Nakşibendî Haznevi tarikatı hakkındadır.
Nakşibendî-Haznevi tarikatı müridin tevhid derecesine ulaşması için en kolay ve en kısa yoldur. Salik noksan kabiliyetli olsa dahi, Mürşid ondaki muhabbete göre tasarruf eder. Bu tarikatın esası Peygamber Efendimizin (s.a.v.) varisi olan mürşidin, müridin ıslahı için tasarruf etmek üzerine kurulmuştur. Efendimiz (s.a.v.) ‘in mirasından en fazla payidar olan Ebu-Bekir Es-Sıddık (r.a.) bu mübarek silsilenin vasıtası ve sadat-ı kiramın başıdır.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) tereddütsüz ve ilk iman edenlerden olması, Peygamber Efendimize (s.a.v.) birçok önemli seferde ve hayatının her anında refakat etmesi, Ebu Bekr’in (r.a.) fazilet ve büyüklüğüne en büyük delildir. Yüce Allah (c.c.) onun efendimizle beraber olduğunu şu ayeti kerimede açık belirtmiştir. “İkinin ikincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebu Bekir) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma, zira Allah’ın yardımı bizimle beraberdir.” [1]
İşte bu yol Hz. Ebubekir (r.a.) ile başlayarak, büyükten büyüğe, intikal ederek Şeyh Muhammed (k.s.) hazretlerine, ondanda necli, Haremeyn şehidi, sadatların eşiğinin hizmetkârı, vakur, sabırlı, hîlm sahibi, kamil ve mükemmil efendimiz, büyüğümüz ve üstadımız Eş-Şeyh Muhammed Muta’ El- Haznevi (k.s.) hazretlerine intikal etmiştir.
Yüce Allah (c.c.) buyurur: Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.[2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın (c.c.) yeryüzündeki halifesi, Kuran-ı Kerimin hükümlerini insanlara öğreten bir öğretmen, hak ve hidayet rehberi örnek bir şahsiyettir.
Bu açıdan yaptıklarıyla, ilmi ile amel eden hakiki âlimlere önder ve kendisine uyulan âli bir şahsiyet olmuştur. Hakiki âlim, Zahiri ve Bâtıni ilimleri kendinde cem’ eden âlimdir.
Buna örnek olarak çağımızın büyük mürşidi Şeyh Muhammed El- Haznevi (k.s.) hazretlerini ve zamanımızın mürşidi, kâmil ve mükemmil Şeyh Muhammed Muta’ El-Haznevi (k.s.) hazretlerini gösterebiliriz.
Bil ki kıymetli kardeşim: Peygamber Efendimizin varisine biat etmek gerekli ve vaciptir. Çünkü sahabe-i kiram (r.a.) efendimize biat etmişler ve bu suretle Allah’a (c.c.) bağlılıklarını ifade etmişlerdir. Çünkü hakiki manada biat, Peygamber Efendimize (s.a.v.) veya varisinin şahsı huzurunda, Allah’a (c.c.) verilen söz ve gösterilen bağlılıktır.
Bazı cahil kimselerin mürşitlik ve şeyhlik için ilmin gerekli olmadığını savunmaları, tamamen taassup ve mübarek yolun çizgisinden uzaklaşmanın yarattığı buhrandır. Çünkü gidilen yol manasına gelen tarikat İslam dinini en güzel bir şekilde, tam manasıyla yaşamak demektir. Buda ancak, ilim, amel ve ihlâs’la mümkündür. İlim, ehlisünnet vel-cemaatin itikadında olmaktır. Amel şeriatı uygulamaktır. İhlâs ise, ilmi, İslam-i yaşamı ve Peygamber sevgisini kendine düstur edinen Salihlerin meclisinde bulunup, onlardan faydalar elde etmektir. Bu üç hasleti uygulamayan tasavvuf yolundan uzaktır.
Ey Allah’ın (c.c.) rızasını talep eden mürid kardeşim! Bil ki; Nakşibendî Sadatları ehlisünnet itikadındadır. Tarikatın esası Hz. Peygamber’in (s.a.v) pak yolunu ve prensiplerini yaşamak ve uygulamaktır. Büyük veli ve mürşidimiz müceddit, Şeyh Ahmet Faruk Es-Serhendi (k.s.) bu konuda şöyle buyurur: Edeplerden birine riayet edip ve mekruhtan sakınmak, zikir, tefekkür, teveccüh ve murakabeden daha efdaldir. Evet, bu güzel vasıflarla birlikte edebe riayet eden, gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiş demektir. Bu da ancak insanın yaratılış gayesi olan kulluğu hakkıyla ifa etmesiyle mümkündür. Kişinin kulluğuna gerçek manada ulaşabilmesi için, Allah’a (c.c.) ve Peygamber Efendimize (s.a.v.) bağlılık ve samimiyetiyle kullukta zirveye ulaşmış, mürşidimiz Şeyh Muhammed Muta’ (k.s.) hazretleri gibi Salihlerin sohbetinde bulunmak büyük yardımcı olacaktır.
Tarikatta en önemli esaslar, ihlâs, muhabbet ve teslimiyettir.
Mürşid hakkında ihlâsın en düşük derecesi, Müridin, dünya kutuplarla dolu olsa dahi feyiz kapısını ancak şeyhinin açabileceğini ve bütün ibadetlerinin şeyhin bir tek nazarına ( bakışına ) eşit olamayacağına inanmasıdır.
İhlâsın En Yüksek Derecesi, Şeyhinin tüm hareketlerinin, sözlerini ve hatta latifelerinin (esprilerinin) nefsi, dünyevi ve uhrevi ( ahret için) yarar değil, ancak ruhani ve Allah’ın ( c.c) rızası için olduğuna inanmasıdır.
Muhabbetin En Düşük Derecesi, Şeyhinin tüm isteklerini kendi isteklerinden daha üstün tutmasıdır.
Muhabbetin ( sevginin ) en yüksek derecesi, Kendi arzularını şeyhinin arzularında yok etmesi, herhangi bir istek belirtmemesidir. Şeyhin bir isteği ve emri olursa onu istemesi, bir şey emretmezse hiçbir dilekte bulunmamasıdır. Öyle hale gelmeli ki onun emri olmadan hiçbir şey yapmamalıdır. Bununla beraber şeyhiyle zahirde kavuşmayı şiddetle istemelidir. Zahirde kavuşunca, manen kavuşmayı yanık kalple şiddetle arzu ederek kendisini hiçbir şeyin oyalamasına izin vermemelidir; kalbindeki aşkı hiçbir şey alıkoymasın. Allah’a ( c.c) yaklaştıkça ilahi makamlardan ne kadar uzak olduğunu anlar. Çünkü yakınlığın ve kavuşmanın dereceleri sonsuzdur.
Mürşidine teslim olmanın en düşük derecesi
Müridin kendi üzerinde şeyhinin tasarrufunu ( etkilemesini ) görmesidir. Böylece mürşidinin emri altında olduğunu bilir.
Teslim Olmanın En Yüksek Derecesi, Yok olacağını bilse dahi; dünya ve ahret yararı olmaksızın duraksamadan şeyhinin emrini yerine getirmesidir. Bununla birlikte beraber olduğu veya daha önce yaşamış olan kardeşlerinin ve sadıkların ibadetlerine bakmamalıdır. Çünkü bu teslimiyeti engeller. Zira teslim olmanın anlamı; “ Her kim silahını efendisinin kapısına asarsa rahat eder” sözünden anlaşılmaktadır. Buradaki silahtan gaye, müridin çalışması ve şeyhinin nazar etmesidir.
İşin gerçeği şu ki; bilgili bir şeyh, müridinden fazla müridini tanır ve nefsinin tedavisinin bilir. Çünkü kâmil mürşit, müridini birçok yollarda yürütür ve yetiştirir. Örneğin bazen yalnız rabıta bazen yalnız sohbet bazen yalnız murakabe, bazen yalnız fikir, bazen yalnız cezbe, bazen de bunların birkaçı veya hepsiyle yetiştirir. Sözün özü mürit tam teslim olmazsa, şeyhten yol gösterme ve yetiştirme olamaz. Allah ( c.c) ve O’nun Resulü gerçeği daha güzel bilir.
Mürit gayesinden başka her şeyle ilgisini keserek, nefsini tüm yaratıklardan daha aşağı görmelidir. Kendisi nefsi için hiç kimseden bir hak istememeli, aksine üzerine geçmiş olan kişilerin haklarını ödemelidir. Hal, maka, keramet, fena ve beka gibi isteklerde bulunmamalıdır. Böyle amacı olan nefsine uymuş sayılır. Ayrıca makam ve keşiflere ait kendisinde bir durum oluşursa tek başına karar vermemeli ve buna güvenmemelidir. Kendisini tembelliğe ve aşağılık duygusuna kaptırmamalıdır. Tarikatın anası edeptir. İnsan Allah'a (c.c) ancak edeple erişir. Allah’a kavuşamayan da edebe uymadığı için kavuşamaz.(Adab-ı Fethullah)
Arifbillah Şeyh Ali Dakkak (k.s.) şöyle buyurur: Kendi kendine yeşeren ağacın meyvesi olmaz, olsa dahi lezzetsiz olur. Sünnettullah (Allah’ın yeryüzündeki değişmez kanunu) gereği nasıl ki hiçbir şey sebepsiz olmuyorsa, kâmil bir mürşid ve rehbere bağlanmadan manevi doğuşun olması da mümkün değildir. Mürşidi olmayanın yol göstericisi şeytandır.
Şeyh Abdülvahhab Eş-Şerani (k.s.) Meşarikul-Envar adlı meşhur kitabında şöyle buyurur: Kişinin Allah’a (c.c.) yaklaşmasına engel olan sıfatların giderilmesi için, kâmil bir mürşide intisabın gerekliliği konusunda, Meşayıh ittifak etmiştir. Vacibin kendisi ile tamamlanan şeyde vaciptir. Şüphesiz haset, gıybet, koğuculuk, kibir nifak vb. manevi hastalıklardan kurtulmak üzerimize farzdır. Hadislerde varid olduğu gibi ihlâs, takva ve vera’ sahibi olarak şeriatı Muhammediyeyi yaşamak gerekmektedir. Hakiki Allah dostlarına bağlanmak gereklidir, çünkü bu yol Allah’ın (c.c.) ve Peygamberinin (s.a.v.) yoludur. Buna karşı çıkmak Allah’a ve Peygambere karşı çıkmak demektir. Kişi kitap dahi ezberlerse, nefsini terbiye edecek kâmil mürşide tabi olmazsa, maksuda oluşması son derece zordur.
Kişinin mürşidinden fayda alıp, nefsini terbiye edebilmesi, sadık ve samimi olmasına bağlıdır.Kamil mürşitler elhamdülillah her zaman var olmuşlardır, ama önemli olan sadık mürit olabilmektir, kişi fayda elde etmek istiyorsa, Allah’ın (c.c.) yolunu kalben ve bedenen arzulamalı ve bu uğurda sadâkatle gayret etmelidir.Asrı saadette net bir şekilde görüyoruz ki, en büyük mürşid Muhammed Mustafa (s.a.v.) hayatta olup söz ve davranışlarıyla insanları hak yola çağırdığı halde bir kısmı iman edip kurtulmuş, diğer bir kısım ise açıkça yalanlayıp veya münafıklık yaparak helak olmuşlardır.Önemli olan kişinin samimi, sadakatli ve istekli olmasıdır.Allah (c.c.) dilediğine hidayet verendir.
“Göğsümdeki marifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebu Bekir’in göğsüne akıttım.”[3] Buyuruyor Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Nakşibendî tarikatı silsilesinin başı Hz. Ebu Bekir’dir (r.a.). Bu manada kişiyi, nefsini terbiye edip, farz ve vaciplere, helal ve haramlara riayet ederek, Allah’a (c.c.) ulaştıracak en bereketli ve kolay yol Nakşibendî tarikatı sadatlarının (k.s.) yoludur. Bu yol, insanı Hz. Peygamberin istediği gibi sadık, samimi, güzel ahlak sahibi, kötü hasletlerden arınmış ve şeriatı Muhammediyeye (s.a.v.) tam bir şekilde bağlı bir kul yapmayı gaye edinir.
Yapılan her şeyde amaç Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır.
Şah-ı Nakşibendî (k.s.) buyurur: Kim bizim tarikatımızdan yüz çevirirse dini konusunda tehlikededir.(Çünkü bu yolun amacı dini samimice yaşamaktır.)
Kıymetli kardeşim bu yola girdikten ve büyüklerin kapısına geldikten sonra, sana düşen görev onlara tabi olmak ve dediklerine muhalefet etmemektir. Sana gereken şeyler, birinci olarak itikadını ehlisünnet vel-cemaate uygun hale getirmendir. İkinci olarak şer-i hükümleri (ilmihâl) bilgilerini öğrenmendir. Üçüncü olarak, Öğrendiğinle amel etmendir. Dördüncü olarak, Tasavvuf yolunda gitmen ve nefsini terbiye etmendir. Zahiri ve Bâtıni anlamda kendini yetiştirmezsen, elde etmeyi umduğun güzellikleri elde edemezsin.
Yüce Allah (c.c.) buyurur: Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.[4]
Şüphesiz insan, nefsin eksik ve kötü yönlerini tebdil etmeye ehildir. Aksi takdirde Peygamberlerin ve onlardan sonra ilmi ile amil varislerin varlığı bir anlam ifade etmezdi. Nefsin kötü ve eksik yönlerini tebdil etmekten maksat, Allah’ın (c.c.) razı olduğu duruma getirmektir.
Kişi kendi şahsı için kızdığı için eleştirilmiş, Allah (c.c.) için kızdığı zaman medh edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Allah’ın (c.c.) emirleri çiğnendiği zaman, kızmıştır. Kendisine yapılan bir eziyet veya hakaret karşısında kızmamış, Taif’te yaptığı gibi, şu şekilde dua etmiştir. “Allah’ım kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar bilmiyorlar.”[5]
Yüce Allah (c.c.) buyurmuştur: O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.[6]
Müridin istifade etmesi ancak Mürşidin sohbetine devam etmesine ve (hastanın doktoruna teslim olması gibi) ona teslim olmasına bağlıdır. Şeytan müridin nefsine gurur, kibir ve kendi ile yetinme illetini koyar. Bu halde mürid adeta iflas etmiştir. Geriye gidip, hakiki manada mürşidinden yüz çevirmiş olduğu halde kendini maksuda varanlardan görür.
Allah’a (c.c.) giden yol sayılamayacak kadar çoktur. Bu yolun erbabı, içinde dört mertebe barındıran bir yolu tercih etmişlerdir.
1- Şeriat,
2- Tarikat,
3- Marifet,
4- Hakikat, bu dört mertebenin temel noktası şeriattır.
Şeriata uymadan diğer mertebeleri kat etmek muhaldir. Bu anlamda şeriat asıl, diğerleri fer’dir. Asıl olmadan fer’ olmaz. Kişi şeriatın dışına çıkıp ve doğru yolda olduğunu iddia ederse, o hüsrana uğrar ve helak olur. Dalalettedir ve insanları da yanlışa götürür, maksuda ulaşamamış şeytana tabi olmuştur. Yüce Allah’ın (c.c.) buyurur: İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.[7]
Bu dört mertebede kırk makam vardır. Kul bu makamları kat etmeden Allah’a (c.c.) ulaşamaz. On makam şeriatta, on makam tarikatta, on makam marifette ve on makam da hakikattedir.
[1] Tevbe,40.ayet
[2] Fetih, 10
[3] Reddi Revafıd
[4] Tevbe, 41
[5] Buhari, Müslim, Taberani, İmam Ahmed
[6] Cuma, 2.ayet
[7] Hac, 11.ayet
[/FONT][/COLOR][/SIZE]
Nakşibendî-Haznevi tarikatı müridin tevhid derecesine ulaşması için en kolay ve en kısa yoldur. Salik noksan kabiliyetli olsa dahi, Mürşid ondaki muhabbete göre tasarruf eder. Bu tarikatın esası Peygamber Efendimizin (s.a.v.) varisi olan mürşidin, müridin ıslahı için tasarruf etmek üzerine kurulmuştur. Efendimiz (s.a.v.) ‘in mirasından en fazla payidar olan Ebu-Bekir Es-Sıddık (r.a.) bu mübarek silsilenin vasıtası ve sadat-ı kiramın başıdır.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) tereddütsüz ve ilk iman edenlerden olması, Peygamber Efendimize (s.a.v.) birçok önemli seferde ve hayatının her anında refakat etmesi, Ebu Bekr’in (r.a.) fazilet ve büyüklüğüne en büyük delildir. Yüce Allah (c.c.) onun efendimizle beraber olduğunu şu ayeti kerimede açık belirtmiştir. “İkinin ikincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebu Bekir) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: Mahzun olma, zira Allah’ın yardımı bizimle beraberdir.” [1]
İşte bu yol Hz. Ebubekir (r.a.) ile başlayarak, büyükten büyüğe, intikal ederek Şeyh Muhammed (k.s.) hazretlerine, ondanda necli, Haremeyn şehidi, sadatların eşiğinin hizmetkârı, vakur, sabırlı, hîlm sahibi, kamil ve mükemmil efendimiz, büyüğümüz ve üstadımız Eş-Şeyh Muhammed Muta’ El- Haznevi (k.s.) hazretlerine intikal etmiştir.
Yüce Allah (c.c.) buyurur: Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.[2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın (c.c.) yeryüzündeki halifesi, Kuran-ı Kerimin hükümlerini insanlara öğreten bir öğretmen, hak ve hidayet rehberi örnek bir şahsiyettir.
Bu açıdan yaptıklarıyla, ilmi ile amel eden hakiki âlimlere önder ve kendisine uyulan âli bir şahsiyet olmuştur. Hakiki âlim, Zahiri ve Bâtıni ilimleri kendinde cem’ eden âlimdir.
Buna örnek olarak çağımızın büyük mürşidi Şeyh Muhammed El- Haznevi (k.s.) hazretlerini ve zamanımızın mürşidi, kâmil ve mükemmil Şeyh Muhammed Muta’ El-Haznevi (k.s.) hazretlerini gösterebiliriz.
Bil ki kıymetli kardeşim: Peygamber Efendimizin varisine biat etmek gerekli ve vaciptir. Çünkü sahabe-i kiram (r.a.) efendimize biat etmişler ve bu suretle Allah’a (c.c.) bağlılıklarını ifade etmişlerdir. Çünkü hakiki manada biat, Peygamber Efendimize (s.a.v.) veya varisinin şahsı huzurunda, Allah’a (c.c.) verilen söz ve gösterilen bağlılıktır.
Bazı cahil kimselerin mürşitlik ve şeyhlik için ilmin gerekli olmadığını savunmaları, tamamen taassup ve mübarek yolun çizgisinden uzaklaşmanın yarattığı buhrandır. Çünkü gidilen yol manasına gelen tarikat İslam dinini en güzel bir şekilde, tam manasıyla yaşamak demektir. Buda ancak, ilim, amel ve ihlâs’la mümkündür. İlim, ehlisünnet vel-cemaatin itikadında olmaktır. Amel şeriatı uygulamaktır. İhlâs ise, ilmi, İslam-i yaşamı ve Peygamber sevgisini kendine düstur edinen Salihlerin meclisinde bulunup, onlardan faydalar elde etmektir. Bu üç hasleti uygulamayan tasavvuf yolundan uzaktır.
Ey Allah’ın (c.c.) rızasını talep eden mürid kardeşim! Bil ki; Nakşibendî Sadatları ehlisünnet itikadındadır. Tarikatın esası Hz. Peygamber’in (s.a.v) pak yolunu ve prensiplerini yaşamak ve uygulamaktır. Büyük veli ve mürşidimiz müceddit, Şeyh Ahmet Faruk Es-Serhendi (k.s.) bu konuda şöyle buyurur: Edeplerden birine riayet edip ve mekruhtan sakınmak, zikir, tefekkür, teveccüh ve murakabeden daha efdaldir. Evet, bu güzel vasıflarla birlikte edebe riayet eden, gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiş demektir. Bu da ancak insanın yaratılış gayesi olan kulluğu hakkıyla ifa etmesiyle mümkündür. Kişinin kulluğuna gerçek manada ulaşabilmesi için, Allah’a (c.c.) ve Peygamber Efendimize (s.a.v.) bağlılık ve samimiyetiyle kullukta zirveye ulaşmış, mürşidimiz Şeyh Muhammed Muta’ (k.s.) hazretleri gibi Salihlerin sohbetinde bulunmak büyük yardımcı olacaktır.
Tarikatta en önemli esaslar, ihlâs, muhabbet ve teslimiyettir.
Mürşid hakkında ihlâsın en düşük derecesi, Müridin, dünya kutuplarla dolu olsa dahi feyiz kapısını ancak şeyhinin açabileceğini ve bütün ibadetlerinin şeyhin bir tek nazarına ( bakışına ) eşit olamayacağına inanmasıdır.
İhlâsın En Yüksek Derecesi, Şeyhinin tüm hareketlerinin, sözlerini ve hatta latifelerinin (esprilerinin) nefsi, dünyevi ve uhrevi ( ahret için) yarar değil, ancak ruhani ve Allah’ın ( c.c) rızası için olduğuna inanmasıdır.
Muhabbetin En Düşük Derecesi, Şeyhinin tüm isteklerini kendi isteklerinden daha üstün tutmasıdır.
Muhabbetin ( sevginin ) en yüksek derecesi, Kendi arzularını şeyhinin arzularında yok etmesi, herhangi bir istek belirtmemesidir. Şeyhin bir isteği ve emri olursa onu istemesi, bir şey emretmezse hiçbir dilekte bulunmamasıdır. Öyle hale gelmeli ki onun emri olmadan hiçbir şey yapmamalıdır. Bununla beraber şeyhiyle zahirde kavuşmayı şiddetle istemelidir. Zahirde kavuşunca, manen kavuşmayı yanık kalple şiddetle arzu ederek kendisini hiçbir şeyin oyalamasına izin vermemelidir; kalbindeki aşkı hiçbir şey alıkoymasın. Allah’a ( c.c) yaklaştıkça ilahi makamlardan ne kadar uzak olduğunu anlar. Çünkü yakınlığın ve kavuşmanın dereceleri sonsuzdur.
Mürşidine teslim olmanın en düşük derecesi
Müridin kendi üzerinde şeyhinin tasarrufunu ( etkilemesini ) görmesidir. Böylece mürşidinin emri altında olduğunu bilir.
Teslim Olmanın En Yüksek Derecesi, Yok olacağını bilse dahi; dünya ve ahret yararı olmaksızın duraksamadan şeyhinin emrini yerine getirmesidir. Bununla birlikte beraber olduğu veya daha önce yaşamış olan kardeşlerinin ve sadıkların ibadetlerine bakmamalıdır. Çünkü bu teslimiyeti engeller. Zira teslim olmanın anlamı; “ Her kim silahını efendisinin kapısına asarsa rahat eder” sözünden anlaşılmaktadır. Buradaki silahtan gaye, müridin çalışması ve şeyhinin nazar etmesidir.
İşin gerçeği şu ki; bilgili bir şeyh, müridinden fazla müridini tanır ve nefsinin tedavisinin bilir. Çünkü kâmil mürşit, müridini birçok yollarda yürütür ve yetiştirir. Örneğin bazen yalnız rabıta bazen yalnız sohbet bazen yalnız murakabe, bazen yalnız fikir, bazen yalnız cezbe, bazen de bunların birkaçı veya hepsiyle yetiştirir. Sözün özü mürit tam teslim olmazsa, şeyhten yol gösterme ve yetiştirme olamaz. Allah ( c.c) ve O’nun Resulü gerçeği daha güzel bilir.
Mürit gayesinden başka her şeyle ilgisini keserek, nefsini tüm yaratıklardan daha aşağı görmelidir. Kendisi nefsi için hiç kimseden bir hak istememeli, aksine üzerine geçmiş olan kişilerin haklarını ödemelidir. Hal, maka, keramet, fena ve beka gibi isteklerde bulunmamalıdır. Böyle amacı olan nefsine uymuş sayılır. Ayrıca makam ve keşiflere ait kendisinde bir durum oluşursa tek başına karar vermemeli ve buna güvenmemelidir. Kendisini tembelliğe ve aşağılık duygusuna kaptırmamalıdır. Tarikatın anası edeptir. İnsan Allah'a (c.c) ancak edeple erişir. Allah’a kavuşamayan da edebe uymadığı için kavuşamaz.(Adab-ı Fethullah)
Arifbillah Şeyh Ali Dakkak (k.s.) şöyle buyurur: Kendi kendine yeşeren ağacın meyvesi olmaz, olsa dahi lezzetsiz olur. Sünnettullah (Allah’ın yeryüzündeki değişmez kanunu) gereği nasıl ki hiçbir şey sebepsiz olmuyorsa, kâmil bir mürşid ve rehbere bağlanmadan manevi doğuşun olması da mümkün değildir. Mürşidi olmayanın yol göstericisi şeytandır.
Şeyh Abdülvahhab Eş-Şerani (k.s.) Meşarikul-Envar adlı meşhur kitabında şöyle buyurur: Kişinin Allah’a (c.c.) yaklaşmasına engel olan sıfatların giderilmesi için, kâmil bir mürşide intisabın gerekliliği konusunda, Meşayıh ittifak etmiştir. Vacibin kendisi ile tamamlanan şeyde vaciptir. Şüphesiz haset, gıybet, koğuculuk, kibir nifak vb. manevi hastalıklardan kurtulmak üzerimize farzdır. Hadislerde varid olduğu gibi ihlâs, takva ve vera’ sahibi olarak şeriatı Muhammediyeyi yaşamak gerekmektedir. Hakiki Allah dostlarına bağlanmak gereklidir, çünkü bu yol Allah’ın (c.c.) ve Peygamberinin (s.a.v.) yoludur. Buna karşı çıkmak Allah’a ve Peygambere karşı çıkmak demektir. Kişi kitap dahi ezberlerse, nefsini terbiye edecek kâmil mürşide tabi olmazsa, maksuda oluşması son derece zordur.
Kişinin mürşidinden fayda alıp, nefsini terbiye edebilmesi, sadık ve samimi olmasına bağlıdır.Kamil mürşitler elhamdülillah her zaman var olmuşlardır, ama önemli olan sadık mürit olabilmektir, kişi fayda elde etmek istiyorsa, Allah’ın (c.c.) yolunu kalben ve bedenen arzulamalı ve bu uğurda sadâkatle gayret etmelidir.Asrı saadette net bir şekilde görüyoruz ki, en büyük mürşid Muhammed Mustafa (s.a.v.) hayatta olup söz ve davranışlarıyla insanları hak yola çağırdığı halde bir kısmı iman edip kurtulmuş, diğer bir kısım ise açıkça yalanlayıp veya münafıklık yaparak helak olmuşlardır.Önemli olan kişinin samimi, sadakatli ve istekli olmasıdır.Allah (c.c.) dilediğine hidayet verendir.
“Göğsümdeki marifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebu Bekir’in göğsüne akıttım.”[3] Buyuruyor Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Nakşibendî tarikatı silsilesinin başı Hz. Ebu Bekir’dir (r.a.). Bu manada kişiyi, nefsini terbiye edip, farz ve vaciplere, helal ve haramlara riayet ederek, Allah’a (c.c.) ulaştıracak en bereketli ve kolay yol Nakşibendî tarikatı sadatlarının (k.s.) yoludur. Bu yol, insanı Hz. Peygamberin istediği gibi sadık, samimi, güzel ahlak sahibi, kötü hasletlerden arınmış ve şeriatı Muhammediyeye (s.a.v.) tam bir şekilde bağlı bir kul yapmayı gaye edinir.
Yapılan her şeyde amaç Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır.
Şah-ı Nakşibendî (k.s.) buyurur: Kim bizim tarikatımızdan yüz çevirirse dini konusunda tehlikededir.(Çünkü bu yolun amacı dini samimice yaşamaktır.)
Kıymetli kardeşim bu yola girdikten ve büyüklerin kapısına geldikten sonra, sana düşen görev onlara tabi olmak ve dediklerine muhalefet etmemektir. Sana gereken şeyler, birinci olarak itikadını ehlisünnet vel-cemaate uygun hale getirmendir. İkinci olarak şer-i hükümleri (ilmihâl) bilgilerini öğrenmendir. Üçüncü olarak, Öğrendiğinle amel etmendir. Dördüncü olarak, Tasavvuf yolunda gitmen ve nefsini terbiye etmendir. Zahiri ve Bâtıni anlamda kendini yetiştirmezsen, elde etmeyi umduğun güzellikleri elde edemezsin.
Yüce Allah (c.c.) buyurur: Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.[4]
Şüphesiz insan, nefsin eksik ve kötü yönlerini tebdil etmeye ehildir. Aksi takdirde Peygamberlerin ve onlardan sonra ilmi ile amil varislerin varlığı bir anlam ifade etmezdi. Nefsin kötü ve eksik yönlerini tebdil etmekten maksat, Allah’ın (c.c.) razı olduğu duruma getirmektir.
Kişi kendi şahsı için kızdığı için eleştirilmiş, Allah (c.c.) için kızdığı zaman medh edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Allah’ın (c.c.) emirleri çiğnendiği zaman, kızmıştır. Kendisine yapılan bir eziyet veya hakaret karşısında kızmamış, Taif’te yaptığı gibi, şu şekilde dua etmiştir. “Allah’ım kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar bilmiyorlar.”[5]
Yüce Allah (c.c.) buyurmuştur: O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.[6]
Müridin istifade etmesi ancak Mürşidin sohbetine devam etmesine ve (hastanın doktoruna teslim olması gibi) ona teslim olmasına bağlıdır. Şeytan müridin nefsine gurur, kibir ve kendi ile yetinme illetini koyar. Bu halde mürid adeta iflas etmiştir. Geriye gidip, hakiki manada mürşidinden yüz çevirmiş olduğu halde kendini maksuda varanlardan görür.
Allah’a (c.c.) giden yol sayılamayacak kadar çoktur. Bu yolun erbabı, içinde dört mertebe barındıran bir yolu tercih etmişlerdir.
1- Şeriat,
2- Tarikat,
3- Marifet,
4- Hakikat, bu dört mertebenin temel noktası şeriattır.
Şeriata uymadan diğer mertebeleri kat etmek muhaldir. Bu anlamda şeriat asıl, diğerleri fer’dir. Asıl olmadan fer’ olmaz. Kişi şeriatın dışına çıkıp ve doğru yolda olduğunu iddia ederse, o hüsrana uğrar ve helak olur. Dalalettedir ve insanları da yanlışa götürür, maksuda ulaşamamış şeytana tabi olmuştur. Yüce Allah’ın (c.c.) buyurur: İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.[7]
Bu dört mertebede kırk makam vardır. Kul bu makamları kat etmeden Allah’a (c.c.) ulaşamaz. On makam şeriatta, on makam tarikatta, on makam marifette ve on makam da hakikattedir.
[1] Tevbe,40.ayet
[2] Fetih, 10
[3] Reddi Revafıd
[4] Tevbe, 41
[5] Buhari, Müslim, Taberani, İmam Ahmed
[6] Cuma, 2.ayet
[7] Hac, 11.ayet
[/FONT][/COLOR][/SIZE]