Mustafa Merter / Dokuz Yüz Katlı İnsan

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Mustafa Merter - Dokuz yüz katlı insan


900katliqa6.jpg



Dokuz Yüz Katlı İnsan - Dr. Mustafa Merter -

Kaknüs Yayınları



Her yükseliş ve bir üst kata çıkış,
terk edilen kattaki alt kişiliğimizin ölümünü temsil eder.
O zaman usulca o kata inip o rolü oynayan oyuncunun kulağına sevgi,
anlayış ve muhabbetle “Evet sen bensin ama ben sadece sen değilim!”
diyerek hayatımızda o rolün hükmüne son verebiliriz.
Hem onu aslında nefret ettiği bir varoluş tarzından kurtarmış
hem de kendimize bir yükseliş imkânı sunmuş oluruz!

Rolün yani alt kişiliğin terk edilmesindeki en büyük engel,
bir üst katın varlığını bilememek, yani rol giderse boşluğa
düşerim kaygısıdır. Hâlihazırda öğretilen psikoloji,
içimizde var olan potansiyele işaret etmediği için,
ne yazık ki bizler rollere ve hâllere kilitlenip kalırız.
Bir üst katın varlığından habersiz olan modern psikoloji bilimi,
bir bakıma bu kaygıyı tasdik etmiş olur.

Hiç şüphe yok ki, içimizde bir yerlerde bilge bir sanatkâr gizli ve
bu sanatkâr her gece bizlere birbirinden değişik oyunlar sunuyor.
Amacı, içinde bulunduğumuz hayat sahnesinin sadece bir oyundan
ibaret olduğunu ve bu sahnede bizi temsil eden kişilerin sadece
birer oyuncu olduğunu bizlere göstermek.

İsviçre’de eğitim görmüş, pratik yapmış, psikoloji biliminin
yanı sıra meditasyon ve yoga gibi Yeni Çağ akımlarını deneyimlemiş
ve tasavvufu bir yaşam biçimi olarak benimsemiş
Psikiyatr Dr. Mustafa Merter,bu kitapta çiziyor.
Haritayı elimize alıp Freud, Jung, Maslow gibi psikoloji biliminin
önde gelen kuramcılarıyla Charles Tart, Ken Wilber gibi farklı bilinç
hâlleri ve hâl psikolojisinde yepyeni ufuklar açan son dönem
düşünürlerin kirleri arasında özgürce dolaşıyoruz.

Kaybolma ihtimali yok. Zira rehberimiz başta Hz.Mevlânâ ile
İbn Arabi olmak üzere tasavvuf büyükleri.
Bu çok özel gezintinin adı ise
Benötesi Psikolojisi.
Rüyalar ve aktif hayal kurma teknikleriyle tedavinin
nasıl uygulandığını görecek,psikospritüel krizve Kaliforniya
Sendromu gibi problemlerle nasıl başa çıkabileceğimiz
üzerinde kafa yoracaksınız.

İnsan ruhunun kat kat derinliklerine indiğiniz gibi kat kat
yükseklerine de çıkacaksınız bu gezintide.
Yolun sonlarına geldiğinizde psikolojiye
ve insana,bu yeni çehresiyle daha çok inanacak atta muhabbetle
yaklaşacaksınız..

Aziz dost! Sen, tek bir kişi değilsin;sen bir âlemsin!
Sen derin ve çok büyük bir denizsin.
Ey insan-ı kâmil! O senin muazzam varlığın,
belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir.
Yüzlerce âlem, o denize gark olup gitmiştir! Bu konuyu anlatmak;
uyanıklığın da uykunun da elinde değildir.
Zaten bu dünya ne uyanıklık ne de uyku yeridir!
(Hz.Mevlânâ,Mesnevi,cilt 3-4,s.94)
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Dr. Mustafa Merter ile Röportaj

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]"900 Katlı İnsan" Kitabı Üzerine

Dr. Mustafa Merter ile Röportaj



Mülakat Sorularının Cevapları



900 Katlı İnsan'da anlatılmak istenen temel nokta, çağdaş insanın cok güçlü bir şekilde hisettiği tatminsizlik, bedbinlik ve mutsuzluk. İntihar eğilimine kadar varabilen bu hissi siz hayra alâmet olarak yorumluyorsunuz. Varoluş konumumuzda yükselme isteği, bir çeşit "yeni biz"e doğmak üzere çekilen sancılar diyorsunuz. Özellikle Borderline gibi son yıllarda çok konuşulan psikolojik rahatsızlıkları bu yönde yorumluyorsunuz. İsviçre, Bodrum ve İstanbul'daki psikoterapi seanslarınızda karşınıza gelen vakaları bu çerçevede nasıl değerlendirirsiniz?

Öncelikle söylenmesi gereken, her hekim gibi bizimde rahatsız insan karşısında ilk hedefimizin, yaşanan ruhsal acıyı azaltmak olduğunu söyleyebiliriz. Bio-psiko-sosyal yaklaşım çerçevesinde bizde gerektiğinde ilaç kullanıyoruz ve benötesi metodları dışında
- destekleyici psikoterapi - uyguluyoruz. Ama tedavinin ileriki aşamalarında, rahatsız insanın alıcılığına göre, benötesi terapisi yorum ve yardım metodları devreye girebiliyor.

İçinde bulunduğu psikolojik durum ne kadar ümitsiz ve can acıtıcı olsada, - üst katların – varlığına işaret etmek ve oralara doğru yükselebilme metodunu sunabilmek bazı rahatsızlıklarda çok faydalı olabiliyor. Depresyon, kronik anksiyete, karakter patolojisi, nörotik karmaşa ve özellikle psikospritüel kriz durumlarında, tasavvuftan feyz almaya çalışan benötesi psikolojisi, diğer yaklaşımlara alternatif olabilecek, ciddiye alınması gereken bir ekol. Nefs yapısını daha iyi anladıkça sözünü ettiğiniz Sınır Sendromu (Borderline Syndrom), Bulimia (yeme kusma), Manevi Aidiyetsizlik Depresyonu gibi özellikle çağımızda büyük artma gösteren ruhsal rahatsızlıkların meydana çıkış nedenlerini gittikçe daha iyi anlayabileceğiz. Ama en zor olanı, yeni tedavi metodları oluşturmak. Önümüzdeki heyecan verici yeni hedefimiz bu yönde.


ABD, Avrupa, Japonya ve Tayland'da Benötesi Psikolojisi çerçevesinde ne gibi terapi yöntemleri uygulanıyor. Bunların bizim kültürümüze uygun karşılıkları ne olabilir?



ABD ve Avrupa benötesi ekolleri daha ziyade hem kendi manevi kaynaklarından feyz almaya gayret ediyor ama hemde büyük ölçüde doğu dünyası maneviyat öğretilerine (Hinduizm, Budizm, Taoizm, Şamanizm) baş vuruyorlar. Zen felsefesi, Teravada Budizm’inden esinlenen Vipassana (içgörüm meditasyonu), şakra açılım metodları çok revaçta. Ayrıca kutsal metinlerin okunması (biblioterapi) çerçevesinde Hristiyan, Budist metinler, romanlar tavsiye ediliyor. Japonya da Zen den esinlenen Morita ve Naikan terapileri var. Tayland da Budist rahipler heroin bağımlılarını, duyusal yalıtımın yanısıra, bitki özleriyle oluşturdukları bir içecekle kusturuyorlar ve bazen şaşırtıcı neticeler alıyorlar.

Bizim kültürümüzde mesela tasavvuf musikisi ile paralel olarak sürdürülen bir Morita terapisi akla gelebilir (Edirne’deki Darüşşifa metodlarını araştırsak kimbilir ne zengin verilerle karşılaşırız) .



Kitabınızda geçen "geçikmiş annelik sendromu"nun sebepleri ne olabilir ? Bugün gündemde olan sperm bankasını kullanarak anne olmayı seçen kadınlar ve doğacak çocuklar psikolojik açıdan nasıl bir destek alabilirler?




“ Geciktirilmiş annelik sendromu “ tamamen bize ait, nefs yapısını biraz anladıktan sonra meydana çıkan bir kavram. Aydınlanma “ projesi “ çerçevesinde oluşturulan ideal insan modelinin birinci amacı maddeyi ve bir açıdanda insanı yüzeysel olarak manipüle etmek, kullanmak.

Ölçen, biçen, tartan bu indirgeyici (reduksionist), pozitivist/ampirik (laboratuarda deneyimlediğinden başkasına inanmayan), yatay nedensellik (horizontal causality versus vertical causality) yanlısı bu materialist paradigma (aynı doğruya inanan teoriler topluluğu) tabiat üzerine kazandığını zannetiği zafer çerçevesinde (elektrik, nükleer enerji, aya çıkma, elektronik devrim...) ölçüm aletlerine ve laboratuar araştırmalarına uymayan insânî hakîkatleri görmezden geliyor, yok sayıyor. Gerek erkek gerekse kadın bir insanın değeri, bu paradigmaya göre, maddi açıdan ürettiği ve tükettiği ile orantılı. Erkek yapısı itibarıyla bu üretim/tüketim hezeyanına daha uygun olduğu için, değerli olmak isteyen kadın - bu paradigmanın mantığına göre - erkeksi bir varoluş sürdürmek zorunda.

(Freud’dan esinlenen psikoanaliz medeniyeti zaten kadını sözde “cinsel yetersizliği” nedeniyle küçük görüyor!) Köşeye sıkıştırılmış kadın, bu durumda güçlü bir “animus” oluşturmak zorunda. (Jung psikolojisine göre - animus - kadın ve erkekte erkeksi yönlere tekabül ederken, - anima - yine kadın ve erkekte kadınsı yönlere tekabül ediyor).

İşte merhamet, şevkat, fedakârlık, diğergamlık, karşılıksız sevgi ve benzerleri gibi özellikle kadınların yaratılış yapısında olan lâtîf duygular bu paradigma tarafından açıkca söylenmese bile metakomünikatif mesajlarla değersiz sayılıyor ve hatta yok addediliyor (çünkü bunlar laboratuarda ölçülemez, test soru cetvellerine sığamaz ...).

Ama çoğu kadın için asli yaradılış yapısında var olan bu özellikleri yaşamak, toplum tarafından zorlanan koşullanma nedeniyle artık pek mümkün değil. Kadın yapısına ters bile gelse erkek gibi kazanmak, erkek gibi tüketmek, erkek gibi o acımasız rekabet ortamında mücadele vermek zorunda. Ama paradigmanın ölçülerine göre - başarılı - olsa bile, çoğu kadın nedeni belli olmayan bir gerilim ve mutsuzluk yaşıyor.

Ergenlik ve sonrasında yaşanan bulimia, sınır rahatsızlık sendromu, kronik kaygı, depresyon, kişilik ve davranış rahatsızlıkları, bağımlılık, psikosomatik belirtiler bu açıdan incelense acaba hangi şaşırtıcı sonuçlara varırız ?


Kitabınızda Batı psikolojisinin başlıca duayenlerinin günümüz insanına yaptıkları katkılardan bahsediyorsunuz. Fakat gelinen noktanın insanı tam anlamıyla rahatlatamadığını belirtiyorsunuz. Ve tasavvuf literatürüne dayanarak çok katlı bir nefs modeli ortaya koyuyorsunuz. Peki Batı psikolojisinin sadece alt katlardaki rollerimize hitap etmesini nasıl açıklıyorsunuz? Üst katlar bilimle, araştırmayla keşfedilemez mi?


Bizim anlayışımıza göre üst katlarda ne olup bittiğini hikmet sahipleri bilirler. Tüm insanlık hikmet birikiminin doruk noktası da Kur’an ve hadis-i şeriflerden feyz alan tasavvuf büyükleridir. Hz.Mevlâna, Yunus Emre (ks), İbn Arabi (ks) okunmadan insan anlaşılamaz. Anlaşılırsa da kısmen anlaşılır. Aydınlanma hareketi Hristiyan dinine karşı tepkisel bir oluşum olduğu için, dini ve maneviyatı küçük görmüş ve kendi başına insanın derinliklerine doğru dramatik bir odise başlatmıştır. İnsanı da parçalara bölerek tıpkı maddi dünyayı anladığı gibi anlamak istemiş, yaratıcının, yani herşeyi başlatanın mesajlarını hiçe saymış, her filozof ve her “ ruhbilimci “ bir peygamber edasıyla spekülasyonlar yapmış, kendi dinini oluşturmaya çalışmıştır. Üst katlar maarifetle bilinir ve yaşanır, maarifet sadece bilimle elde edilemez, hak edene yaratıcımız tarafından bahşedilen bir lutufdur.


Her insanın içinde varolan mükemmelliği temsil etmekte olan Üst Bilinçdışımızdan haberdar olabilmemizi sağlayan günlük yaşamdan ipuçları neler olabilir?



İnsana Rabbi tarafından sürekli işaretler gelir. Bunların bir kısmı günlük yaşantımızda karşılaştığımız olaylar, insanlar vasıtasıyla oluşur. Geceleri ise rüyalar devreye girer ve ders uyurken de devam eder. Modern insan tarihin hiçbir döneminde, görülmeyen bir oranda uyaran bombardımanı ile karşı karşıya kalmamıştır. Televizyon, internet, reklam endüstrisi, cep telefonları, yoğun iç içe hayat, berrak bir dağ gölü gibi dümdüz olması gereken zihnimizi sanki bir dolu yağmuru altında tutar. Göl artık gökyüzündeki dağları, çevredeki muhteşem karlı dağları yansıtmaz hale gelir.

Yatay istekleri tüketim toplumu tarafından sürekli kamçılanan “tüketici” aslında hayat kalitesini hiç de düzeltmeyen istekler peşinde koşar durur. Bu zihin fırtınası sürerken ve gün geçtikçe artarken biz yukarıda sözünü ettiğimiz işaretleri nasıl hissederiz? Evet bakmasını bildikten sonra hamile bir kedinin gözleri, martıların çığlıkları, yaşlı dedenin o mubarek elleri... hep çok derin mesajlar içerir.


Bir akşamcının, diskotekte eğlenen gençlerin, yamaç paraşütü yapan sporcuların, Sema yapan dervişlerin aradıkları şey aynıdır diyorsunuz. Nedir bu ve bu kadar farklı kişileri nasıl buluşturabiliyor?


Herkes bulunduğu katta fazla kalırsa sıkıntıdan çatlamaya başlar, “ bir günü bir gününe uyan kaybetmiştir “. Asli yapımızda programlanmış olan yükselme potansiyeli bir lüks değil bir zarurettir. Dolayısıyla yaptığımız her işte, attığımız her adımda, kurduğumuz her ilişkide, bilmeden içimizde bu ümidi taşırız. İlişki bir anlamda, “ kurtar beni “ çağrısıdır.

Eşya eğer beni bir üst kata çıkarmıyorsa, belirli bir süre sonra onu atar yenisini yeni bir ümitle alırım. Ama o da beni yükseltmiyorsa ona öfke duyar onuda atar yok ederim. Evet dünyayı yok etme pahasına bir ömür boyu ararım. Rüyalar gerçek olsa filminde Robin Williams’ın cehennemdeki eşi gibi, yarı sarhoş bir halde alışveriş merkezlerinde gezinir dururum.Gönlümün beni öbür âleme hazırladığını, ölmeden evvel ölmenin mümkün olduğunu unuttuğum için topraktan gelen ve toprağa gidecek olan bedenime aşırı özen gösterir, estetik ameliyatlar, kozmetikler, boyalar vasıtasıyla bedenimdeki zamanın izlerini örtmeye çalışır hatta o bedenin ölümsüz olmasını hayal ederim. Evet semadaki derviş de meyhanedeki akşamcı da aynı iştiyakla yükselmek ister ama birisi belki yükselirken öbürü daha derinlere batar. Aslında aramızdaki fark o kadar az ki, öyle derin bir kader yoldaşlığı bizleri birbirimize bağlıyor ki, bu ayrılık niye...



7. Psikiyatri kariyerinizde benötesi teknikleriyle tedaviye teşhis ve tedavi uygulamaya getiren süreçten bahsedebilir misiniz?


Bendeniz bundan on sene evveline kadar klasik psikiyatri eğitimi almış bir psikiyatristtim. Biyolojik/statik psikiyatri, yani ilaçla tedavinin yanı sıra yeni psikoanalitik ve varoluşcu ekollerin metodlarına göre psikoterapi uyguluyordum. Ayrıca C.G.Jung ve insana yaklaşımı hep ilgi odağım olmuş ve özellikle rüya yorumlarında ilham kaynağım olmuştu.

Ta ki günlerden bir gün, başarılı bir grup terapisi süreci sonunda, gruba katılanlardan bir hanımefendi bana “ şimdi ne olacak “ sorusunu sorana kadar. Bu soru üzerine kendi manevi arayışlarımdan da esinlenerek modern psikolojiyi maneviyat özellikle tasavvuf ile buluşturmaya çalıştım.

Benzetme biraz komik olacak ama, uzayda yüzen bir Amerikan uzay gemisi ile Rus uzay gemisinin buluşmasına benziyor bu süreç. Bambaşka iki teknoloji, başka diller ve hatta alfabe ve yine de iki sistem birbirleri ile uyuşmalı ki, araçlar birbirlerine kilitlensin ve geçiş mümkün olsun. Batıda gerçekleşen bilinç araştırmaları bu konuda bana yardımcı oldu, C.Tart’ın DBH (değişik bilinç hâlleri / discret altered states of consciousness) bu geçişi mümkün kıldı. Tart bu araştırmaları ile farkına varmadan nefs psikolojisinde çok önemli bir yer kaplayan ve bizim islâmî/tasavvufî hâller diye tanımladığımız hâllerin bilimsel olarak yorumuna yol açıyordu. Hâllerin ne olduğunu biraz anladıktan sonra bunları çok katlı nefs yapısı kavramı üzerine oturtmak gerekiyordu. Bu aşamada yukarıda sözünü ettiğim tasavvuf büyüklerinden feyz almaya çalışarak bu sentezi anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Katların varlığını ve katlar arası iniş çıkışın mantığını anlamanın hep psikopatoloji (hastalık tanımı) hem de tedavi açısından yenilikler getireceği umudundayım. Zaten hâlihazırda uyguladığımız tedaviler bunu teyid ediyor.



8. Son yıllarda ivme kazanan yoga, meditasyon vb. Yeni Çağ Manevi akımları hakkında, bunları bizzat deneyimlemiş biri olarak ne düşünüyorsunuz?



Yoga, meditasyon gibi yeni çağ manevi arayışlarında, Yaratan ile bağlantı kurmadan, Onun tavsiyelerine uymadan, kendi başına, gerçek rehberi bulmadan bilinmez bir alana girme riski var. Yine bir benzetme yaparsak, bu arayış hazırlıksız, rehbersiz Himalayalardaki bir doruğa çıkma isteğine benziyor. Bir kere niye oraya çıkmak istiyoruz sorusunu sormak lazım. Eğer burada benmerkezci nedenler (daha sağlıklı, daha etkin, daha güçlü, daha farkındalık içinde...) devreye giriyorsa, bizim anlayışımıza göre bu iş baştan sakat demektir. Çünkü tasavvufun bize öğrettiği gerçeklerden birisi işin başının da , sonunu da insanlığa ve dünyaya hizmet olduğu ilkesidir. Bu gerçeği bilmezsek veya unutursak, kendimizi çıkmak istediğimiz doruk yerine, bir hedonizm ve menfaatperestlik vadisinde bulabiliriz. Bir diğer büyük tehlike ise, insan - Rabb bağlantısı olmadığında, ortaya çıkacak sonuçları “ ben yaptım “ duygusuyla yaşamaktır. Hayır efendim biz hiçbirşey yapamayız, verilirse alırız, edeple, temkinle o güzel hâlleri yaşarız. Temkin o güzel hâller geldiğinde

(bazen olağanüstü önsezi, telepati, keramet hâlleri olabilir) zerre kadar bu hâllerden dolayı gurur, kibir duymamak ve itidal dengesini kaybetmemektir, sır saklamaktır.

Yine yaşanan hâl ne olursa olsun, “Nirvana” nın statik bir durum olmadığını, hep yeni bir gelişme fırsatının önümüzde olduğunu bilmektir. Dervişin “Nirvana” larının sonu yoktur, o hiçbir hâle takılıp kalmaz. Ve tüm bu gelişim süreci boyunca hep “ mubarek Tur vadisinde “ olduğunu bilmesi ve oraya yakışan edebi muhafaza etmesidir. Edep ilâhi kökenli evrensel bir değerler manzumesidir, her dinin aslında aynı edep vardır.



Peki niyet baştan yanlışsa, hedonist (zevkperest) ve benmerkezci bir yapı oluşmuşsa ve birde edep korunmuyorsa, bunun neresi manevi gelişimdir?

Böyle kitapsız, rehbersiz “dağlarda / doruklarda” dolaşmak bir süre sonra insanı yorar (bu süre onlarca sene olabilir), eller ayaklar üşümeye başlar, heyecan gider, ümit söner ve insan çaresizce yola çıktığı vadiye geri döner. Ama artık orada da mutlu olamaz çünkü az da olsa yücelerin muhteşem manzarasını görmüştür. Bir köşeye çöker kalır, ya kendini alkole veya başka bir maddeye verir ya da bizim “manevi aidiyetsizlik depresyonu / spritual no mans land depression” diye tanımladığımız bir rahatsızlığa duçar olur. Bu nedenle yeni çağ manevi arayışlarının “manevi” kozmik lunaparkındaki araçlara binmeden tüm bu uyarılar üzerine ciddi tefekkür etmek gerekir.



http://www.benotesi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=39&Itemid=2
[/FONT]
 

yosika

Doçent
Katılım
4 Kas 2007
Mesajlar
594
Tepkime puanı
52
Puanları
0
Mustafa Merter - Dokuz Yüz Katlı İnsan

DOKUZ YÜZ KATLI İNSAN / TASAVVUF VE BENÖTESİ PSİKOLOJİSİ

dokuzyuz_katli_.jpg
DOKUZ YÜZ KATLI İNSAN / TASAVVUF VE BENÖTESİ PSİKOLOJİSİ


Özgün Adı:
DOKUZ YÜZ KATLI İNSAN / TASAVVUF VE BENÖTESİ PSİKOLOJİSİ





İsviçre ve Türkiye’de uzun yıllardır uyguladığı psikoterapi seanslarında ruhsal problemlerin envai çeşidine tanık olan Psikiyatr Dr. Merter, sıradan insanı ansızın pençesine alabilen ruh sıkıntısının, içinde bulunduğumuz benlik düzeyine sıkışıp kalmaktan, bir başka deyişle “yükselememekten” kaynaklandığını yazıyor.
Kısacası ben, sağlıklı bir yaşam sürsem, sevdiklerimle huzurlu ilişkiler kursam, yeteneklerimi ortaya koyabileceğim bir işe sahip olsam, düzenli olarak dua ve ibadet etsem bile, bir an geliyor huzursuzlanmaya başlıyorum; kafese kapatılmış bir kaplan gibi “kendi katımda” bir aşağı bir yukarı asabi asabi dolanmaktan kendimi alamıyorum. Ve bu, varoluşsal anlamda kendimi geliştirememekten kaynaklanıyor.
Merter, modern psikolojiden postmodern bilinç katagorileri kuramcılarına ve tasavvuf literatürüne kadar oldukça zengin bir kaynakçaya dayanan Dokuz Yüz Katlı İnsan’ında, çok katlı ego/nefs modelini oraya koyuyor ve benötesi (transpersonal) psikolojisinin kendine özgü terapi teknikleri çerçevesinde “yükselmenin sırlarına” işaret ediyor.
900 katlı bir gökdelen tasavvur edelim, bulutları yarıp uzaya doğru yükselen… Katların her birinde “biz” varız. Katlar yükseldikçe, letafet kazanan, nuru artan, kaygısı, korkusu azalan, muhabbetle gülümseyen bir başka biz… Bazı “bizlerimiz” varlıklarını daha ziyâde bodrum katlarda sürdürürken bazıları da yücelerden gülümsüyor… Ama en alt katların sakinlerinin bile, üst katlarda aynı muhabbetle gülümseyen asılları var.(…)
Alışveriş merkezlerinde gönülleri arzu ile titreyen insanlar, diskoteklerde parlak ışıklar altında hasretle birbirlerine bakan gençler ve balkonunda kafası dumanlanıp gözleri dalan “bilinçaltı dervişi” kardeşimiz, hepimiz istisnasız aynı arayış içerisindeyiz. İçinde sıkışıp kaldığımız bodrum katların kasvetinden kurtulup, daha ferah ve aydınlık katalara çıkarak hakikate yaklaşmak… Bu amaca ulaşabilmekse sadece bu âlemde mümkün.(…)
Psikolojik açıdan bakarsak, her kattaki “biz”, alt kişiliklerimizden birine, yani sahnede oynadığımız rolümüze tekabül eder. Bununla birlikte her rol, derununda bir parça huzursuzluk ve tatminsizlik taşır. Bu huzursuzluk bodrum katlarında had safhadadır. Hissedilen acı o denli yoğundur ki, o alt kişilik kendini anestezi etmek zorundadır. Bu nedenle bulabildiği en sert içkileri içerek, bazen de uyuşturucu alarak bu acıyı dindirmek ister. Teselliyi insanda arar. Geceyi beraber geçirdiği sevgilisine en romantik aşk sözcüklerini fısıldadıktan sonra, sabah uyandığında onu bir “acûze” gibi görür. Öyle ki ertesi akşam bir başkasına yönelir. Bir kattan diğerine geçmek, geçici bir rahatlığı da beraberinde getirir ama bir süre sonra o “huzursuzluk” kalpleri içten içe tekrar sarar. Eğer bir üst kata çıkmak mümkün olmazsa içinde bulunulan kat ne kadar mükemmel döşenmiş de olsa şartlar ne kadar da ideal görünse huzur giderek kaybolur. Gizli bir çağrı kulağımıza “Senin yerin burası değil” diye fısıldar.
Dokuz Yüz Katlı İnsan, sadece insanın bodrum katlardaki çözümlenmemiş gölgelerini değil de yardımseverlik, fedakârlık ve gerçek âşk gibi üst katlardaki latif duygularını de içine alan ego/nefs modelini ortaya koyuyor ve benötesi terapi tekniklerinden örnekler veriyor. Çözümlemeli rüya örneklerine yer veren Rüya Terapisi bölümü ve örnekli Aktif Hayal Kurma Teknikleri ve Hayır Terapisi, Merter’in yıllardır sürdürdüğü psikoterapi seanslarında bizzat uyguladığı terapi yöntemlerinin başında geliyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
49397.jpg


Tasavvuf ve Benötesi Psikolojisi (Transpersonal Psikoloji) "Evet bu sensin! Ama sen sadece bundan ibaret değilsin..." İsviçre ve Türkiye'de uzun yıllardır uyguladığı psikoterapi seanslarında ruhsal problemlerin envai çeşidine tanık olan Psikiyatr Dr. Merter, Dokuz Yüz Katlı İnsan'da sıradan insanı ansızın pençesine alabilen ruh sıkıntısının, içinde bulunduğumuz benlik düzeyine sıkışıp kalmaktan, bir başka deyişle "yükselmemekten" kaynaklandığını ileri sürüyor. Kısacası ben, sağlık bir yaşam sürsem, sevdiklerimle huzurlu ilişkiler kursam, yeteneklerimi ortaya koyabileceğim bir işe sahip olsam, düzenli olarak dua ve ibadet etsem bile, bir an geliyor huzursuzlanmaya başlıyorum; kafese kapatılmış bir kaplan gibi "kendi katımda" bir aşağı bir yukarı asabi asabi dolanmaktan kendimi alamıyorum. Ve bu, varoluşsal anlamda kendimi geliştirememekten kaynaklanıyor. Merter, modern psikolojiden postmodern bilinç katagorileri kuramcılarına ve tasavvuf literatürüne kadar oldukça zengin bir kaynakçaya dayanan eserinde, çok katlı ego/nefs modelini oraya koyuyor ve benötesi (transpersonal) psikolojisinin kendine özgü terapi teknikleri çerçevesinde "yükselmenin sırlarına" işaret ediyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
DOKUZ YÜZ KATLI İNSAN
24084.jpg

Yeni Çağın insanına ne gerekli?
NLP’ler, Uzakdoğu felsefeleri modern insanı cezbeden, sonuçsuz çabalar. Mustafa Merter yeni kitabında çare arıyor.

Psikiyatr Dr. Mustafa Merter tarafından kaleme alınan Dokuz Yüz Katlı İnsan’ı, Kaknüs Yayınları okuyucu ile buluşturdu. Tasavvuf ve Benötesi Psikolojisi alt başlığı ile yayınlanan kitabın ilk basımı üzerinden iki yıl geçmeden yedinci basımının yapıldığını görüyoruz. Bu, kitabın, Psikoloji alanında bariz bir boşluğu doldurduğunun bir başka göstergesi.

24085.jpg


Kitapta neler var?

Kitap, dokuz bölüm ile üç önemli makalenin de yer aldığı ekler kısmından oluşuyor.
Bilinçdışının Keşfinin Kısa Tarihçesi adını taşıyan birinci bölüm, Psikoloji’nin bu güne uzanan tarihi seyrini anlaşılır bir dille özetliyor. İnsan bilincinin keşfinde öne çıkan isimlerin görüşleri sırasıyla zikredilerek batılı psikolojinin gelişim seyrine dair bir çerçeve çiziliyor. Freud, Jung, James, Horney, Maslow gibi bilim adamları, insanı tanımak ve ona yardım etmek maksadıyla bilinç üzerinde keşifler yaptılar. İnsanın kadim huzursuzluğuna, kabına sığmaz hırçınlığına çareler aradılar. Ancak pozitivist ve materyalist bilim anlayışıyla hareket edildiği ve insan, özü itibariyle kötücül ve kaotik bir varlık kabul edildiği için gelinen nokta insanın derdine şifa sunmak yerine hastalığını çoğalttı.

Psikanaliz medeniyetinin girdapları
Freud’un temellerini attığı karanlık bilinçdışı sayesinde insan, bilincin bodrum katlarına hapsedildi. Üst bilinçdışının varlığından habersiz bilim adamları, insanı, nefs-i emmaresine mahkûm ederek gelişim seyrini elinden aldılar. Oysa insan yaradılışı gereği bir üst varoluş düzeyine geçmek ihtiyacındadır. Bulunduğu varoluş düzeyinde kalmak bile ona sıkıntı verirken en alt varoluş düzeyine inmek ruhunda ne tahribatlar açacaktır.
Bu psikanaliz medeniyetinin, “kendini gerçekleştirme”, “kendini tatmin etme”, “bireyselleşme” taktikleriyle egosu şişirilmiş insanın narsizm ve egoizmin zirvesinde, kendisine ve kâinata ne denli zarar verebileceğini artık biliyoruz.

İslam tasavvuf geleneği

İslam Tasavvuf Geleneği, insanı kendi karanlığından kurtarıp üst bilinçdışının aydınlık katmanlarına taşıma noktasında zengin birikime sahiptir. İnsanın gelişim seyrini disipline eden ve adına “ Seyr-i Sülük” denilen metodoloji sayesinde nefsin tekamülü sağlanır. İnsan alt bilinçdışının gölgelerinden ibaret değildir. Bu gölgelerle birlikte kendinde “kâmil insan” potansiyelini de taşır. Tasavvuf, insanın alt ve üst bütün varoluş katmanlarını göz önüne koyarak insana dair kuşatıcı bir idrak temin ederken; insana kendi kemaline doğru yolculuğu teklif eder.
Dokuz Yüz Katlı İnsan, insanın çok katmanlı ruh-nefs yapısını konu edinirken tasavvuf teknik ve yöntemleriyle modern psikolojiyi yan yana getirir. Gerekli yerlerde mukayese ederek, psikolojinin tıkandığı noktalarda tasavvufi uygulamaları teklif eder.

Tasavvufu göremeyen Uzakdoğu’ya gider
Din ve maneviyata sırtını dönerek var olan modern psikoloji, insana şifa sunmadığından, insan yeni arayışlara yöneldi. “Yeniçağ manevi arayışları” olarak isimlendirilen bu yöneliş uzak doğu ritüellerini gündeme getirdi. Yazar, bir başlık altında konuyu ele alırken bu arayışın insan için, çıkmaz sokak olduğunu vurguluyor. Yaşanan sahte geçici hallerin ruh sağlığını tehdit edici rolü, nefis şişmesi ve sahte ermiş alt kişiliklerin gün yüzüne çıkması bu ritüellerin tehlikeleri olarak sayılıyor.
Batılı bazı psikologlar, psikolojinin yüzünü artık, din ve maneviyata dönmesi gerektiğini söylüyor. Yazar, ülkemizde de bu yanlıştan dönülmesi gerektiğini vurgularken; bu toprakların en büyük zenginliği olan tasavvufun bir imkân olduğunu hatırlatıyor.

Hilal Söylemez
 
Üst