MUHASeBE YAZILARI

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
fikrimize uymayana dair umum tepkimiz neden önce tahkir, ardından isbat veya kabule diretme olur?

aşağılayınca büyüyor muyuz?

bence büyüdüğümüzü sanmasak aşağılamayız...

aşağılamak üstte olmanın emaresi.

altındakini hırpalamak insana farklı bir zevk veriyor. alay tahkir, hafife alma v.s gibi kalbi günahların hepsi kibir mefhumunda birleşiyor. kendini tanrı yetkinliğinin gölgesine alan, başlıyor tüm kanatlardan hucuma...

insanın kurtarıcı beklentisi zaafı vardır. bu anne karnında gelişen bir duygu aslında... bir güven ve bağlılık, aidiyet tavrı...

işte umumen bu kullanılır insanlarda...

alan bununla alır, ezen bununla ezer...

şefkat açlığı çeken genç kızı kandıran bununla kandırır...

sahiplenilmek ve korunmak arzusu, karakter geliştikçe, öz bulundukça asliyetinde inkılab eder. ruhunun sesini dinleyebilene

övgü ve sövgü aynıdır, etkilenmez sözlerden...

insanlar esasen söz söylediklerinde başkaya dair, kendilerini tanımlarlar...

öven, kendini, söven kendini...


türkçemizde 'tuzu kuru' diye bir söz var...

dikkat edin, insanlara tepeden bakma heveslisi olanlar toplumda ya mal, ya makam, ya ün; ya da bir özel sivri vasıf sahibi...

öyle ya, ne ki başkaca başkaya kendini üstte görmesini haklı göstertebilecek olgu!?

gerçi bir de hased var, o apayrı bir hadise/olgu. -olmamasının verdiği saldırganlık dürtüsü-

vasıflar çoğaldıkça imtihan da şiddetleniyor...

hani edebali'nin dediği: 'bundan sonra öfke bize, sukunet sana, haksızlık bize, adalet sana' terazisi...

toplumda illa ki sosyal hayatın değişik kademelerinde değişik statülere farklı hitaplar olacaktır; ama 'amaya ilgisizliği sebebiyle' ikaz alandan daha yüksek şeref sahibi olunması söz konusu olmadığına göre, dersimize iyi çalışmamız gerekiyor:

övgü ve sövgüde hassaten...


bir fikir ki, yerinde sabitlenmiş, ileri vites, geri vites kabul etmiyor, o fikir, sahibini erken bunatır.

kararlılık düşmek ve kalkmaktadır. düşme meylini görmeme rağmen, hiç düşmeyenlerden/düşmem diyenlerden her zaman çekinmişimdir.

ben arada düşerim, arada düşenleri severim. düşemeyenlerle/asla düşmeyenlerle/düşmem diyenlerle ya da işim olmaz.

öfkelenmek tabiidir; ama öfkeyi dinleştirmek tabii değildir. kinlendiğiniz zaman bakacaksınız, kininiz kinlendiğinizin neyine? bunun mihengi, vasıf gitmesine rağmen kin sürüyorsa, problem sizin algınızdadır.

hatalı yönünü görmeyen insan, hatasızlık hastalığına tutulur. bundan Allah korusun hepimizi. amin.

mesela ben bazen öyle çirkefleşirim ki, yahu bu ben miyim, nasıl yapabildim diye için için hayıflanırım. bazen de doğru yaptığım işten dolayı ferahlarım.

insanın doğasında var bu; ama itiraf edebilmek zor oluyor. ya da yok saymak çok kolay geliyor.


tamam kimse kimseye itiraf etmesin; ama en azından herkes kendi içinde bu analizi yapabilmeli. bu yapıldığında görülecek ki, yok aslında kimsenin kimseden bir farkı. fark olsa olsa, tiyatro yapanların senaryo anlayışındaki küçük yorumsu tavırları. işe heyecan, mimik katmaları meselesi...

şark insanı ile batı insanı arasındaki uçurumlardan biri de bu.

garb insanı, hatasından pişmanlığını şahitlendirir bir otokontrol mekanizması kendi kendine gelişsin diye.


şarkta hata yapmaz insanlar çoktur!

işin havasına onlar da kendilerini öyle kaptırmışlardır ki, nasıl göründüklerini farkettiklerinde büyü bozulmasın adına belki seslerini çıkarmazlar hatta. herkes onlara özenir; ama en hata yapmazın bir hatası, onun hata yapmazlığına iman edenlerin toptan kaymasına sebep olur ne yazık ki...

aslında kibri konuşuyoruz.

insan, inancının tezgahtarlığını yaparken, sunduğunun sahibi gibi davrandığında ister istemez sahiplik dürtüsü hakim oluveriyor. aşağılamak yermek çoğu zaman bu duygunun mahsülü oluyor.

aidiyetinde olmak yerinde aidiyetine almak...


ismail arslan
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
ağızdan çıkan bir söz ve sonrası

bir gün şu hadise vâkî olmuştu. Kızgınlık eseri olarak Ebû Zerr (r.a.), Hz. Bilal'e:
"Yebnes sevda, ey siyah (kadın)'ın oğlu!" demiştir.
Bu söz ise, Bilal (r.a.)'in çok zoruna gitmişti. Dert ortakları Peygamberimize gitti ve Bilal ile arasında geçeni anlattı. Resûlullah (s.a.v.) Ebû Zerr'i çağırttı ve
"Sizin üzerinizde cahillik izi görmekteyim",
buyurdu. Ebu Zerr doğruca Hz. Bilal'in evine gitti ve kapısının önüne yattı. Bilal (r.a.)'ın bundan haberi yoktu. Kapıyı açınca yatan birini gördü. Kapının önüne yatan Ebû Zerr idi ve şöyle demişti:
"Bas ya Bilal, ayaklarınla yüzüme bas ve geç! Vallahi ayaklarınla yüzüme basıp geçmedikçe buradan kalkmayacağım..."

kardeşlikleri bir sözle sekteyede uğramıştı
ama bir ikazla duruldular
bugün ise ikinci adımı atmakta ashaba benzerlik kalmamıştır
buda bahsedilen kibrin bütün hücrelerimiz sarmış olmasındanmıdır?
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
ulema birbirine en ağır fikri sözlerden sonra kucaklaşabiliyor, birbirini övebiliyor, yerdiği, hak söz söylemişse hak sözünü ondan nakledebiliyor...

yani işlerinde rıza var...

biz maalesef tartışmalarda kalblerin birbirine her tartışma sonrası daha bir uzaklaştığını hissediyoruz.

bunun sebebleri çok...

en önemli sebebin şahıslara olan düşkünlük olduğunu farkettim.

sözleri nakledelim; ama söz sahiplerini birbirine çarpıştırmayalım.

Kur'an'ı hadise, hadis'i Kur'an'a vuruşturmayalım...

sözü naklettikten sonra karşı görüş veya soru gelince, görüş sahibini tenzih ile hakikat ne ise ifade edelim ve meseleyi uzatmayalım.

karşı taraf ısrar ederse çekilelim.

neden çekilelim?

ısrarı ağır müeyyide gerektiren bir hale galebe çalabilir...

ve öyle de oluyor maalesef...

mesela ashabı eleştiren her kim olursa olsun devir şeriat devri olsaydı, kadıya götürülürdü durumu...

bu hususta bazı cezalar var. kadı, yargılar ve ceza verilmesi uygunsa ceza verirdi.

bu ceza o söz sahibini temizlerdi.

burada böyle bir durumumuz yok.

söz havada asılı kalıyor ve gazab inmesine vesile oluyor.

ve biz de kadı değiliz...

ismail arslan
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
hocam konuyu dağıtırsam mecrasından çıkarıram lütfen söyleyin
Abdullah büyük hoca efendinin bir takım yazılarını iktibas etmek istiyorum

O DİYARIN SAKİNLERİ'ni devamlı olarak gündemde tutarsak, gözümüz, kulağımız başka yerlere kaymaz. Müslümanlığımızı kıyasladığımız kimseler, onlar olmalıdır. Ancak bugün çoklarımız etrafımızdaki bazı zevat-ı kirâma göre müslümanlığını ölçüp, tartmaya başlıyor. Bu da dinde yeni bir anlayış, yeni bir kapı açıyor. Mezhep imamlarımızdan Ahmed İbn Hanbel der ki "Biz öyle kimseleri biliyoruz ki şefaatlarını umarız. Ancak bazı söz ve tavırları yanlış olduğu için reddederiz" Doğrulara evet, yanlışlara hayır demek için Ashabın toplu olarak İslâm'a olan hizmetlerini bilmeliyiz. Bizim inandığımız dinimizin yaşayış seviyesini etrafımızdaki insanlara göre değerlendirecek olursak, büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz.
Bilhassa İslâm'ın devlet olmadığı, cahiliyyenin kol gezdiği, tağutun dediklerinin olduğu bir toplumda durum daha da nazikleşir. Çünkü herkes aynı hayatın içinde yaşıyor. Adeta dinin yaşanışı bir nevi izne bağlı olmuş bir ortamda, dinin tamamının yaşandığı bir ortam ve dini tamamen yaşayan ve hem de vahyin sıcaklığını hissederek yaşayan bir nesil... O da o diyarın sakinleridir.

O DİYARIN SAKİNLERİ'ni ortaya korken etrafımızdaki alimleri, salih kulları devre dışı bırakalım demiyoruz. Eğer bugün kalbimizi ve gönlümüzü kaptırdığımız kimseyi her yönü ile tanıyor da, ana kaynakların ikincisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'i gerçek yönü ile tanımıyorsak, bunun izahını nasıl yapabiliriz? Üstelik Nakşi tarikatının otoriter isimlerinden olan ve dini bir takım hurâfe ve bid'atlerden temizleyerek "Mektubat" isimli bir eseri ümmete hediye eden İmanı Rabbani der ki:
"Ahirette müslümanlar tarikattan değil, şeriattan hesaba çekileceklerdir." Yine şu husus da önem arzeder ki bir şeyi yerli yerine koymak adalet, layık olmadığı yere koymak ise zulümdür. Bir veliyi, bir alimi, bir salih kulu layık olduğu yere koyarak değerlendirmek adalet, hak etmediği yerlere kaydırmak ise zulümdür.
Müslümanın değeri, Kur'an'a ve Sünnete verdiği değer nispetindedir. Yine müslümanın şerefi Kur'an' la olan irtibatı nispetindedir. Kaf suresinin başında Rabbimiz şerefi çok büyük olan Kur'an'ına yemin etmektedir. Üzerine yemin edilen Kur'an'dan ne kadar istifade ediyorsak, işte şerefimiz o kadardır.
Onlar, Kur'an'dan hayata geçiş yapan, yani yaşayan Kur'an'ı temsil eden şerefle dolu bir nesildir. Onlar, bizim gibi hayatlarını üç-beş ayet, dokuz on hadisle kapatarak Hakka kavuşmamışlardır.

O DİYARIN SAKİNLERİ bugünün İslâm toplumlarına nereden bakarsak bakalım bazen rehber, bazen numune (örnek) bazen kaynak ve bazen de ibret levhasıdır. Onlar öyle fedakar insanlardır ki canları pahasına da olsa dinin nasıl yaşanacağını, kıyamete kadar gelecek müslümanlara göstermişlerdir. Kimisi recmedilmiş, kimisine kırbaç vurulmuş, kimisi sürgün edilmiş, kimisine had cezası vurulmuştur. Ancak bunların hepsi büyük bir şerefle Allah'a kavuşmuş ve hayırla yadedilmişlerdir.

O DİYARIN SAKİNLERİ'nin bütünlük arzeden kimlikleri böyledir. Yani erkek ve kadın olarak değil, her iki cinsi insan olarak ele alıp, bu bütünlüğü bozmamak gerekir.

O DİYARIN SAKİNLERİ'in bir başka yönü, Peygamberleri ile olan münasebetleridir. Günümüzde Cemaat ve İmam (Emir ve Cemaat) anlayışının rehberliğini o diyarın sakinlerine vermek lazımdır. Bir takım yanlış anlayışlara ve yanlış uygulamalara meydan vermemek için bu şarttır.
Günümüzde öyle bir itaat ve bağlılık anlayışı ve uygulaması vardır ki bunu Kur'an ve Sünnet ölçülerine vurmak hayli zordur. Bir şeyin eğri veya doğruluğunda aslolan ayet ve hadistir. Ancak "Vardır bir hikmeti" anlayışı, bu gerçeğe gölge olmuştur. Durum öyle noktalara gelmiştir ki, batılın ihyasına yönelik teklifler hem kabul görmüş ve hem de hikmet aranmıştır. "Üstten geldi vardır bir hikmeti" anlayışı bunu ne de güzel izah eder.
Akıl ve fikirlerini bir başkasının cebine koyanlar veya başkalarının fikirlerini ipotek altına almak isteyenler, lütfen o diyarın sakinlerinin, gerçek bir rehberle olan münasebetlerine baksınlar. Resûl ve Ashab ilişkisi ile bugün şeyh ve mürid ilişkisi, emir ve cemaat ilişkisi arasında farklılıklar söz konusu ise, bunun faturasını kime yükleyeceğiz? İslâm'a mı? Cemaate mi? Yoksa sürüler güdenlere mi?
Yine İslam Rabbani'nin şu sözü konuya bir daha dikkat çekmede müessirdir: "Cahil müridin dinimize yaptığı tahribatı kafir yapmamıştır."
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
Tasavvufun günümüzdeki durumuna gelince; gerçek şu ki o, hemen hemen bütün yönleriyle üzerine ağıt yakılacak bir hale dönüşmüştür.

Günümüzdeki Tasavvuf, hem şeyhlik, hem de öğretileri ve amelleri bakımından büyük bir keşmekeşlik arz etmektedir.

Şeyhlik konusundaki keşmekeşlikten dolayı, tarikat şeyhleri içinde misyonuna ehil birini bulmak güçtür.

Günümüzdeki şeyhlerin büyük bir kısmı, tasavvuf ismi altında insanları köleleştirip mal toplamaktadırlar.

Bunlar; insanları Kur'an ve Sünnet'in öğretilerini uygulamaya değil, bilakis kendilerine ve şahsi çıkarlarına yönlendirmektedir. Onların bu durumu Yüce Allah'ın şu ayetiyle tamamen çelişmektedir: "İnsanlardan hiçbir kimseye, Allah kendisine, kitap, hüküm ve peygamberlik verdikten sonra, kalkıp insanlara, 'Allah'ı bırakıp bana kul olun' demesi yakışmaz. Fakat ona: 'Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince rabbe halis kullar olun.' demesi uygundur.” (???)



Günümüz Tasavvuf anlayışının öğretileri konusundaki keşmekeşliğe gelince; bu, Tasavvuf öğretilerinin günümüzde ALLAH'ın Kitabıyla ve Nebisinin Sünnetiyle uzaktan yakından hiçbir alakası bulunmayan bir dizi bid'at öğretilere irca edilişinden kaynaklanmaktadır.

Amellerdeki keşmekeşlik ise günümüzde bir çok tarikat temsilcilerinin, İslam’la hiçbir şekilde bağdaşmayacak bir dizi ameller yapıp bunları müntesiplerine telkin etmesinden kaynaklanmaktadır.

.....................

Bu günkü şeyhlerin tasavvuf yoluna insanları kabul etmelerinin en büyük gayesi, tasavvufi incelikleri öğretmek değil, İslam’ın temel esaslarını; farzları ve vacipleri yerine getirmeye aracı olmaktır. Bunu yaparken de büyük günahlardan, haramlardan uzak kalınmasını sağlamaktır. Seyrü süluk yapmak, tasavvufta ilerlemek bu gün için çok nadir bir olaydır. Bundan dolayı şeyhler her isteyeni tarikata almaktadır.

.......................

Şeyhin dergahını takdis etme. Onun kabrini put edinme ve onun haliyle hallenmeyi de çıkar aracı yapma. Kamil mürit, şeyhiyle iftihar eden değil, şeyhin kendisiyle iftihar ettiği kimsedir. Şeyh, Allah yolunun yolcusunu, salih amellere sevk eden, onun zikir ve amellere devam etmesini sağlayan bir yönlendiricidir. Onu; yolun engebelerinden, nefsin hilelerinden ve şeytanın desiselerinden kurtaran bir rehberdir.

İşte, vasıflanması gereken nitelikler ve yapması gerekenler bunlardır. Bunların dışında, harikulade şeyler yapmak, keramet göstermek, gaybi şeyleri bilmek hiç kuşkusuz ki “şeyhliğin” -hiçbir şekilde- şartlarından değildir. Daha önce de dediğimiz gibi bu tür şeyler, bir insanın doğruluğuna alamet değildir. Zira fasık ve kafirlerde bile bu tür şeylere rastlanılıyor.

.....................

Şeyh Ahmed er-Rufai bu konuda şöyle demiştir: “Şeriata muhalif olduğu halde, “hakikat” olduğu kabul edilen her şey zındıklıktır. Tarikat, şeriatın kendisidir. ‘Batın zahirden ayrıdır’ diyen bir kezzap (yalancı), tasavvuf hırkasını kirletmiştir. Ama kamil arif bilir ki; batın, zahirin batını ve saf cevheridir.

“Vahdet-i vücud inancı ve bahşedilen nimeti teşhir etmekte haddi aşan şatahat (hatalı sözler), dinde açılmış iki gediktir. (Sen ey hak yolunun yolcusu!) Bazı sufilerin bulaştığı vahdet-i vücud inancından da sakın, benlik kokan o şatahatlardan da!”

Ama günümüzdeki durum mülahaza edildiğinde görülür ki, her İslami gurup, bütün tarikatlar -bid’at ve dine aykırılık denizinde yüzenleri bile- sünnete ittiba konusunda tavizsiz ve bid'atlerle de amansız bir mücadele içinde olduklarını iddia etmektedirler.
.........................

http://www.gulistandergisi.com/dergi_oku.php?id=258

not: işte hal...
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
hz peygamber aleyhisselam efendimiz;
namaz, oruç, zekat dediğinde ve bunlara cennet var dediğinde
başım üstüne diyen bir ümmetin,
kardeşine selam verene ,sıkıntısına giderene,
Allah teala için onları sevene de cennet var diyen efendimizin sözlerini
kulağının arkasına atmaları halinde dinleri nerde kemalat bulur bilinmez
hadi en iyi tabirle hüsnü zan etsek kardan zarardırki
efendimiz aleyhissealm iman etmiş olmaz der

O DİYARIN SAKİNLERİ birbirlerinin yokluğuna dayanamazlardı. Bir boşluk hissederlerdi. İnsan beyninin, elle, kulakla, ayakla, mide ile bağlantısı olduğu gibi İslâm toplumu da, vücudun uzuvları gibi birbirine bağlı olmalıydı. İşte onlar bu bağlılıklarını yaşadıkları için, içlerinden birisi görülmese, hemen gözler arardı. Tâ ki o aranan insan bulununcaya kadar boşluk devam ederdi. Birbirlerinin yokluğuna tahammülü olmayan o insanlar, İslâm'ın bazı kısımlarını alıp, bazı kısımlarını atabilirler miydi? Namazı, orucu, haccı olan bir dinin, siyasetini, hukukunu, iktisadını gömemezlikten gelmek, müslüman bir insana yakışır mıydı?
Ama bu diyarın sakinleri birbirlerimizin yokluğuna alışmışızdır. Bir gün değil, haftalarca, aylarca göremesek, bile rahatsız olmayız. Ta ki ölünceye kadar. İçimizden birisi ölürse, sağlığında sorulup, aranmayan nice nice insanımız, vefat ettikten sonra aranır ve son vazife diye kabir başına kadar gidilir. Peki ilk vazifeleri nereye koyacağız. Son vazifemiz, ölen kardeşimizi, kabre defnetmekti. Ya ilk sırada bekleyen vazifeleri kime yaptıracağız?
Biz müslümanlar birbirlerimizin yokluğuna alıştığımız için, İslâm'ın temel hususlarına karşı alışkanlığımız normal hale gelmiştir. Üç günlüğüne camiler kapatılsa, minarelere müezzinler çıkartılmasa, sanki yer yerinden oynar. Niçin, farz olan namaza yasak konamaz diye,.. Öyle de, farz olan hukuk yapımıza, farz olan ekonomik yapımıza, farz olan âile siyasi yapımıza yaklaşık 70 senedir yasak konmuş da onlar için niye kılımız kıpırdamaz? Çünkü onların yokluğuna alışmışız veya alıştırılmışız... Türkiyeli müslümanın ömrünün tükeneceği üç temel saha ve alanı iyi seçmişler: Ev-Cami-İşyeri, 60-70 yıllık ömür umumiyetle bu üç yerde geçer. Bu üç yerin dışındaki alanlara ait olan vazifeler ve bu vazifelere lâzım olan malzeme ve ölçü pek dikkate alınmaz... Sırtını Kâbe'ye dönüp, önüne Roma'yı alanların horon tepmesi boşuna değil tabi...
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
biri bir şey söylüyor. o sözü başka biri alıyor yorumluyor. yorumlayanı da bir başkası yorumluyor. onu da başka biri ve söz öyle bir hal alıyor ki, ilk söylenenin, son söylenenle alakası kalmayıveriyor..

ve çark dönüyor, dönüyor...

son söz, sanki ilk sözü söyleyenin sözüymüşcesine, zılgıtı hakareti yiyen ilk söz sahibi oluveriyor.

sözün şerhinin şerhinin şerhi, sözün kendisiymiş gibi değerlendiriliyor...

fitne oluyor, yazık oluyor...

bu neden böyle oluyor? yani neden fitne oluyor? aslında şerh'in maksadına binaen hoş olması gerekmez miydi?

aklıma olumsuzluk durumu ile ilgili birkaç sebep geldi.

şerh yapanın, şerhini yaptığı sözü yetersiz bulması ve izahata, değerlendirmesini katıvermek için magazinel bir tarz ile, meşhur söz sahibini kullanması, yani kötü niyeti...

şerhini enesi için yapması, sözü değil, kendini öne çıkarmak istemesi, fitneye vesile oluyor. peki kötü niyet olduğunu nerden çıkarıyorsun?

bu durum rızanın gücüne gidiyor ve enteresan bir hukuk gelişiveriyor, batak savaşı başlıyor da burdan çıkarıyorum.

herkese imtihan olsun diye...

not: bağımsız bir yazı.
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Ey nefsim!
Neden kendi kapının önünü süpürmezsin...
Kendi kapısının önünü bırakıp, bir başkasının kapısının önünü temizlemen ne kadar akıllıca?
Sonra sana demezler mi, 'Aaa senin alnında bir şey yazıyor'...

Toprağın altına girdiğin zaman sadece kendi günah ve sevapların kalacak seninle...
Başkasının günah ve sevapları yanına gelmeyecek...
Sonra sızlanmaya başlarsın...
'Ahhh ahhh! Ne diye başkaları ile uğraştım, ne diye başkalarının ayıb ve kusurları ile uğraştımda, kendi ayıb ve kusurlarımı görmedim!'
 

sır

Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,002
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Ey nefsim!
Neden kendi kapının önünü süpürmezsin...
Kendi kapısının önünü bırakıp, bir başkasının kapısının önünü temizlemen ne kadar akıllıca?
Sonra sana demezler mi, 'Aaa senin alnında bir şey yazıyor'...

Toprağın altına girdiğin zaman sadece kendi günah ve sevapların kalacak seninle...
Başkasının günah ve sevapları yanına gelmeyecek...
Sonra sızlanmaya başlarsın...
'Ahhh ahhh! Ne diye başkaları ile uğraştım, ne diye başkalarının ayıb ve kusurları ile uğraştımda, kendi ayıb ve kusurlarımı görmedim!'

Hz Aişe'ye demişler ki ; ''Sizi hiç birinin kusurlarından ,gunahlarından,ayıplarından bahsederken görmedik ''
O güzel insan şöyle yanıt vermiş ; ''Ben kendi kusurlarımı,gunahlarımı,ayıplarımı görmekten,düşünmekten başkalarının günahlarını uğrasamam ki ''...
hayAllah...:(
Kendi ayıplarımızı görsek zaten başkalarının günahları bizi oyalamaz...
Allah senin ayıbını aff ettimi ki, buna garanti aldın mı ki ,başkasının ayıbının ifşasının peşine düşüyor da ,onu rezil etmeye çalıyorsun...

Allah demiş ki; Bir mumin kardesinin aybını örtenin ayıbını ben de yewmel kıyamette örterim...

Ya ... Ya bu yaptığına,başkasının nefsinin ayıbının peşinde koşmana Allah gazab etmez mi .... Allah demez mi ''Ey Kul! sen kendi günahından,ayıbından emin mi oldun ki, ötekinin günahının peşine düşüyorsun !?''
ha eğer sen kendini günahsız görüyorsan o ayrı... var mı ayıpsız bir babayiğit bu alemde... !
Hay Allah...
 

DaLokay

уüяєкℓєя∂є
Katılım
13 Tem 2006
Mesajlar
6,392
Tepkime puanı
89
Puanları
0
Konum
Göçebe
Web sitesi
www.youtube.com
Üç günlüğüne camiler kapatılsa, minarelere müezzinler çıkartılmasa, sanki yer yerinden oynar. Niçin, farz olan namaza yasak konamaz diye,.. Öyle de, farz olan hukuk yapımıza, farz olan ekonomik yapımıza, farz olan âile siyasi yapımıza yaklaşık 70 senedir yasak konmuş da onlar için niye kılımız kıpırdamaz? Çünkü onların yokluğuna alışmışız veya alıştırılmışız... Türkiyeli müslümanın ömrünün tükeneceği üç temel saha ve alanı iyi seçmişler: Ev-Cami-İşyeri, 60-70 yıllık ömür umumiyetle bu üç yerde geçer. Bu üç yerin dışındaki alanlara ait olan vazifeler ve bu vazifelere lâzım olan malzeme ve ölçü pek dikkate alınmaz... Sırtını Kâbe'ye dönüp, önüne Roma'yı alanların horon tepmesi boşuna değil tabi...

Bu noktaya parmak basılır değil mi ?

üzerimizde herşey var.! tüm yanlışları , yalanı barındırıyoruz, ve Enemiz çok büyük!


 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Fikrine güvenen kişi kendinden emin kişidir. Haksız yere ona buna saldırmak , başkalarının kusurlarını araştırmak ve öfke acziyet işaretleridir.

Zor ama uzlaşmacı bir yol olan ikna ve inandırma yöntemi en iyi hak arama yöntemidir.

Çağımızın insanlarına üstünlük sağlamak ikna ve inandırma yolu ile mümkündür. Sözden anlamayan ilkel kabilelerin yöntemini uygulayanlar haklıyken haksız duruma düşerler..

 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
insan umumen sövüldüğünde tepki verir: 'sen de kim oluyorsun' diye başlar ve açar ağzını yumar gözünü...

'bu sövgüde haklı bir şey var mı, benim almam gereken bir pay var mı' diye, o an pek aklına getirmez.

mesela bir cümleyi yanlış anlamış veya anlamamıştır da, başlar cümle hakkında konuşmaya.

konuşur, konuşur...

cümlenin sahibi der ki: 'arkadaş yanlış anlamışın/anlayamışsın. konuşmaların beni ilgilendirmiyor, nereden çıkarıyorsun ne söylüyorsun'

sen misin onu dikkate almayan! başlar tahkire usturubunun kudretince...

sözün muhatabı mı? hiç altta kaır mı o da başlar onu tahkire...

sonuç

ortada hak ve hakikat namına hiçbir şey kalmaz.

halbuki akl ı selim lazım...

sözün yanlışını doğrusunu tefrik edebilecek kadar en az derecede akıl ile sabretmek lazım hepimize...

sövülen, haklı/haksız sövülmekten haz etmez ya,

gel gör ki

haksız yere övülmek ise insanın fena hoşuna gider...

hiç sesi çıkmaz

insan, nefretinde boğulmaya müştak yaratılmamıştır.

aklımızı başımıza alalım.

ismail arslan

 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Ey nefsim!

Karşındaki insan övdüğü zaman yapacağın şey günahlarını hatırlamak olsun...
Yapamıyorsan, karşındakinin ağzını kapat...
Bunu da yapamıyorsan, orayı terk et...
Yoksa boynun vurulur...

Ey nefsim!

Karşındaki insan sana sövdüğü zaman yapacağın ilk şey, karşındaki insanı yok bilmek ve sadece Yaradan'ı görmek...
Yâni, yaradılandan geçip Yaradan'ı görmek olsun...
Bu seni kibir, kin, hased ve çeşitli dil âfetlerinden muhafaza eder...

Bunu yapmaya gücün yetmiyorsa, yapacağın şey sövülmeye karşılık vermeden önce şunu düşünmek olsun;
Acaba Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olsa idi, benim birazdan hiddetle ağzımdan çıkacak sözleri sarfeder miydi? Kalb ile bunu düşünürsen O (s.a.v.)'in ağzına yakışıp yakışmayacak olan sözleri net bir şekilde görebilir ve ayırt edebilirsin... Çünkü akıl çokça yanılabilir ama kalp asla yanılmaz...

Bunu düşündükten sonra göreceksin ki, sana en ağır küfrü bile eden edepsize, büyük bir edeple tatlı dilli olacaksın...
İşte en büyük edebin, edepsize karşı edebi muhafaza etmenin olduğu hakikatini anlayacaksın...

Yiğitlik; laf ebeliğini çok iyi yapmak değil, kaz çevirir gibi laf çevirmek değil, laf sokmak değil, insanları mat etmek değil, celallenmek değil...

Yiğitlik; sadece kendi hata ve noksanlarına bakmak ve edepsize karşı edebi muhafaza etmek, tevazu sahibi olmak ve tatlı dilli olmaktır...

Ben senin yolundan gidersem perişan oluruz...
Sen benim öğüdümü tutarsan padişah oluruz...
O yüzden tut nefsim...

TevekkuL
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Tam kılıcını kaldırıp düşmanına darbeyi vuracağı an da, yüzüne tükürdüğü için kılıcını indiren o mübarek Zât'ı hatırla...

Ey nefsim...
Kimseye kızma... Kimseye darılma...
Öfkeye gelme... Darılma, kırılma...
O da Müslüman... O da senin inandığın Allah'a inanıyor...
O da Muhammed Mustafa'ya (s.a.v.) inanıyor, seviyor...
Senin onunla alıp-veremediğin ne olabilir ki...
Kimseye dinden başka şey için düşmanlık etme...
Sen nefsine bak... Nefsini adam etmeye bak...
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
imanın kemalatı ile kendisini aynı değerlendirme düşüncelerine dair notlar:

kemalatı rükün gibi sunmak milyarlarca müslüman içinde beş altı yüz insana hadiseyi indirgemek olmaz mı?

bedevi'ye bedevice tavrı caiz gören -ne eksik ne fazla yaparım-ına cennet vaad eden de aynı peygamber değil miydi?

kemalatın zirvesinde imana sahip olan bir müslümanın günaha dalması, hata yapması söz konusu olabilir mi? o imana malik olan için günah kavramı küfürden farklı olabilir mi?

-benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir- diyenin böylesi bir imanı olmazsa olmaz rukün kabul ettiğine dair bir dayatması var mıdır?

yazıyı hazırlayan ve okuyanlar dahil müslümanların kaçı anlatılan tarz bir imana sahip olduğunu iddia edebilir?

imanın kemalatı...kamil iman ile iman neticede ayrı şeyler değildir; ama reel insan olgusu böylesi bir imana adem aleyhisselamdan bu yana asla topyekün hazır değildir.

ütopya...

testi, ancak nasibi kadar su alır...

herkeste kemalat dürtüsü fıtratta vardır; ama herkes kamil olamıyor.

kemalat herkese nasib olmuyor. olmuş olsaydı bu dünya başından beri böyle bir kurguyla gitmezdi.

cenneti hepten kamillere hasretmek yoktur. aksak eksik, pürmelallere de yer vardır orada. yeter ki islam olsun, inkarı galat olmasın.

açıkçası kemaletı herkes arzular; ama kemalat ateştir, herkes avucuna alamaz.

alabilirliliği olsaydı işte dünya!

başından şimdiye kadar buyrun tespit edin...

ütopya derken bu kastedildi.

realite bu değil zira...


ismail arslan
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
farklı perspektif bakanı, 'anlamamazlık, farkedememeklik, yanlış görmeklik' ile ince ince itham ederken onu içerden bir yerlerinden rahatsız edecek bir uslub kullanmak, acaba bu da 'yol alamama'nın bir sebebi olabilir mi?

tahkir, cüsseli bir zanaattir. belli bir sıfatı olsa da, özel bir kalıbı yoktur.

ulemamızda da çok görüyorum. ulemanın da yer yer tarzı, aşağılamak, inceden dokundurmak.

halbuki çok kesin bir hakikat var ki, aşağılamak, asla yüceltmiyor, sana yaklaştırmıyor aşağıladığını ve hatta yanaşma zeminini yok ediyor ve nefretini çoğaltmaya yarıyor.

müslümanların birbirine hilm ile hitabı gerekliliği buyruğu'nun sahibi gavuru, gavurluğu aşağılıyor diye, onun kullarının ibadet aşkıyla birbirlerini tahkiri gücüme gidiyor.

bu mevzuya dair ciddi sıkıntım var ve bölümümde bu konuda çok kalem oynattım.

MuHASEBE YAZILARI

ÖTeLENMiŞ ÖTEKiLERİN iTELENMiŞ HALLERi

BÜKÜLMÜŞ BURUŞMUŞ DÜRÜLMÜŞ ŞERHLeR

ZAMANE YAŞAmLARA TUZ RUHU

bütün bu yazılar/yazı dizileri hep bu odak mantıklı bir şekilde.

'neden bu metod' diye sorguladığım yazılarda temelde işi cüretli tespitlere kadar da götürmüşümdür. bir tarz tanrı olma hevesi ile izah etmeye mecbur kalmışımdır bazen.

uslub uslub uslub...

tamam sertlik, kırıcılık, öfke gereklidir, gereksizdir hiç ağzımı açmayacağım.

sadece bildiğim, gördüğüm öfkeli, incitici, alay edici, tahkir edici, dalga geçici uslub asla muhataba hitab etmiyor. söz sahibinin boşalmasına ve rahatlamasına belki fayda veriyor.
 

DaLokay

уüяєкℓєя∂є
Katılım
13 Tem 2006
Mesajlar
6,392
Tepkime puanı
89
Puanları
0
Konum
Göçebe
Web sitesi
www.youtube.com
Bir atasözü vardır bilirsiniz;

Boş fıçı çok (fazla) langırdar


sanırım kendi haline bırakmak en iyisi. fazla konuşan üslûb sorunuda yaşıyor.


Sonra ;

Cambaz ipte, balık dipte gerek
 

yosun

Asistan
Katılım
17 Ara 2006
Mesajlar
278
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Çok konuşan çok hata yapar, çok hata yapan yalan söyler. Çok yalan söyleyen günaha girer ve kendini küçültür.
 
Üst