Necip Fazıl Kısakürek Kimdir?

halidali

Asistan
Katılım
9 Nis 2007
Mesajlar
487
Tepkime puanı
3
Puanları
0
"BÜYÜK DOĞU" Dergisi
1. Sayı Şubat Ayında Çıkıyor


kapakbykdouuz4.jpg


Abonelik İçin İletişim Bilgileri:

Adres: Ferhadiye Mahallesi Abdulkadir Eriş Sokak
Bekirhan Apartmanı No:22 Kat: 1 Daire: 1
Merkez - Malatya

Tel: 0422 321 44 30

Mail: [email protected]
 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
Yıldızlı bir gecede

Sema bize seslenir
Kalma, gel, işkencede!
Ruhumuz ebedidir
Bunu duy, tek hecede!

Ömür ki, bir kurak çöl
Onu tek bir güne böl
Şebnem gibi doğ ve öl
Yıldızlı bir gecede!...


N.F.K
 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
AYNADAKİ HALİME

Akmayan yaşlarla sıcacık yüzün;
Yavrum, bugün seni pek ölgün gördüm.
Gözünde bir küçük noktadır hüzün,
Neş'eni ne bugün, ne de dün gördüm.
Eğri dallar gibi halsiz, yorgunsun,
Birikmiş sulardan daha durgunsun,
Görünmez bıçakla içten vurgunsun,
Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm.
Geçti bir cenaze peşinde ömrüm;
Bilemem, vardığın neresi, bugün?
Hergün yürüdüğün kadar yürüdün,
Arkasından kendi ölünün; gördüm.


N.F.K
 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
CANIM İSTANBUL


Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, edâ, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misâle.


İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...


Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...


O mânayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...


Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Kâtibim"i...


Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...


Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...


Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...

 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Güzel kardeşim üstadın sözlerini ben aktardım. Ekleme yapmadım. Ama şuda var sonuna kadar katılıyorum. İlk defada senden duyuyorum böyle bir şeyi. Kadının sesi ve vücut hatları haram ama çıkıp mahkemede hakimlik yapması uygun. biraz araştır inşa'Allah. Ayrıca bu yaratılış meselesi. Yaratılış itibari ile bayanların bu konuda
zaafları var. Ayette 2 erkek şahit eğer 2 erkek yoksa 1 erkek 2 bayan şahit bulun diyor. yanlış kıyastan Rabbime sığınırım.

Selametle...

Kadının sesinin haramlığı da nerden çıktı?Yok böyle bir şey.
Şahitlik meselesi de çarpıtılıyor.Bu şahitlik ettikleri konu ile ilgilidir.Kadınların ilgi alanı dışındaki konularda 2 kadın şahit 1 erkek şahite denk olduğu gibi kadınların daha ilgili oldukları konularda mesele ev eşyaları kap kacak gibi eşyaların alış verişinde 2 erkek şahit bir kadın şahide denk olur.
 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
O VAR!..

Her defa haberi taze bir müjde;
O var!
Her defasında, geç, gafletten vecde;
O var!
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse;
O var!
Kalacak kim var ki, dost tomarından?
O var!
Sana daha yakın şah damarından;
O var!
Arama, bir ilaç yok eczahanede!
O var!
Gayede, sebepte ve bahanede;
O var!
Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;
O var!
Ölümsüzlük şevki, ilâhî sevinç;
O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;
O var!



N.F.K
 

Efna_nur

Üye
Katılım
25 Nis 2007
Mesajlar
91
Tepkime puanı
0
Puanları
0
GENÇLİĞE HİTABE

Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
'Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! ' şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk
asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham
yobaz elinde sefalet ve hezimet.. Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında 'belhümadal - hayvandan aşağı' dediği cücetaklitçilere ve batı dünyasına
esaret... Ya dördüncüsü? ....
Son yarım asır! .. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle,madde
plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet... İşte
tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören...Bunları,yükseltici aşk, sürün
dürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve
şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözle
yen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'ya
tay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? '
diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı
bir gençlik...
Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır'
düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti
Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine
acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla,
kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismar
cılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste
ise 'Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazıma
dıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek...
Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına,vecdine, diyalektiğine,
estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine
rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı
adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı
adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını,her sistem ve mez
hebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa
hakikatinin,İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âle
mine ve bütüıı insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben
varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! '
fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik...
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet
sayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün için
deki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık made
niyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı,dema
gog politikacısı,çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı,takma diş
fabrikası, fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mâbedi,temeli yıkık ailesi,
hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli
tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara
kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu sava
şı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün
eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi cepleri
nizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu
hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'na
sıl' ını ve 'ne idüğü' nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu,hürmetine yarattığı Sevgilisinin
fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve
O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düş
manlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir genç
lik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum.
Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların
viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım,
paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz,su
suz, ekmeksiz,başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamın
dayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz el
lerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ..

Necip Fazıl Kısakürek

 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
AYNADAKİ HALİME

Eğri dallar gibi halsiz, yorgunsun,
Birikmiş sulardan daha durgunsun,
Görünmez bıçakla içten vurgunsun,
Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm.


N.F.K.

***
Şimdi asıl yurdunda RABBİNDEN RAZI gördüm ;
S.A.A. ile birlikte M.M.'nın yanıbaşında...
 

:)zeynep(:

Hakve
Katılım
9 Ağu 2006
Mesajlar
5,094
Tepkime puanı
70
Puanları
0
Konum
Yalova
Necip Fazıl Kısakürek
Doğumu İstanbul 26 Mayıs 1904
Ölümü İstanbul 25 Mayıs 1983
Türk şair, romancı, hikâyeci, piyes yazarı ve fikir adamıdır.

Necip Fazıl Kısakürek (NFK)yazdığı "Kaldırımlar" adlı şiir çok beğenildiği için ona bu şiirine ithafen "Kaldırımlar Şairi" denmektedir Kayıtlı bir şecereyle, Alaüddevle devrinin Şeyhülislamı Mevlâna Bektut'a dayanan ve Dulkadiroğulları'na bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur. Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve ortaöğrenimini Amerikan Koleji ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askerî Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkı gibi isimler vardı.

Eserleri

12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl'ın ilk şiir kitabı daha 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri M.E.B'in ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelendi. Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü. Yine M.E.B'in yayınladığı bir Türk şairleri Anatolojisi kitabında, 'N.F. Kısakürek herkes tarafından en iyi şair olarak kabul edilmese bile, Ben ve Ötesi Türk Edebiyatı nın en kuvvetli şiir kitabı olsa gerek, der. Meslektaşları tarafından da çok sevilen şair 'Üstat Necip Fazıl Kısakürek, olarak anılmaya başlandı.

Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. 30'lu yaşlarında bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz.
Daha sonraları onun için;

“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”
diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur ve üstat, hayatında meydana gelen bu değişikliği şu mısralarla özetler: “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...”
Bu tanışma onun hayatında dönüm noktası oldu. İslami kimliği ile öne çıkmaya başladıktan sonra ders kitaplarından şiirleri ve fikirleri çıkarıldı. Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar.

Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak, Nam-ı Diğer Parmaksız Salih gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Her Gün ve Tercüman gazetelerinde yayımladı.

Büyük Doğu Hareketi'ni başlattığı Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ile birkaç yılda bir hapse mahkûm oldu.

1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) unvanını kazanmıştır.

Şiirlerinden bazıları

Utansın
Kaldırımlar
Zindandan Mehmede Mektup
Sakarya Türküsü
Canım İstanbul
Çile
Şarkımız Bizim
 

Bîçâre

Profesör
Katılım
23 Şub 2008
Mesajlar
951
Tepkime puanı
57
Puanları
0
Konum
Simeranya...
Çevremdeki Erbakancıların "rapor"larını okumadan önce çok sevdikleri, okuduktan sonra ise "sonradan tevbe etti abi" ya da "adam keşin tekiydi zaten" cevaplarından birini verdikleri şahs-ı muhterem.

Erbakan'ın sistemin adamı olması ve Ecevit, Demirel ve (görmedi ama Tansu) yaklaşımları Üstad'a ters idi. Şimdi Erdoğan'ı görse ona da fırça kayar, uzun uzun raporlar yazardı muhakkak. Çünkü zindan görmüş, "Şeriat"ı hayalde değil, fikirde yaşatmış biriydi.

Bugünün sahte siyasetçilerine bakınca Üstad'ın çok çok uzağında olduğumuzu düşünüyorum. Alem Anıtkabir'e kul olmuş, bizi iktidar yapın diyor.
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
1- Bu vasiyet,çoluk-çoğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade,onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor.Başta gerçek Türk'ün ruh köküne bağlı yeni gençlik,şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes...

Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum!


Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar.Emanetim,beni seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese...

2- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim,her kelime,cümle,mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir.Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü;başka her şey hiç ve batıl" demekten ibarettir.

3- "Büyük Doğu Yayınları" kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali,dikkatsiz ve ciddiyetsiz,hürmet ve haşyetten mahrum ve ne varsa - isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor,malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu,bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlı yorum.

İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir,arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler.

İslama pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise,çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı,herbirinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir:

"Koca Hz.Ömer bile Allahın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin,derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir.Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır."

Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil;sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan,yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim...

Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise,mirasçılarımın ve manevi mirasçım gençliğin...

Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse,tezgahını başına yıkınız!

En büyük korkularımdan biri,nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.

4-Beni,ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi,İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz!

Burada,umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım:

1935 yılında,Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum.Bu yazı,kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak,zamanenin bize aykırı,meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türk'ün tarih muhasebesini İslami tafekkür noktası etrafında çerçeveliyordu.

Yazıyı ellerine aldılar,kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı"buyurdular.İşte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi,bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler..

5-Nasıl,nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir.Fakat imkan aleminde en küçük pay bulundukça,biricik dileğim Ankara'da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta,Şeyhimin civarına defnedilmektir.Elden gelen yapılsın...

6-Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum.
Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa,ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum...Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...

7-Cenazemde,namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum!

Nede,kim olursa olsun,kadın...

Ve bilhassa,ölü simsarı cinsinden imam!

Ve "bid'at" belirtici hiçbirşey!...Başucumda ne nutuk,ne şamata, ne medh,ne şu,ne bu...Sadece Fatiha ve Kur'an...

8-Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak...Mevlid de istemem!
Onu,uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız!
Sadece Kur'an...

9-Şimdi sıra en büyük dileğimde...Müslümanlardan,Eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa,şunları istiyorum:

Her ferdin,herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın,benim için "Necip Fazıl'ın kazaborcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (Beş vakit)namaz kılması ve yine birgün oruç tutması... Mevtanın ardından,onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir.


Her ferdin,en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi...70 bine dolması lazım...

Bir de,üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri...


Ölünceye dek,üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem dene olacağını,nereye,hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum.


"Şey'en lillah" tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz !Yardımınızı esirgemeyiniz!

10-Allahı,Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!..Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!

11-Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!



3. maddedeki vasiyeti ile ilgili bir bilgi : “Büyük Doğu Yayınları”, 1973 yılında, bizzat Necip Fazıl Kısakürek tarafından kurulmuş ve 10 yıl müddetle Üstad’ın idaresi altında faaliyet göstermiştir.
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Bir gün Necip Fazıl, bir üniversitede konferansa katılmış...

Çıkıp herzamanki gibi Din ve Allah kavramı hakkında konuşmuş...

Konuşması bittikten sonra, onunla karşıt görüşlü olan bir Prefesör, Necip Fazıl'a :

'Siz önceden çıkıp farklı şeyler söylerdiniz, şimdi ise o sözlerinize çelişen şeyler söylüyorsunuz... Yazdığınız şiirler hala ezberimdedir...

bu ne demek oluyor? '

Necip Fazıl'ın cevabı meleklere parmak ısırtacak bir cevap olur :

'Benin geçmişim bir çöplüktür ve çöplükleri sadece köpekler kurcalar'
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
FIRTINA GİBİYDİ!


5023.jpg

Kim ne derse desin Üstadımızdır!
İkindi Yağmuru dergisi Üstad Necip Fazıl ile ilgili bir özel sayı hazırlamıştı ve sormuştu: Üstad hakkında edebiyat çevreleri neler dedi?



Vefatının üzerinden 28 yıl geçmiş olan, fakat şiirleriyle, düşünceleriyle hala tesirini koruyan üstad Necip Fazıl Kısakürek'i bir de edebiyat çevresinden isimlerin ağzından dinleyerek rahmetle anıyoruz.

Osman Yüksel Serdengeçti: Necip, farklı bir adamdı. Ne onun yükseldiği yere yükselebilirdiniz, ne de düştüğü yere düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik… Necip Fazıl, ol kişidir ki, hakkında kolay kolay karar verilemez. İnsanı hükümsüz bırakır. Necip Fazıl; noktasız, virgülsüz bir adamdı. Ne dur bilirdi, ne durak. Ondaki, hayata hükmetme hırsı sonsuzdu. Ölürken dahi, yaşıyorum diye sesini yükseltecek bir adamdı. Mağlubiyeti asla kabul etmezdi. Necip Fazıl öldü. Ölmeyebilseler Peygamberler ölmez. Herkes şu beylik lafı ediyor: bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz. Boşluk bırakmadı ki doldurulsun… Her şeyi doldurdu gitti; kafaları doldurdu, gönülleri doldurdu. Allah, rahmet eyleye…

Mehmet Şevket Eygi: Üstad; fırtına gibi esip gidenlerdendi. O, sanki dünyanın bütün ulvi çilelerini, bütün asıl ıstıraplarını bütün fikir öfkelerini omuzlarına yüklenmiş bir düşünce ve duygu deviydi. Çakan, gürleyen, şahlanan bir tabiata sahipti. Fırtına gibi yaşadı, fırtına gibi göçtü.

İsmet Özel: Çelişki o kadar korkulacak bir şey değil. Çelişkisi olmayan adam robottur, adam değildir. İnsan, hayatı boyunca çelişkiyi yaşar. Necip Fazıl'ı Necip Fazıl yapan, büyük ölçüde normal olarak kendi bulunması gereken yerde değil, muhatabın yanında bulunmasıdır. Uzun süre tek adam olarak kalabilmiştir.

Hekimoğlu İsmail: Necip Fazıl'ı eserleri yaşatacaktır. Lehinde de aleyhinde de bulunanlar olacaktır. Onun mazisinde hata arayanlar, onun çok güzel ve Müslüman bir şekilde hayatını kapattığını görmemezlikten gelebilirler. Bizim için önemli olan, Necip Fazıl'ın Müslüman bir şair olmasıdır.

Cahit Zarifoğlu: Necip Fazıl'ı on beş – yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.

Erdem Bayazıt: İslami bir müessese olarak batın anlamıyla şüphesiz o bir mürşid değildi, ama irşadın peşindeydi. Işığını gerçek mürşidden alan bir muallim, bir yol gösterici, bir üstaddı.

Ahmet Hamdi Tanpınar: O, en zalim rüyayı bile sonuna kadar götürmeden uyanmasını istemez; fakat en cazibini bile üç defa üst üste görmeye razı değildir. Bazı insanlar; ara sıra ayaklarını imkansızın denizinde yıkadıkları içindir ki zaman zaman başları bulutlarla çarpışır.



Mehmet Kaplan: Onu tahrik eden esas amil, dıştan ziyade kendi içindedir. O, bir mizacın şairidir.

Yaşar Nabi Nayır: Bir mısraı bir millete şeref vermeye yetecek şair: Necip Fazıl.

İkindi Yağmuru “Necip Fazıl Özel sayısı”
Salih Demirhan ç-alıntıladı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ALTIN HALKA'YI BİLMELİ
20729.jpg

Altın tesbihi çekmenin vaktidir
'Silsile-i Zeheb'den haberiniz var mı? Nam'ı diğer 'Altın halka'. Buyrun okuyun..


http://www.dunyabizim.com/images/news/20730.jpg
İslamiyet’te ‘Tesbih’ kavramının, Allah’ın yüceliğine şahitlik etmeyi ve O’nu iman ve amelle tenzih edişte sürekliliği, sağa sola sapmamayı ve tezliği ifade ettiği düşünülür. Kur’an-ı Kerim’de yerde ve gökte olan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği haber verilmiştir.
Geçen hafta da sahaflarda dolaşırken; kapağında 33lük bir tesbih ile tesbihin her tanesinin bir tasavvuf kahramanını temsil ettiği üstad Necip Fazıl’ın 1960’ta Türk Neşriyat Yurdu’nun matbaasından yayımlanan ‘Altın Halka (Silsile-i Zeheb)’ isimli eserine rastladım.
Sayfaları birbirine yapışmış ve 1960 yılından sonra yeniden basılmayan bu eseri, hem daha önceleri birçok düşünürün ve edibin elinden geçmiş olduğunu düşündüğüm, hem de içeriği bakımından İslam âleminin en büyük 33 tasavvuf kahramanını bize sunduğu için çok daha büyük bir heyecanla aldım ve önemle okudum. Eseri okurken Allah’a iman edişimde sürekliliği ve O’nu tenzih edişimde tezliğimi de sağlamak adına her tanede farklı bir insan-ı kâmile ama en sonunda ‘tek’ olan hakikat düsturuna erişileceğini öğrendim. Sayfalarının maddeten tarihe tanıklık edişinden; öze ve hakikat olan yaratıcıya ve onun en sevgili kullarına yani elçilerine ruhen ulaşmış bir tarihin ta kendisi olan silsileye kadar büyük bir tasavvuf erbabına anbean tanık oluyorsunuz.
Zamanının en kapsamlı çalışması
Necip Fazıl’ın İslam tasavvuf ve felsefesine dair derlediği en mühim eserlerden bir diğeri olan ‘Halkadan Pırıltılar’ mukaddimesinde adı geçen en büyük tasavvuf kahramanlarının hikâyeleridir ‘Altın Halka – Silsile-i Zeheb’. Denebilir ki o güne kadar bu konuda bu denli güzel, cazip, severek okunacak, manen zevk alınacak bir kitap daha yazılmamıştı.
Necip Fazıl’ın bu eserini okurken Peygamber efendimiz (s.a.s)’in İslam’ı tebliğ etmeye başlamasının ardından Hz. Hatice ‘den sonra Rasulullah’a ilk iman eden; Câmiu'l Kur'an, es-Siddîk, el-Atik olan Hz. Ebu Bekr ile başlayıp; üstad Necip Fazıl Kısakürek’in yaşadığı dönemde irşada ehliyetli olup üstadın hayatındaki büyük değişime yol açan şeyhi Abdulhakim (Arvasi) Efendi’ye kadar birbiri ardına sıralanmış mutasavvıflar tesbihini çekeceksiniz sıkılmadan.
Otuz Üç!
Peygamber efendimiz (s.a.s)’den gelen nur, hakikat sarayının has odasına mahsus huzmeleriyle Hazret-i Ebubekir’e geçmişti. Böylece ‘bir’in adede ilk intikali ‘iki’ mefhumunda Hazreti Ebubekir’i buldu aslında… ‘İki’den sonra ‘üç’ ve has odanın has kolu olarak sıraya girmiş oldu.
Hz. Ebubekir ile başlayan nur alıcılığı, ondan hemen sonra Selman-ı Fârisi’ye geçiyor eserde. Bir cenk sırasında Allah Resulünün mukaddes ağzıyla “Selman-ül Hayr” diye vasıflandırılan zatın Müslüman oluşu, İslam’a hizmetleri Necip Fazıl üstadın dilinden ayrı bir zevkle okunuyor.
‘İlim Medinesi’nin kapısı Hazret-i Ali soyundan gelen meşhur on iki imamın onuncusu Cafer-i Sadık Hazretleri’nin de İslam’a ve Müslümanlara olan büyük hizmetlerini ve yaşam öyküsünü okuyoruz eserin bir bölümünde.
Altın halkanın onuncusu, Hızır ile sohbet etme makamına ermiş ve Hızır’ın “bir oğlun olacak, adını Abdülhalik koy” diye söylediği bir babanın oğlu olan ‘Abdülhalik (Gücvedani) hazretleri Necip Fazıl’ın bu eserinde ince bir üslupla ve hikâyelerle okuyucunun karşısında duruyor.
Velilerden bir ordu olsa..
Ayrıca; rahmetli üstadın diliyle “Veliler ordu ordu olsa… Bunların başbuğlarından da ayrı bir ordu kurulsa… Ona başbuğ olacaklardan da bir ordu… Son başbuğ Şah-ı Nakşıbend Hazretleri olurdu” dediği Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Hazretleri’ni ve daha sonra da “velilik derecelerinin ufku” diye nitelendirdiği ‘İmam-ı Rabbani’ hazretlerinin hayat yolculuklarını üstadın kaleminden okuyarak onun penceresinden İslam’a gönüllerini koymuş 33 tasavvuf kahramanının hikâyelerini yaşayabilirsiniz Altın Halka’da. Necip Fazıl Kısakürek’in İslam âlemine büyük hizmetlerinden biri olan ‘Altın Halka (Silsile-i Zeheb)’yı tarihin sayfalarından günümüze taşıyabilmek ve mukaddes emaneti yerine –gönlünüzün ve aklınızın yanı başınıza- koymanız duası ile…

Samet Akten tesbihi eline aldı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İLK NE ZAMAN SİGARA İÇTİ


16378.jpg

Necip Fazıl'ın gerçek adı ne?
‘Kafa Kağıdı’nda kendi hayat hikayesini anlatır üstad. İlginç bilgiler vardır kitapta.



Kafa Kağıdı üstad Necip Fazıl’ın eserleri arasında farklı bir yerde durur. Her şeyden önce hayatının panoramik bir görüntüsünü sunar bize. Doğduğu konak, çocukluk günleri, ilk aşk, daldan dala konar gibi değiştirdiği mektepler, ilk gençlik yıllarında gittiği Erzurum, sonrasında İstanbul’a geri dönüş ve bugünki adıyla Edebiyat Fakültesi’ne kaydolduğu günler…
Son günlerinde bilinçli olarak rahatsız edildi
1982 yılında yazmaya başlamıştır üstad bu eserini. Hastanededir. Tek arzusu tek kişilik bir odada kalmaktır ömrünün sonuna yaklaştığı bu günlerde. Ancak bu isteği asla gerçekleşmez ve aksine kendisini bilinçli bir şekilde rahatsız eden, üstadın kendi ifadesiyle “hiçbir sapık Bektaşi şeyhinin uzanamayacağı şekilde ‘Allah Baba’ diye hitap ettiği Hakk’a zaaf ve beşeri sıfatlar isnat eden” bir doktorun elindedir üstad.
Bir gün bu doktor üstada sorar: “Musiki sever misiniz?” Üstad batıdaki orta sınıf halka mahsus beylik operalara tutkun bu adama “severim ama böylesini değil” diyerek cevap verir. Doktorun yeni sorusu kafasının nasıl çalıştığını ve maksadını gösterir niteliktedir: “Alaturka mı, alafranga mı?” Üstad cevap verir: “İkisinin de soylusunu ve iyisini…”
İlk metafizik ağrıları neredeyken hissetti?
Kafa Kağıdı’nı üstad bir takım başlıklarla hayatının belli dönemlerine ve olaylarına ilişkin olarak bölmüştür. Bunlardan biri de “Çocukluğum” bölümüdür. Üstad Çemberlitaş’taki bir konakta doğmuştur. Babası -deli sıfatıyla- Fazıl atları koşturarak doğumu kendi babasına bildirmek üzere yola çıkar. Tüm hikâye buradan başlar. Sonrasında dedesinin korumasında biraz şımartılacak olan Necip, ilk adıyla Ahmed Necip ilk metafizik ağrıları hissetmeye başlayacağı Bahriye Mektebi’ne kadar bu şekilde büyüyecektir. Kızlardan doğma diğer torunlara bir lira çeyreği verilirken Ahmed Necip’e bir altın verir dedesi.
Ahmed Necip her ne kadar yaramazlıklarıyla nam salsa da zekası herkes tarafından teslim edilmiştir. Doktoru halini sorarken “nasılsın bakalım benim büyümüş de küçülmüş yavrum” diyerek ona hitap eder. Yine ailesi tarafından sürekli kurşun dökülür ve tütsülenir bu büyümüş de küçülmüş çocuk.

Bahriye Mektebinde Ahmet Necip, Necip Fazıl olur!
Üstad “ne oldumsa bu mektepte oldum”, der Bahriye Mektebi dönemini anlatırken. Burada ilk defa ismi Necip Fazıl olarak kaydedilen üstad beş yılını burada geçirecektir. Heybeliada’daki mektebe başladığında ilk duyduğu şey “burada artık askersiniz” ifadesi olmuştur. Ancak 1054 numaralı Necip Fazıl burada da neşe ve şımarıklığı seçmiştir. İlk sigarasını 13 yaşında bu mektepte içmiştir. Kuralların oldukça katı olduğu bu mektepte… Geceleri nöbetçi bir hademe sigara içmelerine göz yummamakta ve müdüre şikayet etmekle tehdit etmektedir onları. Plan hazırdır: Cin oyunu. Bir gece dolapların içerisine çarşaflara girerek saklanan ve hademeyi korkutmayı amaçlayan bu grubun başını üstad çekmektedir. Ancak hademeyi görür görmez kaçmaya başlayan arkadaşları üstadı ele vermişler, planın başarısız olmasına sebep olmuşlardır. Sonrasında üstad okula müdür tarafından teşhir edilerek “haylaz” diye sunulmuştur.
Allahım, bana yolumu göster
Bu arada üstadın “ilk oluş ve berzah acılarını” sezen hocası İbrahim Aşki Bey olmuştur. Üstada iki kitap vermiştir. Biri Semerat-ül Fuad, diğeri ise Divan-ı Nakşi. Bu kitaplar üstadda bir şeyler uyandırsa da “ikisinde de bir şey anlamadım” diyecektir. Ve ilk oluş sürmektedir. Geceleri erkenden uzandığı yatakta başını iki eli arasına alarak dua edecektir: “Allah’ım bana yolumu göster.”
Bu sancılı dönemleri sürerken üstad son sınıftadır artık. Bahriye Mektebi’nden ayrılmak düşüncesinde ve Darülfünun’a girmek derdindedir. Sonrasında tahsiline ilave edilen yılın imtihanında kağıda “bilmiyorum” yazarak teslim eder ve kaydı silinir.
Bu kitap karalama mı?
Kafa Kağıdı üstadın kendi dilinden kendi hayatını ana hatlarıyla ve bazen en küçük ayrıntılara girerek, hatıralara dalarak anlattığı bir kitaptır. Seferberliğin ilan edildiği, hürriyet naralarının atıldığı günlere eğilerek kendi tespitlerinin de yer yer karşımıza çıktığı bu eser üstadın zor anlarında “karaladığı” bir eserdir. Kendisi Çapa’da bir hastane odasında birçok sıkıntıyla muhatap iken eşi de başka bir hastanede bıçak altındadır. Bu zor günlerde üstad, oğlu Mehmet’in yardımıyla yürüyebilmekte ve Kafa Kağıdı’nı acıyla, merhametle, zor zamanlarında yazmaktadır. Zaten öyle ki her ne kadar bitirilmiş olsa da yarım kalmış bir eser olarak üstadın en önce okunması gereken kitaplarından biridir Kafa Kağıdı.

Besim Bal bir kez daha okudu
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
NFK’NIN HANGİ ESERLERİ?
24200.jpg

Üstadı anlamak görevdir!
Üstadı anlayabilmek için hangi kitaplarını okumak gerek? Birkaç büyüğümüze sorduk.



Büyük şair olmak, elbette iyi şiir yazmaktan geçmiyor. Necip Fazıl Kısakürek, bugün büyük şair diye telakki ettiğimiz şairlerden.

Peki üstadın hangi eserlerini niçin okumalıyız? Kendi yayınevi Büyük Doğu’dan bütün kitapları, Semerkand yayınlarından ise dini muhtevalı eserleri çıkıyor.

Hakikaten yayınlanmış bunca eseri arasında Necip Fazıl Kısakürek’in hangi kitaplarını neden okumalıyız? Merak ettik, Üstadın izini takip eden, onun eserlerinden istifade etmiş akademisyen, sanatçı ve aydınlarımızdan bazılarına Üstadın hangi eserini niçin okumalıyız diye sorduk. İşte cevaplar

Uğur Işılak
Uğur Işılak Üstad’ın şairliği ve mütefekkirliğiyle beraber dava adamlığıdır bizi ona müntesip kılan… Üstadın çağdaşı olan onlarca şair sayabiliriz lakin söz konusu olan Necip Fazıl Kısakürek olduğunda kimyamızda bir değişiklik olur ister istemez. Çünkü o, en çetin zamanlarda bile bu milletin hamurunu teşkil eden değerlerin, canını dişine takarak müdafaasını yapmış ve sadece bununla kalmayıp mantık, felsefe, edebiyat ve sanatta bu toprakların zaviyesini ve kalitesini ortaya koymak suretiyle yüzümüzün akı olmuştur. Anadolu kalıbıyla şekillenmemize vesile olan Üstad’a çok şeyler borçluyuz. Borcumuzu dualarımızla ödemeye gayret edeceğiz.
Üstad’ı okumak demek, içinde bulunduğumuz çağı anlamak ve iki yüz yıldır devam eden kimlik ve kişilik problemimizin teşhisini doğru koymak ve dirilmeye namzet ruhların şahlanarak yeni ufuklara yelken açması demektir.
“İdeolacya Örgüsü” ile ideallerimizi
“Bir Adam Yaratmak” ile kimliğimizi
“Dünya Bir İnkılap Bekliyor” ile dünümüz, bugünümüz ve yarınımızı,
“Çile” ile duygu, düşünce ve estetiğimizi tekrar gözden geçirip ‘var olma’ ve ‘Var’da fani olmayı başarabilirsek içinde bulunduğumuz asrın derdine derman olacak reçeteyi bulmuş oluruz.

Prof. Dr. Mehmet Tekin Prof. Dr Mehmet Tekin
Babı Ali’yi, O ve Ben’i, Çile’yi sebepsizce, ilk ve sürekli olarak okumamız icap eder. İllâ her şeyde bir sebep aramak gerekmez, Üstadın eserlerini okumak da böyledir! Bahsettiğim bu üç kitap dışında, üstadın bütün eserlerini okuyup incelemek gerekir.
Erhan Erken
Herhalde lise ikiye gidiyordum. Yıl 1976 veya 1977. Bir arkadaşım kanalıyla Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek'in 'Gençliğe Hitabe'sini kasetten dinlemiştim. Çok etkilendiğimi ve onu yazıya döktüğümüzü hatırlıyorum. Kendi dönemi için çok mükemmel bir metindi.

Erhan Erken Genç arkadaşlar bu metnin üzerinde çokca düşünerek okumalılar.
Vurgulamaları, coşkusu ve genel kurgusu itibariyle hala önemli bir hitabet örneği olduğunu düşünüyorum. Belki kendisi sağ olaydı bugün içeriğinde bazı değişiklikler yapardı
Aynı yıllarda Necip Fazıl yanındaki genç arkadaşlarla birlikte Rapor adlı gündemi yorumlayan dergi kitap karışımı bir yayın yapardı. Raporlar o dönemi anlamaya çalışanlar için önemli belgelerdir diye düşünüyorum
Esselam ve Şiirlerim adlı kitaplarında yer alan şiirlerin önemli bir bölümü bizim neslin hafızalarında yer alır. Sakarya, Zindandan Mehmed'e Mektup, Kaldırımlar, ve daha niceleri Şiirlerim adlı kitapta yer almaktadır.
Genç arkadaşların bu şiir kitaplarını okumalarını tavsiye ederim
Necip Fazıl merhumun Çöle İnen Nur adlı kitabı da Hz Peygamber (a.s)ın hayatını en edebi tarzda anlatan eserlerden bir tanesidir.
Merhumun Reis Bey adlı tiyatro eseri de kendi dönemi için bu tarz yapılmış ilk çalışmalardan biridir. Önemli bir örnek olarak okunmalıdır.
Allah Necip Fazıl Kısakürek'e rahmet eylesin. Eserleriyle onu geçebilecek nesiller nasip etsin.
Prof. Dr Özkul Çobanoğlu

Necip Fazıl Kısakürek üstad geleceği görebilmiş bir insandır. Onun şiiri ve sanatının büyüklüğü ortadadır. Ancak günümüzde memleketin durumunu biliyorsunuz. O yüzden İdeolocya Örgüsünü Necip Fazıl Kısakürek’in özlediği ve tasarladığı dünyayı iyi anlayabilmek için okumalıyız.


Orhan Özekinci anlamak için soruşturdu.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
BIKTIK BUNLARDAN!
22775.jpg

Hiç inandırıcı değiller!
Biraz Necip Fazıl Biraz Nazım Hikmet demekle olur mu bu iş? Ne kadar ciddiye alalım böyle diyen bir yöneticiyi.


İkisi bir araya gelir mi?
Siyasiler son zamanlarda sıklıkla N. Fazıl’la N. Hikmet’i birlikte anmaya özen gösterir oldular. İki farklı ideolojik kutuplaşmanın temsilcisi bu iki isim, uzun yıllar bayraklaştırılarak bir yarışa sokulmuştu. Aslında sağ ve sol karşısındaki bu mücadele düşünce planında olduğu gibi şiirde de kimsenin kimseden eksik kalmadığını öngörüyordu. Peki, ne değişti de Türk şiirinin iki düşman kardeşi birlikte anılır hale geldi?
Başbakandan kasabadaki bir bayram törenine katılan kaymakama kadar neden bürokrasinin bütün unsurları bu konuda ağız birliği etmiş gibi davranmaktalar? R. Margulies gibi bazı yazarlar, N. Fazıl gibi “faşist bir yaratık”ın N. Hikmet’le anılmasının son derece rahatsız edici bir durum olduğunu dile getirmelerine rağmen muhafazakâr bir parti iktidarı, bu yaklaşımı niye sürdürmektedir?
İlk akla gelecek olan cevap muhtemelen demokratik açılımla beraber farklı kimliklerin, ideolojilerin buluşması, birbirine saygıyı öğrenmesi falan olacaktır. Ya da siyasilerin her daim işine gelecek “hepimiz kardeşiz” sloganına hizmet edecek bir malzeme olarak düşünülebilir. Aslında ne o ne de öteki. Mesele iktidarın (Tabi ki güncel iktidar mekanizmalarını aşarak düşünmek gerekiyor.) şairi konumlandırma biçimindeki değişiklikle irtibatlı bir durumdur. İster İslamcı olsun, ister Marksist, devletler şairin kural tanımaz tabiatını “ideolojik aygıt”a dönüştürerek ehlileştirmek istemişlerdir.
Yeri de duruşu da ayrı iki şair
Necip Fazıl’ın mevcut devlet geleneğini muhafaza eden tavrı karşısında, Ece Ayhan’ın saptamasıyla Nazım Hikmet’in Kemalizm içerisinde düşünülmesi belki de bu yüzdendir. Sistem içerisinde her iki isim de iki kutbu temsil etseler de iktidar her ikisini de tek bir şair olarak görmek istemekte ve temel olarak “sivil şair” modelini ortadan kaldırmaktadır. Bunu patronaj kültürünün yeniden diriltilmesi diye okuyanlar da olacaktır belki ama gerçek şu ki “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” diyen devlet mantığı burada da işleyerek şairi otoritesine boyun eğdirmektedir. Eğer şairin sözü siyasal gücü elinde bulunduranları kaygılandırmıyorsa durum şairin aleyhine işlemektedir. Ülkemizde müstehcenlik dışında şiirin tehlikeli bir faaliyet olarak görülmemesi, toplumu dönüştürme gücünün ne oranda şairin eline bırakıldığını sorgulamamız açısından yeter bir nedendir. Çünkü gelenek sürmektedir. Şairin konumu, imparatorluk dönemindeki kulluk ilişkisine indirgenmektedir. N. Fazıl’la N. Hikmet’in tek bir yüz olarak görülmesi/görülmek istenmesi, devletin, kulluk ilişkisinin dışına çıkan, konumunu zorlayan şairlere yaptığı yaylım ateşidir.

İbrahim Alan yeter artık diyerek haber yaptı
GYY'nin notu: Bu iki ismi bir arada ananların iyi bir şey yaptığına inanmıyoruz. Bunu bir moda olarak, farklı olanı yok etmek için her görüşe açık görüntüsü vermek için kullananların, iki duyulmuş şairin ismini kullanma, istismar etme çabasında olduğunu düşünüyoruz.
Hiç inanmıyoruz onların Necip Fazıl'ına ama başımızın üstünde yeri var bizim Necip Fazıl'ımızın. İnanmıyoruz onların Nazım Hikmet'ten himmet beklemelerine.. Edip Cansever diyebilen bir bürokrat daha sahici geliyor bize. Arif Ay diyebilen, Nuri Pakdil diyebilen bir yönetici daha sahici, daha baş tacı...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
HATIRI SAYILIR CİNNET


5023.jpg

NFK: "Sezai Karakoç'um gelmiş!
“Trende, inip çıkan telgraf tellerinin hareket ahengine kendimi bıraktım. Fakat dalmak, kendimi unutmak, bir an bile olsa iç derdimden uzaklaşabilmek ne mümkün?”



Maneviyatı dört duvar arasını aşamayan bir insanın, maddiyatının dört duvar arasında tam manasıyla sağlam kalması zordur. Necip Fazıl Kısakürek, bir ismiyle Yılanlı Kuyudan olan kitabı Cinnet Mustatili’nde ruhun o eşsiz, hiçbir sıkıntıyla karşılaştırılamayacak kadar büyük cinnetlerini yazmış. Hayal ediyorum onu, çıkmasına çok az izin verilen hapishane bahçesinde yürürken. Bir başka tabirle, volta atarken…

Hangi Dokuz Ay On Gün?
Kitabın sayfalarını çevirdikçe bazı şeyleri anlamaya başlıyorum. Sanki kendi yalnızlığıma derman buluyorum, her sayfaya bir damla akıtarak daha hızlı çeviriyorum. Bir sayfada yoksa diğerinde yazılı, yoksa bir diğer sayfada bahsi geçen biri var kitap boyunca. Kim bu dilinden düşürmediği diyeceksiniz? Özleyip durduğu, rüyalarında gördüğü kim? Oğlu Mehmed… Necip Fazıl, hapishanede tuttuğu bu günlüklerde sık sık oğlu Mehmed’i özlüyor. Ve zevcesini…
Bir gün hapishaneye görüşme saatinde “topuğundan başörtüsüne kadar Müslüman” annesi geliyor Necip Fazıl’ı ziyarete:
“Sana bir müjde getirdim! Bir kızın dünyaya geldi! Öyle sıhhatli, öyle güzel ki… Çok kolay ve rahat doğdu. Bunda büyük bir hayr ve işaret var!”
Düşünüyorum… Hayır, doğrusu ben bunu düşünemiyorum. Dokuz ay on gün bekleyip dünyaya gözünü açan kızı. Ve tam da o zaman dokuz ay on güne mahkûm Necip Fazıl… Onun çilesini düşünemiyorum…
8246.jpg
Necip Fazıl hapishaneyi tasvir ediyor. Kimi zaman geçmişte bazı anları zihnine kazımış, ileride aklında belirli sahneler her ayrıntısıyla dursun istediği için. İşte kitapta da bazı böyle sahneler var, unutmak istemediği.
Hapishaneyi anlatırken söylüyor: “Kapı üstümüze kilitlidir. Dünya her tarafımızdan, gök tepemizden ve kapı üstümüzden kilitli…”
Şeyhinin, büyük alimlerin sözlerini hatırlıyor bazı bazı. Kimi zaman aklına diyaloglar geliyor kitaplardan:
“(Juliyet) diyor ki:
-Vakit çok geç, artık git!
(Romeo) diyor ki:
-O kadar geç ki, erken kabul edebiliriz. Gitmeyeceğim!”

Cinnet Mustatili İşte Bu Yoldur!
Kitabın da ismi olmuş olan cinnet mustatili, Necip Fazıl’ın “yegâne uzlet berzahı” olarak nitelediği, Ankara’da kaldığı hapishanedeki hamamla kantin arasındaki yol olan uzun şerite koyduğu addır. 71 adımlık bir yol. Dayanabilmenin tek çaresi, “cinnet mustatilinde volta atmak”…

Bu da Geçer Ya Hu!
“Göğü kapatabilirler, bizi üstümüzden kilitleyebilirler, dişlerimiz ciğerlerimize geçecek şekilde iki büklüm oturtabilirler, fakat zamanı durdurabilir miydi? Sadece bu teselliye yapıştım; ve duvardaki “ah”lar, “of”lar, yazılar, resimler arasına, cihanın en derin sözlerinden bir tanesi bildiğim bir levha astım hayalen: Bu da geçer yahu!”

Çifte Tel Örgünün Arkasında Sevgili Sezai Karakoç
Çifte tel örgünün ardından geleni görmenin öyle zor olduğunu anlatıyor Necip Fazıl. Ve bir gün gelenlerden birini şöyle anıyor “benim sevgili Sezai Karakoç’um”. İçime bir sıcaklık doluyor.
“-Nasılsın Sezai?..
-Çok şükür üstadım, siz nasılsınız?
-Gördüğün gibi Sezai, biraz zayıflamışım değil mi?..
-Biraz!..”

Yolculuk Sırasında..
Bafra sigarası… Sıkıntı… Zikir… Zikir… Zikir…
“İnsan bu kadar da hissi hale gelir mi? İnsan bir bardak su içse onu kendisine kanlı bir mesele yapacak olan böyle bir mizaçtan nasıl kurtulur?
Kurtulur, kurtulur, kurtulur…
Gidiyoruz; ve ben, tekerleklerle aynı ağızdan, kendime telkin yapıyorum:
Kurtulur, kurtulur, kurtulur!...
“Allah, izah edilemeyişin tek izahıdır” diyen Necip Fazıl’a Allah rahmet eylesin.

Merve Büşra bildirdi.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ACZ NFK’YI ANLATMIŞ!


14110.jpg

Üstadın kapısını kim çaldı?
Necip Fazıl Enstitüsü’nü kim kurabilir? Bu düşünce yeni mi dillendirilmiştir? Bunu 1983’te kim ifade etti?



Üstad Necip Fazıl 1983 Mayıs’ında vefat ediyor ve Mavera Dergisi Temmuz ayında, üstadın vefatından bir ay geçmesine rağmen bir özel sayı hazırlıyor üstadla ilgili. Özel sayının ismini de “Necip Fazıl’a Rahmet” koyuyor Mavera ekibi.


İşte Mavera’nın o sayısı elimde. Sararmış sayfaları birer birer çeviriyorum. İsimlere bakıyorum; kimler ne yazmış, kimler şiir ithaf etmiş üstada. Üstadın başka dillere çevrilen şiirlerine göz gezdiriyorum. Anlamadan okuyorum bir iki İngilizce çeviriyi. Kendisiyle yapılmış söyleşilere bakıyorum; hepsinde üstadın o bildiğimiz duruşu, kıvrak zekalılığı, dehası, esprisi…
Halının başladığı yerde ona takıldı ve sendeledi. İçim eziliyordu.
Sonra Cahit Zarifoğlu’nun üstadla ilgili yazısı dikkatimi çekiyor. Zarifoğlu, bir bayram günü iki araba dolusu insanla üstadın evine ziyarete gidişini anlatarak başlıyor yazıya. Herkesin o andaki algısı neye yoğunlaşır bilemiyorum ama Zarifoğlu’nun algısı üstadın en küçük bir hareketini bile sayfalar dolusu anlatacak kadar açık. Bana inanmıyorsanız kendiniz görün: “Ayağında terlikler vardı ve çok ağır ilerliyordu. Adımlarını yerden kaldırmadan adeta sürükleyerek atıyordu. Halının başladığı yerde ona takıldı ve sendeledi. İçim eziliyordu.”
Evet, içi ezilen Zarifoğlu’dur. Onun bu tavırları bana hep Ah Muhsin Ünlü’nün “menşei cam çocukların haysiyetiyle” mısrasını hatırlatır.
Kimsin?
Sonrasında yine Zarifoğlu’nun deyişiyle korkunç bir şey olur. Üstad, Zarifoğlu’nun kulağına hızlı, emredercesine, fısıldayarak ‘kimsin’ diye sorar. Zarifoğlu, ‘Cahit’ deyince üstad o zaman arkadaşlarının nasıl olduğunu sorarak devam eder. Diğer misafirleri de sesinden tanır üstad ve hal hatır sorar. Şöyle der Zarifoğlu: “Gözlerinin bu kadar zayıfladığını bilmiyordum.”

NFK: Kapıma güm güm vuran sendin!
Zarifoğlu’nun yazısı bu bayram anısından başlayarak savruk diyebileceğimiz şekilde üstadla ilgili başka konulara da girer. Bunlardan biri de, üstadın Ankara’ya geldiği günlerden birinde Zarifoğlu’na hitaben, “Evvelki yıl, zifiri karanlık bir gece yarısı, yağmurlu-fırtınalı bir havada, üzerine iki köpek de durmadan hırladığı halde, güm güm kapımı vurup, saçın, üstün, başın perişan ve meczup, adeta yakama yapışarak ‘beni sen mahvettin’ diyen şahıs değil misin” deyişidir. Zarifoğlu, “değilim” diyerek cevap vermiştir. Ancak ortamda bulunanlar Zarifoğlu’nun böyle bir şey yapacağına ihtimal verdiklerinden ve üstadın o kesin tavrından ötürü bu ‘değilim’ lafına pek de itibar etmemişlerdir.
Zarifoğlu ise bir tarih vermesini istemiştir üstaddan. Amacı Sarıkamış’ta askerlik yaptığı günlere ait bir tarih söylemesidir üstadın. Böylelikle Zarifoğlu o kapıyı kendisinin yumruklamadığını kanıtlamış olacaktır. Ama üstad bir tarih vermez. Ve o odadaki herkes üstadın bahsettiği kişinin Zarifoğlu olduğunu düşünür.
NFK Enstitüsü mümkün mü?
Zarifoğlu, üstad Necip Fazıl ile ilgili anılarını aktardığı yazısına, ta o zamandan, önemli bir tespitle son verir. O tespit de bugün hâlâ özlem ve ciddiyetle beklediğimiz bir Necip Fazıl Kısakürek Enstitüsü’dür. Ama burada da ciddi bir uyarı yapar Zarifoğlu; böyle bir enstitüyü, Necip Fazıl’ı gerçeği ile, esas misyonu ile kavramış kişiler kurmalıdır. Yoksa onu bir kıyısından tanımakta ısrar edenler tarafından değil…



Besim Bal tozlu sayfalar arasından pırıltılı haberler veriyor
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ÜSTADIN İDEAL GENCİ!?
5023.jpg

Genç Adam at yorganı!
Nasıl bir gençtir Necip Fazıl’ın ideal genci, Şahin Gürçay dunyabizim için araştırdı!

Üstad Necip Fazıl yaşamı boyunca, insanın kendisiyle yapacağı ve en çetin sınavı olan varlık muhasebesinden bahseder. Bu muhasebenin; insanın ruhuyla kendisi arasında bir hesaplaşma, insanın bütün ideallerini ve realitelerini ortaya koyacağı bir saha olacağını söyler. Bu muhasebede insanı mutlak güzelliğe karşı her zaman küçük görür ve işe yaramaz olarak betimler. Bunun yanı sıra ise idealini ortaya koyar. İşte bu ideal bizi Necip Fazıl’ın ideal gencine götürür. Peki nasıl bir gençtir Necip Fazıl’ın ideal genci?
Fildişi kulelerde değil!
Necip Fazıl, dava ehli gençlerin öncelikle toplumun içerisine inerek, sorunlarla karşı karşıya gelmesini ve bu sorunları içselleştirmesi gerektiğini vurguluyor. Yani kendi deyimiyle yangın yerini fildişi kulelerden izlemek yerine Hz. İbrahim’e su taşıyan karınca misali safımızı belli etmemiz gerektiğinin önemini anlatıyor.
Ruhu değerlerle dolu!
Üstad, ideal gencini ilahi varlık muhasebesi üstüne inşa ettiği için, ondan hem ideal bir aksiyona hem de gerektiğinde ferdiyetçi bir isyan ahlakına sahip olmasını istiyor. Bu nedenle de ideal gencinin ruhunun, cemiyete anlatmak istediği değerlerle dolu olması gerektiğini vurguluyor. Yani Necip Fazıl; gençlerin sadece konuşan, tepki gösteren veya eylemde bulunan bireyler değil; aynı zamanda düşünen, düşündüklerini uygulayan ve benimseyen bireyler olmasını istiyor.
Düşmandan bihaber değil!
Üstada göre, gençler ruhlarını topluma açabilmek ve dertlerini anlatabilmek için “iman tılsımlı kılınç” ile kuşanmalı ve böylece aksiyon ruhunu elde etmelidir. Bu noktadan sonra ise Necip Fazıl, gençlerin yapacakları aksiyonlarda, ilahi varlık muhasebesiyle birlikte imanlarını, mücadeleci ruh haliyle de güçlerini ortaya koymaları gerektiğini düşünmektedir. Sadece haklı olmanın yetmediği bu dönemde, üstadın ideal genci ayrıca düşmanının silahlarını bilmeli ve ona göre hareket de edebilmelidir. Yani, ideal genç kendini düşmanından bihaber bırakmamalıdır. Bu şekilde, hem haklı hem de güçlü olmuş olan ideal genç, çağımızda beklenen değişimin de öncüsü olacaktır.
Fikir işçisi!
Necip Fazıl’ın ideal gencinin özelliklerinden biri de karşılıksız çalışan fikir işçisi olmasıdır. Bu gençler, yaptıkları hizmetlerin karşılığını, hitap ettikleri kişilerden değil, Allah’tan beklemektedir. Mütevazılık konusunda hassas olan bu gençler, nefisleriyle de devamlı bir mücadele halindedirler. Nefse hakimiyet konusunda devam bir ahenk içinde olmak, üstadın ideal gencinin en önemli özelliklerinden biridir.
İtidalli!
Necip Fazıl böylelikle ideal gencin evrensel mana kazanarak evrensel manada çözümler üretebileceğini vurgulamaktadır. Böylece genç, cemiyet mevzusunda sosyolojizmin ifade ettiği gibi toplumsal mevzuları değerlendirirken aşırıya kaçmayacaktır ve geride de kalmayacaktır. Bunun sağlanabilmesi için ise gencin hakiki manada hürriyeti kavrayabilmesi gerekmektedir.
İbadet ve tefekkür!
Helal ve haram konusunda da nefis mücadelesindeki kadar hassas olması gereken ideal genç, ayrıca karşılıksız bir tefekkür ve ibadet içinde olmalıdır. Hüsn-ü Mutlağa kalbi bir şekilde bağlı olan gençler, Allah aşkı sevdasında ve O’nunla bir ahenk içindedir.
Başı dik!
Necip Fazıl, gençlerin hayat davalarının başında şaşıracaklarının ve bu davanın genç beyinlerin körpe omuzlarına ağır bir yük getireceğinin farkındadır. Bu yük kaldırılması güç ve genci girdap misali içine sürükleyen bir yüktür. Bu buhranın içine kapılan gençler ya başı dik bir şekilde kurtulur veya dava şuurunu kaybederler. Bu noktada aksiyon ruhu imanla harmanlanmış olan ideal gençler, bu buhrandan kurtulacak olanlardır.
Yükü ağır!
Üstad, buhrandan kurtulmuş olan gencin daha güçlü bir şekilde ve aksiyona yön verebilecek bir yeterlilikle geri döneceğini vurgular. Bunun bilincine varan genci büyük bir sorumluluk beklemektedir. Çünkü gelmiş geçmiş bütün olayların ve gelecekte yaşanacakların yükümlülükleri bu gencin de omuzlarına binmiş olur. Ancak bu, ideal genç için, korkulacak veya çekinilecek bir şey değil aksine seve seve kabuledilecek bir yükümlülüktür.
Gençliğe hitabe!
Necip Fazıl’ın, gençlerin ruhi ve akli düşüncelerini aksiyon ve dava metodolojisiyle aktarmalarında gençlere ışık tutmak için sunduğu mumun son alevi Neci Fazıl’ın gençliğe hitabesidir. Bu hitabe ruhi ve akli düşüncenin, aksiyonun hedefi, misyonu ve vizyonudur.
Üstad; gençliğe hitabesinde ve diğer yazı, şiir ve konuşmalarında ideal gencinin özelliklerini bizlere bu şekilde sunuyor ve bu gençliğin geleceğinden de ümitli olduğunu, bunun kutlu bir doğum olacağını belirtiyor. Üstadın ideali olup olamamak da bize kalıyor.


Şahin Gürçay araştırdı
 
Üst