Musa TOPBAŞ Hoca Efendi

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
d162s001r25rd.jpg



Mürşid-i kâmil'i, Mûsa Efendi Hazretleri'nin şahsında anlamaya çalıştığımızda, bendenizin gönlüne iki türlü yansıma oluyor... Birisi onun, Huzur'daki şahsiyetinin unsurlarını, diğeri, yüklendiği misyonla ilgili şahsiyet değerlerini ihtiva ediyor... Belki onun kişiliğinde bunun ikisi içiçe mündemiçti, ama bizler, eğer anlayıp temessül etmek, onunla bütünleşmek bir zaruretse, anlamaya çalışırken, böyle bir ayrımı yararlı bulabiliriz.

Huzur'daki şahsiyeti... Yani bir kul olarak kişiliği üzerine ancak güzellikler söylenebilir... Belki hepsinin özeti "kemal"dir... Kâmil insanın tarifi nasıl yapılabilirse, odur Musa Efendi Hazretleri...

Hani Kur'an'ın yüzüne secde izi vurmuş insan tarifi gibi...

Mutlak, kalbin yüze bir yansıması olmalı...

83 yaşın yüze yansıyan çizgilerine bakınız, ubudiyyetin güzelliğinden başka ne görebilirsiniz? Teslimiyetten başka... Hayırhahlıktan başka... Dizginlenmiş bir nefsin duruluğundan başka... Havf ve recadan başka... Mahviyetten başka... İtmi'nandan başka... Rızadan başka... Muhabbetten başka... Engin bir kalbin, durulmuş bir ruh dünyasının yansıması vardır o nurani vecihte... Sanki gölgesiz bir sima... hiçbir gizlisi-saklısı olmayan, saydam bir deniz... İçine atıldığınızda doyasıya kulaç atabileceğiniz bir dünyanın kapısı sanki...

Hani Hazreti Ebubekir, irtihali anında Rasûlullah'ın yüzüne bakıyor ve "Hayatında da güzeldin, ölümünde de güzelsin" diyor... Sanki o cennet parçası sima, katre katre dağıtılıyor ümmetinin güzel insanlarının vechine...

Bu yüz, Rabbi ile ilişkilerini sulha erdirmiş bir ruha yaslanır... kullukta karar kılmış, nefsin öncülük edebileceği tüm iddialarından soyunmuş, "Radıyallahü anhüm ve radu anh" sırrına ermiş bir gönül iklimine... Kaderle ilişkilerini halletmiş bir gönül... Ahireti hayatına taşımış bir gönül... Peygamberi aşk, Kur'an'ı mihver edinmiş bir gönül...

Musa Efendi Hazretlerinin yazılarında-sözlerinde-hayatlarında, böyle derin ihtimamların, derin bağlanışların, derin duyuşların, derin ruhi doyuşların yansıması vardır... Rikkat, nezaket, nezahet, re'fet, şefkat, merhamet gibi, yüksek bir ruhi kıvamın tezahürleri onun şahsiyet çizgileri halinde idi...

Bendeniz, Efendi hazretlerinin yüzünde bir kırılma emaresi görmedim bugüne kadar... Kırılma, yani içteki acının, tehevvürün, öfkenin, bugzun dışa vurumu... Böyle bir şeye rastlamadım.

Onun için diyorum, kaderle meselesini halletmiş bir kemal insanı idi O...

Onu en son ameliyat eden doktor dostumu dinledim:

-Çok görmek istemiştim, dedi... Sizin tavassutunuzu rica edecektim. Bir türlü fırsat olmadı. Kısmet, o son anlara imiş... Ayağının ameliyat görevi bana düştü... İki kelimecik işittim o kısa sürede... Allah... Allah... Zikir ehlinin, zor zamanlarda sığınağı o olmalı...

Evet öyledir... Bir kere kalbinize, Rabbinizle hoşnut olma terbiyesi vermişseniz, her ânınızda O'nunla birlikteliği idrak ölçüsü haline getirmişseniz, O'nun size şah damarınızdan daha yakın olduğunu gönül kıvamı halinde hissedebiliyorsanız, "Allah" dersiniz... Allah vekil.. Ve ni"mel vekil...

Vasıyet olarak bıraktığı notlarda "Yeterince kul olamadım" diyorlar... Kemal sınırlarında dolaşan bir Allah dostu için bunu anlamak mümkün... Sanki Sıratın üzerinde yürüyormuş gibi bir hayat yaşayanlar için, Rabbi gücendirmeyi, şah damarının kesilmesi ile eşdeğer görenler için, bu kaygı anlaşılabilir... Kullukta rikkati arayanlar için, "Leyla'yı incitme" sancısı her zaman vardır... Ama işte kullukta güzellik de odur zaten... Havf ve Reca salıncağında dolanıp durmak ve her an rızayı aramak... İnsanı kemal yolunda yücelten bu ruh titreşimidir...

Bütün bunlar, Efendi Hazretlerinin, kendi kozası içindeki görünümleridir... "Çiçek gibi bir hayat" denilmişti bunun için... Aynen öyle... Ona, hayatı için emanet edilip de, varoluş gayesi hilafına istimal edilen bir nesne olmuş mudur? Cenazesinde binlerce kişi göz yaşlarıyla "şehadet etti" güzelliğine, nezafetine... nezahetine... En son "Cânı cânan dilemiş, vermemek olmaz ey dil..." diyerek yol aldı Rabbine... Rıza kervanına katıldı... Malını, mülkünü, evlâdü ıyalini, hayatını, sevgilerini, husumetlerini, herşeyini "Allah için" kılmıştı, sonunda kendi varlığı için "İnna lillah ve inna ileyhi raciûn" diyerek revan oldu Hakk'ın katına...

Bu çizgiler, bir insan için kemal çizgileri olsa da, gene de kendi kozası içinde yaşamış ve kanatlanıp asli dünyasına uçmuş bir kelebeği andırabilir...Tek başına da güzeldir. Ama Mürşid-i Kâmil'de bir başka derin boyut daha vardır... Bir bakıma onu farklı bir misyonla donatan boyut... İrşad eden ve başkalarının kemal yolculuğuna rehberlik eden boyut... Bir gönül mürebbisi, kalb münşii, ruh mimarı... Kendi kişiliğini aşan ve başkalarının sorumluluğunu yükleyen bir görev...

Peygamber'den emanet kalmış bir görev... Yüreği binlerce, onbinlerce gönül erinin yükünü taşıyacak ölçüde sağlam olanların kuşanacağı bir sorumluluk...

-Efendim, kalbimi size emanet etmek istiyorum. Ona Allah için yol gösterir misiniz?

Bu irade ile size el uzatan, yürek uzatan birisine ne dersiniz?

Başınızı alıp kaçar mısınız sorumluluğndan korkup? Ruhun ince yol kıvrımlarında, nefsin derin uçurumlara çeken çağrılarında, yanyana yürüyüp, onu can havliyle sırtlanma, taşıma iradesi gösterebilir misiniz? Yoksa "Benim derdim bana yeter" deyip, kendi inzivalarınıza mı sığınırsınız?

Mürşid, insanları, Allah için zimmetleyen insan demektir... Huzur'da bir akit söz konusudur... Gören ve duyan ve bilen ve bize şahdamarımızdan yakın olan huzurunda bir ahidleşme... "Gel beraber yürüyelim" vuslata doğru... Müridin gözü, kulağı, hisleri olma... Onu yüklenme bir bakıma...

Bir genç şöyle demişti bir gün:

-Sorumluluğunu bilen çoban yaralı kuzuyu dağda bırakmaz. Heybesine koyar ve köye taşır. Benim mürşidim de öyledir. Yaralanırsak yolda bırakmaz bizi, yüreğine koyar ve yaralarımızı sarar, bizi taşır menzil-i maksuda...

Böyle bir emanet oluşa, böyle bir emanet alış mes'uliyeti taşır mürşid...

Van'ın falanca köyündeki bir insanın sancısını taşımak yüreğinde... Orada yüreğini size emanet etmiş bir kişinin olduğunu bilmek... Bu, yüreğinde bir dağı taşımak kadar ağır bir mes'uliyet...

Ama işte, "mükemmil olan- insanların kemal yolculuğuna rehberlik eden" mürşd-i kâmiller, böyle bir görev idraki içindedirler...

Muhterem Efendi Hazretlerinin bir mektubunda şu ifadeler geçiyor:

"Fakirin de siz kıymetli kardeşlerimizi ziyasedi ile göreceğim geldi. Cenab-ı Rabbü'l-âlemîn Hazretleri müsade ederse bu sene Anadolumuzu mümkün olursa köy köy dolaşıp kardeşlerime her hususta hizmet etmek istiyorum..."

Köy köy dolaşmak ve kardeşlere hizmet etmek... Bu, 70 yaşlarında bir insanın hasreti...

Bir gün ziyaretimizde "Sizi çok özledik efendim" demiştim, "Ben de sizi çok özledim" deyivermişlerdi... Sanki sitem sezmiştim derin tebessümlerinde... Anladım ki, içlerinde saklıyorlardı bizleri... Ele ele tutuşup, mânen zimmetleştiği herkesi... Sanki bir hizmet eri oluyorlardı sizinle ahitleştiklerinde... Sizi Allah'ın emaneti gibi değerlendiriyorlardı. Sanki ahirette yalnızca kendi şahsi defterlerinden değil, bu, bir şekilde yollarının buluşmuş olduğu tüm "kardeş"lerinden hesap vereceklerdi...

Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi Hazretlerinin, 1940'lı yıllarda, defterlerinde kalmış bir kaç ismi bulabilmek için Bursa'ları, Samsun'ları dolaştığını işitmiştim bir defasında... Demek ki, içlerinden silinmemişti o isimler en zor şartlar içinde... Annelerin, doğurdukları çocukları cami avlularına bıraktıkları, sevgilerin, aşkların bir gecelik zamanlara sıkıştığı, gönüllerin öz kardeşleri bile içine sığdıramayacak kadar daraldığı bir zamanda, onbinlerce insana, Hak rızası için, kalbinde bir yer ayırmak nasıl bir ruh kudreti gerektirir? Nasıl bir inanç ve irade disiplini? Nasıl bir aşk? Nasıl bir engin yürek?

Üstelik sadece yürekte saklamak değil, gönüllerini yoğurmak... İradesi çözüldüğünde tedavi etmek, düşeceği-kalkacağı zamanlara, yolun engebelerine işaret etmek, yaraları sarmak ve Rasûlullah'dan beri bir bayrak yarışı gibi devam ettirilen sonsuz yürüyüşün devamını sağlamak...

Musa Efendi Hazretlerinin, Sami Efendi Hazretlerine karşı aşk derecesindeki vefasını, sevgisini gözledim zaman zaman... İki şey vardı bu aşkta: Bir, kendisini irşad etmişti, gönül mimarı idi, derin vefa hissiyle yüklüydü o sebeple, iki, bir görevi emanet etmişti kendisine... O emaneti ifa ederken, sanki hep üstadına yaslanıyordu, ruhu bir yandan onun hatıralarından emiyordu Allah dostluğunun kıvam ölçüsünü...

Bir yazılarında, "Bu yola giren salik, ihlâs, sebat ve gayreti sayesinde büyük veliler derecesine çıkabileceğini kati olarak bilmelidir." ifadesi vardı. Onu okuyunca ne kadar sevinmiştim. Demek içimizde bir ufuk vardı, o kutlu dostluk noktasına ulaşmak için... Demek bu yolculuk bu ufku yakalamak içindi...

Sami Efendi Hazretleri, gençlik günlerimde yanımdan akan ırmaktı... Ondan bir katrecik bile olsa yararlanamamıştım. Bunun tesellisi yok. Musa Efendi Hazretlerinin yakınlarına sokuldum, muhabbetine, iltifatına, tebessümüne mazhar oldum. Her karşılaştığımızda "Hizmetleriniz, gayretleriniz güzel, daha çok yazın, ama bunların hiçbiri, sizi kalbinize itina etmekten alıkoymasın" uyarısında bulundular... Sanki kalbimizin müfettişi gibi denetlediler. İyi ki yaptılar... Buna rağmen, kendimizi inşa sürecinde onların örnekliğinden ne kadar yararlandık sorusuna, şöyle yürek dolusu cevaplar veremiyorum...

Derim ki, kalbini gündemine alanlar, bir mürşid-i kâmil ile ahidleşenler işi titiz tutsunlar.. Bakın onlar gidiyor... Onlar sağken, yanınızda iken, onlarla kalben emişebilirken kalbinizi inşaya bakın... Sonunda "Ya leytenî" dememek için...

Rabbim güzel bir kardeşliği paylaşanları ahirette elele tutuşanlardan eylesin...

Ahmet Taşgetiren (Altınoluk Dergisi)
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
kardesım benım allah senden razı olsun sayende mubaregın yuzunu bır kez daha gorduk allah razı olsun kardesım allah razı olsun....
 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,240
Puanları
113
Konum
bâbil...
Allah islam yolunda hizmeti olan herkesten razi olsun...

Allah samimi cemaatlerin hepsinden razi olsun

Ayri gayri yok bizim kapimiz tüm samimi müslümanlara acik bu gibi güzel insanlari anlatan yazilar beni cok mutlu ediyor...

Tesekkür ederim kardesim...

ve firat kardesim ardarda iki mesaj yollayacagina düzenle butonunu kullanirsan daha iyi olur...

mesajlarin tarafimca birlestirildi...
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
TopbaŞzade Musa Efendİ (k.s)

BUYRUN KARDESLERIM DEVRIN MURŞİDİ KAMİLLERİNDEN MERHUM CENNET MEKAN TOPBAŞZADE MUSA EFENDİ (K.S)
musatopbas8nt.jpg


DİGER RESİMLERİDE BURDAN İNDİREBİLİRSİNİZ ALLAH IN İZNİ İLE

http://www.hemenpaylas.com/download/1025735/MUSA_TOPBAS_K.S_.rar.html

TOPBAŞZÂDE Musa Efendi (Musa Topbaş)

Musa Topbaş 1917 (1333) yılında Konya’nın Kadınhanı ilçesinde dünyaya geldi. Tüccârândan Ahmed Hamdi Efendi’nin oğludur. Büyük dedesi Topbaşzâde Ahmed Kudsî Efendi, Mevlânâ Halid-i Bağdâdî hulefâsındandı. Babasının işi sebebi ile İstanbul’a yerleştikleri için Mûsâ Efendi’nin çocukluğu ve hayatı İstanbul’da geçti. İlk eğitimine Erenköy’deki Fransız mektebinde başladı, daha sonra Nuruosmaniye’deki İnkılap Lisesinde devam etti. Orada iki yıl kadar okuduktan sonra ayrıldı. Ailesinin dînî bir eğitim almasını istemesi sebebiyle, Elmalılı M. Hamdi Yazır’dan Kur’an ve din dersleri okudu. Bir ara Âyân Meclisi âzâsı Mustafa Âsım Yörük Hoca’dan eski usülde Arapça ve dînî bilgiler aldı. Prof. Angel isimli bir Mûsevî’den dört beş yıl kadar özel Fransızca dersleri gördü. Fransızca’sını bu dilden tercüme yapacak seviyeye getirdi. Nitekim onun imzâsıyla yayınlanmış bir Fransızca kitap da bulunmaktadır. Küçük yaşlardan itibâren güzel sanatlara özellikle hüsn-i hatta meraklıydı. Hattat Hâmid Aytaç’dan hatt dersleri aldı. Hatt ile meşgul olduğu dönemde oluşturduğu zengin hatt koleksiyonunu tasavvuf yoluna girince “kalbimi meşgul etmesin” düşüncesi ile çevresindeki hatt meraklılarına dağıttı. İlim ve hizmet özellikleri ile tanınan Topbaş âilesi, âilenin İstanbul’daki ilk büyüğü Ahmed Hamdi Efendi’den itibâren dînî ve ilmî muhitlerin destekçisi oldu. Elmalılı M. Hamdi Yazır ve Âyân âzâsı Mustafa Âsım Efendi gibi âlimlere maaş tahsis ederek sıkıntılarını gidermeye çalıştı. Daha sonraki dönemlerde ailenin büyükleri İlim Yayma Cemiyetinin kuruluşunda ve hizmetlerinin devâmında müessir rol oynadı.

Mûsâ Efendi gençlik yıllarında Bekir Hâkî Efendi, Ali Yektâ Efendi ve Ömer Nasûhî Bilmen gibi devrin önemli âlimleri ile görüşür, ziyâretlerine giderdi. İstanbul’a geldiği zamanlarda Bediuzzaman Said Nursî’ye de arabasıyla hizmet ettiğini kendisi anlatırdı.

Sultanhamamı’nda babası Ahmed Hamdi Efendi ile başladığı ticarî hayâtını, kardeşleri ile sürdürdü. Daha sonra kardeşleri ile tekstil sanayine yöneldi. 1970 yılına kadar fiilen ticaret ve sanayiin içinde bulundu. Tasavvufî ifadesiyle “halvet der-encümen” temel esası çerçevesinde iş hayatı ile mânevî hizmetleri birlikte yürüterek “el kârda, gönül yarda” ilkesini kendi hayatında fiilen gerçekleştirdi. 1970 yılından sonra sanayi ve ticaret işlerini oğullarına devrederek kendisini tamamıyla hizmete verdi. Vâkıa yine de ticarî hayattan bütünüyle kopmadı. Kardeşi ve oğullarının yönettiği fabrikasının üretimi ve ticârî işleri ile yakından ilgilenirdi.

Mûsâ Efendi’nin hayatında en büyük değişiklik Ramazanoğlu M. Sami Efendi’yi tanıdıktan sonra gerçekleşmiştir. Kendisi ile ilk defa 1950 yılında Bursa’da tanıştı. Bu tanışmadan sonra zaman zaman Sami Efendi’nin ziyaretine gitse de esas intisabı 1956 yılındadır. Kendisi manevi tecrübesini ve intisabını şöyle anlatır: “Muhterem Üstâdımızın huzûr-i âlîlerine girdiğimizde tasavvufa dair hiçbir malumatım yoktu. Bize evrad verecekler yapacağız, o kadar sanıyordum. Manevi terakkî gibi şeyleri bilmiyordum. Maneviyatı zâhirî ders gibi telakki ediyordum… Oysa kalbe kuvvetli bir aşk aşısı yapılıyor. Sâlik zeki ve anlayışlı ise onun farkına varıyor, kıymetini biliyor ve o hali muhâfaza ile terakkî ediyormuş”.

Sami Efendi’yi tanıdıktan sonra hizmete ve insanlığa bakışı daha derin bir anlam kazanan Musa Efendi 1980 yılında Erkam Yayınlarının kurulmasına öncülük etti. 1986 yılında da Altınoluk dergisinin çıkarılmasına ön ayak olduğu gibi, aynı yıl Üsküdar’da Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfının kuruluşuna maddî ve mânevî katkılar sağladı.

Kendisi başlı başına bir müessese ve vakıf gibiydi. Hayır hizmetlerinin her türü için ayrılmış fonu vardı. Kitap, yetimler, hastalar, cami ve okul yapımı için ayrılmış tahsisatı bulunurdu. Bu fonlardan her birini bir seveni vasıtasıyla yürütür ve kendisi de kontrol ederdi. Kitap fonunu kitap almaya mali gücü olmayan, okumaya meraklı kişilerle pek çok insanın istifade edebileceği kütüphaneler için kullandırırdı. Yetimler fonunu ebeveyninden birini kaybetmiş okumaya istidadlı, bilhassa hafız gençler için tahsis ederdi. Nitekim Bosna-Hersek zulmünün devam ettiği günlerde bu savaşta ebeveynlerini kaybeden Boşnak çocukları için bir yetimler yurdu tesisine öncülük etmiş, ancak bürokratik engeller sebebiyle maalesef bu yetimler Türkiye'ye getirilememişti.

Hasta ve ilaç fonunu ise hastanelerde parası olmayan hastalara ilaç, ameliyat ve tedavi masraflarına katkıda bulunmak üzere sarf ettirirdi. Cami ve okul inşaatı için de özel bir fonu bulunur, bunu da camisi ve okulu bulunmayan yer ve yöreler için ayırırdı.

Hastalar ve yaşlılar onun merhametini en çok celbeden kesimdi. 1987 yılında evlerinden ve yuvalarından olmuş yaşlı ihtiyarlar için: "Bunlar haklarında Allah'ın üff bile demeyin buyurduğu kimselerdir." aslında bunları evlerimizde barındırmalıyız. Madem bunu yapamıyoruz, öyleyse onlara yuva sıcaklığında hizmet verecek huzur yurtları kurmalıyız, demiş ve Hüdayi Vakfına bağlı olarak tesis olunan huzur yurdunun kuruluş masraflarını bizzat kendisi ve yeğenleri karşılamıştı. Yoksul hastalar için bir poliklinik ve bir hastane açarak onların acılarını paylaşmak arzusundaydı. Bu maksatla gerçekleştirilen polikliniğin açılışında onun yüzündeki mutluluk ve heyecan herkesi sevindirmişti. Polikliniğin hizmetlerini takib için zaman zaman ziyârete gelmesi ve hizmetleri görmesi ona hazz veriyordu.

İnsanların gençlik çağlarından itibaren güzel alışkanlıklar kazanmasına özen gösterirdi. On beş yıl kadar önce Topbaş âilesinin çocukları için bir özel eğitim başlatmış ve onlara harçlıklarından infâk ve hediye için mutlaka pay ayırmalarını söylemişti. Hattâ onların bu iş için bir defter tutmalarını ve harçlıklarından infâka ayırdıkları miktarı yazıp kendisine göstermelerini çocuk rûhunun anlayıp algılayacağı bir üslûpla öğretmeye çalışmıştı.

Onun şefkat ve merhameti sessiz ve derinden her türlü ehl-i derde ulaşırdı. Şairin dediği gibi: "Dert çok, hemdert yok, düşmen kavî, tâli' zebun." düşmanın zalim, derdin çok ve talihin yaver gitmediği zor zamanlarda onun şefkat eli Hızır gibi yetişirdi. Hem de adını vermeyen isimsiz bir kahraman olarak. Yakın dönemlerde Afganistan ıstırabını, Bosna sancısını, Çeçenistan sıkıntısını, Kosova sızısını ve Filistin acısını yüreğinde hissedip himmetini esirgemeyen oydu. Bir sohbet meclisinden sonra Bosna-Hersek'teki yaraların sarılması için yardım toplanmıştı. Herkes kendi adına belli bir yardımda bulunduğu sırada o, büyük bir meblağ uzatmış ve: "Bir dostun buraya verilmek üzere fakîre emâneti!" diyerek takdim etmişti. Orada bulunanların çoğunda, verilen bu paranın meclise gelmemiş bir şahsın gönderdiği yardım intibaı uyandı. Ancak onun emanet dediği kendi malı, dost dediği de Allâh'tı...

Endonezya'da ekonomik sıkıntıyı istismar eden Batılı bazı devletlerin misyonerler aracılığıyla oralara girmesi ve kiliseler inşa ederek Hıristiyanlığı yaymaya çalışması söz konusu olduğunda "Şimdi dil bilen insanlar olsa da oralara gönderilebilse.." diyerek teessürünü ifade etmişti.

Yaptığı hizmetlerin faili imiş gibi görünmesinden rahatsız olur, maslahat gereği kendisi ile alakalı bir şey anlatacağı zaman daha çok meçhul sîgası kullanırdı. "..şöyle şöyle yapıldı, filan yere gidildi" derdi.

Onun üzerinde çok durduğu meselelerden biri de günümüzün en yaygın hastalığı olan ferdiyetçi yaşamaktı, içtimâîleşme zarûretine verdiği önemdi. Sohbetlerinde dâimâ Hz peygamberin ashab-ı kirama sorduğu “Bugün Allah için bir yetim başı okşadın mı? Bir hasta ziyaretine gittin mi? Bir cenaze teşyiinde bulundun mu?” hadisini sık sık gündeme getirirdi. Her sene örf haline getirdiği toplu düğünlerde birçok gencin mutlu bir aile yuvası kurmasına vesile olur, bu gençlere maddi olarak da yardımda bulunurdu. Ayrıca hem Türkiye’de hem de Medine’de Ramazan aylarında iftar sofraları kurdurur, iftar sevincini Müslümanlarla paylaşırdı.

O, Hakk'ın cemâl sıfatına mazhar bir güzel insandı. Hem surette, hem sirette güzeldi. Hâli, kâli ve ahlâkı ile mükemmeldi. Yaradanına açık gönlünde, herkese yer vardı. Nebatattan hayvanata, oradan insanlara ulaşan bir sevgiydi bu. Her türlü güzelliğin çiçek açtığı gönlünde çiçeklerin ve güzellik timsali güllerin ayrı bir yeri vardı. Onları şefkatle seyreder, sevgi ile büyütürdü. Evinin bahçesindeki kediler ve köpekler bile ayrı bir şefkate mazhardı. Birbirlerinin hasmı olan bu iki cins, ondan gördükleri şefkatle husumeti unutmuşlar, adeta kardeş olmuşlardı. Kedi ile köpeğin birbirlerini yaladıkları onun bahçesinde çok görülmüştür.

Ona göre tasavvuf demek sadece ibadet hayatı manasına gelmezdi. İnsanlığa ve canlılara hizmet onun hem hayatında hem de terbiye sisteminde muazzam bir ehemmiyete sahipti. Fakir fukaranın hasta olanları için açılmasına vesile olduğu Hüdayi kliniğine hastalığı sebebi ile bedenen hizmet edemediği için üzülür: “-Gücüm yerinde olsa, gider hastalara bil-fiil hizmet ederdim.” derdi.

Musa Efendi’ye göre tasavvufun gayesi kalbi olgunlaştırmak ve insanı Hakk’a vâsıl eylemektir. “Tasavvuf bir derya, çok dereceleri var. Mesela, kalp, ruh, sır hafi, ahfa diye gidiyor, muhabbetle bitiyor. Ama o kâfî mi? Hayır kafî değil. İlla Fahr-i Kainat Efendimiz’in ahlakıyla ahlaklanmak, edebiyle edeplenmek. Yani her an Cenab-ı Hak’la beraber olabilmek”.

Tasavvufun aslı istikamet üzere olmaktır. Çok insan istikamet ehlidir ama onlara keramet verilmemiştir. Aksine bazen de istikamet ehlinin daha alt seviyesinde bulunanlardan keramet sadır olabilir. İstikamet Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirmek, ahlakî bakımdan durumunu düzeltmektir.

Musa Efendi hizipçiliği kalp eğitimi almamış, noksan kalmış insanların bir hastalığı olarak görürdü. Kalp olgunlaşmış olsa ne hizipçilik kalır, ne de Müslümanlar arasında ihtilaflar. Bir güzel herkes birbirini bağışlayıverir. Diyelim ki hayırlı bir iş var; “Efendim illa ben” yok. Kabiliyetli ise ona bırak, sen de onun muavini gibi çalış. Yani yol sarih. Herkes onu yapamıyor. “Ene” mani oluyor. Ama tasavvufun tam zevkini alanlar müstesna. Ayrıca ona göre hizmete giren kimse şöhretten kaçınmalıdır. İslam yolunda yapılan bazı fedakarlıklar insanı gurura sevk etmemelidir.

O, mânevî yolun bütün büyükleri gibi ne dünyâyı ne ukbâyı istedi. Sadece Allâh'a yöneldi. Cümle lezzetleri ifnâ ederek, gerçek lezzetin mârifetullâh olduğunun idrâki içinde yaşadı. Hiçbir meşguliyet, onu Hakk ile beraber olmaktan alıkoymadı. Âhıret amelini dâimâ dünyâ ameline takdim etti. Gönlü, nisan yağmuru damlalarından iri inciler peydâ eden sedefler gibiydi.

Son günlerini büyük hastalıklar içinde geçiren Musa Efendi’nin en zor zamanlarında bile dilinden sadece Allah kelimesi dökülmüş, böylece zikir terbiyesinin en güzel örneğini sunmuştur. Ömrünün son üç yılında ve bilhassa vefatına yakın aylarda sıhhî iptilâ ve sıkıntılar, üst üste geldi. Evvelâ böbreklerini kaybetti. Devam eden iptilâlarla ıstırap, halsizlik ve dermansızlıktan konuşamaz hale gelmişti. Buna rağmen bütün gücüyle "Allâh, Allâh..." diye zikir hâlindeydi. 16 Temmuz 1999 Cuma günü Cuma ezanları okunurken Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Mustafa Kara, Musa Efendinin vefatına şöyle tarih düşmüştür.

Gönül bu, iki hece
Esrarlı bir bilmece
Tarihin üçler dedi
Vâh "ŞAM-I HATM-İ HÂCE"

Hayatın mânâsını bilir sahib-i iz'an
Kalblerin esrarını çözer sahib-i ihsan
Bir ney çıkıp söylesin vefatın tarihini
İki anahtar lâfız, işte "HUZUR VE İRFAN"

Musa Efendi’nin ömrünün son demlerinde hasta yatağında ara sıra gözünü açıp yakınlarıyla göz göze geldiği anlarda dudaklarından dökülen bazı sözleri:

-Bütün mahlûkatı sevdim. Hayvânâtı, nebâtâtı sevdim. Her şeyi, herkesi sevdim. Bir insan yanlış söylese de onu yine sevmek lazım. Allah düşmanları müstesnâ.

-Hizmetle yorulan hizmetle dinlenir.

-Merhamet her şeyin başıdır.

-Dünya da boş, ukbâ da; illa Hakk’ın rızâsı.

ESERLERİ:

Musa Efendi’nin bütün Eserleri, İstanbul’da Erkam Yayınları tarafından ve Sâdık Dânâ müstear ismiyle yayınlanmıştır.

1- İslâm Kahramanları üç ciltlik bir eserdir. Birinci cildi Hz. Peygamber ve ashâbının cesâret ve kahramanlıklarını, ikinci ve üçüncü ciltleri ise Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaşayan kahramanları anlatır.

2- Altınoluk Sohbetleri beş ciltlik bir eserdir. Altınoluk Dergisi’nde aylık olarak yayınlanan makâlelerinin toplanmış hâlidir. Zikir, istikâmet, sabır, şükür, edeb, tevbe, misâfirperverlik, Allah için sevmek, güzel ahlâk, merhamet, hizmet, ana-baba hakkı, cömertlik, tevekkül, temkîn ve telvîn, gözyaşı, çocuk terbiyesi gibi ahlâkî ve tasavvufî konulardaki yazılardır.

3- Sultânü’l-arifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Mürşidi Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’nin hayatı, ahlâkı ve tanıyanların dilinden bazı hâtırâlarını ihtivâ eden bir eserdir.

4- Allah Dostunun Dünyasından - Hacı Musa Topbaş Efendi ile Sohbetler Ömrünün son yıllarında kendisi ile yapılan ve peyderpey Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan röportajların bir araya getirilmiş şeklidir. Hayatı ve dünya görüşü ile ilgili en mühim bilgiler bu eserde bulunmaktadır.

Bu eserler hâricinde küçük cep boyu hâlinde yayınlanan Âhiret Hazırlığı, Tasavvuf -Mârifetullah, Hizmet İnsanı ve Âile Seâdeti isimli eserler Altınoluk Sohbetleri adıyla yayınlanan makâlelerden seçilmiş olup yeni ve müstakil eser değildir.
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
CANIM KARDESIM AYNI ZAMANDA IHVANIMSIN KARDESIM ALLAH RAZI OLSUN SU AN BUNLARI YAZARKEN INAN COK DUYGULUYUM ANLATAMAM SANA MUBAREK IN RESIMLERI NE GUZEL AH AH USTAZIMIZ CANIMIZ . KARDESIM ALLAH NE MURADIN VARSA VERSIN MEKANIN CENNET OLA INS KOMSUN PEYGAMBERIMIZ ALEYHISSELATU VESSELAM OLA INSAALLAH CANIMSIN ALLAH BINLERCE KEZ RAZ OLSUN.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
hagiarif kardeş Osman efendimize ait olan başlıkta yazdım ama burda da yazayım. Senden başka resimlerde bekliyoruz hatta elinde olan tüm resimleri .

Samanyolu tv de Musa efendinin kamera görüntülerini görmüştüm acaba bunlara nasıl ulaşabiliriz, bu konuda yardımcı olabilirsen sevinirim.

Rabbim tüm müslüman kardeşlerimden, hassaten ihvandan razı olsun...
 

hagiarif

Doçent
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
1,140
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Konum
Heryerdeyiz
Web sitesi
www.uABilgi.com
talib' Alıntı:
hagiarif kardeş Osman efendimize ait olan başlıkta yazdım ama burda da yazayım. Senden başka resimlerde bekliyoruz hatta elinde olan tüm resimleri .

Samanyolu tv de Musa efendinin kamera görüntülerini görmüştüm acaba bunlara nasıl ulaşabiliriz, bu konuda yardımcı olabilirsen sevinirim.

Rabbim tüm müslüman kardeşlerimden, hassaten ihvandan razı olsun...

en kısa zamanda koyucam..
bende de cok foto yok 15 20 tane cıkar pcmde..
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Fotoğraflar

d162s013r18mh.jpg


Hayat filmimiz istesek de istemesek de çekiliyor, arşivleniyor. İhmal edilen bir tek anı yok hayatımızın. Bir gün "Oku kitabını" denecek, ya da "seyret filmini..."

Fotoğraflar, o hayat filminden koparılmış kareler sadece...

Ruh portresini ne kadar yansıtacağı pek de bilinemeyecek olan kareler...

Fotoğraf karelerinden Musa Topbaş Efendi'ye ait bir ruh portresi çıkarmak mümkün mü? Çok cür'etkar bir şey olur bu biliyorum. Ama fotoğraflara bakıp içime doğanları paylaşabileceğim, ya da içimde saklanmış görüntülerle fotoğraftakileri buluşturabileceğim bir portre denemesi olur diye düşünüyorum.

Bu, en net ifadeyle söylersek "Bir müslüman şahsiyetinin resmini çizme" denemesi olacaktır herhalde...

Rasulullah Efendimiz için yazdığımız bir yazıda şu çizgiler çizilmiş O (s.a.)nun muazzez şahsiyeti için:

"Cömertti o. Halimdi. Müşfikti. Merhametli idi. Celadetli idi. Ülfet edilebilendi. Rıfk sahibi idi. Mutedildi. Öfkesini yenendi. Gülümseyendi. Sevgisi musafahasında hissedilendi. Sevendi. Mükrimdi." (İnsan Krizi, Model Şahsiyet, s. 34)

Bir Allah dostu, bir mürşid-i kamil, kalbi, Rasulullah Efendimizden akıp gelen kalb iklimine eklemlenen insandır. Oradan beslenendir. O'nun rengine bürünendir. O'nun ahlakıyla ahlaklanandır. Kişiliğinde, O(s.a.)nun kişiliğinden derin izler taşıyandır.

Bakın şöyle 14 asra, Rasulullah'ın izine basarak yürüyen bir nice Allah dostu, kimi zaman cömertliğinde buluşur Allah Rasulü ile, kimi zaman tebessümünde, vakarında, sekinetinde, kimi zaman celadetinde...

Bir insanın güzelliği anlatılırken, ona zaten borç olan ibadetlerini ne kadar itina ile yaptığı anlatılmaz genellikle. Onlar bir anlamda kişiliğin olmazsa olmaz değerleridir. Onlardan mahrumsa varoluşunun anlamı yaralanır zaten insanın... Güzellik artılardadır. O olmazsa olmazlar üzerine ne koydunuz kişiliğinizde? Allah'ın "güzel esma"sından ne taşıdınız, Rasul'ün "güzel ahlak"ından hangi çizgilerin izi düştü üzerinize?

Yukarıda Rasulullah Efendimiz için sayılanlar bir anlamda kişiliğin an çerçevesi demek olan ibadetlerin etrafında tutunup da, kişiliği kemale doğru taşıyan artılardır.

Ve Musa Efendi bir gönül işçisidir bu meselede... Gergef gergef dokunmuştur kişiliği Allah Rasulü(s.a.)nden gelen çizgilerle...

d197s003r14js.jpg


Mesela şu, 1999 Ağustosu'nda Altınoluk'un kapağına konulan ve derinliğinde kaybolup gideceğiniz simaya yansıyan nedir? Bir sekinet mi, bir vakar mı, bir durulmuşluk mu, itmi'nan mı? Rıza hali mi? İç huzuru mu? Ahiret gölgesi mi? Mes'uliyet duygusu mu? Bir mutlak barış kıvamı mı? Yaratan'la barış, yaratılanla barış, kendi dünyası ile, insanlarla, çiçekle, böcekle, eşya ile... Okuyalım bakalım bu fotoğrafı... Acaba temkin vasfını kazanmış, mülevven dünyalardan kurtulmuş, mutmain bir kalbin yüze yansıması nasıl olurdu? Acaba bizim de içimiz yüzümüze yansıdığında böyle bir fotoğraf verebilir miydik?

d197s003r22sj.jpg


Ya 2000 Temmuz'unda Yuvamız dergisinin kapağına alınan şu fotoğraf? "Gözlerinden sevgi akardı" diye okunmuş... Bir çocuğun eliyle buluşmuş bir el, ve yüz hatlarında pırıl pırıl bir sevinç... Öyle ki bu görüntüden yüreğin pır pır uçtuğunu anlayabilirsiniz. 80 yaşındaki bir insanın, bir çocukla yürek buluşması bu... Bir çocukla bir gülücüğü paylaşmak...

d197s003r35uo.jpg


Evet "Paylaşmak..." Bu, bir anahtar kelime olabilir Musa Efendi'nin kişiliğinin bir boyutunu resmetmek için...

Çocukla gülücüğü paylaşmak... Erenköy'ün işaretlerle konuşabilen Şevket Efendi'si ile dostluğu, şefkati, tevazuu paylaşmak... Mekke'de tünellerde sabahlayan gariplerle gece ayazını paylaşmak... Bosna'da acıyla yoğrulanlarla evrensel kardeşliği paylaşmak... Hayvanların, çiçeklerle paylaşacak bir rahmet iklimi bulmak...

d197s003r75qd.jpg


Kaç "sima" görüntüsü verilebilir böyle alt alta, hepsinde "tebessüm"ü "sadaka" diye niteleyen Allah Rasulü'nün tebessüm cömertliğine temessük cehdinde bir Allah dostunun yüz çizgilerini seyredersiniz. Şurada Doktor Hulusi Baybal ile (rh.a.) şurada Ali Kaplan ile, şurada Fadlullah Efendi ile, şurada, şurada, şurada... Eli göğsünde bir ipeksi sevgi halesi, bir sevinç-sevgi buketi... İçin içebildiğiniz kadar... Saklayın yüreğinizde... Her zaman içinizi ısıtabilirsiniz... Hep düşünmüşümdür, şu simayı kuşansak ve bir tebessüm günü yaşasak tüm İslam dünyası olarak... Tüm insanlığa tebessüm infak etsek...

İnfak... İşte ikinci anahtar kelime Musa Efendi'nin kişiliğini resmedecek...

"Mükrimdi" ifadesini, Allah Rasulü'nden alıp getirip Musa Efendi'nin kişilik çizgisine hiç tereddüt etmeden ekleyebilirdiniz. Herkeste bir hediyesi vardır desem, yanılır mıyım, sanmıyorum. Sımsıcak tebessümlerini böylesine bezleden bir insanın herkeste bir armağanının bulunmasından daha tabii ne olabilir? Bir gül esansı, bir seccade, bir kumaş, bir tesbih, bir takke, bir Mevlid Kandili ikramiyesi, bir selam, bir hat, bir çiçek... Hepsi de armağan edenin "Efendiliği" ölçüsünde, nezahetinde, zarafetinde...

d197s003r60rw.jpg


Efendilik... bir başka anahtar kelime... Bakın şu su içen insanın bardakla temasındaki zarafete... Her yudumda "Elhamdülillah"ı unutmayan bir incelik görülmüyor mu? Bardağın hakkını gözeten bir hassasiyet yok mu bu tutuşta? Suya bir izzet atfetme gayreti yok mu? Bu efendiliktir işte...Fatih sultan Mehmet Han'ın gül koklayan resmini hatırlayın... Yunus'un "Gül Muhammed teridir" dediği Gül'ü koklayan Fatih'in el zarafeti ile suyun azizliğinin farkında olan şu zarafet...

Bakın tesbihle ilişkisine... Zikirlerin can yoldaşı ile ünsiyete...

d197s003r48wu.jpg


Bakın şu insanın giyim kuşamına... Şahsiyetine itinadır Efendilik... Allah'ın verdiği nimeti üzerinde sergileme hassasiyetidir... Dökülen bir görüntü bulabilir misiniz şu fotoğrafın herhangi bir kenarında köşesinde... Bu, Efendiliğin görüntüsüdür.

Nasıl anlarsanız, öyle bir Efendi'ydi Musa Efendi... İster bir tasavvuf büyüğü olarak alın, ister bir münevver olarak... "Osmanlı Efendisi" az bir tanımlama olur, o çünkü, bakracını çook çok derinlere daldıran yürek kıvamına ulaşmış bir Efendiydi. Aşırı bir söz, aşırı bir jest, mimik, öfke, feveranın olmadığı bir dünya... Udvanı ancak zalimlere olan bir sakin yürek... Efendilik tüm bunları ihtiva etmiyor mu?

Ve en önemlisi statü arayışında olmayan... En sade - en mütevazı sofralara oturacak, en yüzü kavrulmuş Anadolu insanıyla kalben kucaklaşacak kadar da rütbesiz, nişansız... Van'ın hangi köyünde bir gönül dostu olsun da, o yürekte onun izi olmasın... Bu mümkün değil. "İhvan" yani "kardeş" kelimesi, bu Allah dostunun dünyasında onun için sımsıcak sevgilerin, tevazuların, eşitleşmelerin muhatabıdır.

d197s003r108xg.jpg


Bir fotoğraf... Musa Efendi Sadat'ın ikliminde... Taşkent, Buhara, Çimkent... Şah Nakşbend, Gucduvani, Yusuf Hemedani, Emir Külal, Ubeydullah Ahrar...

Yolun altın halkalarıyla bir gönül buluşmasının deruni hislerini yansıtıyor bu fotoğraf... Dua için durulduğunda, asırları aşıp gönüller bir büyük sükunette sarılıyor birbirine... Acaba Musa Efendi oralara mı gitti, yoksa onlar şu mütevazı makbere mi rücu etti ki, şu kısa sessizlikte bir nüfuz edilmez vuslat yaşanıyor. Şimdi artık Musa Efendi de, altın halkanın vuslat dünyasına eklenmiş bulunuyor.

Asırların emanetini üstlenmek ne büyük sorumluluktur, düşünmek bile insanı ürpertiyor. Gönlünü gönlüne raptetmiş her bir insanın farkında olmak, "Beni farketsin" diye içinizden geçirdiğinizde bunun karşılığını simasında bulabildiğiniz... Bu, ancak derya gönüllü insanların, yüreği dünyalar kadar büyük olanların işi... Musa Efendi'nin yüreğinde Asya'nın gönül bağları vardı, Afrika'nın, Avrupa'nın... Siz vardınız biz vardık... Bu Allah'ın "dost kulları"na verdiği bir mazhariyyet olmalıydı...

d162s041r16rt.jpg


Şu fotoğraf, Musa Efendi'nin binlerce kere çoğaltabileceğiniz bir görüntüsüdür. Yemyeşil bahçeler, küçücük bayraklar, sünnet olmuş çocuklar, cıvıl cıvıl insanlar, ikramlar, ikramlar... Anadolu ve Musa Efendi... O, bu mübarek vatanın bir parçası, bu mübarek vatanın güzel çocuklarının Efendisi, hocası, büyüğü, gönül rehberi... Kökleri bu toprakta...

d162s007r35jz.jpg


Hadi diyelim, Asya'nın Sadat iklimiyle gönül irtibatı içinde bir Allah dostu... Ha Horasan'da Anadolu'ya sevda tohumları eken bir Ahmet Yesevi, ha Anadolu'da bu mübarek ülkenin kalb iklimini dokuyarak, onun hayatına ebediyyet ilmekleri atan Sami Efendi, Musa Efendi... Bu fotoğraf güzel bir fotoğraf vesselam...

Fotoğraflara doymak zor... İçimizi yokladığımızda da bazı sımsıcak kareler ekleriz bu fotoğraflara... Ama...

d162s007r47bd.jpg


Çekilmiş fotoğraflar gitti gideceği yere. Güzel fotoğraflara güzel şeyler yazmak kolay, ama çekilmiş fotoğraflar üzerinde rötuş yapmak mümkün değil. Önemli olan net, rötuş gerektirmeyen fotoğraflar vermek.... Bizimkisi sadece alınmış görüntülere şehadetten ibaret... Yaşayan yaşadı ve gitti... Şimdi Rabbimizin rahmet iklimindedir...

Sıra bizde...

Rabbim hepimize güzel fotoğraflar bırakmayı nasip etsin geride ve hepimize güzel hayat dosyaları taşımak nasip etsin gittiğimiz, gideceğimiz yere... Rabbim ebediyyet yurdunda kendi dostlarıyla buluştursun, onlara yakın eylesin hepimizi...

Ahmet TAŞGETİREN (Altınoluk Dergisi)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Musa Topbaş Efendi'nin Vefatına Tarih

Gönül bu, iki hece
Esrarı bir bilmece
Tarihin üçler dedi
Vâh "ŞAM-I HATM-İ HÂCE"
1999


Hayatın mânâsını bilir sahib-i iz'an
Kalblerin esrarını çözer sahib-i ihsan
Bir ney çıkıp söylesin vefatın tarihini
İki anahtar lâfız, işte "HUZUR VE İRFAN"
1420

Prof. Dr. Mustafa KARA

******************

Kendi Kalemlerinden Kısa Terceme-i Hal

Dünya misâfirhanesinde, her dünyaya gelen Cenabı Hakkın kendisine tahsis ettiği müddet mikdarınca yaşar. Sonra ahirete intikal eder. Bu zamanı değerlendirebilene ne mutlu.

ALLAHü azze ve celle hazretleri, günâhkâr fakire çok değerli mürebbîler gönderdi. Merhum pederim Hacı Ahmed Hamdi efendi, kalbi ALLAH ve Peygamber sevgisiyle yanar ve daima müslümanların dertleriyle dertlenirdi Merhamet ve sahâvetle ashabı kiram hazeratının meşrebindeydi.

Merhum pederimin ahirete intikalinden sonra on altı sene kadar Hulûsi ağabeyimle beraber bulunduk. Bu müddet zarfında kendisinde en ufak dünyaya temayül görmedim. Her hattı hareketi ALLAH teâlanın emirlerine uygundu. Bütün güzel ahlaklar kendisinde cem olmuştu.

13-15 yaşlarında Elmalılı Muhammed Yazır Efendinin derslerine devam ettim. Kendisine zamanın allâmesi derlerdi. Buna rağmen son derece tevâzu ve mahviyet sahibi idi. 23-25 yaşlarında iki sene Mustafa Asım Yörük Efendinin sohbetlerine devam ettim. Bu iki sene zarfında, hiç bir ferdin îmalı dahi olsa aleyhinde bulunduğunu duymadım. Bu zat da tevazuda ön safta gidenlerden idi. Ancak vefatından bir kaç gün evvel hafız-ı Kur'an olduğunu öğrendim.

Bekir Hâki, Ali Yekta, Ömer Nasuhi Efendiler gibi pek değerli alim, fazil, kâmil kişilerin fırsat buldukça ziyaretlerine gittim, her halde bu zâtlardan da istifade ettim.

Rabbım Teâlâ hazretlerinin en büyük ihsan ve ikramı da 1950 senesinde (takriben 32 yaşlarında idim) Sultanül Arifin, Mürşidi Mükemmil, Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu kuddise sirruh hazretleri ile olan mülâkattır.

1956 senesinde fakiri bu âli yola kabul buyurdular. Fakire karşı istisnai bir ihtimam gösterdiler. Otuz üç sene geçmesine rağmen nefsimden sıyrılamadım. Bütün ömrüm hata, nisyan ve gaflet içinde geçdi. Buna rağmen Rabbımıza hüsnü zannım, sevgim daima tezayüt etti. Rabbımın sevdiklerini canı gönülden sevdim, düşmanlarına da adavet ettim.

*********************

Vasiyetlerinden...

Her dünyaya gelen, vakti saati, sayılı nefesleri tamamlandıktan sonra, ebedi hayata intikal edecektir.

Ne mutlu o kimseye ki, hayatını Hakk yolunda ifna etmiş ve yüzünün ak'ı ile ahirete göçmüşdür.

Fakir de bu hususu nasibim derecesinde bulduğum halde layıkıyla kulluk edemedim. Pîr i fani olduğum halde kendime çeki düzen veremedim. İslâm büyüklerinin şuurlu, şerefli hayatlarını okudum, nefsimde tatbik edemedim. Hatalarla dolu bir ömürden sonra Rabbımız Teâlâ hazretlerinin mağfiretini umarım. Çünkü O, Rahmandır gaffardır.

Varislerimin İslâmî hukuklara riayet ederek hayatlarını değerlendireceklerini umarım.

**********************

Âh Efendim!


En büyük vuslat olurken zâtına emr-i Hudâ,
Yaktı hicrânın efendim ağladı arz u semâ!..

Soldu güller goncalar, lâl oldu bülbüller bugün,
Hep yetîm kaldık efendim sen deyince elvedâ!

Kalbi dağlarken firâk yalnız tesellî eyleyen,
"Rabbe dön!" emriyle ey yâr, tattığın zevk u safâ!..

...

"Küllü nefsin zâikatü'l-mevt"i âşık kalbine,
Cânibinden bir düğün kılmış Cenâb-ı Kibriyâ!..

Sen ki gül kalbinde yârin pervâne oldun bir ömür,
Seyredip aldı güneşler nûrlu sîmândan ziyâ!..

Öyle hizmet eyledin ki, din gülistanında sen,
Havz-ı kevser bekliyor olmak için Hakk'dan atâ...

Ey cihâd-ı ekberin gâzîsi, ey mâzîsi pâk,
Ey visâlin aşk şehîdi bize oldun reh-nümâ...

Gönlünün rahmet sarâyından bıraktın bizlere,
Yâdigârın Hakk yolunda nûr-i çeşm-i evliyâ!..

Vardığın yâr meclisinde öpmüş alnından Habîb,
Tut elimizden, kucaklarken Muhammed Mustafâ...

Ayrılık burda mukadder, ey süreyyâ yıldızı,
Kalmasın mahşer günü ihvânların senden cüdâ!..

En büyük vuslat olurken zâtına emr-i Hudâ,
Yaktı hicrânın efendim ağladı arz u semâ!..

16.07.1999

M. Ali EŞMELİ
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
Ce: Musa Topbaş Efendi'nin Vefatına Tarih

Allah razı olsun merhum üstazımız Musa efendi (k.s) sefaatine nail eylesın...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Ce: Musa Topbaş Efendi'nin Vefatına Tarih

Musa Efendi üstazımız da, gani gani nur içinde yatsın, "ALLAH rahmet eylesin, üstazımızın bir nûmunesi idi. Onun evsafını yüzde yüz almış idi. Onunla da 1958 yılında tanıştım. Sayfiye için İstanbul'a geldiğim ilk seneydi. Ağabeyleri Hulusi Bey'e Medine'deki akrabalarından bir emanet ile mektup filan getirmiştim. O da çok güzel bir zat idi. Eyyüb Sultan Hazretlerine fakiri ilk ziyarete o götürmüştü. Zaten İstanbul'un da bütün Türkiye'nin de hakiki sultanı odur. Musa Efendi üstazımız ile ilk defa Bahariye fabrikalarının girişinde karşılaştık. Birbirimize öyle bir sarıldık ki uzun müddet ayrılamadık. Kalbden kalbe bir yol açılmışdı. Aynı sene Ramazanda Medine'ye teşrif ettiler. Niyazi Keçebaş ile birlikte iki aile gelmişlerdi. Evimize davet ettik. Sonra son nefesine kadar bu muhabbetimiz tesefsül etti. Sami Efendimiz binlerce talebesinin içinde bu zatı seçmiş, ruhaniyeti var ki seçilmiş. Medine'deki son yıllarında Sami Efendi Hazretleri bize "Fadlullah efendi gelen ihvana söyleyin Musa Efendi'ye müracaat etsinler, bundan sonra müşkülatlarını o çözecek" buyurdular. Bunu birkaç defa söylediler. Hatta Sami Efendimizin damatları Ömer Bey de "Bize de böyle işarette bulundular" dedi, o sıralar. Sami Efendimizin vefatı ile vazifeyi devraldılar, evladları çoğaldı, güzel evladlar yetiştirdiler, fani dünya; onu da bu sene kaybettik. Arapça'da bir söz vardır; "İnsan doğar ölmek için, bina yapılır, yıkılmak için" diye. Sonunda ölünecek de maksat güzel yaşamak.

...

Musa Efendimizde yeri doldurulamayacak bir zat idi. ALLAH rahmet eylesin. Vefatından sonra Medine'den salih bir zat Musa Efendinin nakli kubur olduğunu, Sami Efendinin yanına defnedildiğini söyledi. Doğrusunu ALLAH bilir.

Son söyleyeceğim şu ki kardeşlerim üstazlarının kıymetini bilsinler. Son nefeslerini iman-ı kâmil ile tamamlasınlar. (Fadlullah Nemengani)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ce: Musa Topbaş Efendi'nin Vefatına Tarih

Allah Razi Olsun
 

istanbul

Üye
Katılım
21 Eki 2006
Mesajlar
38
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allah hepimizi Peygamber efendimizn ve pir efendilerimizn şefaatine nail eylesin
 

dagcan_33

Paylaşımcı
Katılım
15 Eki 2006
Mesajlar
322
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
istanbul
efendiyi birkere gördüm bin kişinin içinde sanki bana baktı sanki çok çalışmam gerektigini anlattı bir bakışla allah rahmet etsin
 
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
s.a. kardeşler içinizde musa efendi hazretlerinin ses kaydı elinde bulunan varsa forumda paylaşması beni çok mutlu edecek
 
Üst