Neden Tasavvuf?

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bir bakıma tasavvuf, dinin batınî fıkhıdır. Batınî fıkıh, dinin özünü, esasını, ruhunu, aslını, sırrını, hikmetini konu eder Kalple ilgili ilim ve edepleri öğretir İnsanın hakikatini araştırır, iç alemin ihyasına yönelir Kısaca hedef, nefsini ve Rabbını tanımasını sağlamaktı

Tasavvuf, dinin en mühim ilmine yönelmiştir. Bu ilim, ihsan ilmidir. Ona marifetullah ilmi de denir Bu ilmin hedefi Yüce Allah’ı tanımaktır Bunun için ihlas, yakin, edep ve manevi arınma gibi diğer ilimlere ihtiyaç vardır Tasavvuf hepsini hedefe alır, konu eder Kur’an’da bu işe kısaca tezkiye denir Tezkiye, kalbin manevi kir ve hastalıklardan arınmasıdır Allahu Teala peygamberlerini bunun için göndermiştir Kur’an’da ebedî kurtuluşun kalbin şirk, inkar, isyan ve gafletten temizlemesine bağlı olduğu belirtilmiştir (A’la 87/15; Şems 91/9-10)

Kalbin arınması tövbe ile başlar, ihlasla yürür, takva ile biter Bütün mesele gerçek bir tövbe yapmak ve hakiki takvaya ulaşmaktır Buna irşat olmak, Allah’a kavuşmak, manevî huzura ulaşmak denir İşte ihsan makamı budur Kalbin ilahi ahlak ile güzelleştiği makamdır Kalbin sıhhati o hale ulaşmakla mümkündür Kuran’da bu hale hayat-ı tayyibe denir Bu hayat, hakiki iman ve güzel ahlak sahibi her mümine müjdelenmiştir (Nahl, 97)

Hayat-ı tayyibe tatlı, hoş, güzel, huzurlu hayat demektir Bu hayatı tatlı ve hoş eden Allah sevgisidir, güzelleştiren edeptir, huzura çeviren zikirdir Bu hayatı elde eden kalbe kalb-i selim denir Hiçbir mal ve evladın bir faydası olmadığı ahiret gününde, insana fayda verecek olan bu kalb-i selim ve onun meyveleri olan salih amellerdir (Şuara, 99)

İşte tasavvuf, bu kalbin tedavi edilmesini gaye edinmiştir Bütün terbiye sistemi, kalbi selim hâle getirmek için kurulmuştur Çünkü Yüce Allah bizden böyle bir kalp istemektedir Kalbini uyandırmayan, onu tanımayan ve kullanmayan insan, Allah katında hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşmektedir (A’raf, 179)

Tasavvuf insanı gerçek insan yapma yoludur Bu terbiye samimi bir tövbe ile başlar Kalbin ilk ilacı tövbedir Bu olmadan kalp sıhhat bulamaz Gerçek tövbe, samimi olarak Allahu Teala’ya dönmektir Bunun alameti, O’nun her emrini gönül hoşluğu ile yerine getirmektir Yani tövbe, nefsin kötü arzularına değil, Yüce Allah’a itaat etmektir Haramı terk edip Mevlâ’ya koşmaktır O’nun razı olmadığı bütün şeyleri gönül ve hayattan uzaklaştırmaktır

İnsan bu hâli ilk tövbeyle bulamayabilir Yaptığımız öyle tövbeler vardır ki, ona da ayrı bir tövbe gerekir Çünkü kalp yanmadan ve gönül katılmadan dil ucuyla yapılan tövbeler nasuh tövbesi değildir Nasuh tövbesine ulaşmak için bir ömür verilse azdır Nasuh tövbesi, Yüce Allah’a dost olmaktır Bu kolay bir iş değildir Gevşeklik ve ihmal ile bu devlet ele geçmez

Kamil mürşit, irşat dairesine giren kimseye ilk olarak tövbeyi öğretir Böylece hakka yöneliş ve yolculuk başlar Buna seyr u süluk denir Kısaca manası, Allah’a gitmektir Bu yola giren kimse kalbinin ilacını arıyor demektir Bunun için ilim lazımdır Sonra ihlasla ibadet, taat ve hizmet istenir Feyiz bunlara bağlıdır Büyük veli Abdülganî en-Nablusî (ks) ilahi feyzin nasıl elde edileceğini şöyle anlatır:

Hak yolcusu, kendi başına ilahi huzurda ne yapacağını bilmez, edebi koruyamaz, feyiz alamaz Feyiz alması ancak mürşid-i kamilin ona yönelmesi ve onu Allah’ın izniyle desteklemesi ile mümkün olur Mürit tam sadakat halini elde ettiği zaman mürşidin kalbinden feyiz almaya başlar Müridin çeşitli yollardan mürşidinden feyz alması için sadık olması lazımdır Karşılıklı sadakat, kemal hâlini bulmadan bunlar olmaz Mürid bu hâle geldiği zaman Allah’ın izni ile mürşid-i kamildeki güzel haller müride intikal eder Kalbe feyzin gelmesi mürşidin nazarı ile olur Kısaca, bu velilerle oturup kalkan kimse Allah’ın rahmetinden bir pay sahibi olur “Onlarla beraber olan şaki olmaz, ilahi rahmetten mahrum kalmaz” (Buhari, Deavat, 67; Müslim, Zikr, 35) hadisinin müjdesine erişir Kulun ilahi feyzi alabilmesi için vücudunun hazır olması ve buna kabiliyet kazanması gerekir Bunun için, farz ibadetler yanında nafile ibadetlere de yönelmek gerekir Bunu şu kudsi hadisten anlıyoruz:

Kulum bana en fazla farz amelleri yaparak yaklaşır Nafile ibadetlerle de bu yaklaşması devam eder Nihayet ben kulumu severim Ben bir kulu sevince onun gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum Artık o benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle iş görür, benimle yürür Benden bir şey istese kendisine veririm” (Buhari, Rikak, 38; İbnu Mâce, Fiten, 16)

Bazen de feyz intikali, sadık müridin kamil mürşidine nazar etmesiyle elde edilir Şu hadis-i şerif bunu ifade eder:

Allah’ın velileri görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kimselerdir” (İbnu Mace, Zühd, 4; İbnu Mubarek Zühd, No: 217-218; İbnu Ebid-Dünya, Kitabu’l-Evliya,48)

Bu da, müridin mürşidini gerçek hâliyle tanımasına, bu husustaki istidadına, ihlasına, hizmetteki gayretine, mürşidinin yanında ve gıyabında iken riayet edeceği edebe ve bu husustaki hassasiyetine bağlıdır” (Muhammed b Abdullah Hani, Adab, 213-214)

Dilaver Selvi
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
mevlananın mı ne bir sözü vardı hani : "sen hiç kuyumcunun pazara çıktıgını gördün mü; sattıgın maydanoz degil ki.." gibisinden bir anlamı vardı..tam bilmiyorum belli olmuştur sanırım :p
talib hoşgeldin ama güven bana yanlış yapıyorsun :)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Yanlışlar bize aittir :)

Tasavvufun sırlarından bahsedilmiş değil konuda. En nadide inciler satışa sunulmuş değil. Kuyumcular çarşısının nerede olduğuna dair bir tarif belki.
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
mevlananın mı ne bir sözü vardı hani : "sen hiç kuyumcunun pazara çıktıgını gördün mü; sattıgın maydanoz degil ki.." gibisinden bir anlamı vardı.


TV dizilerine verilen reklamların önemli bir kısmı zerzevat değil mücevherat firmalarının diye biliniyor.

Herkesin bangır bangır "mehdi" , "üstat" vs. pazarladığı bu zamanda "ibnulvakt" olan sufilerin sessizce meraklısını beklemeleri caiz mi sizce ?
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
ben bildigim bütün mehdi tanım ve kaynaklarını hatta kıllısını, tüylüsünü bile hirahos'un yazdıklarından okudum/gördüm. ha siz adnan hoca felan fıstık diyorsanız zaten onlara kimseciklerin itibar ettigi yok. ayrıca ben talib'in tavrına karşılık yazmıştım onu ama bir tarikat münkiri olarak bendenizin elbetteki sözlerine güvenilmez. çayır sizin ot sizin keyfinize bakın efendiler :D
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
ben bildigim bütün mehdi tanım ve kaynaklarını hatta kıllısını, tüylüsünü bile hirahos'un yazdıklarından okudum/gördüm. ha siz adnan hoca felan fıstık diyorsanız zaten onlara kimseciklerin itibar ettigi yok. ayrıca ben talib'in tavrına karşılık yazmıştım onu ama bir tarikat münkiri olarak bendenizin elbetteki sözlerine güvenilmez. çayır sizin ot sizin keyfinize bakın efendiler :D

ben ne tavır ettim ya hu :) akıl bazında gel lütfen :) hirahoş abi sayesinde pek çok şey öğrendik, Rabbim razı olsun ondan :)

Siz Mehdi'cilik oynayanları pek görmemişsiniz anlaşılan. Mehdi borazanlarını..
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
akıl bazında :D ilahi talib..mehdi kovalamıyoruz ondan görmemiş olabiliriz tabi :p
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İmam Malik Rh.A. buyurmuştur:

Kim tasavvufun öğrettiği ahlak ve manevi hal ilmiyle yetinip fıkıh öğrenmezse, dinden çıkacak işler yapar, zındık olur. Kim de fıkıhla yetinir, ahlak ve manevi halleri öğreten tasavvuf ilmini öğrenmezse büyük günahları işler, fasık olur. Her iki ilmi öğrenen kimse gerçek bir Müslüman olur.” (Aliyyu’l-Kari, Şerhu Ayni’l-İlim)

Bu manada İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şöyle der:

Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.
Bu sana hak için bir nasihattir dostum, incinme.
Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,
Öbürü de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.
” (Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)

İmam Malik Rh.A. der ki:

İnsan kendi nefsine hayır veremezse, insanlara da hayır veremez.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)

Hanefi mezhebinin imamı İmam-ı Azam Rh.A., her iki ilmi bünyesinde toplamış kamil bir insandı. İlim ve takvasıyla herkese örnek olmuştu. Devrindeki tasavvuf büyükleri ondan ilim ve feyz almışlardı. Meşhur velilerden Davud et-Tai K.S., ilim ve tasavvuf terbiyesi aldığı hocalarını sayarken İmam-ı Azam’ı zikreder. Hanefi fakihlerinden İbnu Abidin Rh.A., İmam-ı Azam için şu değerlendirmeleri kaydeder;

O, bu meydanın yiğitlerindendi. Vera, takva, edep, zikir ve fikirde zirvedeydi. Kendi zamandaki herkes onu ilim gibi takvada da imam görüyorlardı.” (Reddu’l-Muhtar)

Velilerden Davud et-Tai K.S.’yi zühd ve tasavvuf yoluna sevk eden İmam-ı Azam’dır. Davud et-Tai, İmam-ı Azam’ın ilim meclisine devam ederdi. (Kuşeyri, Risale)

İmam Şafii Rh.A., ilminin ve halinin yüceliğine rağmen sufilerle otururdu. Kendisine:

- Şunların meclis ve sohbetinden ne fayda gördün? diye sorulunca, İmam şu cevabı verdi:

- Onların en fazla şu sözlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani sen vakitten istifade etmezsen, o senin ömründen bir parça kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kötülüklerle meşgul eder.” (Sülemi, Tabakatu’s-Sufiyye)

Aynı şekilde, İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. de sufi Ebu Hamza el-Bağdadi K.S. ile oturup kalkar, marifet meselelerinde bir zorlukla karşılaştığında, “ya sufi, bu konuda ne diyorsunuz?” diye ona sorardı.

İmam Ahmed b. Hanbel, önceleri pek tanımadığı için ilgilenmediği hatta bazen tenkit ettiği sufileri yakından tanıyınca, etrafındakileri sufilerle oturmaya teşvik etmeye bağladı. Şöyle derdi: “Onlar bildikleriyle amel ederek bize üstünlük sağladılar.” (Şarani, Envaru’l-Kudsiyye)

Yine İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. sık sık Bişr-i Hafi K.S.’nin meclisinde bulunurdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:

- Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehitsin, birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, niçin böyle hali-ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:

- Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanıyor, diye cevap verdi. (Feridüddin-i Attar, Tezkiratu’l-Evliya)

İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasına: “Maruf el-Kerhi’nin yanına hadis almak için mi gidiyorsun?” Diye sorunca, İmam Ahmed b. Hanbel:

- Hayır, hadis almak için gitmiyorum. Fakat işin başı olan Allah korkusu ve marifetullah ondadır. İstifade etmek için gidiyorum, cevabını verdi. (Ebu talib El-Mekki, Kutu’l-Kulub)

Tabiun’un büyük müctehitlerinden Süfyan es-Sevri K.S.: “Eğer sufi Ebu Haşim’i tanımasaydım, kalple ilgili halleri ve riyanın inceliklerini bilemezdim.” der. (Sühreverdi, Avarif)
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şöyle der:

“Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.
Bu sana hak için bir nasihattir dostum, incinme.
Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,
Öbürü de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.”

(Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)

"Hem fakih, hem sufi ol" demek kolay ; olmak zor...
 
Üst