Müslümanın Sahabe hakkında duruşu nasıl olmalı?

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Ehl-i Sünnet nazarında Sahabe, muhabbet duyulması vacip olan, faziletleri gerek Kur’ân gerekse Sünnet tarafından sabit olmuş kimselerdir.
Sahabe’den bir teki hakkında bile sarf edilecek uygunsuz sözlerin zamanla Sahabe tabakası hakkında bir karalama kampanyasına dönüşeceğini ve bunun da başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere dinin diğer bütün sabitelerini sarsacağını görme basiretini gösterenler yine Ehl-i Sünnet âlimleri olmuştur.

Sahabe-i kiramın faziletleriyle ilgili ilk bilgileri doğrudan Kur’ân-ı Kerim vermektedir.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde, kimi zaman genel olarak Sahabe’den, kimi zaman Muhacir ve Ensar gruplarından veya yalnızca Muhacirlerden, kimi zaman da özel olarak bazı sahabilerden veya tek bir sahabiden bahsedilmiştir.
Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter. (Enfal 64)
Fakat Peygamber ve onunla berâber bulunan iman sâhipleri, mallarıyla, canlarıyla savaşmışlardır ve onlardır bütün hayırlara sâhip olanlar, onlardır kurtulup muratlarına erenler. Allah içlerinde derelerin, ırmakların aktığı ve sonsuza kadar yaşanacak, cennetler hazırlamıştır onlar için; işte en büyük kurtuluş da budur. (Tevbe 88,89)
(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur. (Tevbe 100)
Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. O iman edip salih âmeller işleyenlere, (ashaba), Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir. ( Fetih 29)
Yaralandıktan sonra yine Allah’ın ve Peygamber’in çağrısına koşanlar ve hele onlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok büyük bir mükâfat vardır. Ve Allah'ın lütfu ve nimeti ile savaştan bir zarara uğramadan döndüler, çünkü onlar, Allah'ın rızası için çabalıyorlardı ve Allah büyük lütuf sahibidir. (Ali İmran 172,174)
İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Enfâl: 74
And olsun ki, Allah, Peygambere ve o güçlük saatinde (Tebuk savaşında çekilen sıkıntı ve mahrumiyet günlerinde) ona uyan Muhacir’lerle Ensar’a lütfetti; öyle ki, içlerinden bir kısmının kalbleri az daha eğilecek gibi olmuş iken, sonra onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü, O, çok esirgeyicidir, çok merhametlidir. Tevbe: 117
Ve andolsun ki Allah, ağaç altında, seninle bîatleştikleri zaman, inananlardan râzı olmuştur da onlara sükûn ve huzur indirmiştir ve onlara pek yakın bir fethi mükâfât olarak da vermiştir. Fetih; 18
(Bilhassa bu ganimet), o fukara muhacirler içindir ki, (Mekke müşriklerinin tazyiki üzerine) yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Halleri şudur: Allah’dan (dünyada) bir rızık ve rıza isterler. Allah’a ve Peygamberine, (mal ve canları ile Allah’ın dinine) yardım ederler. İşte bunlar, sadık olanlardır, (imanlarında sadakat gösterenlerdir). Muhacirlerden önce, Medine’yi yurd ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edib gelenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar; kendilerinde ihtiyaç bile olsa, (onları) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından korunursa; işte bunlar (azabdan) kurtulanlardır. Haşr 8,9
Allah’a ve Rasûlüne gerçek iman edenler ve vatanlarından hicret edip Allah yolunda savaşanlar (var ya!) İşte onlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah pek çok mağfiret ve rahmet edicidir. Bakara 218
Nitekim Rableri onların dualarını kabul ederek cevap verdi; İster erkek, ister kadın olsun, benim yolumda çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım. Çünkü, hepiniz birbirinizin soyundan gelirsiniz. Allah'ın yasaklarını bırakıp, O'nun istediği gibi bir hayat yaşamak için hicret edenlere, eğer bulundukları yer zulüm ve kötülük yurdu haline gelmişse orayı terkedenlere, zorla yurtlarından çıkarılıp başka diyarlara sürülenlere, benim yolumda eziyet çekenlere ve bu yolda savaşıp öldürülenlere gelince: Onların kötülüklerini mutlaka sileceğim ve onları Allah'tan bir mükafat olarak, içinden ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Zira, mükafatların en güzeli Allah katında olandır. Âli Imrân: 195
Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları, hoşnud olacakları bir yere (cennete) elbette koyacaktır. Hacc 58,59

Ehl-i Sünnet âlimleri nazarında Sahabe’nin sahip olduğu kıymet ve hürmeti en güzel şekilde ifade edenlerden biri de İmam Şâfiî’dir. O, kadim er-Risale'sinde şunları söyler:
“Allah Teâlâ, Hz. Peygamberin (s.a.v.) ashabını hem Kur’ân’da, hem de Tevrat ve Incil’de övmüştür. Hz. Peygamber de (s.a.v.) kendilerinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak birtakım faziletleri onlar hakkında dile getirmiştir. (...) Allah Rasûlü’nün(s.a.v.) sünnetlerini bizlere ulaştıranlar onlardır. Allah Rasûlüne(s.a.v.) vahyin indiği süreçte Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanındaydılar. Bu sayede Hz. Peygamberin(s.a.v.) muradının genel mi yoksa özel mi, (umum-husus) bağlayıcı mı yoksa tavsiye niteliğinde mi (azm-irşad) olduğunu bilebilmişlerdir. Yine onlar, bizlerin vakıf olduğu ve olmadığı birçok nebevî sünneti de bilmekteydiler. Onlar yeni bir bilgi/hüküm istinbâtına imkân tanıyacak hususlarda, verâ, akıl, ictihad ve bütün (dinî) ilimlerde bizlerin fevkindedirler. Kanaatimiz şudur ki, onların (kişisel) görüşleri, bizlerin kişisel görüşlerinden tercihe daha şayandır.” (el-Beyhakî, Menâkibü’ş-Şâfıî, nşr. Seyyid Ahmed Sakr (Kahire, Mektebetü Dâri't-Türâs, trhs.) I, 442. )


Ehl-i Sünnet âlimleri, Sahabe’den bir teki hakkında bile sarf edilecek uygunsuz sözlerin, zamanla Sahabe tabakası hakkında bir karalama kampanyasına dönüşeceğini ve bunun da başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere dinin diğer bütün temel değerlerini sarsacağını görme basiretinde bulunmuşlardır. Nitekim mahfûziyeti Allah Teâlâ tarafından tekeffül edilen Kur’ân-ı Kerim ve İslam’ın ikinci kaynağı olan Sünnet-i Nebeviyye’nin sonraki nesillere, olduğu gibi aktarılması Sahabe’nin eliyle gerçekleşmiştir. Onların, kendilerine yüklenen bu mukaddes vazifeyi hakkıyla yerine getirmiş olmaları sayesindedir ki, İslam dini, Yahudilik ve Hıristiyanlığın başına gelen tahrif ve tebdilden korunmuştur. Bu açıdan Sahabe-i kiramın, kendilerinden sonra gelen bu ümmetin tüm fertleri üzerinde minnetleri, bu ümmetin de onlara karşı büyük bir vefa borcu vardır.


Hamele-i din ve Kur’ân olan Sahabe’nin iman ve adaletlerinden şüphe duyan zihniyet, kuşkusuz bunun bir adım sonrasında Kur’ân-ı Kerim’in güvenilirliğini tartışma konusu yapacaktır. Bu durum yalnızca bir varsayım ve tahminden ibaret değildir. Sahabe tabakasına ilişkin olumsuz görüşleri malum olan Şia mezhebinin önde gelen otoriteleri, Kur’ân-ı Kerim’in birçok ilave ve çıkartmalara maruz kaldığını, Allah’ın kitabının tıpkı önceki İlahî kitaplar gibi tahrif ve tebdile uğradığını söyleme cüretini göstermişlerdir.( Bkz. Abdülkadir b. Muhammed Muhammed Atâ Sûfî, Mevkıfü’ş-Şîa el-lsnâ Aşeriyye min Sahabeti Rasûlillâh, (Riyad, Advâü’s-Selef, 1426/2006) I, 345-383.)




Mü’minin, bir başkası hakkında dilini kötü söz söylemekten muhafaza etmesi onun iffetinin ve güzel ahlakının bir gereğidir. Bunun aksine, kötü sözlerin mü’minin ağzından alenen sadır olması Allah Teâlâ’nın sevmediği hususlardandır:
“Allah kötü sözün alenen söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka... Allah her şeyi işitici ve bilicidir.” (Nisa, 148) Ayrıca gıybet ve sû-i zann Kur’ân’da yerilmiş ve yasaklanmış hususlardandır. (Hucurât, 12)


Bir Müslüman hakkında -haksız yere- kötü söz söylemek (sebb/sövgü) ümmetin icmâı ile haramdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Müslüman bir kimseye sövmek/hakkında kötü konuşmak fasıklıktır...”( Buhari, İman, 35; Müslim, İman, 28.)


Bütün bunlar, genel olarak bir Müslüman hakkında yapılan sövgü ve ta’nla ilgili hususlardır. Sövgü ve ta’nın hedefi Sahabe olduğunda ise durum daha da vahim bir hal almıştır.


"Sahabe"nin kim olduğunun tayini hususunda ise usulcülerle muhaddisler arasında ihtilaf vardır. Usulcülerin tarifine göre sahabe, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) meclisinde uzun süre bulunan ve onunla birlikteliği, aralarında arkadaşlık oluşturacak kadar süren kişidir.

Muhaddislerin tarifi ise usulcülerinkinden daha kapsamlıdır. Onlara göre sahabe, Müslüman olarak Hz. Peygamber efendimizle bir arada bulunan ve bu hal üzere vefat eden kişidir.

Nitekim Hz. Peygamber(s.a.v.) efendimizin bazı hadislerinde de, kendisini görme şerefine nail olmuş kimselerin böyle olmayan kimselere nazaran daha üstün ve faziletli bir konumda oldukları vurgulanmıştır:"Ne mutlu beni görene..."( Müsned-i Ahmed, No: 11673, XVIII, 211)
"Bir zaman gelir ki, insanlardan bir grup cihada çıkar ve onlara denilir ki: Aranızda Rasûlullah’ı (s.a.v.) gören var mı? Derler ki: Evet! Bunun üzerine onlara fetih müyesser olur..."( Müslim, Fazâilü’s-Sahâbe, 52.)

Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Âişe ve Hz. Muâviye (Allah hepsinden razı olsun), hangi tarif esas alınırsa alınsın, Sahabe dairesinden çıkmayacak zatlardır.

Sahabe-i kiram hakkında medh-u senâda bulunmak, onlara rahmet ve mağfiret dilemek, onlara hürmet gösterip muhabbet beslemek vaciptir.( el-Kurtubî, el-Câmı’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, nşr. H. Semir el-Buhârî (Riyad, Dâru Âlemi’l-Kütüb, trhs.) XVIII, 32; İbni Âbidîn, Tenbîhü'l-l Vülât vel-Hukkâm (Resâilu İbni Âbidîn içinde) I, 357.)

İbni Teymiye (728/1327) ilim ve fıkıh ehlinin bu hususta ittifak halinde olduğunu söyler.( İbni Teymiye, es-Sârimü’l-Meslûl, III, 1085)


Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: "Bunların (Muhacir ve Ensar’ın) ardından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin" (Haşr, 10)


İmam Tahavî (321/933) bir Ehl-i Sünnet manifestosu niteliğindeki akide risalesinde, Sahabeye muhabbet duymayı Ehl-i Sünnet itikadının ilkesi olarak kabul eder.( Ebu Cafer et-Tahâvî, el-’Akîdetü’t-Tahâviyye, (Beyrut, Dâru İbni Hazm, 1416/1995) s. 29.)


İlim ehli arasında ittifak konusu olan bir diğer husus da Sahabe hakkında uygunsuz konuşmanın (sebb, ta’n) dinen yasak olduğu ve bu hususun büyük günahlardan sayıldığıdır.( Bkz. ibni Hacer el-Heytemi, es-Savaiku’l-Muhrika fi’r-Reddi ‘ala Ehli’l- tfevá ve’z-Zendeka, (İstanbul, Hakikat Kitabevi, 1424/2003) s. 291; ez- Zevâcir, II, 247; İbni Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri Bişerhi Sahîhi’l-Buhârî,)


İmam Ahmed b. Hanbel (241/855), içeriğini, kendisinin yetiştiği ilim ehlinin ortak görüşü olarak nitelediği, talebesi el-İstahrî’nin kendisinden rivayet ettiği akide risalesinde şöyle der:
“Hiç kimsenin sahabeyi kötü bir şekilde anması, onları tenkis etmek ve ayıplamak suretiyle ta’n etmesi caiz değildir.”( İbni Ebi Ya’lâ, Tabakâtü’l-Hanâbile, I, 64.)


Ebu Said el-Hudrî (r.a.): Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle dedi: “Ashâbıma dil uzatmayınız! (sebb) Nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin (infak ettiği) bir müdd ölçeğe ve hatta (bir müdd’ün) yarısına bile ulaşamaz."( Buhari, Fazâilü’s-Sahâbe, 5; Müslim, Fazâilü’s-Sahâbe, 54.)


Abdullah b. Muğaffel (r.a.): Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle dedi: “Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları hedef haline getirmeyin. Kim onları sevmişse bana olan sevgisi sebebiyle sevmiştir. Kim de onlara buğz etmişse bana olan buğzu sebebiyle buğz etmiştir. Kim onlara eziyet etmişse bana eziyet etmiştir. Bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş demektir. Kim ki Allah’a eziyet etmişse Allah’ın onu alıvermesi yakındır.”( Tirmizi,Menâkıb, 59; Müsned-i Ahmed, No: 20578; İbni Hibban, No: 7256. (Ibni Belbân, el-İhsân fî Takribi Sahîh-i Ibni Hibbân, XVI, 244.)


Abdullah b. Mesud (r.a.): Hz. Peygamber efendimiz (S.a.v.) şöyte buyurmuştur: “Ashabım söz konusu olduğunda dilinizi tutun..."( Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, X, 243-244, No: 10448.)

Hz. Âişe (r.anha): Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ashabıma dil uzatmayınız! (Sebb) Ashabıma dil uzatana Allah lanet etsin. "( Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, V, 94, No: 4771)


İbni Abbas (r.a.): “Muhammed’in (s.a.v.) ashabına sövmeyin! Andolsun ki onların -Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanındaki- bir anlık bulunuşu, sizin kırk senelik amelinizden daha hayırlıdır.”( Ahmed b. Hanbel, FazâHü’s-Sahâbe. nşr. Vasiyyullah b. Muhammed Abbas (Mekke, Câmiatü Ümmi’l-Kurâ, 1403/1983) No: 20,1, 60.)


Fakihler, Sahabe hakkında uygunsuz konuşma (sebb-i sahabe) meselesiyle ilgili olarak pek çok fer’î hüküm zikretmektedirler. Biz bu fer’î hükümleri, “ittifak bulunan durumlar” ve “ihtilaflı durumlar” şeklinde iki ana başlık altında toplayarak inceleyeceğiz.
İttifak Bulunan Durumlar:

1.Hz. Âişe’nin iffetine taarruzda bulunarak iftira etmenin küfür olduğu:

Beni Mustalık gazvesi dönüşünde Hz. Âişe’nin İftiraya uğraması üzerine kendisini temize çıkaran Kur’ân ayetleri (Nur, 11-26) nazil olmuştur. Dolayısıyla Hz. Âişe’nin iffeti meselesi, diğer ümmehât-ı müminin ve sair sahabenin hürmetinden farklı bir boyut kazanmış ve bu husus Kur’ân-ı Kerim’le sabit kat’î bir hüküm haline gelmiştir. Bu açıdan, ilgili Kur’ân ayetlerinin nüzulünden sonra Hz. Âişe’nin iffetine iftirada bulunan kişi, Kur’ân-ı Kerim’i tekzib etmiş olacağından kâfir olur.
Nitekim birçok âlim, bu hususta icmâ bulunduğunu nakletmiştir.( Takiyüddin es-Sübki, es- Seyfü'l-Meslûl ‘âlâ men Sebbe’r-Rasûl, nşr. lyad Ahmed el-Avc (Amman, Dârul-Feth, 1421/2000) s. 417-418. en-Nevevi, Şertıu Müslim, XVII, 117. İbni Kesir, Tefsîrül-Kur’âniI-Azîm, nşr. M. es-Seyyid Muhammed v.dğr., (Kahire, Müessesetü Kurtuba, 1421/2000) X, 198.)


2. Hz. Ebu Bekir’in sahabi olduğunu İnkâr etmenin küfür olduğu:

Ehl-i Sünnet âlimleri, Kur’ân (Tevbe, 40) nassını inkârı gerektirdiğinden, Hz. Ebu Bekir’in sahabi oluşunu inkârın küfür olduğunu söylemişlerdir.( Muhyi’s-Sünne el-Bağavî, MeâlimüY-Tenzîl, nşr. M. Abdullah en- Nemir v.dğr., (Riyad. Dâm Taybe,1411/1990) IV, 49. Fahruddin er-Râzi, MefâtîhuT-Gayb, (Beyrut, Dâru’l-Rkr, 1401/1981) XVI, 67. Ebu Hayyân, el-Bahnj 1-Muhît, nşr. A. Ahmed Abdülmevcud v.dğr., (Beyrut, Dâru’I- Kutüb ef-İimiyye, 1413/1993) V, 45. el-Âlûsî, Rûhul-Maanî fi TefsîriT- Kurâni'l-Azîm ve s-Seb'i'l-Mesânî, (Beyrut İdâratu’t-Tıbâati’I-Munîriyye & Dâru Ihyâi’t-TürâsTI-lslâmî, trhs.) XXII, 20. İbni Âbkiîn, Tenbîhü’l- Vûlât, I, 360; el-Haskefi, ed-Düırü l-Muhtâf, II, 301. Şemsüddin ed- Düsukî, Hâşiyetû ’d-Düsûkî fale *ş-Şerhfl-Kebîrt (Yrsz, Dâru İhyâö'l- Kutöb el-Arabiyye, trhs.) IV, 303. Şemsüddin er-Remlî, Nihâyetü’l- Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc, (Beyrut, Dâru Ihyâüt-Türâsi’l-Arabî & Müessesetü't-Târîhi’l-Arabî, 1414/1993) VII, 416. el-Mevsûatü’l- Fikhiyye el-Kuveytiyye, XXVI, 315. (Burada, konuyla ilgili fukahanın ittifak halinde olduğu nakledilmiştir.) Aynca Mutezile den el-Câhız da, Ehl- i Sünnet ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Bkz. el-Osmâniyye, nşr. Abdüsselam Muhammed Harun (Beyrut, Dâru’l-CÎI, 1411/1991) s. 44.)


3. Sahabe’den herhangi biri hakkında kötü söz sarf eden (sebb) kimsenin en azından fâsık olduğu:
es-Sübkî ve Aliyyü’l-Kârî, Sahabe hakkında kötü söz sarf eden kimselerin kâfir olmadığına kail olan alimlerin, bu kişilerin en azından fâsık olduğu hususunda icmâ ettiğini nakleder.( Takiyüddin es-Sübki, Fetâva’s-Sübkî, (Beyrut, Dâru’l-Marife, trhs.) II, 580; Aliyyü’l-Kârî, Şemmü’l-’Avâriz fî Zemmi’r-Revâfız, -Resâilü Aliyyi’l-Kârî içinde- v. 166b [Yz. D. İbrahim, No: 298/25].)

Ayrıca es-Sübkî -bir ittifak ve icmâ nakletmeksizin- sahabe olması açısından bir sahabeye söven kişinin kâfir olacağı hususunda bir şüphe olmadığını söylemiştir.
Es-Sübkî, sahabelik mertebesini hafife almaktan kaynaklanan bu durumu, dolaylı olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hürmetine ilişmek olarak değerlendirmiştir.( es-Sübkî, el-Fetâvâ, II, 575.)


İhtilaflı Olan Durumlar


1.Sahabe tabakasının tamamını veya genelini kâfir yahut fâsık kabul etmenin küfür olduğu:

Kurtubî, Sahabe’nin küfür yahut dalalet üzere olduğunu söyleyen kişinin kâfir olduğu konusunda ihtilaf olmadığını belirtmiştir.( Ebu’l-Abbas el-Kurtubi, el-Müfhim limâ Eşkele min Telhisi Kitâbi Müslim, nşr. Muhyiddin Dîb Mustû v.dğr., (Beyrut, Dâru ibni Kesir & Dâr el-Kelimu’t-Tayyib, 1417/1996) VI, 493.)


İmam es-Serahsî’nin “onları (ashabı) ta’n eden mülhit olup İslam’dan çıkmıştır”( Şemsü’l-Eimme es-Serahsi, Usûlü’s-Serahsî, nşr. Ebu’l-Vefâ el- Afgânî (Haydarâbâd, Ihyâü’l-Maârif en-Nu’mâniyye, trhs.) II, 134.) sözü ile İmam Tahavî’nin “onlara buğz etmek, küfür, nifak ve tuğyandır”( Ebu Cafer et-Tahâvî, el-’Akîdetü’t-Tahâviyye, (Beyrut, Dâru İbni Hazm, 1416/1995) s. 29.) sözlerinin, Sahabe tabakasının tamamıyla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Önemine binaen bu görüşü savunanların delillerini zikredelim:


-Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde Sahabe övülmüş ve Allah’ın kendilerinden razı olduğu ifade edilmiştir. Allah Teâlâ’nın rızası ise onun kadim sıfatıdır.
Allah ancak rızasının gereklerini yerine getireceğini bildiği kişilerden razı olur ve bir daha asla o kişiye karşı hoşnutsuzluğu diye bir şey söz konusu olmaz.
Hal böyleyken, Sahabe’nin tamamı yahut geneli hakkında kâfir ya da fâsık nitelemesinde bulunmak bu nassları inkâr etmek demektir.( İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât)


-Sahabe-i kiram, “Siz en hayırlı ümmetsiniz”(Âli Imrân, 110) ayetinin ilk muhataplarıdır. Sahabe’nin tamamının ya da genelinin kâfir ya da fâsık olduğunu söylemek onların en şerli ümmet olduklarını söylemek demektir. Bu görüşe sahip bir kimsenin küfre düştüğü ise dinde zorunlu olarak bilinen hususlardandır.( İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât)


-Aslında bu düşünce fer’î hükümlerden önce, hem Kur’ân-ı Kerim’in hem de Sünnet-i Nebeviyye’nin güvenilirliğini tartışma konusu haline getirir. Sahabe’nin genelinin kâfir ya da fâsık olduğunu kabul etmek, Kur’ân-ı Kerim’in naklini ilk tabakada tevatür derecesinden düşürür ve hücciyetini ıskata yol açar.


Ancak İbni Âbidîn, Sahabe ile ilgili sebb, itham gibi hususlar -onların geneli hakkında bile olsa- eğer bir tevile/ictihad şüphesine istinat ediyorsa, bunun tekfiri gerektirmeyeceğini söyler.( İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, I, 360.) Onun bu husustaki dayanağı, Haricilerdir. Nitekim onlar, Sahabe hakkındaki bütün itham ve ta’nlarına rağmen fukahâ ve muhaddislerin cumhuru tarafından -fasit de olsa bir tevile istinat ettikleri gerekçesiyle- tekfir edilmeyip bâğî hükmünde kabul edilmişlerdir.( İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât I, 361.)

Bununla birlikte İbni Âbidîn, sarih Kur’ân ayetlerini ve Nebevî hadisleri tekzib anlamına geldiği gerekçesiyle, Sahabe’nin tamamını tekfir edenlerin küfrüne kail olmuştur.


Buna göre Sahabe’nin tamamı hakkında böyle bir nitelemede bulunmanın küfür olduğu hususunun ittifakla sabit bir mesele olduğunu da söyleyebiliriz.



2.Hz. Âişe(r.anha) dışındaki diğer ümmehât-ı mümininin iffetine taarruzda bulunarak iftira atmak:
Bu hususta âlimlerin iki farklı görüş benimsediğini görüyoruz:
a.Böyle bir kimsenin tıpkı Hz. Âişe’ye (r.anha) iftira atan kimse gibi kâfir olacağına kail olanlar;
Bunların başında Kâdı İyâd , İbni Hazm , ve İbni Kesir gelmektedir.( Kadı İyaz, eş-Şifa bi Ta’rifı Hukûki’l-Mustafâ, (Beyrut, Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, trhs.) II, 311. İbni Hazm, el-Muhallâ, nşr. A. M. Şakir (Mısır, İdâratü't-Tıbâati’l-Müniriyye, 1347/1928) XI, İbni Kesir, Tefsîru'l-Kur’âni’l-Azîm, X, 198.)

İbn Kesir bu hususta Nur, 23 ayetinin hem Hz. Âişe hem de diğer ümmehat-ı müminin hakkında nazil olduğunu söyleyen İbni Abbâs’ın sözüne(İbni Cerir et-Taberi, Câmi’u’l-Beyân, XVIII, 228.) ve bu durumun, (küfür olduğunda şüphe olmayan) “Hz. Peygamber efendimizi (s.a.v.) lekelemekle aynı olduğu düşüncesine istinad eder.( İbni Kesir, Tefsîru'l-Kur’âni’l-Azîm)

b.Böyle bir kimsenin kâfir olmayacağını söyleyenler;
Bu görüş bazı Hanefi mezhebi kitaplarında zikredilen(Şeyh Nizam, el-Fetâvâ el-Hindiyye, (Beyrut, Dâru Sâdır, 1411, 1991) II, 264.) ve İbni Âbidîn tarafından da tercih edilen görüştür. İbni Âbidîn bu görüşü tercih ederken, “ilgili ayetin nüzulünden önce Hz. Âişe’ye(r.anha) iftira edenlerin küfrüne kail olunmaması” gibi güçlü bir delille ihticac eder.( İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, l, 361.)



3.Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhuma) hakkında kötü söz sarf etmek (sebb):
Birçok Hanefî fıkıh kitabında geçtiğine göre, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’e kötü söz sarf eden (ve İbni Âbidîn’in getirdiği ilk kayda göre “bunu helal sayan”) kişi kâfir olur.( İbni Nüceym, el-Bahru’r-Râik, (el-Hulâsa ve el-Bezzâziyye’den naklen) nşr. Zekeriya Amîrât (Beyrut, Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, 1418/1997) V, 212; el-Eşbâh ve’n-Nazâir, (Gamzü Uyuni’l-Basâir ile birlikte, Beyrut, Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, 1405/1985) II, 191. Şeyh Nizam, el-Fetâvâ el- Hindiyye, II, 264. el-Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, VI, 376.)


Bu görüş aynı zamanda Şâfiî mezhebinde zayıf addedilen bir vecihtir. Takiyüddin es-Sübkî’nin şahsi tercihi de böyle bir kimsenin kâfir olacağı yönündedir.( es-Sübki, Fetâvâ es-Sübkî, II, 569.)

Fukahanın cumhuru ise Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’den birine kötü söz sarf etmenin (sebb) küfür olmadığı görüşündedir.( el-Mevsûatü’l-Fıkhiyye el-Kuveytiyye, XIII, 232.)


İbni Âbidîn, Hanefî mezhebindeki tekfir görüşünün mutlak haliyle zayıf bir görüş olduğunu, kesinlikle bununla fetva verilmemesi gerektiğini söyler(İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, I, 366.) ve meseleye ikinci bir kayıt getirir: Ona göre helal kabul ederek bu iki halifeye kötü söz sarf eden kişi bunu -fasit bile olsa- bir tevile dayandırmıyorsa o vakit kâfir olur. Yok, eğer Haricilerin (ve Rafizilerin -A.Y-) Sahabeyi itham (ve hatta tekfir - A.Y-) ederken yaptığı gibi bunu bir tevile binaen yapıyorsa o vakit -dalalet ve bid’ate nispet edilse de- kâfir olmaz. Zira meşhur olan görüşe göre, bid’at görüşlerini bir tevile dayandırdıkları için bid’at ehli tekfir edilemez. Ayrıca bu hüküm (yukarıda ittifakla küfür kabul edildiği belirtilen durumlar dışında -A.Y.-) Sahabe-i kiramın tamamı için geçerlidir.( İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, I, 360.)



4.Sahabe’den herhangi biri hakkında uygunsuz konuşmak (sebb):
Bir grup Küfe fakihi, Sahabeye kötü söz sarf edenin katline ve Rafizilerin küfrüne kail olmuştur. Bunlara örnek olarak Muhammed b. Yusuf el- Firyâbî (212/827), Ahmed b. Yûnus (227/841), Ebu Bekir b. Hânî (261/874), Abdullah b. İdris (192/807) ve el-Hasan b. el-Hasan’ı (99/717) zikredilebilir.( es-Sârimü’l-Meslûl, III, 1061-3.)

Şâfiî mezhebinde mutemet olan görüş ise böyle bir kimsenin kâfir olmayacağı yönündedir.( el-Kalyûbî, Haşiye ‘alâ Şerhi Minhâci’t-Tâlibîn, (Mısır, Mustafa el-Bâbî el-Halebî, 1375/1956) IV, 175. el-Heytemî, el-İ’lâm bi Kavâti’il-lslâm, -el-Câmi’ fî Elfâzi’l-Küfr içinde- s. 207.)


Kâdı İyâd’ın ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Sahabe’den biri hakkında kötü söz sarf eden kişi Malikî mezhebinin meşhur olan görüşüne göre kâfir olmaz. O, konuyla ilgili İmam Malik’ten gelen farklı rivayetlere de yer vermektedir. Örneğin İmam Malik’ten gelen bir rivayette Sahabe’den birini dalalet ve küfür ile itham eden kişi ölüm cezasına çarptırılır. Eğer bunun dışında normal insanların birbirine söylediği kabilden bir şeyler söylemişse ağır bir şekilde cezalandırılır.Müdevvene râvisi Sahnûn’un “Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ashabından birini tekfir eden kişi dayak cezasına çarptırılır” demesinden anlıyoruz ki, o böyle bir kimseyi tekfir etmemektedir. Kendisinden gelen bir başka rivayette ise o, yalnızca dört halifeyi dalalet ve küfürle itham eden kişinin ölüm cezasına çarptırılacağını söylemiştir.( Kâdı lyaz, eş-Şifâ, il, 309.)



Hanefî mezhebinin meşhur kitaplarından e/- İhtiyar’da, Sahabe’den biri hakkında kötü söz sarf etmenin ve ona buğz etmenin dalalet olduğu; ancak küfür olmadığı tasrih edilmiştir. Nitekim Hz. Ali de kendisine söven bir kişiyi tekfir etmemiş hatta öldürmemiştir.( el-Mevsılî, el-lhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, (yrs. Dâru’l-Fikri’l-Arabî, trhs.) IV, 151.)


İbni Semâa’nın Nevâdiru Ebî Yûsuf'ta İmam Ebu Yusuf’tan naklettiği görüşün, el-ihtiyar'daki hükmü desteklediğini düşünüyoruz: “Hz. Peygamber’in ashabı hakkında ileri geri konuşan (şetm) kişinin şahitliğini kabul etmem; zira böyle bir kimse mecnun ve sefihtir.”( en-Nâtifî, el-Ecnâs, (Doktora Tezi, -Tahkik ve Tahlil- M. Ali Orhan, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996) s. 324.)

Nitekim İmam Ebu Yusuf, hükmünü gerekçelendirirken bunun küfür olduğunu söylememiştir. Tenbîhü’l-Vülât'taki ifadelerinden İbni Âbidîn’in de bu görüşe katıldığı anlaşılmaktadır.( ibni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, I, 360.)


Hanefî fakihlerinden Molla Aliyyü’l-Kârî de, Sahabe’den biri hakkında kötü söz sarf eden kişinin (sebb) fasık ve bid’atçi olduğunda icma olduğunu söylemiştir. Ancak, kişi böyle davranmanın mubah yahut üzerine sevap terettüp edecek mendub bir iş olduğuna inanıyorsa... icma ile kâfir olur.( Aliyyü'l-Kârî, Şemmü’l-’Avâriz fî Zemmi’r-Revâfız, -Resâilü Aliyyi’l-Kârî içinde- v. 166b [Vz. D. İbrahim, No: 298/25])


Her ne kadar Ibni Âbidîn, Aliyyü’l-Kârî’nin bu sözlerini naklederken(İbni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, I, 367.) herhangi bir kayıtla takyit etmemiş olsa da, geride yaptığı açıklamalardan onun “eğer bir tevil ve delil şüphesine dayandırmıyorsa” kaydını bu son meselede de geçerli kabul ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre kişi bir tevile/delil şüphesine binaen bu davranışının mubah yahut üzerine sevap terettüp edecek mendub bir iş olduğuna inansa bile kâfir olmaz.( Bkz. ibni Âbidîn, Tenbîhü’l-Vülât, I, 360, 367.)

Hz. Muâviye hakkında konuşmak:
Son olarak, hakkında uygunsuz konuşulan sahabilerin başında gelen Hz. Muâviye’den söz açmak istiyoruz.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin Hz. Muâviye hakkındaki görüşleri, müstakil ve daha geniş bir incelemeyi gerektirmektedir. Biz burada, yalnızca konumuzla ilgili iki hususa işaretle iktifa edeceğiz.
Bunlardan ilki Hz. Muâviye’ye “bâğî” isminin ıtlak edilebilirliği meselesidir.Fıkıh ıstılahında bâğî: “Hak üzere olan bir veliyyü’l-emr'e yahut onun naib'ine karşı bir tevile (kendisince doğru görülen bir delile) istinaden isyan ederek itaat dairesinden çıkan, bununla birlikte Müslümanların katlini, mallarının müsaderesini, zürriyetlerinin esir edilmesini helal görmeyen kuvvet sahibi Müslüman’dır.” Çoğulu “Bugât”tır.( Bkz. Ömer Nasûhî Bilmen, Hukûk-I Islâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, (İstanbul, Bilmen Yayınevi) III, 33.)


Hz. Muâviye’nin (ve tâbilerinin) Hz. Ali karşısındaki konumunda "bâğî” olduğu hususu, birçok fakih ve Ehl-i Sünnet âlim tarafından dile getirilmiştir.( el-Kuraşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye, (İmam Muhammed b. el-Hasen eş- Şeybânî’den naklen) nşr. A. Muhammed el-Hulv (Mısır, Hicr, 1413/1993) No: 1209, III, 70. İbni Fûrek, Makâlati’ş-Şeyh Ebil-Hasen el-Eş’ârî, s. 195. el-Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, nşr. M. Sadık Kamhâvî (Beyrut, Ihyâü’t-Türâsi’l-Arabî, 1412/1996) V, 280. Abdülkahir el-Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, Ahmed Şemsüddin (Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-llmiyye, 1423/2002) 315. el-Beyhakî, el-ltikâd ve’l-Hidâye ilâ Sebîli’r-Reşâd, nşr. Abdürrezzak el-Afîfî ve dğr. (Riyad, Dârü’l-Fazîle, 1420/1999)s.531. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-lrşâd ilâ Kavâtii’l-Edille fi Usûlfl-ltikâd, nşr. M. Yusuf Musa ve A. Abdülmünim Abdülhamid (Mısır, Mektebetü’l- Hancî, 1369/1950) s. 433. et-Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, nşr. Abdurrahman Amîra, (Beyrut, Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1419/1998) V, 308. el- Alâî, Münîfü’r-Rütbe Limen Sebete Lehû Şerîfü’s-Suhbe, nşr. M. Süleyman el-Eşkar (Beyrut & Uman, Müessesetü’r-Risâle & Dârü’l- Beşîr, 1412/1991) s. 103. el-Heytemî, Tathîru’l-Cinâni ve’l-Lisân, (es- Savâiku’l-Muhrika ile birlikte) s. 406,409,411,416. Ibni Hümam, Fethu’l- Kadîr, nşr. A. Gâlib el-Mehdî, (Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-llmiyye, 1424/2003) VII, 245. Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, nşr. Cemâl Aytânî, (Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-llmiyye, 1422/2001) X, 31. el-Münâvî, (Kâdı Beyzâvi’den naklen) Feyzu’l-Kadîr (Beyrut, Dârü’l-Marife, 1391/1972) No: 9640, VI, 365. Ebü’l-Yüsr el-Bezdevî, Usûlü’d-Dîn, nşr. Hans Peter Lins (Kahire, Dârü Ihyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1383/1963) s. 198.Ebü’l-Mu’în en-Nesefî, bazı Ehl-i Sünnet kelamcılarının Hz. Muâviye’ye bâğî denmesini caiz görmediklerini nakletmiştir. Tebsiratü’l-Edille, (Dımaşk, 1413/1993) II, 504.)


Hatta Abdülkahir el-Bağdâdî “el-İmâme” adlı eserinde, başta İmam Malik, İmam Şâfiî, İmam Ebu Hanife, İmam Evzâî olmak üzere, Hicaz ve Iraklı ehl-i rey ve ehl-i hadis fakihleri ile kelamcıların kahir ekseriyetinin, Hz. Ali’ye karşı savaşanların bâğî olduğu hususunda görüş birliği içerisinde olduklarını nakletmiştir.( Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin “el-İmâme” adlı eserinden naklen bkz. İbni Dihye el-Kelbî, A’lâmü’n-Nasri’l-Mübîn fî’l-Mufâdele beyne Ehley Sıffîn, nşr. Muhammed Emahzûn (Beyrut, Dârü’l-Garbi'l-İslâmî, 1418/1998) s. 83-85.)


Nitekim Hz. Peygamber efendimiz, Ammar b. Yasir’e, “Seni bâğî fırka öldürecektir”( Buhâri, Cihat, 17. Müslim, Fiten, 18.) demek suretiyle buna işaret etmiştir. Malum olduğu üzere Hz. Ammar, Sıffîn günü Hz. Ali saflarında yer almış ve Hz. Muâviye’nin ordusu tarafından öldürülmüştür.


1. Mütekaddim(önceki) Ehl-i Sünnet âlimleri fitne olaylarında Hz. Ali yi haklı görmekle birlikte(77) Hz. Muâviye ile ilgili olumsuz herhangi bir düşünce arz etmekten sakınmışlardır.
Onlar genelde müşkil meselelerde selefin takındığı tavra uygun olarak Hz. Muâviye’nin bu fiili üzerine terettüp edecek uhrevi neticenin ne olduğu hususunda sükût etmeyi tercih etmişlerdir.(78) Bu görüş sahiplerine örnek olarak Ömer b. Abdülaziz’i(79), İmam Ebu Hanife’yi(80), İmam Şâfiî’yi(81) ve Ahmed b. Hanbel’i(82) verebiliriz.(83) Müteahhir âlimlerden el-Beyhakî ile el-Aynî’nin de bu görüşü tercih ettiklerini görüyoruz.(84)

77-örneğin, Muhammed b. Şücâ’ es-Selci'nin ashabından Ebu Bekir b. Yakub et-Taberî, Ihtilâfü’l-Fukaha isimli eserinde İmam Ebu Hanife’den şöyle nakletmiştir: “Hz. Ali mücadelesinde haklı, onunla savaşanlar ise hatalıydı.” Bkz. en-Nâtifî, el-Ecnâs, s. 325. Benzer bir rivayet, el-Muvaffak el-Mekkî ile el-Kerderî’nin Menâkiblerinde de yer almaktadır. Bkz. el-Mekkî, Menâkibü Ebî Hanife, (Beyrut, Dâru’l* Kitâbi’l-Arabî, 1401/1981) s. 342. el-Kerderî, Menâkibü Ebî Hanife, (Beyrut, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1401/1981) s. 344.

78-Muhyi’s-Sünne el-Beğavî, Şerhu’s-Sünne, nşr Şuayb. el-Arnavut (Beyrut, el-Mektebül-islâmî, 1403/1983) XIV, 137.

79-İbnü’l-Cevzî, Sîretü Ömer b. Abdulaziz, nşr. Muhibbüddin et-Hatîb. (Mısır, Mektebetü’l-Menâr, trhs.) s. 165. Ebu Süleyman el-Hattâbi eI-Uzle, nşr. Y. Muhammed es-Sevvâs (Beyrut, Dâru Ibn-i Kesit 1410/1990) s. 136.

80-el-Kerderî, Menâkıbü Ebî Hanîfe, s. 347. İmam Ebu Hanîfe Cemel vakasında Hz. Ali’nin karşısında yer alan Hz. Âişe, Hz. Taiha ve Hz. Zübeyr (r.anhüm) ile ilgili de aynı tavrı sergilemiştir. Bkz. en- Nâtifî, el-Ecnâs, s. 325. Beyâzîzâde, el-Usûlü’l-Münîfe li’l-lmâm Ebî Hanîfe, nşr. İlyas Çelebi (İstanbul, Ifav, 1420/200) s. 146.

81-el-Beyhakî, Menâkibü'ş-Şâfiî, I, 449. Ömer b. Abdülaziz'den Sıffîn savaşıyla ilgili meşhur yorumunu rivayet etmesi ve bunun aleyhine bir şey söylememesinden, İmam Şâfiî’nin de aynı görüşte olduğu sonucunu çıkarıyoruz.

82-İbnü’l-Cevzî, Menâkibü’l-lmam Ahmed b. Hanbel, nşr. Abdullah b Abdülmuhsin et-Türkî (Kahire, Hicr, trhsz.) s. 221. ibn ebi Şeybe’nin Müsned’inden naklen-nşr.M Reşad Saim (Yers., 1406/1986) IV, 414.

83-Hanefî fakihlerinden Muhammed b. Şücâ’ es-Selcîde buna yakın bir tavır sergilemiştir. Bkz. en-Nâtifî, el-Ecnas, s. 325.


84-el-Beyhakî, Menâkibü’ş-Şâfiî, I, 449; el-Aynî, Umdetü'l-Kâri, nşr.A. M. Muhammed Ömer (Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-llmiyye, 1421/2001) XVI, 195. Ayrıca el-Aynî, olayın ictihâdî bir mesele olarak görülmesine ve Hz. Muâviye'nin içtihadında hatalı olduğu için bir ecir sahibi olacağı görüşüne açıkça karşı çıkar. Bkz. el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, XXIV, 286.






2.Müteahhir Ehl-i Sünnet âlimleri ise -mütekaddim âlimlerinin de tasrih ettiği gibi- Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında cereyan eden savaşta Hz. Ali’yi haklı, Hz. Muâviye’yi haksız görmektedirler. Ancak onlar bu noktadan sonra, mütekaddim âlimlerin tersine görüşlerini netleştirmişler ve meseleyi ictihad teorisiyle tafsile dökmüşlerdir.

Buna göre, Hz. Muâviye’nin hurucu, kendisinden sadır olmuş hatalı bir ictihaddır “İçtihadında hata edene bir sevap terettüp etmesi’ kaidesine binaen kendisi bu hususta me’curdur.



Nitekim iki çeşit bâğî vardır: Bir tevile/ictihada istinad eden ve etmeyen. Birinci kısma girenlere verilen “bâğî” ismi, fısk bir yana günahı (zenb) bile gerektirmez. Bu yüzden birçok Ehl-i Sünnet âlimi, “bâğî” ismini Hz. Muâviye’ye ıtlak etmekte bir sakınca görmemişlerdir. Zaten Hz. Ali’nin bizzat kendisi de muhariplerini bâğî olarak tanımlamıştır.( İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, XXI, 368, No: 38918.)



Meseleyi ictihad zemininde ele alarak tafsil edenler arasında başta İmam Eş’ârî olmak üzere(89) Gazâlî(90), Ebu bekr İbnü’l-Arabî(91), Şehristânî(92), Taftazânî(93), Nevevî(94), İbni Kesir(95), İbni Hacer el-Askalânî(96) ve İbni Hacer el- Heytemî(97) gibi kimseleri sayabiliriz.


89-ibni Fûrek, Makâlati’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş’ârî, s. 195; el-İbâne an Usûli’d-Diyâne, (Beyrut, Dâr İbni Zeydûn, trhs.) s. 73.

90-el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (Kahire, Dârü’ş-Şa’b, trhs.) 1,202.

91-İbnü’l-Arabî, el-'Avâsım mine’l-Kavâsım fi Tahkiki Mevâkıfi’s- Sahabe ba’de Vefâti’n-Nebiyy, nşr. M. Mehdi İstanbûlî ve Muhibbüddîn el-Hatîb (Kahire, Mektebetü’s-Sünne, 1412/1991) s. 174.

92-eş-Şehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm fi llmi’l-Kelâm, nşr. A. Ferit el Mezidî (Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye, 1424/2004) s. 330.

93-et-Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, nşr. Abdurrahman Amîra, (Beyrut, Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1419/1998) V, 308.

94-en-Nevevi, Şerhu Müslim, XV, 149.

95-İbni Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, (Yrs., Hicr, 1418/1998) X, 563.

96-İbni Hacer, Fethu’l-Bârî, nşr. Abdülaziz b. Abdullah b. Bâz ve dğr. (Beyrut, Dârü’l-Marife, trhs.) XIII, 34.

97-el-Heytemî, es-Savaiku’l-Muhrika, (İstanbul, Hakikat Kitabevi, 1424/2003) s. 303.


Konuyla ilgili farklı iki eğilim içerisinde olan Ehl-i Sünnet âlimlerinin, Hz. Muâviye’yi asla fısk ile itham etmeme ve hakkında uygunsuz konuşmama hususunda ortak bir noktada buluştuklarını görüyoruz. Ayrıca, müşkil kelamî-fıkhî meselelerde selefin gösterdiği icmalî beyan tavrının, sonraları toplumda baş gösteren değişimin ve şartların iktiza etmesiyle müteahhir âlimler tarafından tafsîlî beyana dönüştürülmesi ve bu müşkil meselelerin sınırları biraz daha belli, açıklanabilir teorilerle izah edilmesi olgusunun burada da söz konusu olduğunu ifade etmeliyiz.


Evvelki dönemlerin saf inanç sahibi ve teslimiyetçi fertleri için yeterli olan “sükût” ve “işlerin hakikatini Allah’a havale etme” tavrı, özellikle Şii propagandalarıyla inanç ve zihniyetleri bulandırılmış sonraki nesiller için çoğu zaman kifayet etmemiştir. Gelişen bu durum karşısında sonraki âlimler meseleyi, sınırları daha belli ve açıklanabilir bir teori olan ictihad zemininde izah etmişlerdir.


Son olarak şunu söylemeliyiz ki, önceki ve sonraki âlimlerimizin tavırları mahiyet olarak birbirinden farklı olsa bile, gâye itibariyle birbiriyle aynı çizgidedir. Zira her iki görüşte de, Sahabeye hürmetin aşınmaması, sonrakilerin öncekiler hakkında hüsn- i zann içerisinde bulunmalarını sağlama hedefi gözetilmiştir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet’e mensup Müslümanlar, bu iki görüşten hangisine tabi olurlarsa olsunlar, Sahabe-i kirama hürmet çatısı altında bir araya gelmiş olacaklardır.

ABDULKADİR YILMAZ
RIHLE / SAYI-7

 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Cok uzun seyler yazmaya gerek yoktur.

Sahabe Peygamber'i goren ve O'ndan gordugunu de uygulayandir...

Dolayisiyla, rivayetler sahihse O'nlari dinler ve O'nlara itaat ederiz...

Yapacak baska bir sey yoktur...

Selamlar...
 
Üst