Münafık...

Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Gizli düşmanların tecavüzlerine veya dost suretinde hulul ederek veya bazı safdiller vasıtasıyla menfi fikirlerini telkin etmek planlarına dair olup, bu gibi telkinler karşısında müteyakkız bulunmakla alakalı Risale-i Nur da geçen bazı kısımlardır.....
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Hubb-u cah korku,tama', Türkçülük, enaniyet, tenbellik,tenperverlik ve vazifedarlık damarlarından avlama planları:



Altıncı Risale olan Altıncı Kısım

[Kur'an-ı Hakîm'in tilmizlerini ve hâdimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır.]


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ


Şu Altıncı Kısım, ins ü cinn şeytanlarının altı desiselerini inşâallah akîm bırakır ve hücum yollarının altısını seddeder.


Birinci Desise:

Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen; hizb-ül Kur'anın fedakâr hâdimlerini hubb-u câh vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o manevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar.

Şöyle ki:


İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î-küllî arzu vardır.

Hattâ o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır.

Yani:

Bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlub eder.

Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar.

{ (Haşiye): O bîçareler, "Kalbimiz Üstad ile beraberdir" fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, "Kalbim safidir. Üstadımın mesleğine sadıktır." demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona "Namazın bozuldu" denildiği vakit, o diyor: "Neden namazım bozulsun, kalbim safidir."}
Mektubat​
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'anda arkadaşlarım!

Bu hubb-u câh cihetinden gelen dessas ehl-i dünyanın hafiyelerine veya ehl-i dalaletin propagandacılarına veya şeytanın şakirdlerine deyiniz ki:

"Evvelâ rıza-yı İlahî

ve iltifat-ı Rahmanî

ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki;

insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir.

Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter.

İnsanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in'ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir.. çünki kabir kapısında söner, beş para etmez!"



Hubb-u câh hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır.

Şöyle ki:



Sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-ü tesiri noktasında gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur.

Meselâ: Ayasofya Câmii, ehl-i fazl u kemalden mübarek ve muhterem zâtlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup câmiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o câmi içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa;

eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur'andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar.

Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.

Eğer o mübarek câmiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süfli ve edebsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa;

o vakit o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzakârane tebessümlerini celbedecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatın bütün efradından, bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir. Esfel-i safilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir.
Mektubat​
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
İşte aynen bu misal gibi;

âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir câmidir.

Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o câmideki muhterem cemaattir.

O haylaz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır.

O serseri ahlâksızlar; firenkmeşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir.

Ecnebi seyircileri ise, ecnebilerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir.

Herbir müslüman, hususan ehl-i fazl u kemal ise; bu câmide derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.

Eğer İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahî cihetinde, Kur'an-ı Hakîm'in ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a'mal ondan sudûr etse, lisan-ı hali manen âyât-ı Kur'aniyeyi okusa; o vakit manen âlem-i İslâmın herbir ferdinin
vird-i zebanı olan
اَللّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ duasında dâhil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkârane alâkadar olur.

Yalnız hayvanat-ı muzırra nev'inden bazı ehl-i dalaletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.

Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını

ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini

ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği selef-i sâlihînin cadde-i nuranîlerini terkedip

heveskârane,

hevaperestane,

riyakârane,

şöhretperverane,

bid'akârane işlerde

ve harekâtta bulunsa;

manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer.

اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّهِ sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse; soğuk görür, manen nefret eder.



İşte hubb-u câha meftun ve şöhretperestliğe mübtela adam -ikinci adam-, hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i safilîne düşer.

Ehemmiyetsiz ve müstehzi ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında, muvakkat ve menhus bir mevki kazanır.
َاْلاَخِلاَّءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلاَّ الْمُتَّقِينَ sırrına göre; dünyada zarar, berzahta azab, âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur.



Birinci suretteki adam,

faraza hubb-u câhı kalbinden çıkarmazsa,

fakat ihlası ve rıza-yı İlahîyi esas tutmak

ve hubb-u câhı hedef ittihaz etmemek şartıyla;

bir nevi meşru makam-ı manevî,

hem muhteşem bir makam kazanır ki, o hubb-u câh damarını kemaliyle tatmin eder.

Bu adam az, hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder;

ona mukabil,

çok hem pek çok kıymetdar, zararsız şeyleri bulur.

Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır;

ona bedel, çok mübarek mahlukları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder.

Veya ısırıcı yabani eşek arılarını kaçırıp,

mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celbeder.

Onların ellerinden bal yer gibi, öyle dostlar bulur ki; daima dualarıyla âb-ı kevser gibi feyizler, âlem-i İslâmın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a'maline geçirilir.
Mektubat​
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Ehl-i Dünya ile ihtilat ve münasebet sebebi ile zayıf damarlardan avlanmak tehlikesi..

Ben itiraf ediyorum ki:

Hizmet-i Kur'aniyedeki

kemal-i ihlas

ve sırf livechillah için hizmeti,

iki vaziyetim ihlâl ediyordu.

Şiddetli bir tokat yedim. Çünki ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum.

Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum.

Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum.

Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.



İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk.

Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki:

O hakaik-i Kur'aniye

nurdur,

ziyadır.

Tasannu,

temelluk,

tezellül zulmetleriyle birleşemiyor.

Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu.

Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.

Pür-kusur

Şamlı Hâfız Tevfik

Lem'alar
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0

Hâfız Ahmed (R.H.) namında bir adamdır. Bu zât, risalelerin yazmasında iki üç sene teşvikkârane bir surette bulunuyordu ve istifade ediyordu.

Sonra ehl-i dünya, zaîf bir damarından istifade etti.

O şevk zedelendi.

Ehl-i dünyaya temas etti.

Belki o cihetle ehl-i dünyanın zararını görmesin, hem onlara sözünü geçirsin ve bir nevi mevki kazansın ve dar olan maişetine bir sühulet olsun.

İşte hizmet-i Kur'aniyeye o suretle o yüzden gelen fütur ve zarara mukabil iki tokat yedi.

Biri; dar maişetiyle beraber beş nüfus daha ilâve edildi, perişaniyeti ehemmiyet kesbetti.

İkinci tokat: Şeref ve haysiyet noktasında hassas ve hattâ birtek adamın tenkid ve itirazını çekemeyen o zât, bilmeyerek bazı dessas insanlar onu öyle bir surette kendilerine perde ettiler ki, şerefi zîr ü zeber oldu, yüzde doksanını kaybetti ve yüzde doksan adamı aleyhine çevirdi.

Her ne ise... Allah affetsin, belki inşâallah bundan intibaha gelir, yine kısmen vazifesine döner.
Lem'alar​
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Safdillik ile aldanıp, menfi sözleri nakletmek hatasına düşmek..

Mustafa Çavuş (R.H.) sekiz senedir bizim hususî küçük câmie, hem sobasına, hem gazyağına, hem kibritine kadar hizmet ediyordu. Hattâ gazyağını ve kibritini sekiz senedir kendi kesesinden sarfettiğini sonra öğrendik. Cemaate, hususan Cuma gecelerinde gayet zarurî bir iş olmayınca geri kalmıyordu.

Sonra ehl-i dünya onun safvet-i kalbinden istifade ederek dediler ki: "Sözler'in bir kâtibi olan Hâfız'ın sarığına ilişecekler. Hem gizli ezan, muvakkaten terkedilsin. Sen kâtibe söyle, cebir görmeden evvel sarığı çıkarsın."

O bilmiyordu ki: Hizmet-i Kur'aniyede bulunan birisinin sarığını çıkarmağa dair sözü tebliğ etmek, Mustafa Çavuş gibi yüksek ruhlulara pek ağırdır.

Onların sözlerini tebliğ etmiş.

O gece rü'yada ben görüyordum ki: Mustafa Çavuş'un elleri kirli, kaymakam arkasında olarak odama geldi.

İkinci gün ona dedim: Mustafa Çavuş, sen bugün kim ile görüştün? Seni elin mülevves bir surette kaymakamın arkasında gördüm.

Dedi: "Eyvah! Bana böyle bir söz, muhtar söyledi, kâtibe söyle. Ben arkasında ne olduğunu bilmedim."

Hem aynı günde bir okkaya yakın gazyağını câmiye getirmiş. Hiç vuku bulmayan, o gün kapı açık kalmış, bir keçi yavrusu içeriye girmiş, büyük bir adam gelmiş, keçi yavrusunun seccademe yakın bıraktığı müzahrefatı yıkamak için, ibrikteki gazyağını su zannedip bütün o gazyağını temizlik yapıyorum diye câminin her tarafına serpmiş. Acaibdir ki, kokusunu duymamış.
Demek o mescid lisan-ı hal ile Mustafa Çavuş'a diyor:
"Senin gazyağın bize lâzım değil. Ettiğin hata için gazyağını kabul etmedim." diye işaret vermek için o adama koku işittirilmedi.
Hattâ o hafta içinde Cuma gecesinde ve birkaç mühim namazda, o kadar çalıştığı halde cemaate yetişemiyordu.
Sonra ciddî bir nedamet, bir istiğfar ettikten sonra safvet-i asliyesini buldu.
Lem'alar

 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Ehl-i Dalaletin ifsad planlarından bir hülasa..

Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki:

Yüzde on ehl-i fesad yüzde doksan ehl-i salahı mağlub ediyordu.

Hayretle merak ettim,

tedkik ederek kat'iyyen anladım ki:

O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor

  • belki fesaddan
  • ve alçaklıktan
  • ve tahribden
  • ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden
  • ve içlerine ihtilaf atmaktan
  • ve zaîf damarları tutmaktan
  • ve aşılamaktan
  • ve hissiyat-ı nefsaniyeyi
  • ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten
  • ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten
  • ve şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamaktan
  • ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor.

Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler.

Fakat
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla, اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ düsturuyla:

Onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem'i kendilerine ve Cennet'i ehl-i hakka kazandırmalarına sebebdir.

Lem'alar​
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-

Haşiye zamanımızda açık bir şekilde yaşandı ve yaşanıyor..

Bizler nur talebesiyiz diyerek meydana atılan ve darbe müsebbiblerden biri olan güruh ve uzantıları meydandadır...

yarı çıplak olarak bir nisa ile onlarca muhabirin karşısında basılarak basına malzeme olan ve hapse atılmasını Üstad (RA) ve talebelerinin atılmasıyla eşdeğer gören kişiler, utanmadan ve sıkılmadan nur talebesiyiz imajını vermeye çalışmaları canlı bir timsal olsa gerek...
 
Üst