Nicelik ve Nitelik Diyalektiği

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Nicelik= Elle tutulur, gözle görülür, fizikle ölçülebilir her şey. Niceliğin kendisini tarif için kullandığı dil ise matematiktir. Hacim, kütle vesaire hepisi niceliktir. Enerji de niceliktir çünki ölçülebiliyor.

Nitelik= Eşyanın hakikati. Maddenin ruhu, manası, anlamı, ona verilen isim, kıymet, değer, iş görürlüğü vesaire..

Şuur olmazsa niceliğin niteliği de olmaz. Yani maddenin ne ismi olur, ne anlamı olur, ne kıymeti, ne de değeri olur. O nicelikte ki niteliği algılayan olmalıdır. Allah Ademoğluna EŞYANIN İSMİNİ ÖĞRETTİK derken niceliğin niteliğini öğrettik demek istiyor. Yani hangi madde ne işe yarar bilinci. Şuur. İşte bu eşyanın ismi bize öğretildiği için ev, araba, uçak, akıllı telefon yapabiliyoruz. Yoksa hocaların anlattığı gibi Iphon5'in adını önceden öğretmedi. :D 2 yaşından itibaren lego oynayan çocukları takip edin. Ademe öğretilen eşyanın ismi, işte o tavırdır. Bu gözle seyredin, seyretmeye doyamazsınız.

Rüyalar bile nicelik-nitelik ilişkisi üzerinden tabir edilir. Nefsimizin niceliklere biçtiği niteliklerin ruhumuzda ki karşılığıdır rüya. Eğer nefsimiz ruhumuza hükmediyorsa bu rüyalar bozuktur. Çünki nicelik-nitelik dengesi oturmamış. Ruhumuz nefsimize hakimse görülen rüyalar rahmanidir çünki Allah'ın niteliklere biçtiği nicelikleri kabul etmişsiniz. Rüya tabiri ilmi, bazı hocaların dediği gibi unutulmuş, kaybolmuş değildir. Keşifle, gözlemleme yoluyla, hikmet bilmeyle elde edilir. Nefs-i Natıka'da nicelik-nitelik balansını yapma işi tasavvuf erbabına verilmiş. Tasavvuf erbatı bu maneviyat dengesini zikir ve riyazetle nefsine kabul ettirir. Velayet yolunda ilerlemek ise nefsin maddede ki her manayı kendine göre değil, Allah'ın o maddeye biçtiği kıymete göre kabul etmesidir. Lafla kabul değil, her zerrenle kabul edeceksin. O noktadan sonra artık altının bakırdan, elmasın ise kömürden farkı yoktur. Böylece nefsin biçtiği kıymetten Hak'kın biçtiği kıymete geçiyorsun. Bu konu uzundur, konumuzdan sapmayalım.

Bunları Nicelik ve Nitelik kavramlarını hatırlatma adına yazdım. Şimdi gelelim secdede ki nicelik-nitelik ilişkisine:

Hiç düşündünüz mü Şeytan 'Ateş topraktan üstündür' derken bunu neye dayanarak söylemiş? Niceliklere kendisi değer biçmiş ve kendi değer yargısı üzerinden kıyas yapıyor. Mesele toprağın ateşten veya ateşin topraktan üstün olup olmaması değil ki. Mesele tamamen Allah'a itaat.! Allah sana 'sigara izmaritine secde et' dese yapman gerek.

Bir madde başka bir maddeden nasıl üstün olur? Ona verilen kıymetle mümkün olur. Peki bu kıymeti, değer ölçüsünü kim belirliyor? Maddenin kendisi mi yoksa onu yaratan mı? Elbette yaratan. Altının kıymeti bizim dünya hırsımızla ona biçtiğimiz kıymetten başka bir şey değildir. Hırs olmasa altının bakırdan ne farkı var ki? Öyleyse niceliklerin manası o niceliğin kendisinden değil, bilakis mana aleminde karşılığını bulduğu nitelikledir.

Şeytana pis bir camura secde etmesini emreden Allah işte bu noktayı bize öğretiyor. Niceliklere nitelik giydiren BENİM diyor. Ve bu büyük mananın ana teması, Kabe'ye secde ritüeli içine işlenmiş. Bu ritüel her daim bu temayı haykırmak zorundadır.

Kabenin nicelik olarak tavla zarı(!) gibi basit dört duvar olmasının sebebi de budur. Bu manada kabe en basit haliyle kalmalıdır. Süslemek bile caiz değil. Temiz tutulacak fakat süslenmiyecek. Onun kıymeti basitliğindedir. Onu süsleyip püslediğin anda bu ritüelin ana temasını bozmuş oluyorsun. Kabe'de Altın ve gümüş süslemelerinin ne işi var Allah aşkına?!

Tarikat şart. Nefsimizde ki bozuk değerler yargısına balans ayarı çekmenin tek yolu var o da tarikat. Tek başına olmaz. Bu iş başlı başına bir terbiyedir. Disiplindir. Değerler yargısının parametrelerini bilen birisi yapar bunu. Araba motoruna balans ayarı çeken usta varken niçin kendim yaparım demiyoruz? Bu iş de böyledir.

Heman bir Kâmil Mürşit bulup Hak'ka gidelim
Cemali ba, kemale seyr idelim..





(!) Kâbe'yi Kâbe yapan, tavla zarnı ise tavla zarı yapan şey nedir? Allah, tavla zarına secde edin, dediği anda o tavla zarı Kâbe oluverir. Demek ki kutsiyyet nicelikte değil niteliktedir. İşte şeytanın ayağını kaydıran şey bu noktayı anlamamış olmasıdır.
 
Üst