gumus_Tesbih
Paylaşımcı
Mühim bir vazife: Çocuklara Kur’ân öğretmek
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve başkalarına öğretendir”1 buyuruyor Hz. Peygamber (a.s.m.).
Risâle-i Nur müellifi, bu hadisi bir emr-i manevî telâkki etmiş olmalı ki, Barla Lâhikası’nda, talebelerinden ‘Refet Bey’e yazdığı bir mektubunda “herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek”2 olduğunu ifade ediyor.
Bu mektubun yazıldığı 1930’lu yıllar,—her ne kadar okuma oranı düşükse de—bugüne kıyasla milletin Kur’ân harflerine daha ziyade âşinâ olduğu yıllardı. Bugün ise, 1928 yılında yapılan harf inkılâbının neticesinde, millet Kur’ân harflerine yabancılaşmıştır. Bu da bir anlamda Kur’ân etrafındaki surlardan birinin yıkılması olmuştur. Bunu şu hadise ile daha iyi anlıyoruz: Bediüzzaman Hazretleri, 1. Dünya Savaşı öncesinde sadık bir rüyada, kendisini Ağrı Dağının altında görür. Dağ âniden infilak ederek, dağlar gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıtır... Bu esnada Peygamber Efendimiz (asm), kendisine emredercesine “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et!”, yani “Kur’ân’ın mucizeliğini açıkla, izah et!” der. Devamında rüyasını şöyle tabir eder Bediüzzaman:
“Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak...”3
Evet, Kur’ân etrafındaki surlardan biri de “huruf-u Kur’âniye” (Kur’ân harfleri) idi. Dolayısıyla Bediüzzaman Hazretlerinin “herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek” ifadesi, günümüz itibariyle daha bir ehemmiyet kazanmıştır.
Bu mânâyı bir başka mektubunda şöyle teyid eder Bediüzzaman: “İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya’nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan çocuklara Kur’ân okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor. Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nurlara çalışmanız gibi kıymetlidir.”4
Evet her iki mektup da, Nur Talebelerinin önemli vazifelerinden birinin de Kur’ân öğretmek olduğuna dikkat çekiyor.
Kur’ân okumayı öğrenmenin/öğretmenin ehemmiyetini vurgulaması açısından, şu ifadeler de dikkat çekicidir: “‘Hıfz-ı Kur’ân’a çalışmak ve Risâle-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?’ diye suâlinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır.”5
Lâkin bu sözleriyle yetinmemektedir Bediüzzaman. Sadece bunu söyleyip kalmak, birşeyleri eksik bırakacaktır çünkü. Onun için arkasından gelen ve “Fakat...” şeklinde devam eden cümle de önemlidir: “Fakat, Risâle-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.” Evet Kur’ân’ın lâfzına çalışmak ve hizmet etmek kadar, mânâsına hizmet etmek de önemlidir ki, Bediüzzaman bu kaydı düşmeyi ihmal etmez. Nitekim telif ettiği Risâle-i Nur Külliyatı, Kur’ân’ın mânâsının, hakikatlerinin tefsir ve izahıdır ve bu yönüyle Kur’ân’ın okunmasına ve ezberlenmesine vesile olmuştur ve olmaktadır da.
Aslında Kur’ân’ın mânâsı ile lâfzı birbirini tamamlamaktadır. Biri diğerine tercih edilemez. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, bütün himmet ve gayretini Kur’ân öğretmeye ve hafız yetiştirmeye veren Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin bu hizmetleri için “Biz Kur’ân’ın mânâsına, onlar ise lâfzına çalışıyorlar” derken de, bu tamamlayıcılığa dikkat çekmiştir. Benzer tarzda bir başka hatırada da, kendisini ziyarete gelen hafızlara Kur’ân’ı hıfzetmenin ehemmiyetinden bahsederek “Siz de hafızsınız, biz de. Biz Kur’ân’ın mânâsını, siz de lafzını muhafaza ediyorsunuz”6 dediği nakledilir.
Evet, Kur’ân’ın lâfzı mu’cizedir ve mânâsına hayattar bir cild olmuştur adeta. Lâfız mânâyı korumaktadır. Cild çıkarılsa nasıl vücud hayatını devam ettiremezse, lâfız da önemsenmez ve ihmal edilirse Kur’ân’ın ruhu ve hayatı hükmündeki mânâlar zarar görür. Onun için Kur’ân’ın lâfzının muhafazası ve yüzünden okunması önemlidir. Bu konuda yapılan Kur’ân hizmeti de, Bediüzzaman dilinde her hizmetten üstündür ve önceliği vardır.
İsmail TEZER
--------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1- Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21.
2- Barla Lâhikası, s. 173.
3- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 201.
4- Emirdağ Lâhikası, s. 152.
5- Kastamonu Lâhikası, s. 47.
6- Son Şahitler, c. 4, s. 313.
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve başkalarına öğretendir”1 buyuruyor Hz. Peygamber (a.s.m.).
Risâle-i Nur müellifi, bu hadisi bir emr-i manevî telâkki etmiş olmalı ki, Barla Lâhikası’nda, talebelerinden ‘Refet Bey’e yazdığı bir mektubunda “herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek”2 olduğunu ifade ediyor.
Bu mektubun yazıldığı 1930’lu yıllar,—her ne kadar okuma oranı düşükse de—bugüne kıyasla milletin Kur’ân harflerine daha ziyade âşinâ olduğu yıllardı. Bugün ise, 1928 yılında yapılan harf inkılâbının neticesinde, millet Kur’ân harflerine yabancılaşmıştır. Bu da bir anlamda Kur’ân etrafındaki surlardan birinin yıkılması olmuştur. Bunu şu hadise ile daha iyi anlıyoruz: Bediüzzaman Hazretleri, 1. Dünya Savaşı öncesinde sadık bir rüyada, kendisini Ağrı Dağının altında görür. Dağ âniden infilak ederek, dağlar gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıtır... Bu esnada Peygamber Efendimiz (asm), kendisine emredercesine “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et!”, yani “Kur’ân’ın mucizeliğini açıkla, izah et!” der. Devamında rüyasını şöyle tabir eder Bediüzzaman:
“Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak...”3
Evet, Kur’ân etrafındaki surlardan biri de “huruf-u Kur’âniye” (Kur’ân harfleri) idi. Dolayısıyla Bediüzzaman Hazretlerinin “herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur’ân öğretmek” ifadesi, günümüz itibariyle daha bir ehemmiyet kazanmıştır.
Bu mânâyı bir başka mektubunda şöyle teyid eder Bediüzzaman: “İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya’nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan çocuklara Kur’ân okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor. Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nurlara çalışmanız gibi kıymetlidir.”4
Evet her iki mektup da, Nur Talebelerinin önemli vazifelerinden birinin de Kur’ân öğretmek olduğuna dikkat çekiyor.
Kur’ân okumayı öğrenmenin/öğretmenin ehemmiyetini vurgulaması açısından, şu ifadeler de dikkat çekicidir: “‘Hıfz-ı Kur’ân’a çalışmak ve Risâle-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?’ diye suâlinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır.”5
Lâkin bu sözleriyle yetinmemektedir Bediüzzaman. Sadece bunu söyleyip kalmak, birşeyleri eksik bırakacaktır çünkü. Onun için arkasından gelen ve “Fakat...” şeklinde devam eden cümle de önemlidir: “Fakat, Risâle-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.” Evet Kur’ân’ın lâfzına çalışmak ve hizmet etmek kadar, mânâsına hizmet etmek de önemlidir ki, Bediüzzaman bu kaydı düşmeyi ihmal etmez. Nitekim telif ettiği Risâle-i Nur Külliyatı, Kur’ân’ın mânâsının, hakikatlerinin tefsir ve izahıdır ve bu yönüyle Kur’ân’ın okunmasına ve ezberlenmesine vesile olmuştur ve olmaktadır da.
Aslında Kur’ân’ın mânâsı ile lâfzı birbirini tamamlamaktadır. Biri diğerine tercih edilemez. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, bütün himmet ve gayretini Kur’ân öğretmeye ve hafız yetiştirmeye veren Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin bu hizmetleri için “Biz Kur’ân’ın mânâsına, onlar ise lâfzına çalışıyorlar” derken de, bu tamamlayıcılığa dikkat çekmiştir. Benzer tarzda bir başka hatırada da, kendisini ziyarete gelen hafızlara Kur’ân’ı hıfzetmenin ehemmiyetinden bahsederek “Siz de hafızsınız, biz de. Biz Kur’ân’ın mânâsını, siz de lafzını muhafaza ediyorsunuz”6 dediği nakledilir.
Evet, Kur’ân’ın lâfzı mu’cizedir ve mânâsına hayattar bir cild olmuştur adeta. Lâfız mânâyı korumaktadır. Cild çıkarılsa nasıl vücud hayatını devam ettiremezse, lâfız da önemsenmez ve ihmal edilirse Kur’ân’ın ruhu ve hayatı hükmündeki mânâlar zarar görür. Onun için Kur’ân’ın lâfzının muhafazası ve yüzünden okunması önemlidir. Bu konuda yapılan Kur’ân hizmeti de, Bediüzzaman dilinde her hizmetten üstündür ve önceliği vardır.
İsmail TEZER
--------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1- Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21.
2- Barla Lâhikası, s. 173.
3- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 201.
4- Emirdağ Lâhikası, s. 152.
5- Kastamonu Lâhikası, s. 47.
6- Son Şahitler, c. 4, s. 313.