Murat Menteş / Dublörün Dilemması

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
korkma-ben-varim-murat-mentes-r123173-sz380.jpg


Yayın Yılı: 2009

Öldürdüğüm insanlarla iyi arkadaş
olacağımızı düşünmüşümdür hep.

Dublörün Dilemması nın yazarından komik, hızlı, şoke edici bir roman daha.

Gönül İşleri Bakanlığı nda basın müşaviri dövüş ustası Fu.
Başkalarının intikamını alarak hayatını kazanan Gıcırbey.
Tarih öğretmeni dilber Şebnem Şibumi.
Padişah yorganları satıcısı Enver Paşa.
Dul gangster Hayati Tehlike.
Mr. Spock, Abdülcabbar, Ruhiye Hanım, papağan Huduni, cin Jajha, Atom Bombacıyan, Uçan Kız, Abidin Dandini, Leyla Kalahari
ve diğerleri...

Korkma Ben Varım ın her sayfası sürprizlerle dolu.
Aşk, dostluk, intikam, yalnızlık ve şiddetin ustaca harmanlandığı roman, olağanüstü bir enerji saçıyor.

Bu
kitap karnaval sırasında başgösteren bir bombardımana benziyor.
MURAT UYURKULAK
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
113
Yaş
37
Konum
İstanbul
Hmm.. Hatıralarımla dopdolu bir kitap "Dublörün Dilemması", şimdi yeni bir hatırat olacak demek ki bana; "Korkma Ben Varım" : )
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
YAŞAM KALİTESİ’ EDEBİYATLA OLUR’


“Dublörün Dilemması” adlı ilk romanı ile özellikle belli bir edebiyat algısına sahip okurların ilgisini çeken Murat Menteş’in yeni romanı “Korkma Ben Varım” adını taşıyor. Hızlı anlatım içinde boşlukları dolduramayan okur için tuzaklarla dolu olan roman, birbiriyle ilişkili dört kahramanın başından geçen olayları, yine onların ağzından aktarıyor.



Romanlarınız deyim yerindeyse bir yapbozu andırıyor. Yazarken tüm parçaların yerli yerine oturtulması oldukça uğraş gerektiriyor olmalı ve siz de bunu ustalıkla, hiç ‘boşluğa düşmeden’ yapıyorsunuz. Bunu nasıl bir yöntemle sağlıyorsunuz?

Nitelikleri belli, yöntem denebilecek bir uygulamadan söz edemem, maalesef. Daha ziyade sezgilerime göre hareket ediyorum. Okurun sabrını zorlamamaya, zihnini bulandırmamaya dikkat ediyorum. Okumak, heyecanlı, sevinçli bir deneyim olmalıdır. Buna çalışıyorum.

Peki ne yapıyorsunuz romanlarınızda, yani bazı temel kriterleriniz var mı? Yazarken hangi meseleleri göz önünde tutuyorsunuz?
Elbette kriterlerim var. Ölçülü, kıvamlı, dengeli olmaya bakıyorum. Her iki romanımda da birçok meseleye temas ettim. Fakat bana göre roman günümüzde ideolojik meselelerin geniş çaplı bir şekilde tartışıldığı bir alan değil. Bugün ideolojiden ziyade, insanın varoluş koşullarının temeline dair konular önem kazanmış durumda. Birçok romanda duygular, romantik şablonlara sıkıştırılıyor. Hâlbuki sözgelimi aşka da eşlik eden yanlış anlamalar yüzünden, aşk yokken de aşk acısı çekiliyor artık.

Dublörün Dilemması’na yönelik olumlu ve olumsuz yorumlar arasında hiç sizi etkileyen olmadı mı?
Oldu. Beğenilerini sebepleriyle birlikte ifade edenlerin sözlerinden çok istifade ettim. Bir internet sitesinde, iki satırlık bir cümle vardı. Şuna benzer bir şeydi “Tamam bu roman çok güzel de, acaba yazar bir benzerini daha yazabilecek mi, yoksa tek atımlık barut mu bu?” Cidden ben de aynı şeyi merak ediyordum. Korkma Ben Varım’ın Dublörün Dilemması’ndan geride kalmaması için özen ve gayret gösterdim. Şair ve yazar dostum İbrahim Tenekeci’nin yorumu da benim için yönlendirici oldu.

Nasıl bir koşutluk hali içinde düşünürsünüz sinema ile edebiyatı?
İkisi arasındaki koşutlukla pek ilgilenmiyorum. Edebiyatın sinemadan daha besleyici olduğunu düşünüyorum.

Denemelerinizle romanlarınızın dili arasında bir koşutluk kurulabileceğini düşünüyorum. Ne dersiniz? Terörün gündelik hayatlarımıza sindiğini öne sürdüğünüz Aynalı Barikatlar ile yeni romanız arasında bir izlek ortaklığı kolaylıkla bulunabilir örneğin…

Düşüncelerim ile anlattığım hikâyeler arasında uyum olması doğaldır. Buna karşılık, romanı ideolojinin bir aracı olarak görmüyorum. Edebiyat; ideolojinin, politikanın, medyanın ya da sermayenin yedek kulübesinde tutulamaz. Tam tersine, diğer alanların edebiyattan istifade etmesi gerekir. İşadamı, siyasetçi, gazeteci, akademisyen… Hatta militanın edebiyattan öğreneceği vardır.

Ne gibi? Bir siyasetçi mesela neden edebiyata ihtiyaç duyar?

Çünkü edebiyat çıkar ilişkileri, hiyerarşi üretmeyen bir alandır. Edebiyat bir vakit öldürme aracı değildir. Aksine, bizi iktidarla gelen illüzyonlardan veya körlükten korur.

Korkma Ben Varımdaki muhteşem kargaşanın ya da karnavalın içinde yaşadığımız yıllarla ilgisi var mı?
Olabilir tabii. Bu doğaldır da. Romanın değerini, onun edebi enerjisiyle ölçmek gerek. Geçenlerde Scott Adams’ın küçük bir romanını okudum. Baştan sona, iki adamın konuşmasından ibaretti. İçinde felsefe, bilim ve din meseleleri tartışılıyordu. Diyelim biz bu romandaki düşünceleri değerli buluyoruz. Bu kadarı, o eserin iyi bir roman olduğu anlamına gelmez. Anlatabiliyor muyum?

“Misafir sanatçı Ersin Karabulut”un çizgileriyle romanı boyutlandırma düşüncesi nasıl oluştu?
Romanın bir bölümünün çizgi roman şeklinde çizilmesini bendeniz akıl ettim. Ersin Karabulut da bu fikrin ilginç olduğuna kanaat getirdi. Normalde kendi hikâyeleri haricinde bir şey çizmediği halde, romana katılmayı kabul etti. Şahsen yerli ya da yabancı bir romanda bu tür bir şeye hiç rastlamamıştım. Elbette öteden beri birçok romanda bazı tek sayfalık sahneler çiziliyor ya da çizgi romanlarda yazılı anlatıma da yer veriliyor. Gelgelelim bizimki bambaşka bir şey oldu. Ersin Karabulut’un çizgilerini çok ama çok beğeniyorum. Hikâyeleri de şahane. Bu işbirliğinden ötürü sevinç ve gurur duyuyorum.

Fazla yaygın olmayan, kaotik bir anlatımınız var. Yaşanılan kaosu kaosla mı anlatıyorsunuz? Türkiye’de, okuma alışkanlığının zaten yerleşmediğini de göz önünde tutarak, bu anlatımın okuyucuyu yorabileceğini düşünmüyor musunuz?
Kaotik bir anlatımım olduğunu söylemek biraz abartılı olur. Çünkü olayları farklı bir sırayla anlatmak, hikâyenin daha şaşırtıcı ve sürprizli olmasına hizmet ediyor. Akıcılığı korurken merakı ve heyecanı üst seviyede tutmaya çalışıyorum. Okurun bu anlatım tekniğinden yorulacağını sanmıyorum. Kaldı ki bugüne dek bir tek kişiden bile “Romandaki olayları takip etmekte zorlandım” gibi bir söz işitmedim.

Çok katmanlı bir roman ama… Kendi hayatınızdan çokça izler taşıyor gibi. Katılır mısınız?
Maalesef katılamıyorum. Romanlarım cidden otobiyografik değil. Yaşadığım ufak tefek bazı olayları romana sızdırmış olabilirim, o ayrı. Gelgelelim, kendimi anlatmak, kendimden bahsetmek gibi hevesler taşımıyorum.


Murat Uyurkulak ve Alper Canıgüz’le sizin roman anlayışınızın ya da tekniğinizin ortaklıklarından söz edilebilir mi?
Yerli ve yabancı birçok roman okudum. Öteden beri roman yazabilmeyi umuyordum. Şiir gençlikten, tazelikten; roman ise olgunluktan doğuyor bence. Yerli romanda beni ‘kesmeyen’ bir yön vardı: Halit Ziya, Yusuf Atılgan, Hüseyin Rahmi, Oğuz Atay, Reşat Nuri, İhsan Oktay Anar, Yakup Kadri, Orhan Kemal, Nahit Sırrı, Kemal Tahir, Ahmet Hamdi, Yaşar Kemal, Tarık Buğra, Selim İleri… Hepsi güzel, hepsi okunmaya değer. Her birinde çok önemsediğim yönler olmakla birlikte, benim yazmayı arzuladığım damarı bulamıyordum. Alper Canıgüz’ün ilk romanı Tatlı Rüyalar’ı okuduğumda “İşte bu!” dedim. Alper Canıgüz, Türk romanına çok kritik bir açılım getirmiştir. Romanın nasıl olabileceği hakkında, benim ufkumu açmıştır. Elbette, Alper’i taklit etmedim. Fakat zihnimi meşgul eden romanla ilgili bazı zorlukları onun nasıl ustaca aştığını görmek bana cesaret verdi. Murat Uyurkulak ise bambaşka bir yoğunluk ve derinlik taşıyan romanlarıyla edebiyat alanına çok özel katkılar sundu. Tol ve Har, dünyayı kurtarma fikri ile insan olma çabasının farklı açılardan ele alındığı, yumruk gibi kitaplardır. Canıgüz ve Uyurkulak’la ortak yönümüz, edebiyatın hayat memat meseleleriyle ilgisini doğru kurma çabamızdır. Bir de şu var: Üçümüzün de soyadlarımız biraz acayip: Canıgüz, Uyurkulak, Menteş!

Hem ilk romanınızda hem de Korkma Ben Varım’da epigraflar üzerinden başlayan ilginçlikler metne de yansıyor! Epigraf ekonominizden söz edelim. Niçin bu tarz bir epigraf yolu tuttunuz?
Epigrafları seviyorum. Hikmetli, nükteli sözleri herkes sevmez mi? Bu konuda da şöyle bir denge gözetiyorum: Epigrafları, metne hak etmediği bir cazibe kazandırmakta kullanmamaya bakıyorum. Yani epigrafın, metnin en iyi kısmı olması biraz ayıp olurdu… Daha ziyade, anlatılan hikâyenin, olayın esprisine okuru yaklaştıracak epigraflar kullanıyorum. Kaldı ki epigrafların bir kısmını da kendim uyduruyorum. Bu anlamda biraz da biçimsel bir şey epigraf.

Edebiyat ve felsefi düşünceler arasındaki ilişkiye odaklanan satırlar var. Edebiyat ve hayat ilişkisini nasıl tarif ediyorsunuz?
‘Yaşam kalitesi’ diye bir laf var. Barınma, ulaşım, sağlık, eğitim, alışveriş gibi şeylerin birer zevk ya da eğlence tadı taşımasını anlatıyor. Bence asıl yaşam kalitesi, zihnimizin işlekliği, gönlümüzün zenginliği ve vicdanımızın müsterihliğiyle alakalıdır. Yani bedensel konfor ya da lüks tüketim gibi şeylerle yaşam kalitesi filan olmaz. Edebiyat, benim sözünü ettiğim anlamda yaşamımızın üstün bir kaliteye kavuşmasına hizmet eder. O zaman zaten hayatımızın maddi veçhesi de ona göre düzenlenecektir.

Romanlarınızda hızlı bir anlatım tekniğini uyguluyorsunuz, neden?
Yazılı anlatımda hız, otomobile benzer. Benim romanım saatte 300 km’ye çıkabiliyorsa ne âlâ. Okur isterse romanı saatte 15 km hızla okusun. Fakat roman saatte en fazla 40 km yapıyorsa, okurun işi zor. Sürekli sağ şeritten gitmek zorunda. (Gülümsüyor.) Yani benim anlatımım hızlı, fakat bu, okurun istediği hızda okuyabilmesi için böyle. Dilerse turbo motorlu bir okuma faaliyeti yürütür, dilerse manzaranın tadını çıkararak…

Bakhtin, Rabelais için “Onun romanı, şu ana kadar çok az incelenmiş ve pek de anlaşılmamış.” der bir yerde. Siz roman dünyanız hakkındaki yazıları nasıl buluyorsunuz?
Ben aslında herhangi bir sanat ya da düşünce eseri hakkında yazılanların son tahlilde ikincil unsurlar olduğu fikrindeyim. Aslolan eserin kendisidir. Edebiyatın insanları birbirine yaklaştırdığını düşünüyorum. Romanlarım insanların birbirlerine olan güvenini ya da sevgisini arttırıyorsa, mesela iki kişi benim bir romanımı okumuş olmaları nedeniyle birbirlerine ekstradan sempati duyuyorlarsa bundan sevinç ve kıvanç duyarım. Geçenlerde, evlenmek üzere olan genç bir çift, Korkma Ben Varım’ı kendilerine düğün hediyesi olarak imzalamamı istedi. Bu benim için çok büyük bir ödüldü. Edebiyat hem bir dert ortaklığı, hem de bir sevinç ortaklığına tekabül eder. Böyle yani.
Asım Öz | Tasfiye 22
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
113
Yaş
37
Konum
İstanbul
Bu kitabı halâ ele geçiremedim, kitapçıda uzun soluklu bir casusluk eylemi yapmam lazım sanırım. : ))
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
B50412111006.jpg


Dublörün Dilemması - Murat Menteş

Murat Menteş "Kaosa Mütevazı Bir Katkı" ve "Aynalı Barikatlar" adlı deneme kitaplarından sonra "Dublörün Dilemması" ile birlikte bir romanla çıktı karşımıza. Bildik üslubundan ayrılmadan, kelimelerin kıvrak kullanımıyla eğlenceli, heyecanlı romanın konusu ise kısaca şöyle:

Sürmeli albino Nuh Tufan, arkadaşı İbrahim Kurban'ın keşfettiği maske yapım yöntemiyle kılık değiştirerek para kazanmaya karar verir. "AYNI ANDA İKİ YERDE BİRDEN OLMANIZ MI GEREKİYOR? BİZİ ARAYIN!" ilanı gazetede yayınlanınca memleketinden her köşesinden iş teklifleri alır. Sonunda işadamı Ferruh Ferman'ın kılığına girerek onun adına davetlere katılmaya ve giderek onun hayatını yaşamaya başlar. Tabii bu esnada esas kız Dilara Dilemma' ya da kayıtsız kalamaz. Zaten atipik şizofrenik olan Nuh Tufan yeni yüzü ve yeni aşkı ile kendisini işdünyası-mafya-polis üçgeninin ve bir dolu tesadüfün tam ortasında bulur.
Yer yer yaptığı müzik, sinema ve felsefe atıflarıyla entelektüel derinliği de olan "Dublörün Dilemması" mutlu sonla biter diyemiyoruz. Zira Murat Menteş kitabını bitirmemekte ısrar ederek son cümleden sonra okuyucuyu yine kitaba yönlendiriyor.

Arka kapağında Yazanlar: Murat Menteş, okumacı, tartışmacı, kavgacı, yani kışkırtıcı bir yazar arkadaşım. Onunla çekişirken çiçek açarsınız. Yazarlık macerasını ben de merakla izliyorum. Peşinen söyleyeyim, fiktif, tümden hayal ürünü metinler sevmem, fakat Murat Menteş’in birbiri peşi sıra kurduğu cümlelerin gücü, benim kendimce şikayetimi kuruntuya dönüştürdü. Ben, Murat’ın yaşındayken kelimelerle kasap gibi boğuşuyordum; Murat aksine, kelimeleri kırbaçlayıp cümleler içinde düzene sokuyor ve bunu pek mahirce başarıyor. Bu yüzden Dublörün Dilemması çok canlı, renkli, inceden felsefi çığlıklarla bezeli bir kitap ve hızla yaklaşan bir yazarı işaretliyor... Böyledir, edebiyat kavgayla başlar huzurla sona erer derler; gerçi ben görmedim, hayırlısı Murat için olsun!..

Nihat Genç
Çok acayip. Çok tuhaf. Müthiş!.. Böyle bir kitabın yazıldığına inanamıyorum. Okuyun, siz de inanamayacaksınız!

Hakan Albayrak
Dublörün Dilemması ilginç, heyecanlı, eğlenceli, derinlikli...
bir roman. Ama galiba en önemli özelliği, bize sözcüklerin gücünü hatırlatması. Hiperaktif bir zekanın ürünü, bu baş döndürücü macerayı okumak büyük keyif! Ben sevdim eller alsın.


Kitaptan:
«Boğaziçi Köprüsü'nden kopan taksi Etiler'e doğru yol alırken, radyoda Orhan Gencebay'ın Hayat Kavgası şarkısı çalmaya başladı. İbrahim Kurban'ların evinin önüne geldiğimizde şarkı henüz bitmemişti. Şoföre parayı saydım, fakat arabadan inmedik. Şoför, soru soran gözlerle suratımıza bakıyordu. İşaret parmağımı dudaklarıma götürerek, "hişşşş" dedim. Şarkı bitti. Biz taksinin arka kapılarını aynı anda açıp dışarı çıkarken, İbrahim Kurban başını içeri uzatarak durumu şoföre açıkladı: "Orhan Gencebay çalarken arabadan inilmez kaptan.»
 
Üst