Bir bakıma tasavvuf, dinin batınî fıkhıdır. Batınî fıkıh, dinin özünü, esasını, ruhunu, aslını, sırrını, hikmetini konu eder Kalple ilgili ilim ve edepleri öğretir İnsanın hakikatini araştırır, iç alemin ihyasına yönelir Kısaca hedef, nefsini ve Rabbını tanımasını sağlamaktı
Tasavvuf, dinin en mühim ilmine yönelmiştir. Bu ilim, ihsan ilmidir. Ona marifetullah ilmi de denir Bu ilmin hedefi Yüce Allah’ı tanımaktır Bunun için ihlas, yakin, edep ve manevi arınma gibi diğer ilimlere ihtiyaç vardır Tasavvuf hepsini hedefe alır, konu eder Kur’an’da bu işe kısaca tezkiye denir Tezkiye, kalbin manevi kir ve hastalıklardan arınmasıdır Allahu Teala peygamberlerini bunun için göndermiştir Kur’an’da ebedî kurtuluşun kalbin şirk, inkar, isyan ve gafletten temizlemesine bağlı olduğu belirtilmiştir (A’la 87/15; Şems 91/9-10)
Kalbin arınması tövbe ile başlar, ihlasla yürür, takva ile biter Bütün mesele gerçek bir tövbe yapmak ve hakiki takvaya ulaşmaktır Buna irşat olmak, Allah’a kavuşmak, manevî huzura ulaşmak denir İşte ihsan makamı budur Kalbin ilahi ahlak ile güzelleştiği makamdır Kalbin sıhhati o hale ulaşmakla mümkündür Kuran’da bu hale hayat-ı tayyibe denir Bu hayat, hakiki iman ve güzel ahlak sahibi her mümine müjdelenmiştir (Nahl, 97)
Hayat-ı tayyibe tatlı, hoş, güzel, huzurlu hayat demektir Bu hayatı tatlı ve hoş eden Allah sevgisidir, güzelleştiren edeptir, huzura çeviren zikirdir Bu hayatı elde eden kalbe kalb-i selim denir Hiçbir mal ve evladın bir faydası olmadığı ahiret gününde, insana fayda verecek olan bu kalb-i selim ve onun meyveleri olan salih amellerdir (Şuara, 99)
İşte tasavvuf, bu kalbin tedavi edilmesini gaye edinmiştir Bütün terbiye sistemi, kalbi selim hâle getirmek için kurulmuştur Çünkü Yüce Allah bizden böyle bir kalp istemektedir Kalbini uyandırmayan, onu tanımayan ve kullanmayan insan, Allah katında hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşmektedir (A’raf, 179)
Tasavvuf insanı gerçek insan yapma yoludur Bu terbiye samimi bir tövbe ile başlar Kalbin ilk ilacı tövbedir Bu olmadan kalp sıhhat bulamaz Gerçek tövbe, samimi olarak Allahu Teala’ya dönmektir Bunun alameti, O’nun her emrini gönül hoşluğu ile yerine getirmektir Yani tövbe, nefsin kötü arzularına değil, Yüce Allah’a itaat etmektir Haramı terk edip Mevlâ’ya koşmaktır O’nun razı olmadığı bütün şeyleri gönül ve hayattan uzaklaştırmaktır
İnsan bu hâli ilk tövbeyle bulamayabilir Yaptığımız öyle tövbeler vardır ki, ona da ayrı bir tövbe gerekir Çünkü kalp yanmadan ve gönül katılmadan dil ucuyla yapılan tövbeler nasuh tövbesi değildir Nasuh tövbesine ulaşmak için bir ömür verilse azdır Nasuh tövbesi, Yüce Allah’a dost olmaktır Bu kolay bir iş değildir Gevşeklik ve ihmal ile bu devlet ele geçmez
Kamil mürşit, irşat dairesine giren kimseye ilk olarak tövbeyi öğretir Böylece hakka yöneliş ve yolculuk başlar Buna seyr u süluk denir Kısaca manası, Allah’a gitmektir Bu yola giren kimse kalbinin ilacını arıyor demektir Bunun için ilim lazımdır Sonra ihlasla ibadet, taat ve hizmet istenir Feyiz bunlara bağlıdır Büyük veli Abdülganî en-Nablusî (ks) ilahi feyzin nasıl elde edileceğini şöyle anlatır:
“Hak yolcusu, kendi başına ilahi huzurda ne yapacağını bilmez, edebi koruyamaz, feyiz alamaz Feyiz alması ancak mürşid-i kamilin ona yönelmesi ve onu Allah’ın izniyle desteklemesi ile mümkün olur Mürit tam sadakat halini elde ettiği zaman mürşidin kalbinden feyiz almaya başlar Müridin çeşitli yollardan mürşidinden feyz alması için sadık olması lazımdır Karşılıklı sadakat, kemal hâlini bulmadan bunlar olmaz Mürid bu hâle geldiği zaman Allah’ın izni ile mürşid-i kamildeki güzel haller müride intikal eder Kalbe feyzin gelmesi mürşidin nazarı ile olur Kısaca, bu velilerle oturup kalkan kimse Allah’ın rahmetinden bir pay sahibi olur “Onlarla beraber olan şaki olmaz, ilahi rahmetten mahrum kalmaz” (Buhari, Deavat, 67; Müslim, Zikr, 35) hadisinin müjdesine erişir Kulun ilahi feyzi alabilmesi için vücudunun hazır olması ve buna kabiliyet kazanması gerekir Bunun için, farz ibadetler yanında nafile ibadetlere de yönelmek gerekir Bunu şu kudsi hadisten anlıyoruz:
“Kulum bana en fazla farz amelleri yaparak yaklaşır Nafile ibadetlerle de bu yaklaşması devam eder Nihayet ben kulumu severim Ben bir kulu sevince onun gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum Artık o benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle iş görür, benimle yürür Benden bir şey istese kendisine veririm” (Buhari, Rikak, 38; İbnu Mâce, Fiten, 16)
Bazen de feyz intikali, sadık müridin kamil mürşidine nazar etmesiyle elde edilir Şu hadis-i şerif bunu ifade eder:
“Allah’ın velileri görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir” (İbnu Mace, Zühd, 4; İbnu Mubarek Zühd, No: 217-218; İbnu Ebid-Dünya, Kitabu’l-Evliya,48)
Bu da, müridin mürşidini gerçek hâliyle tanımasına, bu husustaki istidadına, ihlasına, hizmetteki gayretine, mürşidinin yanında ve gıyabında iken riayet edeceği edebe ve bu husustaki hassasiyetine bağlıdır” (Muhammed b Abdullah Hani, Adab, 213-214)
Dilaver Selvi
Tasavvuf, dinin en mühim ilmine yönelmiştir. Bu ilim, ihsan ilmidir. Ona marifetullah ilmi de denir Bu ilmin hedefi Yüce Allah’ı tanımaktır Bunun için ihlas, yakin, edep ve manevi arınma gibi diğer ilimlere ihtiyaç vardır Tasavvuf hepsini hedefe alır, konu eder Kur’an’da bu işe kısaca tezkiye denir Tezkiye, kalbin manevi kir ve hastalıklardan arınmasıdır Allahu Teala peygamberlerini bunun için göndermiştir Kur’an’da ebedî kurtuluşun kalbin şirk, inkar, isyan ve gafletten temizlemesine bağlı olduğu belirtilmiştir (A’la 87/15; Şems 91/9-10)
Kalbin arınması tövbe ile başlar, ihlasla yürür, takva ile biter Bütün mesele gerçek bir tövbe yapmak ve hakiki takvaya ulaşmaktır Buna irşat olmak, Allah’a kavuşmak, manevî huzura ulaşmak denir İşte ihsan makamı budur Kalbin ilahi ahlak ile güzelleştiği makamdır Kalbin sıhhati o hale ulaşmakla mümkündür Kuran’da bu hale hayat-ı tayyibe denir Bu hayat, hakiki iman ve güzel ahlak sahibi her mümine müjdelenmiştir (Nahl, 97)
Hayat-ı tayyibe tatlı, hoş, güzel, huzurlu hayat demektir Bu hayatı tatlı ve hoş eden Allah sevgisidir, güzelleştiren edeptir, huzura çeviren zikirdir Bu hayatı elde eden kalbe kalb-i selim denir Hiçbir mal ve evladın bir faydası olmadığı ahiret gününde, insana fayda verecek olan bu kalb-i selim ve onun meyveleri olan salih amellerdir (Şuara, 99)
İşte tasavvuf, bu kalbin tedavi edilmesini gaye edinmiştir Bütün terbiye sistemi, kalbi selim hâle getirmek için kurulmuştur Çünkü Yüce Allah bizden böyle bir kalp istemektedir Kalbini uyandırmayan, onu tanımayan ve kullanmayan insan, Allah katında hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşmektedir (A’raf, 179)
Tasavvuf insanı gerçek insan yapma yoludur Bu terbiye samimi bir tövbe ile başlar Kalbin ilk ilacı tövbedir Bu olmadan kalp sıhhat bulamaz Gerçek tövbe, samimi olarak Allahu Teala’ya dönmektir Bunun alameti, O’nun her emrini gönül hoşluğu ile yerine getirmektir Yani tövbe, nefsin kötü arzularına değil, Yüce Allah’a itaat etmektir Haramı terk edip Mevlâ’ya koşmaktır O’nun razı olmadığı bütün şeyleri gönül ve hayattan uzaklaştırmaktır
İnsan bu hâli ilk tövbeyle bulamayabilir Yaptığımız öyle tövbeler vardır ki, ona da ayrı bir tövbe gerekir Çünkü kalp yanmadan ve gönül katılmadan dil ucuyla yapılan tövbeler nasuh tövbesi değildir Nasuh tövbesine ulaşmak için bir ömür verilse azdır Nasuh tövbesi, Yüce Allah’a dost olmaktır Bu kolay bir iş değildir Gevşeklik ve ihmal ile bu devlet ele geçmez
Kamil mürşit, irşat dairesine giren kimseye ilk olarak tövbeyi öğretir Böylece hakka yöneliş ve yolculuk başlar Buna seyr u süluk denir Kısaca manası, Allah’a gitmektir Bu yola giren kimse kalbinin ilacını arıyor demektir Bunun için ilim lazımdır Sonra ihlasla ibadet, taat ve hizmet istenir Feyiz bunlara bağlıdır Büyük veli Abdülganî en-Nablusî (ks) ilahi feyzin nasıl elde edileceğini şöyle anlatır:
“Hak yolcusu, kendi başına ilahi huzurda ne yapacağını bilmez, edebi koruyamaz, feyiz alamaz Feyiz alması ancak mürşid-i kamilin ona yönelmesi ve onu Allah’ın izniyle desteklemesi ile mümkün olur Mürit tam sadakat halini elde ettiği zaman mürşidin kalbinden feyiz almaya başlar Müridin çeşitli yollardan mürşidinden feyz alması için sadık olması lazımdır Karşılıklı sadakat, kemal hâlini bulmadan bunlar olmaz Mürid bu hâle geldiği zaman Allah’ın izni ile mürşid-i kamildeki güzel haller müride intikal eder Kalbe feyzin gelmesi mürşidin nazarı ile olur Kısaca, bu velilerle oturup kalkan kimse Allah’ın rahmetinden bir pay sahibi olur “Onlarla beraber olan şaki olmaz, ilahi rahmetten mahrum kalmaz” (Buhari, Deavat, 67; Müslim, Zikr, 35) hadisinin müjdesine erişir Kulun ilahi feyzi alabilmesi için vücudunun hazır olması ve buna kabiliyet kazanması gerekir Bunun için, farz ibadetler yanında nafile ibadetlere de yönelmek gerekir Bunu şu kudsi hadisten anlıyoruz:
“Kulum bana en fazla farz amelleri yaparak yaklaşır Nafile ibadetlerle de bu yaklaşması devam eder Nihayet ben kulumu severim Ben bir kulu sevince onun gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum Artık o benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle iş görür, benimle yürür Benden bir şey istese kendisine veririm” (Buhari, Rikak, 38; İbnu Mâce, Fiten, 16)
Bazen de feyz intikali, sadık müridin kamil mürşidine nazar etmesiyle elde edilir Şu hadis-i şerif bunu ifade eder:
“Allah’ın velileri görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir” (İbnu Mace, Zühd, 4; İbnu Mubarek Zühd, No: 217-218; İbnu Ebid-Dünya, Kitabu’l-Evliya,48)
Bu da, müridin mürşidini gerçek hâliyle tanımasına, bu husustaki istidadına, ihlasına, hizmetteki gayretine, mürşidinin yanında ve gıyabında iken riayet edeceği edebe ve bu husustaki hassasiyetine bağlıdır” (Muhammed b Abdullah Hani, Adab, 213-214)
Dilaver Selvi