Muharrem Ve Aşura

  • Konbuyu başlatan Kaçak
  • Başlangıç tarihi
K

Kaçak

Guest
Muharrem Ayı ve Aşure Günü

"Şehrullahi'l-Muharrem" olarak meşhur olan, yani "Allah'ın ayı Muharrem" olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır.

Allah'ın ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.
Âşura Günü ise Muharrem'in 10. günüdür. Âşura Gününün Allah katında ayrı bir yeri vardır. Bugünde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve kudsiyetini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir.
Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşura Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Âşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan "On geceye yemin olsun" ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.
Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem'in Âşurasine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir.(1)

Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.

Bugüne "Âşura" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur
.(2)
Hz. Âişe'nın belirttiğine göre, Kabe'nin örtüsü daha önceleri Âşura gününde değiştirilirdi.
İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.
Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
"Bu ne orucudur?" diye sordu.
Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)
Aşûra günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh Aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim Aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.
Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." 'Buhari, Savm: 69.
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. "İsteyen tutar, isteyen terk edebilir" buyurdu.(4) Böylece Âşura orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.
Âşura orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:

"Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?"
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, "Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir"
buyurdu.(5)
Yine Tirmizi'de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum."(6)
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”(
7) hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.
Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, "Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir" demektedir.
Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü'minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.
Bîr hadiste şöyle buyurular: "Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."(9) Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.

Diğer önemli vakıa ise "Kerbela"...
Hz. Hüseyin'in Şehadeti. Resulullah (s.a.v)'in ailesinden 72 kişinin şehadeti. Muhammed ümmeti olduklarını iddia eden bir kalabalık tarafından Muhammed(s.a.v)'in ailesinden 72 kişi şehit edildi ve sağ kalanlar ise tutsak edildi...
İnsanoğlunun yaşam tarihinde birçok önemli dönüm noktaları olmuştur. Bunlardan bazıları insanlığın geleceğine ışık tutacak ve insanı tekamüle erdirecek olaylardır, bazıları ise insanlığın yüz karası ve utanç tablolarıdır.
İnsan kendi geçmişine baktığında, önemli olan bu olayları analiz edip boyutlarını tanımaya çalışıyor.
İnsanoğlunun, özellikle Müslümanların tarihinde, önemli bir yeri vardır kuşkusuz Kerbelâ olayının...
Kerbelâ olayı tahlil edildiğinde, görülecek ki bu olay, ne sırf tarihî bir vakıa, ne salt bir kahramanlık destanıdır; ne sırf siyasî ve ideolojik, ne de salt kavmî ve sosyal bir hadisedir.
Bütün bunlar vardır Kerbelâ"da; ama Kerbelâ bunların hiçbiri değildir.
Allah"ın dininin değiştirildiğini, İslâm"ın tersine bir gömlek gibi ümmete giydirildiğini, ahlâk ve dinî vecibelere boyun eğmeyen bir eğlence düşkününün ümmete musallat olduğunu gören Hz. Hüseyin"in (a.s); dedesi Hz. Resulullah"a (s.a.v) babası Hz. Ali'ye ve şanlı annesi Hz. Fatıma-ı Zehra"ya yaraşır bir "cesaret" ve "yiğitlik" örneği sergileyerek, Allah'ın dinini kurtarma ve uçuruma yuvarlanmak üzere olan ümmete bir kurtuluş meşalesi olma gayreti ve hamasetinin toprak tenler için inanılmaz bir tecellisidir Kerbelâ...
Yezidilerin İslam nizamı diye ileri sürdükleri saltanat'ın önüne geçerek, kendini kurban edip gerçek islam'ın, hilafet sancağının, tüm nesillere ve çağlara ulaştırılmasının adıdır kerbela...
Bir çok önemli olaylara sahne olan Muharrem ayı ve aşura günü'nün bireysel ve toplumsal olarak bir çok hayırlara vesile olmasını diliyoruz...
Her Gün Aşura, Her Yer Kerbela...
1) Hak Dini Kur ân Dili. 8 5793.
2) Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140.
3) Ibtıı Mâce, Siyam: 31.
4) Müslim. Siyam: 117.
5) Tîrmizî. Savm: 40.
6) A.g.e., Savın: 47.
7) İbni Mâce. Siyam: 43.
8) İhyâ, 1:238
9) et-Tergîb ve'l-Terhİb, 2:116.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Her gün aşura her yer Kerbela!

filistin.jpg
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Sadık Yalsızuçanlar - Her yer Kerbela


Yeryüzünün dört bucağında mazlum kanının oluk oluk aktığı bir zamanda Kerbela'yı hatırlamanın vaktidir: Ben Kerbela'yım, Ali'nin gözyaşıyım, etiyim, kanıyım, canıyım. Peygamber'in katında kim Ali'den daha değerli olabilir ki! Ben Ali'nin hüznüyüm, ben Hüseyin'im. Şehitlerin efendisi Hamza'yım ben.

Savaş alanına gönderilen Ali'nin kılıcıyım, Zülfikar'ım ben. Hangi söz benden daha keskin olabilir ki! Ben Zeynep'in gönül sırrıyım. Sakine'nin ruhuyum.
Cebrail'in kanadıyım, Muhammed'in yetimiyim. Beni O yetiştirmişti, kendisi de yetimdi, yetimlerin sığınağıydı. Ben onun eviyim, onun soyu, onun kanıyım, Kerbela'yım ben. Serden geçenlerin otağıyım, cesaret ve erdemin çadırıyım, bana gelin. Çok inanmışın yolunu kesmiş, kılıcına çok mazlum kanı bulaşmış biriydi Hürr. Düşman safından çekilip bana gelirken önce Eba Abdullah'la karşılaştı. Harem çadırının önünde bekliyordu. Ona selam vererek, 'ben günahkarım, yüzü karayım, yolunuzu kesen o suçlu kimseyim...' diyerek af diledi. Çocuklarım Hürr'ü görmüş, ürkmüşlerdi. Bağışlanmak için yalvarıyordu. Tövbe ediyor, dönüyordu. Bana, dönüşünün kabul edilip edilmediğini sordu. 'Neden olmasın' dedim, 'dönen, hiç işlememiş gibidir'. Dünyalar onun oldu, sevindi, gönlü şenlendi. 'Artık' dedi, 'kanımı sizinle, sizin yolunuzda akıtmam için bana izin verin. Bana fırsat verin, kılıcım size kastedenlerin kanını döksün.' Eba Abdullah, 'ey Hürr' diye seslendi, 'sen bizim konuğumuzsun, in atından, seni kabul edelim'.
Bir keresinde Muaviye'ye şöyle bir mektup yazmıştım: 'Seninle savaşmamam, görevimi hakkıyla yerine getirememe gibi bir kusurla karşı karşıya kalma kaygısındandır.' Herkes sanıyordu ki korkuyorum, zalimlerle savaşmanın gerekli olmadığına inanıyorum. Oysa Mekke'yi terk ederken bıraktığım yazılı notta şöyle demiştim: 'Bozgunculuk, azgınlık ve zulüm yapmak için Medine'den ayrılmamıştım ben. Dedemin ümmetini düzeltmek, babamın yolunu diriltmek için kıyam ediyorum.'
Zulme direnen kahramanlar nerede?
Müslim'in şehit olduğunu öğrendiğimde, 'acaba' dedim, 'adaletin yerle bir edildiğini görmüyor musunuz? Bütün bu bozgunculuğu ve onu yapanları görmüyor musunuz? Kimse zulme ve fesada karşı direnmiyor, görmüyor musunuz? Böylesi bir dünyada, müminlerin canını hiçe sayması gerekmiyor mu? Ben İmam Hüseyin'im, ödevim de budur, bu yüzden kıyam ediyorum. Dünyanın zulüm kılıcıyla doğrandığı bir zamanda ölümü sonsuz mutluluğun kapısı biliyorum. Zalimlerle ve zorbalarla birlikte yaşamaktansa ölmeyi seçiyorum.' Bin kişilik bir süvari birliğinin gözetiminde beni Kufe'ye götürürlerken, onlara şöyle dedim: 'Allah'ın ilkelerini değiştirmeye kalkışan, inanmışların ortak malını bir kişinin tasarrufuna veren, sınırları çiğneyip tersyüz eden, Müslümanların kanını değersiz gören zalim bir sultanın yaptıklarını görür de sessiz kalırsanız, yarın onun yerine siz ateşe atılırsınız. Bugün saltanat sürenler böyledirler. İlahi sınırları hiçe sayıp çiğniyorlar. Müslümanların beytü'l-malını yağmalıyorlar. O halde sessiz kalmayın, onlar gibi olmayın. Dedemin ilkelerini uygulamak öncelikle bana düşer.' Herkesi bir kan korkusu sarmıştı. Yüreği ateşteki tencereden daha kızgın olanların öfkesi üstün geldi. Şimr bunlardan biriydi, söz aldı, ayağa kalkıp şöyle dedi: 'Ey emir, o, kuşkusuz yanılıyor, Hüseyin artık senin avucundadır, şayet bu kargaşadan kurtulursa, seni asla yaşatmaz ve iş daha da zorlaşır. Görmüyor musun, onun ne kadar çok yandaşı, babasının ne kadar çok bağlısı ve izleyeni var, ne kadar çok seviliyor, yarın buraya akın edecek ve dünyayı başına yıkacaklar.' Ubeydullah'ın içinde uyuyan nefret ateşi harlandı, dalgınlıktan sıyrılır gibi toparlandı, kendine geldi ve, 'haklısın' dedi Şimr'e. Sa'd'ın oğluna hiddetlenerek, 'bu adam neredeyse aklımızı karıştırıp bizi yanıltacak ve gafilce avlanmamıza neden olacaktı.' Zaman yitirmeksizin bir mektup yazdı ona, 'seni oraya, bize öğüt veresin diye göndermedik, sen bir görevlisin, ne söyleniyorsa uyacak, ne emrediliyorsa yapacaksın. Sana neyi buyuruyorsam, sorgulamaksızın uygula, eğer buna uymayacaksan derhal görevini bırak ve kenara çekil.' Şimr, mektubu alıp, Tasua gününün ikindi vakti Kerbela'ya ulaştı. Hüseyin için en sıkıntılı gündü bu gün, kuşatma altındaydı. Şimr, Sa'd'ın oğlu Ömer'e mektubu verdi.
'Ben, Peygamber'in torunuyla savaşmayacağım, onun kanını dökmeyeceğim' diyeceğini sanıyordu, böylece boynunu vuracak ve yerine geçecekti. Umduğu gibi olmadı. Otuz bin kişilik ordu, Hüseyin'in çadırını çevreledi, taşkın bir sel gibi akmaya, kaynamaya başladı. Atların ve insanların çığlıkları karıştı, çölde yankılandı. Zeynep, çadırda, hasta olan Zeynelabidin'in başındaydı. Hemen dışarı fırladı. Düşman birlikleri çemberi daraltıyordu. Hüseyin'in çadırına koştu, 'kalk kardeşim kalk' dedi, 'olanları görmüyor musun? Bak neler oluyor?' Hüseyin, 'sakin ol' dedi, 'şimdi dedemle konuşuyorum. Bana, Hüseyin'im diyor, yakında bana geleceksin, cennette birlikte olacağız, ayrılık sona eriyor.' Zeynep çadırın perdesini araladı, gözü dönmüş düşmanın çığlıklarını dinledi, gökyüzüne baktı. Yıldızlar kayıyor, yanıp sönüyor, kızıl bir gökkuşağı beliriyordu. Hiçbir şey, Aşura gecesi kadar Zeynep'e zor gelmemişti. Çadırına döndü. Silahların hazırlanması gerekiyordu. Ebuzer'in azatlısı Cevn yan çadırda silah hazırlığı yapıyordu. Hüseyin, 'bu gece çadırlarınızı birbirine yaklaştırın' demişti. Zeynelabidin'in hasta yattığı, Zeynep'in başında iyileşmesini beklediği o gece, yan çadırda Hüseyin, Cevn'in yardımıyla kılıcını biliyor ve şöyle diyordu: 'Ey zaman! Ne kadar zalimsin! İnsandan dostlarını alırsın! Evet böylesin. Ama hiçbir şey senin elinde değildir. Biz, O'nun buyruğuna baş eğmişiz.' Zeynep hıçkırıklarını içine gömüyor, Zeynelabidin'le birlikte soluğunu tutmuş Hüseyin'i dinliyordu. Nihayet kendini tutamadı, yeğeniyle birlikte hıçkırıklarını bıraktı, 'n'olurdu böyle bir günü görmeseydim! Allah'ım, canımı alsaydın da böylesi bir acıya tanıklık etmeseydim!' diye yakararak Hüseyin'in çadırına gitti. Başını göğsüne yasladı.
 

saliha kalem

Profesör
Katılım
3 Kas 2010
Mesajlar
1,705
Tepkime puanı
125
Puanları
0
paylaşım için teşekkürler.
Muharrem ayında aşure gününün ümmete hayırlar getirmesini niyaz ederim
 
K

Kaçak

Guest
Kerbela detaylı bir şekilde işlenmeli aslında ....
Ama kim anlatacakki Kerbela yı ...
 

Alper...

MarmaranınKralı
Katılım
10 Eki 2006
Mesajlar
9,574
Tepkime puanı
452
Puanları
0
Konum
İsLamBol
Web sitesi
cennetsarayi.blogcu.com
Allah'ın ayı, günü ve yılı olmaz, ancak Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.

Hadislerde, muharrem Allahın ayıdır, derken peygamberimiz, bunu yazan zat, nasıl olur da "olmaz " diyebilir, ya burda demek istediğini yanlış ifade etti, ya da benim ilk anladığım şekilde demek istedi....

kimin yazısı bu? size mi ait kaçak müdür :)
 
K

Kaçak

Guest
Yok benim degil elbette ...
İbrahim Küçük , atlamışım özür dilerim ..
Daha doğrusu ondan aldıgımı anımsıyorum ama bende tam hatırlayamadım şimdi ...
buluyumda ekliyim inş.

Velakin itiraz ettiginiz kısmıda sıkıntı yok gibi ...
Muharrem Allahın ayıda , digerleri kimin ayı mantıgından bakmış ki ..
Zaten açıklamsınıda yapmış ...
Dikkatlice okuyun inş.
 
K

Kaçak

Guest
Acizane İbrahim kıssasından benim anladıgım ...
Sormak imanın şartıdır :)
Ha bu cümle sünermi ..
Sündür hocam sana beleş :)
Elbette sormak buyuk nimet ...
 

Alper...

MarmaranınKralı
Katılım
10 Eki 2006
Mesajlar
9,574
Tepkime puanı
452
Puanları
0
Konum
İsLamBol
Web sitesi
cennetsarayi.blogcu.com
:)
imanın şartı mı bilemicem ama, yani bildiğim altının içinde yok ama dışında da olsa, şarttır yani...
süner mi , sünmez :)
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
AŞURA
04.12.2012 07:28
Bu kelimenin aşr veya aşir kökünden türemiş Arapça’dan gelme olduğunu ileri sürenler olmasına rağmen kelimenin İbraniceden geldiği iddiasında olanlar yoğunluktadır. Arapça aşr kökünün on sayısı ile ilgili olması, Muharrem ayının onuncu gününü işaret etmesi ile ilgilendirildiğinden dolayı bu iddianın arkasında durulmuştur. Sadece İslam’ın değil, başka din ve mezheplerin de Muharrem ayının onuncu gününü kutsamalarından dolayı kelimenin Arapçaya maledilmesini uygun bulmayanların gerekçeleri oldukça geçerlilik arzeder.

Bu günün Yahudiler tarafından kutsanmasının nedeni, Hz. Musa ve kavminin Firavunun zulmünden kurtuldukları bu günde oruç tutarak rablerine şükrettiklerinden dolayıdır. Bu sebepledir ki bazı müsteşriklere göre bu Yahudi geleneğine dayanan bir adettir.

Bir başka görüşe göre de Aşura, Hz. Nuh’dan beri gelen bütün dinlerde var olmuştur. Bu günün Nuh peygamber ile ilgisinin kurulmasının iki nedeni rivayet edilir. İlki Nuh peygamberin gemisinin bu günde Cudi dağına oturması, bir ikinci neden ise, bu tatlının ilk defa o gemide kalan erzakların bir arada pişirilerek bu tatlının ortaya çıkışı ile ilgilidir. Aşura kelimesi bir yandan Muharrem ayının onuncu gününü simgelerken, bir diğer yandan da o günde pişirilip gemide kalanların birlikte yedikleri bir tatlıya da isim olmuştur.

Cahiliye devri Arapları, ataları olan Hz. İbrahim’in Aşura günü doğduğuna dair olan inançlarından dolayı bu geleneğe sahip çıkmışlar ve bu günde oruç tutmuşlardır. Hz. Ayşe’den gelen bir rivayette de her sene Kabe’nin örtüsünün bu günde yenilendiği ile ilgili bilgiler de cahiliye Araplarının bu güne verdiği önemi belgeler.

Hz. Ayşe ve Abdullah b. Ömer’in bu konudaki rivayetleri olaya Müslümanlar açısından açıklık getirmektedir. Azhap arasında ilimleri ile tanınıp saygı gören bu iki sahabi de aşağı yukarı birbirinin aynı sayılabilecek açıklamayı yapmışlardır bu konuda. Onların ayrı ayrı yaptıkları açıklamalar şöyledir: ‘Aşura Kureyş’in cahiliye devrinde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah’da buna riayet ediyordu. Medine’ye hicret edince de bu oruca devam etti ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi aşura gününde oruç tutmayı bıraktı; (Buhari, Şavm, 69, Müsned, V1, 29-30) Bundan sonra bu günde dileyen oruç tutmuş dileyen de tutmamıştır. Resulullah bu konuda kimseyi sınırlamamıştır. Bu da Allah’ın günlerinden biridir, isteyen tutsun, buyurmuştur; (Müsned, 11, 57, 143,)

Aşura günü ile ilgili pek çok farklı görüş, söylenti vardır.
Fakat bunların hemen hemen hiç biri sağlam bir temele dayanmaz. Yani bunların hiç birine Peygamber(a.s.)'ın hayatında rastlamıyoruz. Sadece, onlara benzememek için Muharrem ayının dokuzunda, onunda ve on birinde oruç tutulabilineceğini önermesi dışında. Pek çok konuda Müslümanları yönlendirmekte kullanılan hurafelerin bu konuda da oldukça yoğun olduğu bir gerçek.

Bu konudaki rivayetlerden biri olan, Hz. Peygamberin Muharrem'in onunda Medine’ye göç ettiği iddiasının gerçekte tamamen yanlış olduğu, hicretin on iki Rebiülevvel’de gerçekleştiği ile ilgili kanıttır. Bir diğeri ise, Hz. Muhammed’e geçmiş ve gelecek bütün günahlarının bu günde affedileceğine dair Rabbi’nden teminat almasına dairdir. Halbuki bu konuda Resulullah, Muharrem ayının onuncu gününü de Allah’ın günlerinden sadece biri olduğunu söylemesi iddianın gerçek olmadığını, ilmi bir geçerliliğinin bulunmadığını gösterir.

İslam tarihinde Muharrem ayının onuncu gününün çok daha farklı ve siyasi bir boyutu vardır. Resulullah’ın torunu olan Hz. Hüseyin’in Emevi hanedanı tarafından Kerbela’da şehid edilmesi Şia tarafından yas günü olarak kabul edilmiştir. Bunun tam tersine Emeviler de bu günü bayram gibi kutlayarak, tatlılar dağıtıp, bu kara lekeyi örtmeye çalışmışlardır.Müslüman Türklerin arasında da aşura geleneği yer almakta, Muharrem ayının onundan itibaren aşure adı verilen tatlı, pişirilip dağıtılarak toplumda bir nevi kaynaşma, selamlaşma vesilesi haline gelmiştir. Zaten Müslüman halkların imkanlarını paylaşmak, konusundaki gönül zenginliklerine de ters düşmeyen bir inanç ile örtüşen bu olay, ne bir ibadettir ne de bir sünnettir. Sadece ve sadece dinimize ters düşmeyen bir gelenektir. Selam doğruları bulup onlara sahip çıkanlara olsun.

Mukaddes ÖZKAN / İktibas Dergisi


 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun


Müslüman Türklerin arasında da aşura geleneği yer almakta, Muharrem ayının onundan itibaren aşure adı verilen tatlı, pişirilip dağıtılarak toplumda bir nevi kaynaşma, selamlaşma vesilesi haline gelmiştir. Zaten Müslüman halkların imkanlarını paylaşmak, konusundaki gönül zenginliklerine de ters düşmeyen bir inanç ile örtüşen bu olay, ne bir ibadettir ne de bir sünnettir. Sadece ve sadece dinimize ters düşmeyen bir gelenektir.

Mukaddes ÖZKAN / İktibas Dergisi



Mukaddes Hanımın bu konudaki görüşüne katılmıyorum. Resullah'ın böyle bir uygulaması yoktur. Ve bu tarz uygulamalar bu örnekte de olduğu gibi zamanla dinin bir vecibesiymiş gibi algılanabilmektedir.

Ve bir yorum;

Din adına, Allah rızası adına yapılacak tüm amellerimizi öncelikle Resullullah'ın(a.s.) hayatıyla örneklendirmemiz lazım. O'nun hayatında yoksa yoktur. Bu örf ve adetler içinde böyledir. Bazı durumlarda islama ters düşmeyen analeri yaşatmakta zarar her ne kadar yok görünsede, islamı aslındaki haliyle saflaştırmak için terk edilmesi gerekir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Red! Bakıyorum da İKTİBAS adlı dergiyi rehber edinmişsin ! Ne var ki, orada dini eğitim görmesi gereken pek çok kişi var.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Red! Bakıyorum da İKTİBAS adlı dergiyi rehber edinmişsin ! Ne var ki, orada dini eğitim görmesi gereken pek çok kişi var.

Fakiri çok yükseklerde uçuyorsun, bak çok esinti yapar hasta olursun biraz aşağılara gel. Dini eğitim alacak birileri varsa o da emin ol sensin.
 

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Mukaddes Hanımın bu konudaki görüşüne katılmıyorum. Resullah'ın böyle bir uygulaması yoktur.


pişirdiğin yemeği,tatlıyı,aşureyi komşulara dağıtmak sadakadır, güzeldir, sadaka peygamberin sünnetidir,paylaşmaktır, selamlaşmaktır,tebessüm etmek/ettirmektir,
hayra vesiledir,kaynaşmaktır,hal hatır sormaktır, ve hepsi de peygamberin sünnetidir,
dar pencerenizden öyle göründüğünü anlıyorum ama aslı böyledir,

siz oturun peygamberimiz aşure pişirip dağıtmış mıdır deyin,olay aşurenin fiziki boyutu değildir,
yukarda yazdıklarımı tetikleyen eylemin genel adıdır.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
pişirdiğin yemeği,tatlıyı,aşureyi komşulara dağıtmak sadakadır, güzeldir, sadaka peygamberin sünnetidir,paylaşmaktır, selamlaşmaktır,tebessüm etmek/ettirmektir,
hayra vesiledir,kaynaşmaktır,hal hatır sormaktır, ve hepsi de peygamberin sünnetidir,
dar pencerenizden öyle göründüğünü anlıyorum ama aslı böyledir,

siz oturun peygamberimiz aşure pişirip dağıtmış mıdır deyin,olay aşurenin fiziki boyutu değildir,
yukarda yazdıklarımı tetikleyen eylemin genel adıdır.

Bazı insanlar hayra davet eder, bazıları hayrı kilitler.

Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?”

Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik ve biz yoksulları doyurmuyorduk.
 

alı

Yeni
Katılım
12 Eki 2006
Mesajlar
1,784
Tepkime puanı
51
Puanları
0
Selamün aleyküm Hergün aşura, heryer kerbela...İmam Hüseyin(as) ın şehadetinin 1374. Yıldönümü... Her müslüman Resulullah ın reyhanesi, cennet gençlerinin efendisinin nasıl bir vahşetle şehid edildiğini bilir. Bu konuya değinmeden İmam Hüseyn in bir hutbesini kardeşlerimle paylaşmak isterim. İYİLİĞİ EMRETME KÖTÜLÜKTEN NEHYETME"Ey insanlar! Allah ın kendi velilerine öğüt vermek için yahudi alimleri hakkında yaptığı kınamadan öğüt alın. Allah u Teala yahudi alimlerini kınayarak şöyle buyuruyor;Niçin onların din alimleri, onları( yahudileri) günah olan sözleri söylemekten( ve haram yemekten) men etmediler."(maide 63)Yine Allah u Teala buyuruyor ki;"İsrailoğullarından kafir olanlara Davud un diliyle de lanet edilmişti, Meryem oğlu İsa nın diliyle de. Bu da aşırı gittiklerindendi. İşledikleri kötülükten birbirlerini men etmezlerdi. Gerçekten yaptıkları iş ne de kötüydü."( maide 78, 79)Allah ın onları kınaması, onların, aralarında bulunan zalimlerin yaptıkları kötü işleri görüp, onlar vasıtasıyla elde ettikleri dünya mal ve makamına olan bağlılıkları ve maruz kalmaktan korktukları baskı yüzünden onları alıkoymamaları içindir. Halbuki Allah u Teala "İnsanlardan korkmayın, benden korkun"(maide 44) buyurmaktadır.Yine buyurmaktadır ki;"Erkek ve kadın müminler, birbirlerinin dostlarıdır, iyiliği emrederler ve kötülüklerden alıkoymaya çalışırlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar, Allah a ve Peygamberine itaat ederler."(tevbe 71)Görüldüğü gibi Allah (müminlerin sıfatını sayarken) emri bil maruf, nehyi anil münker le başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki eğer bu farize yerine getirilirip uygulanırsa(artık) bütün farizeler ister kolay olsun, ister zor yerine getirilip uygulanır. Çünkü iyiliği emredip kötülükten alıkoymak; zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefeti, beytülmalın ve ganimetlerin( adaletle) dağıtılmasını, zekatın gereken yerlerden alınıp, gereken yerlere gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamakla, islama yapılan(ameli) bir davettir.Sonra siz, ey ilimle meşhur olup hayırla anılan,nasihatke tanınıp Allah ın vesilesiyle halkın gönüllerinde heybetli görünen topluluk!Bilinki( şererfli) insanlar sizden çekinir, zayıflar size saygı gösterir, kendi düzeyinizde olan ve iyilikte bulunmadığınız kimseler sizi kendilerine tercih ederler. (İnsanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla karşılanır. Yolda giderken padişahların heybeti ve büyüklerin de izzetiyle yürürsünüz. Acaba bunların hepsi sizden beklenilen ilahi vazifenizi yapmanız(hakkı hakim kılmanız) için değil midir? Ama siz vazifenizin çoğunu yapmıyorsunuz, kusur ediyorsunuz. İmamların hakkını küçümsüyor, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat kendiniz için sandığınız hakka gelince onu talep ediyorsunuz. Siz Allah yolunda ne bir mal harcadığınız; ne de O nun için, yarattığı nefsi herhngi bir tehlikeye attınız ve ne de O nun rızası için bir kabileye(topluluğa) düşman oldunuz.( Bununla birlikte) Allah ın cennetine girmeyi, peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından da kurtulmayı arzu ediyorsunuz.Ey (amelsiz olarak) Allah tan hayır bekleyenler; sizlerin O nun azap ve intikamına duçar olmanızdan korkarım. Çünkü sizler, Allah ın size ikramı sayesinde makam ve üstünlük kazanmış ve O nun ismiyle kulları arasında hürmet görmektesiniz. Oysa Allah a itaat etmekle tanınan kimselere hürmetiniz yoktur.Kendi gözlerinizle Allah ın Ahitlerinin bozulduğunu görmeniz sizleri tedirgin etmiyor. Oysa ki babalarınızın ahitlerinin çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz. Peygamber(saa) in ahitleri küçümsenmekte; kör,dilsiz ve kötürüm kimseler şehirlerde sığınaksız ve bakıcısız kalmış, acıyanları bile yoktur; sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında bir iş yapıyorsunuz ve ne de (sığınaksız insanlara) bir iş yapan kimselere yardmcu oluyorsunuz. Zalimlere dalkavukluk ve yaltaklık yaparak güvence elde etmeye çalışıyorsunuz. Bütün bunları Yüce Allah size yasaklamıştır; oysa sizler bundan gaflet ediyorsunuz.Eğer şuurunuz olsaydı, anlardınız ki insanların içerisinde en büyük musibete uğrayan, ulemanın hakiki makamından uzak düşmüş bulunan sizlersiniz. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak, Allah ın helal ve haramına emin olan ulemanın elinde olmadır. Oysa bu mevki sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki sadece açık deliller geldikten sonra hakta tefrikaya düşmeniz ve sünnnette ihtilaf etmeniz yüzünden elinizden çıktı.Eğer eziyetlere sabredip Allah için zorluklara katlanacak olsaydınız, ilahi işler sizden çıkar ve size dönerdi. Ama siz mevkiinizi zalimlere bırakarak ilahi meseleleri onlara teslim ettiniz. Onlarda şüphe üzerine hareket edip nefsani arzularına uyuyorlar. Zalimleri bu işe musallat kılan, siz alimlerin ölümen kaçmanız ve sizden ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır . Sizler güçsüz halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları ezik köleler durumuna düşmüş, bazılarıda geçimini sağlayamayan yenik mustaz'aflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler) eşrarla(kötülerle) birlikte Allah a karşı gelmeye yeltenerek, memleketten istedikleri şekilde faydalanıyorlar; heva ve heveslerine uyup her kötülüğe başvuruyorlar.Her şehirde belagatlı hatipler vardır. Memleketin her tarafı onlara boyun eğmiş durumdadır; her tarafta egemenliklerini kurmuş, halkda onların köleleri durumuna gelmiş ve kendilerini savunacak bir güçleri kalmamıştır. Halka egemen olan gaddar, isyankar ve zayıflara karşı acımasızca davranan zalimlerdir. Ya da Allah a ve kıyamete inancı olmayan, emrine uyulan yetki sahipleridir. Hayret! Nasıl hayrete dşmeyeyim ki, islam toprakları sahtekar ve zalim zekat toplayıcılarının ve mü' minlere karşı şefkatsiz ve insafsız olan hain hükmdarın otoritesi altındadır. Münakaşa ettiğimiz hususta bizimle sizlerin arasında hüküm verecek olan, yanlız Allah tır. İhtilafa düştüğümüz konularda biz yargılayacak olan O dur.Allah ım, sen biliyorsun ki bizim tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat için yarış ve değersiz dünya mallarından bir şeye ulaşmak için değildir. Senin dininin nişanelerini göstermek, beldelerinde işleri düzeltip rayına oturtmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve islamın farzlarına, Resulullah ın sünnet ve hükümlerine amel olunmaası içindir. Sizlerde bize yardım etmeyip hakkımızda insaflı olmazsanız, zalimler size egemen olur ve Resulullah ın nurunu söndürmeye çalışırlar.Allah bize yeterlidir. O na tevekkül etmişiz, O na yönelmişiz ve dönüşümüzde yanlızca O na dır."
 
Üst