NE İSTİYORSUN BENDEN? /Abdullah Cengiz

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
ÖLÜM KUSMAKTA GÖK
Bugün başka ve de farklı bir gün… Semalarında ölüm kovalayan sekiz uçak görünür. Herkes bulutlardan yoksun semayı sesleriyle karartan ve de kavis çizerek dolaşan bu uçakların neden geldiklerini ilk anda anlayamamışlardı. On anda unuttukları bir durum vardı ki yıllarca kirli bir savaşın içinde olmalarıydı. Onca yıldır kardeş kardeşe vurdurulmuyordu. Alışmışlardı her gün semalarını yalayıp geçen uçak seslerine. “Her halde bu gelenler de her zaman ki rutin uçuşlarını yapıyorlardı” deyip ne korktular ne de endişe duydular. Oysa manzaranın dehşeti biraz sonra anlaşılacaktı. Asırlarca unutulmayacak ve de insanlık tarihine kopkoyu bir cehalet ve canavarlık belgesi olarak geçecek saldırıya başlamak üzereydiler. Ne bileceklerdi ki bir iki dakikaya kalmaz tepelerine bombalar inecek, onları ve tatlı dünyalarını da yaydıkları zehirlerle beraber yok edip gideceklerdi…
Yaşanan manzaranın dehşetini ve acısını anlatmak için “korkunç, müthiş, dayanılmaz, zor katlanılır…” kelimeleri yetersizdi. Neden mi? Buyurun:
Bir anne, kucağında yavrusu, ağızlarından kanlar fışkırmakta, cansız iki beden, yüzü koyu yerde, son yolculuklarına doğru yol almaktaydılar…
Bir dede, torunun elinden tutup onu parka götürürken beraberce yere yığılmışlar, oracıkta hayata veda etmişler…
Beş-on çocuk, hep berber seksek oynamak üzere oyunlarına dalarken, vahşiliğin kan kusan canavarlığı, ufacık yaşlarında onları annelerinden, babalarından, arkadaşlarından ve de okullarından koparmıştı…
Üç-beş anne ve genç kızları, komşularıyla beraber, bahar sıcaklığının yeni yeni etrafı ısıtmaya başladığı o günlerde evlerinin önünde otururlarken yakalamış onları vahşice ölüm gazları…
İbrikleri, bakraçları, testileri ellerinde uzaktaki kuyudan su getirmek üzere yola koyulan gencecik, ter-u taze kızları da suyolunda yakalamış katil eller…
Tarlasında bahar hazırlığına başlayıp, meyvelerini budamayla meşgul olan orta yaşlıları, ellerindeki kürekleri ve budama aletlerini kullanamadan ölüme göndermiş korkunç, insanlık düşmanı zehirli gazlar…
İş dönüşü, ev temizliği ve mesai sonrası yorgunluğunu gidermek üzere dinlenmeye geçen emek dertlisi biçareyi, uzandığı yatakta yakalamış bu insanlık suçlusu katliam yapıcıları…
Atölyesinin başında, çoluk çocuğuna akşama ekmek götürmek üzere bilek sallayan marangozu, tesviyeciyi, demir eritme ustasını ve çırağını ya da kalfasını oracıkta, kapalı dükkânında yere sermiş, dışarı çıkmasına bile fırsat vermemiş bu haince saldırı meraklıları…
Elleri ayakları zor tutan, kulağı duymayan, bir kısım organlarından yoksun engelliye, biçare ihtiyara ve yol yürümeze bulunduğu yerde kan kusturmuş insanlık dışı bu muamele…
Babın! Bakın! Bir anne evladının cansız bedeninin başında ağıt yakıyor:
“Ax lavo! Ax lavo! Güne te çibu? Te ji kire çi kirubu ku tu evha hate kuştin.(Ah yavrum! Ah yavrum! Senin günahın neydi? Kime ne yaptın ki seni böyle öldürdüler?)
Bir hafta sonra nişanlanacak genç kız aklını yitirmiş, serseri misali bağırıp çağırmakta:
“Tu li kudere yi? Ez çima te nabinim? Desten te li kudere ye? Çima desten min nagije desten te?(Sen nerdesin? Neden ben seni göremiyorum? Ellerin nerde? Neden ellerim ulaşmıyor senin ellerine?)
Anne-babasını kucak kucağa, yere serilmiş bir şekilde gören beş yaşındaki yavrucuk:
“Daye, babo! Hun çima şiyarnabin? Wé xeva ve kijan demi bikéde? Ez birçime, wé ki nan bide min)”(Anne, baba! Neden siz uyanmıyorsunuz? Uykunuz ne zaman bitecek? Ben açım, kim bana ekmek verecek?)
Evlatlarının, torunlarının cansız bedenlerini, aynı odada yan yana, koyun koyuna gören dede:
“Ay lawen min! Ay lawen min! Heware! Heware! Verin méllet! Verin méllet! Lawen en torénen min kuştune… Heware! Heware!” (Ay yavrularım! Ay yavrularım! İmdat! İmdat! Gelin millet! Gelin millet! Evlatlarımı ve torunlarımı öldürmüşler. İmdat! İmdat!)
Bağrına saplanan bir hançer gibi eşinin ve ufacık iki evladının cesetlerini kapı eşiğinde sırt üstü gören gözü yaşlı gencecik anne:
Way dayé! Way dayé! We ji kére na héki kiribu ku ev anin seré ve? Ax dilé min! Ax dilé min!” (Vay anne! Vay anne! Siz kime haksızlık yaptınız ki bunlar geldi başınıza? Ah kalbim! Ah kalbim!)
Katil mi arıyorsunuz? Sadece o uçakları gönderen ve kullananlar olamaz… Onlar kadar, onları yetiştiren eller ile bu fikri yapının destekçileri ve de onlara o zehirli gazları satan tüccarlar, iktidar hırslıları, “yeryüzüne bizden başkası şekil veremez” diyen gözü dönmüşler… Daha niceleri… Evet… Evet, sizler de suçlusunuz. Ölen binlerce masumun kanında sizlerin de payınız vardır. Belki birileri yaptıklarınızı görmemezlikten gelebilir. Bir kısım basın ve yayın organlarının sizden yana propagandaları ile suçunuzu gizleyebilirsiniz… Ama unutmayın ki, adli İlahi bunları asla unutmayacaktır. Zalimin yaptığı yanına kar kalmayacaktır.
Şimdilerde Irak yöneticileri bu insanlık dışı olayı müzeleştirmişler. Bir gün o da kaldırılarak dehşet manzarası unutturulabilir. Ama kullarının yaptıklarını kameraya çeken Yüce Yaratan, yarın bunu yapanları, yapıp ettiklerini, bir kamera titizliği içinde kendilerine gösterip hesabını soracaktır. Bunda şüphemiz yoktur.
Nerenin resmini çizdiğimi anladınız mı? Evet, tarih 16 Mart 1988, Yer: HALEPÇE…
16.03.2012
Abdullah Cengiz İçyer
Demetevler/Ankara
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
NE İSTİYORSUN BENDEN?
Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah’ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.(1)
Dünyaya gelmeden atamla uğraştın. Onu Cennet gibi güzel bir memelketten, Dünya gibi ıstırap, acı, zorluk ve dertlerin olduğu bir aleme gönderdin. Ben doğmadan anne babamla uğraştın. Şimdi de benimle uğraşıp duruyorsun. Nedir bu senden çektiklerim? Ne zaman senden ve oyunlarından kurtulacağım?
Adeta bir gölge gibi beni takip ediyorsun. Çocukluk yıllarımda bana hangi tuzakları kurduğunu net hatırlamıyorum. Ama aklım erdi ereli seninle hayli beraberliklerimiz oldu. Kimi zaman yanımdan kovdum ama ısrarla kovalayıp durdun. Sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan, altımdan, üstümden geldin. “Defol git!” dedim ama sözümü dinlemedin. Yahut ben sana söz geçiremedim. Yok yok, asıl seni yanımdan uzaklaştırmaya söz geçirecek samimiyette olmadığımdan etkili olamadım.
Kendimce, tertemiz, beklentisiz, katıksız aldığım abdesten sonra divana durdum. Geldin kalbimin en derin yerine yerleştin “Bak bak ne güzel namaz kılıyorsun” diyerek ibadetime zehir kattın…
Gece hazırlığına kalkarak uyuklarımı terk ettiğim ertesi günün gündüzünde, “Oh be! Ne güzel bir oruca başlayacağım.” derken, akşama kadar gelip gittin, orucuma çerme atmakla uğraştın durdun…
Bir sürü emek ve gayretten sonra ziyaretine karar verdiğim Yüce Mekan’a mukaddes yoluculuğum boyunca yanımdan ayrılmadın. Gerek orada gerekse döndükten sonra hep kendine uydurmaya, emirlerine teslim olmaya, arzuların doğrultusunda amel etmeye zorladın…
Gün boyu dünya meşgaleleri ile bunalan beynim, yorulan kalbim, perişan hale gelen ruh dünyam huzur bulsunlar diye Yüce Kelam’ın başına oturduğumda, yanıma yaklaşarak fısıltılarınla “Bırak bunu elinden; ne diye okuyorsun? Sarhoş edici müzik dinlesene…” huzur atmosferime kar yağdırdın…
İnsanlığın iftihar tablosunu anlatan ve de onu tanıma şerefine ermeme vesile olacak olan “SONSUZ NUR’U)(2) elime aldığımda, “Bırak böyle sıkıcı kitapları okumayı, bir sürü mugallata dolu kitaplar var. Onları okusana” yalanı ile beni kendine çekmeye çalıştın…
Bir gün muhtaç bir gönülle buluşmaya gidecektim. Kendimi bütün hayati fonksiyonlarımla o işe konsantre etmişken, karşıma dikildin, “Boş ver; o, asla yola gelmez. Evine dön. Ne yapacaksın falanın doğru yolu bulmasını? Sen kendi işlerine bak ve kendini mutlu etmeyle meşgul ol” şaşırtıcı ve kandırmaca sözlerle hayırlı yoluma taş koymaya kalktın…
Bir başka gün, inandığım davanın karasevdalısı olmanın hazzıyla arkadaşlarımı ve dostlarımı evime çağırmıştım. Her şey yolunda ve de olurunda giderken sağımdan sokuldun, “Aaaa! Bak ne güzel şeyler başarıyormuşum…” diyerek bana bunları yaptıran ve de ettireni unutturarak şirke girmeme yol açtın…
Bir diğer gün, saatimi kurmuş gecenin karanlığını delecek, ruh dünyama bir ışık gibi akacak Teheccüt’e niyetlenip saatim tam çalacaken, rüyama girer gibi kulağıma fıslıdadın, “Yat yat ne yapacaksın bu güzel döşeği terk etmeyi? Kalkıp da uykunu bölme. Yoksa sabah işe geç kalırsın” yalanlarıyla aydınlanacak dünyamı karanlıklara gark etmeye çalıştın…
Kardeşlerim, dostlarım, yarenlerim, can yoldaşlarım, dava arkadaşlarım, neslinin imanını kurtarmaya kararlı hasbiler topluluğu bir araya gelmiş, canlarıyla birlikte mallarını da ortaya koyarken, yanıma sokulup “Sen boş ver paranı vermekten. Bak bir sürü yılların var. Hem çocukların, yarın torunların, bir başka gün torunlarının çocukları…” kışkırtma ve anlamsızlıklarıyla vermem gereken günde iyiliğime engel oldun…
Yıkılan bir alemi yeniden ihya etmek üzere herkes toplanıp karavermiş: Yeni bir dünyaya açılacak, yeni gönüllerle buluşacak, kurtarıcı ellerle el ele tutuşacak, yolda kalmışların imdadına koşacak, yetmiş yıldır imansızlık pençesinde kıvrananların yangınlarını söndürmeye bir kova da o götürecek, iktidar ve para hırsının gözlerini bürüdüğü şansızların oyunlarını bozacak bir gönüllü olacak… Bu uğruda evlerini, arabalarını, dükkanlarını, fabrikalarını satıp, emeklilik paralarını, altınlarını, gümüşlerini… avuç avuç veriken, “Aman ha! Sakın! Böyle bir şeye kalkma. Sonra fakirleşirsin. Sermayen kalmaz yoksul olursun…” aldatmaca sözleriyle ahiretimi sattırıp dünyamı aldırmaya zorladın…
Bunca yıldır benimle ne de çok uğraştın. Bana ve akranlarıma ve hemcinslerime yapıp ettiklerini burada saymaya kalksam sayfalar yetmeyecektir…
Söyler misin, Allah (celle celaluhu) aşkına bunca yıldır benden ne istiyorsun? Benden ne alıp vermedğin var? Niçin atam Adem’den (aleyhi salat-u vessela) beri elini yakamızdan çekmiyorsun? Nedir bu senden çektiklerimiz? Ey nefsi emmare! Ey şeytan ve avanesi…!
Bütün bunları düşünüp kainat sahibinin Yüce Beyan’ını okurken karşılaştığım şu ders verici mesajlar tesellim oldu: “Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah’a dayanıp güvensinler.(3)
Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah’a dayanıp güvensinler.(4)
29.03.2012
Abdullah Cengiz İÇYER
Demetevler/Ankara
1)Mücadele Suresi: 10.Ayet
2)M.Fetullah Gülen’in kitabı
3)Mücadele suresi:19.Ayet
4)Nisa Suresi:120.Ayet
 
Üst