi gerekir. Hiç bir şey adına istibdat hoş görülemez. Herkese, her düşünceye (zarar verici olmamak şartıyla) hür bir platform sunma amacını taşıyan cereyanlar mensuplarına bakmaksızın desteklenir. Bediüzzaman desteklediği siyasal oluşum içindeki “ahrarları”(hürriyetçiler) çok fazla ön plana çıkarmış, bu kişileri bazen “demokratlar” olarak adlandırmıştır.
4. Risale-i Nur herhangi bir siyasal partiyle özdeşleşmeye karşıdır. Partiye desteği, her halükarda kayırma, kayıtsız taraftar olma, bağlanma şeklinde hiçbir dönemde yansıtmamıştır.
Müslümanın net kimliğiyle siyasi partilerin net kimlikleri her zaman çakışmaz. Cumhuriyet döneminde bu hiç olmadı.
Risale-i Nur hiç bir partinin özel malı değildir. Dolaysıyla Risale-i Nur'la özdeşleşen bir Nur talebesi , camiası namına asla partiyle özdeşleşemez.. Yani bir siyasal fikrin değil de bir siyasal partinin temel destekçisi olarak kendisini tanıtamaz. Böyle yaptığı taktirde kendisini özdeşleştirdiği partiye muhalif olan insanları aynı zamanda özdeşleştiği Risale-i Nura muhalif yapar. Bu yüzden Hazreti Nursi “Risale-i Nurun umumun malı olduğunu, hiçbir partiye alet ve tabi olmadığını ısrarla yinelemiştir.
Risale-i Nur namına bir partiyle özdeşleşme Nur talebelerinin kişisel olarak partiyle organik veya dolaylı bağ kurmasıyla gerçekleşmez. Bu ancak bu talebelerden oluşan camianın bu ilişkiyi ortak davranış kalıbı haline getirmeleri ve bunun toplum tarafından “yeteri kadar sıklıkla “ gözlemlenmesi halinde gerçekleşir.
Nur talebeleri Risale-i nurdan anladıkları prensiplere dayanarak herhangi bir partiyi destekleyebilirler, ancak “Risale-i Nur namına” hiçbir parti desteklenemez. Risale-i Nurun emrettiği destek adı belirli siyasal partiye değil, yapısı belirli siyasal düşünceyedir. Aksini düşünen ve aksine davrananlar Bediüzzaman’ın Demokratları taşıdıkları siyasal düşünceden dolayı desteklerken, Halk Partililerin Risale-i Nurları başkalarının malı sanmaları karşısında duyduğu endişeyi görmezlikten geliyorlar. Bediüzzaman Risale-i Nurların unsuruyla, mezhebiyle, tarikatıyla, partisiyle umumun malı olduğunu, hiç bir tarafa alet ve tabi olmadığını tekrar tekrar söylüyorsa; bu eserleri sadece bir daireye sıkıştıranlar kendilerini haklı görmemelidirler.
Risale-i Nur namına herhangi bir parti kayrılamaz. Partiyi desteklemek kayıtsız taraftar olma şeklinde de gerçekleşemez. Böyle bir durum siyaset hesabına yapıldığı zaman ortaya çıkar.
Siyasal desteğin temel ve tek amacı savunulan siyasal düşüncenin hakim olmasına yardımcı olmaktır. Parti eğer ilgili siyasal düşünceden politikalarıyla sapmalar gösteriyorsa, zulümler yapılıyorsa bunlara asla sessiz kalınamaz veya bunlar çeşitli bahanelerle toplum nazarında örtbas edilemez.
Bediüzzaman Demokratları Halk Partisi karşısında yıpratmamıştır ancak ahrar zihniyeti koruma pahasına hatalarının üzerine gitmiştir. Hatta DP Emirdağ ilçe teşkilatının (yönetiminde Bediüzzaman’ın talebeleri vardı) 1960 da feshedilmesi üzerine Bediüzzaman merhum talebesi Hamza Emek’in huzurunda rahmetli Menderes’i başvekillikten (manen) azlettiğini de söylemiştir. Bu son tavrından önce de ahrar zihniyetin arasına bulaşan istibdat yanlısı masonların şiddetli zararları ve kötülüklerini açıkça deşifre etmiştir. Hataların düzeltilmek üzere vurgulanması desteğin çekilmesi değildir.
Bir siyasi partiye kalbiyle kayıtsız taraftar olan bütün icraatına ortak ollar. İcraatlar arasında zulüm de varsa sempatizan Allah indinde bu zulümlere de taraftarlığı nispetinde ortaktır.
Burada kavranılması gerçekten güç bir ayırım vardır. İnsan zihni müşahhas pozisyonlar ve olaylar üzerinde daha kolay odaklaşır. Fikir temelli bir düzlemde düşünme daha ileri düzey zihinlerin işidir. Risale-i Nur ahirzamanın karmaşık şartlarında bizi buna zorluyor. Anlatmak istediğimiz, partiye destekle partinin savunduğu fikirler ve gösterdiği icraatlara ayrı ayrı yaklaşılması arasındaki ince ayrımdır. Somut olarak hayrı şerrinden fazla olan A partisine olan “fiili destek” iki hayrına olan kalbi destek ve bir şerrine olan kalbi nefret üzerine bina edilmelidir. Aksi taktirde hem Allah hem de toplum nazarında mümin zarara düşer.
- Risale-i Nur'da siyasal bağlanma yoktur. Partilerde, şahıslar değişkendir. Fikirler asla şahısların inhisarında görülmemelidir. İslam dahisi Bediüzzaman, eserlerini ileri sürerek mezarını bile gizlerken, mümin liderinin şahsına dayalı bir psikolojiyle herhangi bir partiyi destekleyemez. Kalbi ilişkisini liderin şahsında kalıplaştıramaz. Lider hem fanidir hem de hata işler.
5. Bediuzzamanın desteğinin temel vurgusu organik anlamda siyasal partilerde odaklaşmaz ve genellemelerden kaçınır. Birçok yerde kahraman demokratlar/ahrarlar demiştir; ama hiçbir yerde “kahraman Demokrat Partililer” dememiştir. CHP’nin zulümlerini anlatırken de asla “CHP’liler” dememiş; CHP’nin organik yapısına dolayısıyla yöneticilerine vurgu yapmıştır. Bu yaklaşım sakıncalı genellemeleri yok eder. Çünkü ne bütün DP’liler masumdu ne de gerçek anlamda bütün CHP’liler zalimdi. Öyle bir denge uyguladı ki Bediuzzaman, DP içerisindeki müstebit zihniyetin manevra kabiliyeti daraldı. CHP’nin zulümlerini ise baştaki yüzde beşlik kısma verdi. Gerisine kalbini uzattı; hatta fiilen kendisine zulmeden Halk Partililere de Risale-i Nurları okuyarak imanları kurtarmaları halinde hakkını helal edeceğini söyledi.
6. Bediüzzamanın muhalefet biçimi kişilerin şahsiyetlerini yıpratma değil, eylemlerini veya zararlı fikirlerini yıpratma şeklinde gerçekleşti.
Risale-i Nurda en şiddetli zalimlere karşı bile isim belirtilerek bir küfür ve ahlaksızlık isnadı yoktur. Bu unsurların kullanıldığı yerlerde ise Bediüzzaman muhataplarını gizlemiştir.
Bir Nur talebesi de yazıyla/sözle muhalif olduğu bir lideri ismen alaya alma/hakaret etme alışkanlığına sahip olamaz. Ayrıca şiddetli saldırı gelmeyen bir muhalefet çevresine tepkici/agressif bir tutumla yaklaşılamaz. Bediuzzaman kendisini ziyarete gelen CHP’li mebusları bile şefkatle kucaklamış, onları karşısına almadığı gibi partilerini değiştirmeye de zorlamamıştır. Hatta bazı mektuplarında İslam’a savaş açtığını göre göre Halk Partisinden bile İslam’a hizmet etmesini istemiştir. Hiçbir dünyevi menfaati olmayan ve Allah rızası için insanların imanlarının kurtulması uğrunda gözyaşı döken insanın yapabileceği tek şey budur. Önemli olan İslam’a hizmetse iktidar ya da muhalefette neden her parti buna teşvik edilmesin? Hizmet hiç bir partinin inhisarında değildir. Savuna geldiği fikriyatı ne olursa olsun hiç bir parti kötü kalmaya mahkum bırakılmamalıdır. Son tahlilde partiler de destekçileri de sürekli değişen insanlardan oluşur.
7. Diğer davalar batıl olabilir ancak “davasını diğer davaların batıllığı tezine” bina edenlere Risale-i Nur itibar etmez. Risale-i Nurda İslam’a hizmetle ilgili bir prensip olarak zikredilen bu husus genelliği itibariyle siyasi partileşmeler için de geçerlidir. Parti ya da partiyi destekleyen bir Nur talebesi haklılık ve doğruluğunu muhalif olanın yanlışlıklarını ortaya koyma esasına bina etmemelidir. Yanlışlık muhalif partiyle özdeşleştirilerek verilirse savunulmak zorunda kalınır, revaç bulur. Bu yüzden Nursi kötü fiillere hücum ederken bu fiilleri işleyenleri –muhataplar tarafından bilinse bile– tasrih etmemiş; buna karşılık hayırları, daha fazla sahip çıksınlar diye failleriyle birlikte ifşa etmiştir.
Onun bir diğer önemli yaklaşımı da siyasetçiler arasında dönüşsüz derecede akrepleşmemiş olanlara bile ulvi hasletler atfetmeyi ihmal etmemesidir. Nitekim bu yüzden Halk partili bakanlar arasında “milliyetperver, hamiyetperver” şeklinde vasıflandırdığı kimseler bile vardır. (Bkz. Emirdağ Lahikası s. 140 ve 215) Bu tavrının sonucunu da hiç tartışmasız istediği şekilde elde etmiştir.
8. Risale-i Nur siyasal iktidarı ele geçirme endişesine şiddetle karşıdır. İktidar kimin elinde olursa olsun İslam’a hizmet eder hale getirilmelidir. Ayrıca İslam’a fiilen hizmeti birinci ve temel vazife addedenlerin doğrudan/fiilen siyasetin başında bulunması sakıncalı görülür. (Bkz: Emirdağ Lahikası, s.38) Bediüzzaman siyasi saltanatla manevi saltanatın Hz. Ali (ra) efendimizden sonra kader-i ilahiyece birbirinden ayrıldığını; bu suretle siyasi saltanatın çirkinliklerinin dini hizmeti bulandırmasının engellendiğini söyler Mektubat’ında. Siyasi saltanatın bizzat din hizmetkarlarınca ifa edilmesinin zararlı olmasının sebebi siyasetin İslam’ın emrettiği esaslardan uzak bir süreçte işler hale gelmiş olmasıdır.
Siyasi iktidarı temel hedef haline getiren mümin değişmez/nihai hedefinden iman hizmetinden gaflete düşer. Çünkü zihin binlerce sosyal-siyasi boğuşmaları takip ederek pozisyon yakalamaya çalışırken dağılır ve ortamın akıntısına kapılıverir. (Emirdağ Lahikası II, s. 57) Siyaset amacın kendisi oluverir. Hani eskiden insanlar peygamberlerin heykellerini yapıp yanlarında Allah’a ibadet ederlerdi. Sonra Allah unutuldu ve ibadetleri bizzat heykellere döndü. “Siyaset için siyaset” böyle bir dönüşümün sonucu olduğu için çok zararlı görülür. (Emirdağ Lahikası, s. 157)
9. Bir Nur talebesi siyasete girebilir. Ancak bunu Risale-i Nur namına, Risale-i Nurun temsilcisi imiş gibi yapamaz. (a.g.e.,s.157) Ne toplum tarafından böyle algılanmalı ne de kendisini böyle deklare etmelidir. Aksi taktirde hem hataları Risale-i Nura mal edilebilir, hem de şahsi muhalifleri dolayısıyla Risale-i Nura muhalif olabilirler. Siyasete ancak kendi namına kişiliğiyle girebilir bir Nur talebesi, temel amacı siyaseti dine hizmet eder hale dönüştürmek olmak şartıyla...
Sonsöz
Buraya kadar yapılan tartışmalarda Bediüzzaman’ın siyasetle ilişkisi üzerinde duruldu. Siyasete yaklaşımı ve bu kavrama yüklediği anlamlar çözümlenmeye çalışıldı. Az şey söylendi bu konuda ve bununla yetinildi. Konunun daha sistemli bir şekilde irdelenerek ortaya konulmasına olan ihtiyaç hala ortadadır.

Yukarıda geçen siyasi tespitlere gelince bunlar bizim temel ve en can alıcı davranış kalıplarımızı belirleyecek hususlardır. Ancak bütün bunlar değişen sosyo-kültürel, siyasal ortamda bugün “siyasi tercihin ne olması gerektiğinin belirlenmesi” için yeterli olmayabilir. Bu prensipler temel kriterlerdir. Bize düşen değişen şartlar altında partilerin ve toplumun yapısını her defasında yeniden belirlemek ve sonuca varmaktır.
Siyasi tercihin arkasında kalan diğer hususların ciddi şekilde ihmal edilmesi doğru tercihin getireceği hayrı gölgede bırakabilir. Siyasetle ilgilenmeyi/ya da Müslümanların içinde bulunduğu siyasi sorumluluğu bir partinin, tespit edilerek desteklenmesine bağlayanlar, yani siyaseti parti tercihi sorununa indirgeyenler Müslümanları kötülüklerin daha kapsamlı engellenmesine dönük çalışmalardan alıkoymuş olabilirler.
İslam topyekün bir hayatı düzenler. Siyaset topyekün bir hayata bakar. Müslüman’ın siyaset sahasındaki temel görevi siyasetin kendi içinde topyekün islamileştirilmesi için çırpınmak olmalıdır. Bu da bir partiye oy vermekle, bir partiyi desteklemekle gerçekleşmez.

Not: Yukarıda tartışılan konularda daha ayrıntılı olarak zihin yormak isteyenler için Emirdağ Lahikası I :122, 123, 140, 149, 151, 157, 177, 191, 204, 205, 206, 214, 215, 216, 219, 230, 243, 250, 260, 266, 272-277, ve Emirdağ Lahikası II: 9-11, 16-20, 26-30, 38, 39, 2, 44, 55-57, 76, 101, 110 nolu sahifelerin incelenmesi tavsiye edilebilir.

http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=205
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
inşallah bu yazıyı okumuşsundur ben okuyamam çok uzun ?
 

Zirve-i-Hiç

Paylaşımcı
Katılım
20 Tem 2010
Mesajlar
103
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Konum
Nasib
Web sitesi
www.marifetatolyesi.blogcu.com
inşallah bu yazıyı okumuşsundur ben okuyamam çok uzun ?

:) resimde bir nokta kondurmuşunuz ..sayfalarca metin bekliyorsunuzya..hem de felsefik...

e hakikate dair okunması gerekenleri okumak yorumlamak zihinlere kazımayı neden COK GÖRÜYORSUNUZ..

kayıbımızın kazancı geçtiği bundan değilmidir..

ha şu sizin bu resimde ne görüyorsunuza burda vereyim bari cevap..felsefik olamayacak ama..idare ediverin bari..

Yok olurdu lena, lena'da olmasaydı nun.. Bildi dünya edna, Leyla ise misali kum, Vardı ya Mevla, vardı Mevla'ya dünya da Leyla da artık onun
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
bu dedikleriniz hak ise o uzun yazıyıda okumanızda haktır.kolay gele :D felsefik cevabınıza gelirsek o konuya yazmanızı tercih ederim ki istediğim cevap bu değil..
 

Zirve-i-Hiç

Paylaşımcı
Katılım
20 Tem 2010
Mesajlar
103
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Konum
Nasib
Web sitesi
www.marifetatolyesi.blogcu.com
:) bak işinize geleni nasılda anladınız..beklediğiniz cevabın omadığını..:)

derdim sizin noktanıza CEVAP vermek değildi FELSEFİK tarafından /hayatımda oyunları sevmedim noktalar ise hayatımın sonunda değil en başında konulur......o safi zininize iki satır kalem bişey eklemekte değil..Rabbimin verdği o güzelim BEYNİNİZİ lenadaki NUNa zorlamaktı...ne güzel zorlamışsınız...:)))

ha unuttum oku demişsinizya:) emin olun o noktadan daha basit onları hayata katmak ..ancak nasip :) nasibi olan alır bu pazardan..saygılar
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
kusura bakmayın kardeş kafamı yormadım dediklerinize :D o konuya yazarsan konu dağılmamış olur bu süslü cümleleri..
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
elalemi bişeylere inandırmak için çaba sarfetmem heleki çok bilmişlik yapanları süslü kardeşşşşş.
 

ibrahimi

Has Uşak
Katılım
19 Haz 2006
Mesajlar
23,463
Tepkime puanı
1,831
Puanları
0
Yaş
37
Konum
forvet arkası
Arka sayfada birileri laf sokma derdinde.
Bu ülkenin siyasi değerleri sadece akparti de yok.Saadette de var,bbpde de var.
Siz kovuyorsunuz adamı sonra birileri sahip çıkınca laf sokmaya kalkıyorsunuz,ha iş!
 
Üst