NEBİLER SİLSİLESİ ( KURAN'I KERİM IŞIĞINDA ) (Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden )

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
NEBİLER SİLSİLESİ ( KURAN'I KERİM IŞIĞINDA ) (Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden )

HAZRET-İ ÂDEM a.s.

Ezelde Allâh - celle celâlühû- yalnız kendisi mevcûd iken bilinmeyi murâd edip yüce sıfatlarının ve esmâ-yı ilâhiyesinin tecellîsi ile bu kâinâtı yaratmıştır.

Cenâb-ı Hakk'ın bilebildiğimiz veya bilemediğimiz bütün ilâhî sıfatlarının en fazla tezâhür ettiği üç tecellî mekânı vardır:

a. Kâinât

b. Kur'ân-ı Kerîm

c. İnsan

Kâinât, esmâ-yı ilâhiyenin fiilî, Kur'ân-ı Kerîm ise kelâmî bir tezâhü*rüdür. Diğer bir ifâdeyle Kur'ân-ı Kerîm, kelâm sûretine bürünmüş bir kâinâttır.

İnsan ise, o kâinâtın bir özü, tohumu gibidir. Çünkü Allâh'ın hemen hemen bütün sıfatların*dan az veya çok nasîb almış tek varlık odur. Ve onun “eşref-i mahlûkât” olarak zik*redilmesinin sebebi de budur. Ancak onda Mudill 1, Mütekebbir 2 ve benzeri celâlî sıfatla*rın yanında Hâdî 3, Rahmân , Rahîm ve benzeri cemâlî sıfatların tecellîsi de bulunduğun*dan, insan hayra da şerre de fıtraten meyyâldir. Zîrâ âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilhâm edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu günah ve isyanlarla kirleten de elbette ziyan etmiştir.” (eş-Şems, 7-10)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S.

Bundan dolayı insan, enbiyâ ve evliyânın irşâdı vâsıtasıyla nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesi yaparak, kendisindeki süflî sıfat ve temâyül*leri temizlemek ve rûhânî sıfatları da tekâmül ettirmek sûretiyle kâmil bir insan ol*maya çalışmalıdır.

Meleklerde şerre istîdâd ve iktidâr olmadığı için insan, vâsıl-ı ilâllâh olma (Allâh'a kavuşma) yolunda ilerleyerek onları bile aşabilme gücüne sâhiptir.

Bunun için insan, ilâhî vahye tâbî olup olmamasına göre melekten üstün âlî dereceler ile hayvandan bile aşağı süflî derekeler arasında bir yerde bulunur. Nefs engelini aşabilen insan, bir zarâfetler meşheri ve bir san'at hârikasıdır. Kâinât kitâbının hulâsası, fâtihası ve yaratılış sırrıdır.

Çünkü zâhirde et ve kemikten ibâret olmasına rağmen, onun bu görüntüsünün altındaki mânevî varlığında ilâhî tecellînin nice sırları, nûrları ve hakîkatleri rekzolunmuştur (depolanmıştır).

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bu hakîkati bir beytinde şöyle dile getirir:

“Devân sendedir fakat görmezsin,

Derdin sendendir fakat bilmezsin.

Kendini küçük bir cisim sanırsın.

Hâlbuki koskoca âlem sende dürülmüştür.” 4

Önemli olan tüm varlığa dercolunmuş bulunan âyât-ı sübhâniyeyi okumak ve onları hakîkî vechesiyle idrâk etmeye çalışmaktır. Cenâb-ı Hak Rasûlullâh Efendimiz'e indirdiği ilk vahyin birinci âyetinde “Oku!” buyurmuştur.

Burada geçen “kıraat” kelimesi sâdece yazılı bir şeyden okumak mânâsına gelmemekte, bununla birlikte gözle mütâlaaya ve zihinden tezekkür ve tefekküre de delâlet etmektedir.

Bundan hareketle âyet şu mânâya gelebilir: “Ey Rasûlüm! Kelâm-ı İlâhî'yi oku, kendindeki ve kâinattaki gizli hakîkatleri tefekkür ve tezekkür et, eşyânın hakîkatini idrâke çalış.”
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 03/12/2009 perşembe

Bu mânâda olmak üzere Mesnevî şârihleri şöyle bir tefsir yapmışlardır:

“Kur'ân-ı Kerîm “Oku!” ; Mesnevî ise “Dinle!” diye başlamaktadır. sözü, 'ın tefsîri mâhiyetinde olup: «Kelâm-ı İlâhî'yi dinle! Esrârı dinle! Kendinde meknûz hakîkati dinle!» mânâsındadır.”

İnsanın bu âlemde zuhûru, Âdem -aleyhisselâm- ile başlamıştır. İlk insan, ilk peygamber ve ilk mürşid-i kâmil odur. Kıyâmete kadar teselsül edecek bütün insan*lık nesli, ilk yaratılış ânında üstüste çakışmış sonsuz gölgeler gibi onun ferdî varlı*ğında meknûz ve mündemiçti. Bu hakîkate işâret etmek üzere âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Ey insanlar! Sizi tek bir nefsten (Âdem'den) yaratan, ondan da eşi (Havvâ'yı) yaratarak (yeryüzünde) ikisinden birçok erkek ve kadın var eden Rabbinizden sakının!..” (en-Nisâ, 1)

Allâh Teâlâ, insanı mükerrem kıldığını ve bütün mahlûkattan daha şerefli yarattığını şöyle beyân buyurmaktadır:

“Celâlime yemin olsun ki Biz, hakîkaten insanoğlunu şan ve şeref sâhibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vâsıtaları ile) karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik, yine onları, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” (el-İsrâ, 70)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 03/12/2009 perşembe

Böyle mükemmel yaratılmış bulunan insan, kudret-i ilâhiyenin binbir nakışı ile müzeyyen olan bu âlemde ilâhî san'atın zirvesini teşkîl eder.

Bu husûsu Süleyman Çelebi “Mevlid”inde şöyle ifâde etmektedir:

Hak Teâlâ çün yarattı Âdem'i
Kıldı Âdem'le müzeyyen âlemi.

Küçük bir âlem olması açısından Âdem ile büyük bir âlem olan kâinât, aslı aynı olan bir hakîkatin iki ayrı imkânda birer farklı tezâ*hürü olduğundan, bir yaprağın iki yüzü gibidir; âdeta ikiz kardeştir.

Diğer bir ifâdeyle insan, kâinâtın küçültülmüş şekli olduğu için, kâinâttaki esrârın anlaşılması ve eşyânın hakîkatinin idrâk edilmesinde en büyük vazîfe ona düşmektedir.

Bir buğday tanesi, buğday cinsinin tüm husûsiyetlerini içinde taşıdığı gibi, her çeşit tohumun içinde o cinsin bütün husûsiyet ve karakteri mevcuttur.

İnsan da, kâinatta var olan her şeyin hakîkatini muhtevî müstesnâ bir varlıktır.

Bu bakımdan insan, âdeta kâinâtın içinde dürüldüğü bir öz, bir tohum gibidir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 03/12/2009 perşembe

Nitekim bu hakîkati beyân sadedinde Şeyh Gâlib şöyle der:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen,
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen!

“Gönül gözü ile bir bak kendine. Yaratılanların özüsün sen. Kâinâtın gözbebeği olan âdemsin sen.”

İnsanın yaratılmasında birçok ilâhî maksat vardır. Bunlardan biri de, Allâh Teâlâ'nın, hilkat san'at ve güzelliğine delil olabilecek bir zirve vücûda getirmek istemesidir.

İnsanın yaratılmasındaki mu*râd-ı ilâhî o kadar mühimdir ki bu maksadın gerçekleşebil*mesi için Cenâb-ı Hak, idrâk edebildiğimiz ve edemediğimiz husûsiyet*leriyle bütün bir kâinâtı halketmiş ve onu insanın istifâdesine sunmuştur.

İnsan, yeryüzünü îmâr etmek ve gönül mahsûlü eserler meydana getirmekle mükelleftir. Çünkü o, yeryüzünde Allâh'ın halîfesi olmak için yaratılmıştır.

Cenâb-ı Hakk'a vekîl olarak yaşamak demek olan bu hilâfet vazîfesi, fıtrat-ı asli*yede meknûz istîdâdlarında, yâni fıtratında bu vazîfeyi yerine getirebilecek kâbiliyetleri taşıması itibâriyledir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 03/12/2009 perşembe

Allâh Teâlâ, bu istîdâdın yeşermeye memur bir tohum gibi geliştirilerek matlûb neticeyi hâsıl edebilmesi için gerekli programı, yâni emir ve nehiyleri Kur'ân-ı Kerîm'de beyân etmiştir.

Buna hakkıyla riâyet edenlerin mânevî derecelerini bildirmek üzere hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:

“Her kim Ben'im velî bir kuluma düşmanlık ederse, Ben ona karşı harb îlân ederim. Kulum, Bana en çok kendisine emrettiğim farzları îfâ ederek yaklaşır.

Farzlara ilâveten işlediği nâfile ibâdetlerle de yaklaşmaya devâm eder; nihâyet Ben onu severim.

Kulumu sevince de Ben âdeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Ben'den ne isterse mutlaka veririm, Bana sığınırsa onu korurum.” (Buhârî, Rikâk, 38)

Âyet-i kerîmede:

“Hamd, ancak Âlemlerin Rabbi olan Allâh'a mahsustur.” (el-Fâtiha, 1) buyrulur. Hak Teâlâ birçok âlem yaratmıştır.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 03/12/2009 perşembe

Bu âlemlerin 18.000'den 360.000'e kadar olduğuna dâir muhtelif rivâyetler bulunmaktadır.

Bu rivâyetler, insan aklının âlemlerin sayısını idrâk edemeyeceğinden dolayı kesretten kinâye sayılabilir.

Bütün bu âlemler:

1. Halk âlemi,

2. Emr âlemi,

şeklinde iki esas sınıfta mütâlaa edilebilir. İnsanın yaratılışı bu iki âlem*den de hisse almıştır.

Allâh Teâlâ'nın yaratmasının halk ve emr şeklinde olduğu âyet-i kerîmede şöyle bildirilir:

“…Bilmiş olun ki, halk da emr de ancak Allâh'a âittir. Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir!” (el-A'râf, 54)

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 07/12/2009 pazartesi

Bu âyetle alâkalı olarak Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, şu îzâhı yapmaktadır:

“Baştan sona takdîr ve tekvîn (var etme) de O'nun, kabul etme ve şerîat koyma da O'nundur.

Şu hâlde hacim ve miktârı bulunan yaratıklar da O'nun mülkü, onlar üzerinde cereyan eden hacimsiz miktarsız emirler de…

Yâni yaratma da O'nun, yürütme de O'nun; cisim, madde ve şekil O'nun îcad ve yapısı, onları yürüten kuvvet ve rûh da O'nun tesir ve gücüdür.

O'ndan başkası ne yokluğa vücud ne de mümkünlere vücûb verebilir.

Var etme O'nun, vâcib kılmak O'nun, hârika O'nun, kanun O'nun, bütün mâsivâ (Allâh dışında her şey) O'nun hükmü altındadır; O'nun yaratma ve emrinden ibârettir.

O ise her şeyi yaratan ve mutlak tasarruf sâhibidir; gerçekte ne O'nun îcâdına dayanmayan bir mevcûd bulunabilir, ne de onun emir ve îcâbına uymayan emirler, emir olabilir.”
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. -devamı- 07/12/2009 pazartesi

Zaman ve mekânla mukayyed olarak yaratılmış varlıklardan teşekkül eden âleme “halk âlemi” denir.

Buna mülk ve şehâdet âlemi de denilir.

Zâhirî beş duyumuzla hissettiğimiz şeyler bu âlemdendir.

Metafizik, mânevî ve derûnî âleme de “emr âlemi” denilir. Diğer bir ifâdeyle emr âlemi, zaman ve madde mevzuubahis olmaksızın Cenâb-ı Hakk'ın “kün” yâni “ol” emri ile var olan âlemdir.

Buna melekût ve gayb âlemi de denilir. Akıl, nefs, rûh, kalb, sır vb. letâifler bu âleme âittir.

Kur'ân-ı Kerîm'de:

…De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir!..” (el-İsrâ, 85) buyrularak rûhun da emir âleminden olduğu beyân edilmiştir.

Bu iki âlemde cereyân eden iki ayrı yaratmaya işâret etmek üzere âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Bir şey yaratmak istediği zaman O'nun yaptığı (sadece) «Ol!» demekten ibârettir. (O da) hemen oluverir.” (Yâsîn, 82)

_________
1.Mudill: Müstehak olanları dalâlete sevkeden.
2.Mütekebbir: Her şeyde ve işte yücelik ve azametini gösteren.
3.Hâdî: Hidâyete eriştiren, murâda erdiren.

Bâzı âlimler, insan vücûdundaki cismânî varlıklarla kâinâttaki varlık ve hâdiseler arasında bir irtibat kurarlar. Kemikleri dağlara, kılları nebâtâta, damarları nehirlere, nefes almayı rüzgarlara, konuşmayı gök gürültüsüne… benzetirler.

Yâni kâinâtın küçültülmüş şekli olan insanda bir bakıma kâinâttan esinti ve izler bulunmaktadır.

..:: Nebiler Silsilesi ::..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri 07/12/2009 pazartesi

1. İnsanın yaratılışının esas maksadı, Cenâb-ı Hakk'a kulluk ve mârifetullâhtır.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ben cinleri 1 ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım!” (ez-Zâriyât, 56)

Âyette yaratılışın gâyesi olarak zikredilen “kulluk” öyle şerefli bir mertebedir ki, onun bu yüce mevkii kelime-i şehâdette de görülmektedir.

Nitekim orada Peygamber Efendimiz'in önce “kul” sonra “rasûl” olduğu ifâde edilmektedir. Bu da kulluğun daha öncelikli, risâletin ise kulluğun sınırları dâhilinde olduğunu göstermektedir.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine aşırı tâzim gösteren kimselere:

“Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Yüce Allâh, beni rasûl edinmeden önce kul edinmişti.” (Heysemî, IX, 21) ikâzında bulunarak kulluğun kıymetini bildirmiştir.

Diğer bir âyet-i kerîmede Allâh Teâlâ:

“ (Rasûlüm!) De ki: Duânız (kulluk ve yalvarmanız) olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?! (Ne kıymetiniz var!) …” (el-Furkân, 77) buyurmaktadır.

Kulluğun bir mânâsı da “mârifetullâh” yâni Cenâb-ı Hakk'ın tanınması ve bilinmesidir. Nitekim İmâm-ı Mâturîdî -rahmetullâhi aleyh-, îmân için iki esâsın mecbûrî olduğunu söylemektedir:
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri -devamı- 07/12/2009 pazartesi

a. Mârifetullâh

İnsanın yaratılması, “kulluğun yerine getirilmesi” ve “Cenâb-ı Hakk'ın bilinmesi” gâyesine mâtuftur. Zîrâ yaratılışımızın sebebiyle alâkalı olarak yukarıdaki âyet-i kerîmede “Bana kulluk etmeleri için” (ez-Zâriyât, 56) buyrulmuştur.

Bâzı müfessirler bu kelimeyi “Allâh'ı tanıyabilme, Rabbi kalbde tanımak sûretiyle mârifetullâha erme” şeklinde tefsir etmişlerdir. (İbn-i Kesîr, Tefsîr , IV, 255)
b. Muhabbet

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“…Îmân edenlerin Allâh'a olan muhabbetleri ise her şeyden daha şiddetli ve daha kuvvetlidir…” (el-Bakara, 165)

İnsanın yaratılmasına evveliyetle Cenâb-ı Hakk'ın varlığı ve mârifetini (bilinmesini) murâd etmesi sebep olmuştur. Nitekim hadîs-i kudsîde şöyle beyân buyrulmuştur:

“Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmemi arzu ettim (mârifetime muhabbet ettim) de (bu) kâinâtı yarattım…” (İ. Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahfî )
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri -devamı- 07/12/2009 pazartesi

Dolayısıyla yaratılışımızın en önemli sebep ve hikmetlerinden bir diğerini de Cenâb-ı Hakk'ı her şeyden çok sevmek teşkil etmektedir.

Çünkü O bizi sevmiş, sayamayacağımız sonsuz nîmetler lutfetmiş, bunun netîcesi olarak da kullarından en çok Zât-ı Ulûhiyet'ine muhabbet etmelerini ve diğer varlıklara duydukları muhabbetin bunu gölgede bırakmamasını istemiştir.

Şâyet aksine davranırlarsa bunun büyük bir vebâli ve elîm bir azâbı mûcib olduğunu beyân etmiştir.

Mevzuyla alâkalı bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse (bilsin ki) Allâh onların yerine öyle bir kavim getirir ki Allâh onları sever onlar da Allâh'ı severler…” (el-Mâide, 54)

Diğer bir âyet-i kerîmede de, fertlerin ve kavimlerin helâkinin âdeta birinci sebebinin, “muhabbetin kesilmesi” olduğu bildirilmektedir:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allâh'tan, Rasûlü'nden ve Allâh yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allâh hakkınızda (azap) emrini getirinceye kadar bekleyin. Allâh öyle fâsıklar gürûhunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri -devamı- 07/12/2009 pazartesi

Hadîs-i şerîfte ise îmânın halâvetini, ancak şu üç husûsiyeti taşıyan kimsenin tadabileceği bildirilmektedir:

“- Allâh ve Rasûlü'nü her şeyden daha çok sevmek,

- Îmandan sonra küfre düşmeyi, ateşe düşmek kadar tehlikeli görmek,

- Allâh için sevmek ve Allâh için buğzetmek.” (Buhârî, Îmân, 9, 14; Müslim, Îmân, 67)

Ancak Allâh'a muhabbetin şartı, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gö*nülden ittibâ, iktidâ ve fart-ı muhabbettir.

Yâni O'nda fânî olmaktır.

Cenâb-ı Hak buyurur:

“ (Ey Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh'ı seviyorsanız, Bana tâbî olunuz ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret etsin! Allâh Gafûr'dur, Rahîm'dir.” 2(Âl-i İmrân, 31)

Hadîs-i şerifte de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e muhabbet hakîkî îmânın şartı olarak zikredilmiştir:

“Nefsim kudret elinde olan Allâh'a yemin olsun ki, sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakîkî mânâda îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân, 8)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri -devamı- 07/12/2009 pazartesi

2. Cenâb-ı Hak yaratma sıfatındaki azamet ve hârikulâdeliği yâni san'atının yüceliğini göstermek için insanı yaratmıştır.

Zîrâ insan bir yaratılış hârikası ve îcad bedîasıdır.

Nitekim Zâriyât Sûresi'nin 20 ve 21. âyetlerinde şöyle buyrulur:

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefslerinde Allâh'ın aza*metini gösteren deliller vardır. Görüp de düşünmez misiniz?”

Ayrıca Cenâb-ı Hak, bir başka âyet-i kerîmede insanın yaratılış safhalarını bildirdikten sonra azametini şu şekilde ifâde buyurur:

“…Yaratanların en güzeli 3 Allâh, ne yücedir!” (el-Mü'minûn, 14)

İnsanın yaratılış bedîası olmasının bir diğer vechesi de mahlûkâtın en şereflisi ve Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzündeki halîfesi kılınmasıdır.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Hatırla ki Rabbin meleklere: «Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.» demişti...” (el-Bakara, 30)

Müfessir İ. Hakkı Bursevî, âyeti kerîmedeki “halîfe yaratacağım” ifâdesini şöyle tefsîr etmiştir:

“Kendi irâdemden, kudret ve sıfatımdan ona bâzı salâhiyetler vereceğim; o Bana izâfeten, Bana vekâleten mahlûkâtım üzerinde birtakım tasarruflara sâhip olacak; Ben'im nâmıma ahkâmımı icrâ edecek; o bu hususta asıl olmayacak; kendi zâtı ve şahsı adına asâleten ahkâmı icrâ edecek değil, ancak Ben'im bir nâibim ve vekîlim olacak. İrâdesiyle Ben'im irâdelerimi, Ben'im emirlerimi, Ben'im kanunlarımı tatbîke memur bulunacak. Sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı vazîfeyi icrâ edecek olanlar bulunacak, «O (yüce Allâh) sizi yeryüzünde halîfeler kıldı.» (el-En'am, 165) sırrı zâhir olacak.” ( Elmalılı, Hak Dîni Kur'ân Dili, I, 299-300)

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri -devamı-

Gerçekten insan, Hakk'a yakınlık bakımından meleklerin bile gıpta ettiği bir vasıf ve istîdâdda yaratılmıştır.

Bu hakîkat âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyrulur:

“Muhakkak ki biz insanı ahsen-i takvîm üzere (en güzel biçimde) yarattık.” (et-Tîn, 4)

3. Cenâb-ı Hak, esmâ-i ilâhiyesinin tecellîsini daha üstün bir seviyede göstermek için insanı yaratmıştır.

“Allâh Teâlâ'nın ahlâkı ile ahlâklanınız.” (Münâvî, et-Teârîf , s. 564) hadîs-i şerîfi de bu mânâya işâret etmektedir.

Zîrâ esmâ-yı ilâhiyenin en büyük nisbette tecellîsi, mahlûkât arasında daha ziyâde insanda görülmektedir.

Meleklerde kibriyâ ve mudill gibi esmânın tecellîleri olmadığı için nefs engeli de yoktur, günah işlemezler.

Bu sebeple nefs engelini aşıp vâsıl-ı ilâllâh ve halîfetullâh olabilme istîdâdı, yalnız insana lutfedilmiştir.

Nitekim eşref-i mahlûkât olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mîrâc'da, meleklerin en büyüğü olan Cebrâîl -aleyhisselâm-'ın bile geçemediği hudûdun, yâni Sidre-i Müntehâ'nın ötesine geçirilmiştir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

HZ.ADEM A.S. Yaratılışımızın Başlıca Sebep ve Hikmetleri -devamı-

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri insanın varlık âlemine gelişini ve bu varlık âleminden yine Hakk'a dönüşünü ne güzel ifâde eder:

Ezelden aşk ile biz yâne geldik!
Hakîkat şem'ine pervâne geldik! 4

Tenezzül eyleyip vahdet ilinden, 5
Bu kesret âlemin seyrâne geldik! 6

Geçip fermân ile bunca avâlim 7
Gezerken âlem-i insâne geldik!

Fenâ buldu vücûd-i fânî mutlak,
Bıraktık katreyi ummâne geldik!

Nemiz ola Hudâyâ Sana lâyık?
Hemân bir lutf ile ihsâne geldik!

Umarız erelim bâkî hayâta,
Civâr-ı Hazret-i Rahmân'e geldik!

Geçip âhir bu kesret âleminden,
Hüdâyî halvet-i sultâne geldik! 8

Hâsılı insan, dünyaya gönderiliş maksadını idrâk ederek Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bahşettiği sayısız nîmetlere nâmütenâhî şükrân hissiyâtı içinde bir kulluk hayatı yaşamalıdır.

___________
1. İnsanın aslî bir cevher olarak topraktan yaratılmış olmasına mukâbil cinler, dumansız ve parlak ateşten halk edilmişlerdir. Kesâfetleri yoktur. Fakat kesâfet sâhibi muhtelif varlıkların şekillerine bürünme yâni temessül etme kâbiliyetleri vardır.

Işık sür'atinde hareket kâbiliyetleri bulunmasına rağmen, birçok husûslarda insanlar gibi mütekâmil varlıklar değildirler.

Seviye olarak insanlardan daha aşağıdadırlar. Sevgili Peygamberimiz kendine has bir özellik olarak hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiştir.

Bu sebeple O'na, insanların ve cinlerin Rasûlü mânâsında “Rasûlü's-sekaleyn” ; insanlara ve cinlere fetvâ veren İmâm-ı Gazâlî, Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi ve emsâli İslâm âlimlerine “müfti's-sekaleyn” ve ins ü cinne mânevî eğitimde bulunan mürşid-i kâmillere de “mürşidü's-sekaleyn” denir.

2.Gafûr: Bütün günahları affeden. Rahîm: Affedip bağışlayan engin merhamet sâhibi. Mü'minleri âhirette mükâfatlandıracak olan.

3.Arapça'da “halk: yaratma” kelimesi “bir şeyi îcad etmek” mânâsına da geldiği için başka varlıklara da izâfe edilebilmektedir. Bu sebeple “Ahsenü'l-Hâlıkîn: Yaratanların en güzeli” denilirken, Allâh'tan başka bir hâlık (yaratıcı) olduğu anlamına gelmez. Meselâ “Aliyyün ahsenü't-tullâb: Talebelerin en iyisi Ali'dir.” denildiğinde, sınıfta Ali ile beraber başka iyi talebelerin olması şart değildir. Sınıfta tek iyi talebe Ali olsa bile bu ifâde kullanılabilir ve bu “Ali çok iyi bir talebedir.” mânâsına gelir.

4.Şem' : Mum, çerağ, kandil. Pervâne: Işığın (nûrun) etrâfında dönmeyi seven gece kelebeği.

5.Tenezzül eylemek: İnmek, kibirsizlik. Vahdet: Yüce Allâh'a âit teklik âlemi; kulları için vuslat âlemi, kurb-i ilâhî.

6.Kesret : Çokluk âlemi, bu dünyâ.

7.Avâlim : Âlemler.

8.Halvet : Yalnız ve tenhâ kalma.


..:: Nebiler Silsilesi ::..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'ın Yaratılması

Kâinâtın hâlıkı ve mâliki olan Allâh Teâlâ, kendi varlığını bilmesi, ibâdet ve tâatte bulunması ve yeryüzünü îmâr etmesi için mahlûkâtın en şereflisi olarak “insan”ı yaratmayı murâd etti.

Daha önce halkettiği ve sâdece ibâdetle vazîfelendir*diği meleklere bu ilâhî irâdesini şöyle beyân etti:

“Hani Rabbin meleklere: «Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.» buyurmuştu. Melekler: «Bizler hamdinle Sen'i tesbîh ve takdîs edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın?» dediler. Allâh da onlara: «Sizin bilemeyeceğinizi herhâlde Ben bilirim!» dedi.” (el-Bakara, 30)

Allâh'ın bu buyruğu karşısında melekler, hep birlikte:

“«Yâ Rab! Sen'i her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederiz, Sen'in bize öğret*tiklerinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Alîm ve Hakîm 1 olan ancak Sen'sin!» dediler.” (el-Bakara, 32)

Hilâfet, vekâlet gibi asâletin mukâbili olarak başkasına niyâbet etmek yâni az veya çok onun yerini tutarak onu temsil etmek demektir.

Burada halîfe , vekil mânâsında olup, Allâh'ın irâdesini yeryüzünde temsîl eden , emir ve nehiylerini tatbîk eden kimse demektir.

Buna göre insan, Allâh'ın nûrunu tamamlamasına bir vâsıta ve vesîle olacaktır. 2
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'ın Yaratılması -devamı-

Vekâlet, aynı zamanda aslın nâibine bir şeref bahşederek onu tekrîm etmesidir. Cenâb-ı Hakk'ın peygamberlerini yeryüzünde halîfe kılması da bu kabîldendir.

Zâten insana üflenen rûhta da, böyle bir emâret yâni bir yönetme vasfı bulunmaktadır. Yoksa bu hilâfet, hiçbir şekilde “ulûhiyete vekâlet” mânâsına gelmemektedir.

Bu âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hakk'ın meleklerle bir nevî müşâveresinden bahsediliyor ve Allâh Teâlâ bir halîfe yaratacağını beyân ettiğinde melekler âdeta kendilerinin buna daha lâyık olduklarını sezdirmeye çalışarak, Allâh'ı çokça tesbih ve tenzih ettiklerini öne sürüyorlar.

Ancak Cenâb-ı Hak, “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurarak bir bakıma meleklerin bu tesbih ve tenzih husûsiyetlerinin hilâfet için kâfî gelmediğini, kendisinden bir sır yâni rûh üflenmesi keyfiyetinin ve esmâ tâliminin buna vesîle olacağını ifâde buyurmuş oluyor.

Dolayısıyla insan, bir îcâd bedîası, yâni ilâhî bir san'at hârikası olup hem zâhiri, hem de bâtını ile halîfeliğe lâyıktır.

Allâh'ın hemen hemen bütün esmâsının kendisinde kâmil tecellîsi olan mükemmel bir varlıktır.
______________
1. Alîm: Ezelî ilmiyle, olmuş ve olacak her şeyi hakkıyla bilen. Hakîm: Bütün emir ve işleri yerli yerinde olan.

2.Nitekim Cenâb-ı Hak, İmâm-ı Âzam, İmâm Buhârî, Ahmed bin Hanbel Hazretleri, diğer mezhep imamlarımız ve tasavvuf büyüklerimiz gibi zâtları kıyâmete kadar dîninin devâmı için vesîle kılmıştır.

..:: Nebiler Silsilesi ::..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Osman nuri topbaş hoca efendinin kaleminden

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-( Meleklerin Cenâb-ı Hakk'a Suâl Sormalarının Hikmeti )

1. Melekler, insanın yaratılış hikmetinin ne olduğunu öğrenmek istemişlerdir. Yoksa bunu îtiraz olsun diye veya Hazret-i Âdem'e hasetlerinden dolayı yapmamışlardır. Zîrâ nassların bildirdiğine göre meleklerde Allâh'a isyan ve îtiraz etme vasfı, haset ve kin gibi kötü huylar bulunmaz.

2. Meleklerin, insanın yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini levh-i mahfuzdan öğrenmiş olabilecekleri ihtimâli bulunmaktadır. Bu yüzden böyle bir suâl sormuş olabilirler. Nitekim bâzı kelâm âlimleri, meleklerin levh-i mahfûzu görüp okuyabildiklerini söylemişlerdir. 1

3. Hak Teâlâ daha önce bu durumu onlara bildirdiği için böyle bir suâl sormuş da olabilirler.

4. Bir başka görüşe göre de melekler, cinlerin bozgunculuk ve fesad çıkardıklarını daha önceden bildikleri için bu suâli sormuşlardır.

Rivâyet edilir ki, Yüce Mevlâ, Âdem -aleyhisselâm-'ı yaratmak istediği zaman yeryüzüne:

“Ben, senin toprağından kendime halîfe yaratacağım. Onlardan bana itaat edenler ve isyânda bulunanlar olacaktır. Bana itaat eden kimseyi cennete; isyân eden kimseyi de cehenneme sokacağım.” diye ilhâm etti.

Sonra Allâh Teâlâ, dört meleği; Cebrâîl, Mîkâîl, İsrâfîl ve Azrâîl -aleyhimüsselâm-'ı sırasıyla yeryüzüne gönderdi. Onlardan, ayrı ayrı yerlerden birer avuç toprak getirmelerini istedi. Melekler bu emri yerine getirmek için yeryüzüne indiklerinde, yeryüzü:

“–Bu alacağınız topraktan insan yaratılacak ve o, Allâh'a âsî olacak; bu yüzden de cehenneme girecek. Neticede benim bir parçam cehennemde yanacak!” diyerek toprağını vermek istemedi. 2

Bunun üzerine Cebrâîl, Mîkâîl ve İsrâfîl -aleyhimüsselâm- yeryüzünden hiçbir şey alamadan Rab'lerinin katına dönüp şöyle dediler:

“–Yâ Rabbî, yer sana sığındı, cehennemde yanmak üzere toprağını vermekten çekindi. Biz de kendisini zorlamayı uygun görmedik!”

Ancak Azrâîl -aleyhisselâm- yeryüzünün bu sığınmasına:

“–Ben de Allâh'ın emrini yerine getirmemiş olarak O'nun katına çıkmaktan yine O'na sığınırım.” şeklinde mukâbelede bulundu ve yeryüzünün muhtelif yerlerinden çeşitli renklerde kırmızı, beyaz ve siyâh topraklar aldı.

Sonra bunları karıştırarak Cenâb-ı Hakk'a arzetti. Azrâîl -aleyhisselâm-'a, bu kararlılığından dolayı rûhları kabzetmek vazîfesi verildi. 3
 
Üst