Nereye gidiyorsunuz!!...

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
NEREYE GİDİYORSUNUZ”

30929129080280450113100.jpg

Eğer böyle bir soruyu ben sorsaydım, “Sana ne !” derdiniz. Ne ki bu soru bana değil, alemlerin Rabbine aittir. Şimdi ne cevap vereceksiniz ?

Sahi nereye gidiyoruz ? Hiç düşündük mü ? Sorunlarımız, sıkıntılarımız, bunalımlarımız, bir yığın derdimiz var. Bunların çözümü için nereye gidiyorsunuz ?



Mesela, “Başın, karnın, gözün, kulağın vs. uzuvların ağrıyor, nereye gidersin ?” desem, doğru cevap: “Doktora” olur. Televizyonun bozulsa, televizyon tamircisine, saatin bozulsa saatçiye, araban bozulsa araba tamircisine gidersin. Zaten doğrusu da böyle olmasıdır. Şayet arabayı, televizyon tamircisine; televizyonu, araba tamircisine götürürsen ne olur veya başın ağrıdığında göz doktoruna, gözün ağrıdığında diş doktoruna gitsen ne derler ?

İbn-i Cevzi, “Ahmaklar Kitabı” adlı eserinde, amacı doğru fakat izlediği yolu yanlış olana ahmak, der ve buna kuşu kaçan bir valinin kuşu yakalayabilmek için şehrin kapılarını kapatmayı emretmesini misal olarak gösterir.

Şimdi insanlar rahatsız ve bizlerde de sıkıntılar var. Bu durumda nereye gitmeliyiz ? Kısaca, insan bozuk, onu kime götürmeliyiz ? Müslümanlar sıkıntılı, kime gitmeli ? Şimdi yukarıda yazımıza başlık yaptığım ayeti yeniden okuyalım. Nereye gidiyorsunuz ? Böyle soruyor Rabbimiz. Ne cevap vermeliyiz ? Rahatsız olan insanlığı Allah’tan başkasına götürenler ahmak değil mi ?

Peki biz Müslümanlar dertlerimizin çözümü için nereye gidiyoruz veya bizler bu konuda kimler gibiyiz ?

Rabbim Kur’an’ı bize nasıl tanıtıyor ? Rabbim, öncelikle tüm insanlara şöyle sesleniyor: “Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olanlara şifa ve insanlara bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir.”(10/57)

Tüm insanların göğüslerinde olanlara şifa, şu elimizdeki Kur’an’dır. Belki kiminin aklına göğüslerdekine değil de keşke bedenlere şifa olsaydı, diye gelebilir. Ancak unutmayalım, bedenlere gelen tüm hastalıkların insanoğluna zararı, acısı, ıstırabı göğüslerindekine göredir. Göğüslerdekine şifa olmadıktan sonra bedenlere şifa hiçbir zaman şifa değildir. Zaten bugün insanlığın ıstırabı da bedenlerindekilerden değil göğüslerindekilerdendir.

Hasta uzuv insana rahatsızlık, acı ve ıstırap verir. Ama hasta bir kalbin verdiği acı yanında bedenin verdiği acılar hiç kalır.

Göğüslerde ne mi var ?
Küfür, şirk, şehvet, gazap, hırs, haset, gurur, kasavet (katı kalplilik), kendini beğenme, şek, şüphe, vesvese, zan, riya, gaflet gibi önemli hastalıklar hep göğüslerdedir. En önemlisi, göğüslerde, Peygamberimizin ifadesiyle, iyi olduğunda tüm cesedin iyi, kötü olduğunda da tüm cesedin kötü olduğu kalp var.

Yine Rabbimiz indirilen Kur’an’ı şöyle vasfeder: “Biz Kur’an’dan müminlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bu zalimlerin ziyanını artırmaktan başka bir katkıda bulunmaz.” (17/82)

O (Kur’an) inananlar için bir yol gösterici ve (gönüllere) şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an) onlara bir körlüktür.”(41/44)

Şimdi kafirleri bir kenara koyarak iman edenlere bir bakalım. İman edenlere şifadır. Demek ki iman edenlerin de bir kısım hastalıkları vardır ve bu hastalıkların şifası da bu Kur’an’da vardır. Ya biz nereye gidiyoruz şifa umuduyla ?

Maalesef bugün biz Müslümanlar dertlerimizin, sıkıntılarımızın çözümünü, şifasını bir tek Kur’an’da aramıyoruz. Müslümanlar Müslümanların bugünkü durumunu düzeltmek için bir kısım projeler, planlar yapıyorlar sanki yokmuş gibi. Halbuki Peygamber Efendimiz bize “Gecesi gündüz gibi olan bembeyaz bir yol bıraktım.”diyor. Gecesi böyle olan bir yolun gündüzünü bile gece yapmaya çalışıyoruz.

Yok arkadaşlar, yok, böyle karamsarlık, şaşkınlık bize göre değil, biz böyle olamayız. Hani atalarımızın bir güzel sözü var: “Biz biz olsak bize biz işlemez.” Bizler biz olmadığımız için biz (ayakkabıcıların kullandığı sivri uçlu bir çeşit alet)den de basit şeyler bize işliyor, bizi acıtıyor.

Rabbim şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler ! Allah’a, Resulüne ve Resule indirdiği kitaba ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaba iman edin.” (4/136)

Akla şöyle bir soru geliyor: “Zaten iman etmiş olanlara iman edin denir mi ?” Ama Allah bunu demiş. O halde bunu nasıl anlayacağız, nasıl anlamalıyız ? Kimileri, takliden iman edenler tahkiki iman edin; kimileri, samimi iman etmeyenler samimi iman edin; kimileri de iman edenler imanınızda daimi olun, devam edin gibi çeşitli anlamlar vermişlerdir. Hepsi de güzeldir, hepsi de bizi ilgilendirir. Doğru dürüst iman etmeyenler doğru dürüst iman edin veya taklidi iman edenler tahkiki iman edin veya imanınızda aynen sabit kadem devam edin. Üç anlam da uygun.

Avrupa’da imamlık yapmış birinin anlattığı şu anekdot bu ayeti daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. İmamın anlattığına göre bir İngiliz, cemaat içerdeyken camiye girer ve Müslüman olmak istediğini, ne yapması gerektiğini sorar. İmam da kelimeyi şehadeti öğretir.
Adam Müslüman olur ve kalkıp gider. Tam kapıdan çıkarken imama, buraya kafir olarak girdiğini ama şimdi Müslüman olduğunu ve buradan bir Müslüman olarak nasıl çıkması gerektiğini sorar. İmam da sol ayağıyla ve besmele çekerek çıkmasını söyler.
Adam akşamleyin imamı tekrar arar ve bu sefer Müslüman nasıl yatar diye sorar. İmam da sağ yanına yatması gerektiğini, sol yanına yatmamasını ve kendisinin aktardığı bir duayı okumasını söyler. Bu olaylar üzerine imam bu olaya şahit olan bir arkadaşına döner ve “Arkadaş, gel biz de Müslüman olalım. Bir adam Müslüman olunca her hareketini, davranışını İslam’a göre yapıyor.
Halbuki biz doğma büyüme Müslümanız ama hareketlerimizin İslam’a uyup uymadığına hiç dikkat etmiyoruz. Gel yeniden iman edelim.”der. Allah’ımız da belki de böylelerimize “İman edin.”derken her davranışınızı, probleminizi inandığınız Allah, peygamber ve kitaba göre halledin. Madem iman ettiniz o halde inancınıza göre davranın, demek istemektedir.

Gerçekten inancımızın imanımızın faydalarını görüyor muyuz ? Yoksa “Ol mahiler derya içredir deryayı bilmezler.”gibi içinde bulunduğumuz deryanın farkında değil miyiz ?

İnandığımız kitap bize şifadır. O halde niçin hasta hasta dolaşıyoruz. Rabbimin “O halde nereye gidiyorsunuz ?”(81/26) buyruğu bizi hiç düşündürmüyor mu ?

Evet, beni düşündürdüğü gibi sizi de düşündürüyor ve ben Rabbimin bu sorusuna yine kitabından hareketle şu cevabı vermek istiyorum. “Sana geliyorum Allah’ım.” “O halde Allah’a kaçın.”(51/50)

Allah’tan başka sığınak yok. Biz Allah’ınız, yine ona dönüyoruz. (2/156) demekten ve böyle inanmaktan başka yolumuz yoktur.

Bu sözü kimler söylüyor ? “Onlara bir musibet eriştiği vakit biz Allah’ınız ve biz ona dönücüleriz, derler.” (2/156) Rabbim bir musibete düçar olanlar böyle derler, buyururken bizim de öyle söylememizi emrediyor. Musibet ne midir ? Peygamberimiz: “Mümini üzen her şey musibettir.” (Camiu’s-Sağir, 6323) diyerek musibeti tanımlıyor.

Musibetler bizi Allah’a döndürmeli. Bizi kederlendiren her şey bizi ona döndürmeli. Göğüslerimiz daralıyor, sıkılıyoruz, bunalıyoruz. Öyleyse haydi ona dönelim. En büyük musibet dine değil dinime gelen musibettir. Çünkü dine kimse zarar veremez.
Rabbimiz “Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden) kaldırıyor ?” (27/62) buyuruyor. Dinimize gelen kötülükten daha büyük kötülük olur mu ? Bir adam düşünün, açlıktan, hastalıktan ölüyor. Bu mu yoksa imansız ölen mi daha kötü durumdadır. Vücudunda rahatsızlığı olan mı yoksa imanından rahatsızlığı olan mı daha kötü durumdadır.
Elbette imanından sorunu olanınki daha kötüdür. Bedenen darda kalan yakardığında merhametlilerin en merhametlisi Rabbim ona yardım ediyor da benliklerimizdeki rahatsızlıklarımızdan dolayı yalvarırsak o yardım etmez mi ?

Nefislerimize zulmetsek, günahlar işlesek ve boynumuz bükük yüzümüz kara Resulüllah’ın huzuruna çıksaydık, acaba böyle olan bizlere Rabbim Resulünün nasıl davranmasını emrederdi. Yok kardeşim, o aklınıza gelen gibi değil, bakın o şöyle emrediyor: “Ayetlerimize inananlar sana geldikleri vakit size selam olsun, de. Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazmış (yaratıklarına acımayı prensip edinmiş)tir. Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da sonra ardından tövbe eder, uslanırsa muhakkak ki o bağışlayandır, merhamet edicidir.” (6/54) İbn-i Abbas, her günah işleyen bilmeyendir, der.

En katı kalpli bir insan dahi şurada yanan birini görse adama acır ve onu kurtarmaya çalışır. Ya merhametlilerin en merhametlisi cehennem gibi bir ateşte başkalarına kul olanlar hariç kendine “kul” olanları yakar mı ?

Rabbimin merhametini onun rahmet peygamberi şöyle açıklar: “Şüphesiz Allah’ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. İşti onlar bu sebeple birbirlerine şefkat eder, bu sebeple birbirlerine acırlar. Vahşi, yavrusuna bu sebeple merhamet eder. Allah doksan dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet edecektir.” (Müslim, Tevbe, 19)

Bu rahmetin sahibi, bizi bu ateşten kurtaracak imanı eğer ondan istersen o vermez mi ? VALLAH i verir, billahi verir. Kardeşlerim, gelin önce kabahatimizi itiraf edelim:

“Ya Rabbi, biz günahkarız, bizim sana gelmemiz, senin kitabına dönmemiz gerekirken başka yönlere gittik. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, bizi sana yönelt, bizi kitabına yönelt, bizi bu sıkıntılarımızdan kurtar.”diye ona yalvaralım, onun bizi bu iman zaaflığımızdan, bu dünya sevgisinden, bu kalp katılığından kurtarması için dönüp dönüp ona yalvaralım. O kitabını bize şifa olsun, kalplerimize derman olsun diye indirmiş. Gelin o kitaba dönelim. Şunu unutmayalım. “Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar ?”(45/6) buyuruyor Rabbimiz.

İnsanlar eğer Rabbimin ayetlerine inanmıyorlarsa kimsenin sözüne inanmayacaklar. O halde nereye gidiyoruz ?

İnsanların iman etmeleri, imanlıların imanını artırması için nereye gidiyoruz, neler düşünüyoruz, ne kadar yanlışlar yapıyoruz ?

Onun ayetlerine inanmayan neye inanır, onun ayetlerinin mümin etmediğini kimin sözü mümin eder. Edemez, edemez.

Şifamız Kur’an’da. Gelin kardeşler Kur’an’a dönelim, her gün bir hizibi anlayarak okumayı kendimize prensip edinelim. Onun bize kazandıracağı imanı, tadı, lezzeti, şifayı hiçbir yazarın cafcaflı lafları veremez. Başka hiçbir yöne, hiçbir projeye itibar edilmez. Biz onu gündemde tutalım, Kur’an’la konuşalım. Bunu da şöyle yapabiliriz: Belli günlerde birlikte Kur’an okumak için toplanabiliriz.
Hani eskiden mukabele, hatim yapmak için insanlar bir araya gelirdi. Gerçi bizler bu modern asırda klasik şeyleri biraz da hoyratça toptan reddettik.
Halbuki bu doğru değil.
Evet, Kur’an okumak için toplananları beğenmiyoruz. Peki biz ne yapıyoruz. Onları anlamadan okuyorlar diye reddeden bizler niçin anlayarak okumak için toplanmayalım.
Hem Peygamber ne diyor: “Bir topluluk, Allah’ın evlerinden bir evde toplanarak Allah’ın kitabını okurlar ve onu aralarında müzakere ederlerse üzerlerine sekinet iner. Allah’ın rahmeti onları kaplar. Melekler de etraflarını kuşatırlar. Allah onları kendi nezdindekilere anar. (Müslim, Zikir, 38)

Evet, bizler bir araya gelip Kur’an okumayı bıraktık. Halbuki bir araya gelip Kur’an okumayı bize o Kur’an’ı getiren emrediyor, tavsiye ediyor. Bence bir araya gelip Kur’an okur, anlamını da müzakere edersek dertlerimize derman olur. Kur’an ayetlerinden okuduklarımızı daha da derinleştirerek okumuyorsak biz Kur’an’a uzaktan bakıyoruz demektir. Hani bir delikten bakarken gözümüzü deliğe yaklaştırıp baksak o delikten ne kadar büyük şeyler görürüz de delikten gözlerimizi uzaklaştırıp baktığımızda sadece o deliği görürüz.
İşte Kur’an’ın meali o delik gibidir, o deliğe ne kadar yaklaşırsak ondan çok daha genişini görürüz. Uzaklaştıkça sadece deliği görürüz.
Kur’an ayetlerine tepe gözüyle değil kalp gözüyle, aklederek bakmalıyız. Bu şekilde Kur’an’ı okudukça onu ne kadar anlamadığımızı anlayacak, bu anlayışla anlayışımızı çoğaltacağız. İşte o zaman Kur’an eczanesinden ilaçları bulabilir ve bir eczacının tavsiyesiyle o ilaçları kullanacak ve dertlerimize şifa edeceğiz. Gençlerimizin bazısı Kur’an şifadır deyip onu eczanesinde bulduğu her ilacı içtiği gibi içmeye kalkıyor. İlaçlar tabii şifadır ama ilaçların bir de kullanma biçimi vardır, reçetesi vardır.
Şeytanın amacı bizi ilaçtan faydalandırmamak, ilaç yerine şeker yemeye götürmek veya ilaçları rastgele ve ölçüsüzce kullandırmak, böylece ilaçtan ölmemizi sağlamaktır.
Her iki durumda da ilaçlardan faydalanmamış olacağız. Şunu da unutmayalım: “Ben Kur’an’ı okudum.”diyenlerden değil “Okuyorum.”diyenlerden olmalıyız. Biliyorum sözü, şeytanın şekeridir.
Biliyorsun da niçin her gün namaz kılıyorsun ve her gün bildiğin fatihayı okuyorsun. Biliyorsan hatırlaman, zikreden olman gerektiğini niçin bilmiyorsun.
Bilmiyorsun niçin öğrenmiyorsun. Öğrenmişsen daima tekrar tekrar hatırlamalısın. Unutma insanı en iyi onu yaratan bilir. Yaratan da “Sen hatırlat, şüphesiz hatırlatma müminlere fayda verir.”(51/55) diyor. Kur’an’ı her hatırlamanda faydalanamıyorsan imanını yeniden gözden geçir. İşte dert, işte ilaç. Yaralarımıza onun merhemini sürelim. Elimizde ilaçlar olduğu halde ilaç aramaya nere gidiyoruz ?

Rahmete muhtaç bizler Rahim olanın rahmet peygamberiyle rahmet olarak indirdiği Rahmete dönelim ki merhamet olunalım. Kalplerimizin hastalıkları için ona yalvaralım. Muhakkak o bizi bu dertlerden kurtarıcıdır. Başka nere gidebiliriz ki ?


“NEREYE GİDİYORSUNUZ” (81/26)

Alim Yücer
 
Üst