Muhammed Arkoun'a Dair

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Mustafa Özcan
6_b.jpg

Bir hümanistin ölümü!
Perşembe, 16 Eylül 2010 10:22

Hümanizm/ümanizm veya hümanist düşünce denilince aklıma daima Talat Said Halman gelir. Bazı anekdotlarda onun dönme olduğunu okuruz. Genel anlamda dini düşünceye taraftar olmakla birlikte mesele İslam hukuku ve şeriata gelince amansız bir hasım kesilirdi. Bize Mevlana ve Yunus Emre’yi hümanistler olarak tanıtırdı. Esasında dinin kendisinde hümanizm var; aksi takdirde, Allah insanı özenerek bezenerek yaratmaz ve onu halife kılmazdı. Lakin hümanizmin muhataralı tarafı dinden kopuk olması ve insanı merkeze oturtması ve insan için insan felsefesine inanmasıdır. Bu da bizi Grek felsefesine götürür.

Bundan dolayı aslında Talat Said Halman’ı severek okur lakin Mevlana ve Yunus Emre’yi humanizme alet etmesini de yadırgardık. Esasen insan oğlu dünyaya kendisini ve kainatı keşfetmeye gelmiştir. Bu kainatı keşfi de bir basamaktır ve ardındaki gaye Allah’a uzanmak ve ulaşmaktır. Pozitivizmle birlikte dinin yerini kah suni dinler kah ise hümanizm veya insancıllıkla doldurmaya yeltenmişlerdir.

1928 yılında Cezayir’de Berberi bölgesinde doğun Muhammed Arkun da bu tür hümanistlerden birisiydi ve dini düşüncenin de hümanistleştirilmesini (ensene) savunuyordu. Geçtiğimiz günlerde uzun bir hastalık devresinden sonra dünyasını değiştirdi (13-14 Eylül 2010, Paris). Vefatı Muhammed Abid Cabiri ve Nasr Hamid Ebu Zeyd gibilerinden sonra geldi. Kısmen de olsa Cabiri’ye benzeyen yönleri vardı.

Belki Cabiri ile ortak paydalarından birisi İbni Rüşdcü düşünceyi savunmalarıdır. Lakin Arkun, İbni Rüşdcü düşünceyle mukayyet değildi ve onun sınırlarını aşmıştır. Sebebi de basit: İbni Rüşd hikmet adını verdiği (seküler hikmet) felsefe ile dini kardeş yapmak isterken Arkun İslami referansı tamamen iptal etmiştir. Onun yerine aklı koymuş ve aklı mutlaklaştırmıştır. Bu yönüyle tamamen pozitivisttir. Aklın önünü açmak için lahutu sınırlandırmıştır. Bundan dolayı çok indi ve özel kavramlar geliştirmiş, üretmiş ve eserlerini bu kavramlara boğmuştur.

Bunun için de fildişi kulelerinde kalmıştır. Akif’in ‘Asrın idrakine söyletmeli İslam’ı söyleminden yola çıksa da merkeze asrı ve zamanı koymuştur. Onun ölçüsü bütün değişimleriyle birlikte zamandır. Kur’an’ı asri veya çağdaş bir şekilde okuyabilmek ve özgür yorum yapabilmek için Kuran’ın kutsiyetinden arındırılması gerektiğine inanmıştır. Esasında ‘ensene /hümanizm’, erhene vaya tarihselcilik gibi kavramların farklı boyutlarda kullanılmasından ibarettir. Böylece Nasır Hamid Ebu Zeyd gibi o da Kur’an-ı Kerim’i insanileştirme, beşerileştirme ve arzileştirme girişiminde bulunmuştur. Her ikisinin de gerekçeleri benzerdir.

Arkun oryantalistlere oryantalist denmesine bile karşı çıkıyordu. Oryantalizm sonuçta ötekini keşfetme aracı değil midir? Ya da Garplıların Şarklıları araştırma çabaları. Halbuki, Arkun böyle bir ayrıma inanmadığından sonuçlarına ve türevlerine de inanmamaktadır. Ona göre, modernizm bir Avrupa ürünüdür. Avrupa modernizmin beşiğidir. Ve modernizm aynı zamanda humanizmi üretmiştir. Ona göre, humanizm insanlığın ortak değeridir?
İbni Rüşd burada nerede durmaktadır? Arkun’a göre, İbni Rüşd Akdeniz’in iki yakasını birleştirmiştir hatta dünyanın iki yakasını bir araya getirmiştir. Ankun’a göre, Maimonides, İbni Rüşd ve Aquinolu Thomas çağdaş düşünürlerdir ve skolastik çağı ve düşüncesini temsil etmektedirler. İbni Rüşd’ü de kendisine de Gazalinin karşısına oturtur. Gerçekten de İbni Rüşd Gazali’den 80 yıl sonra onun eseri olan Faysalatü’t Tefrika Beyne’l İslam’ı ve’z Zendıka kitabına cevap vermiş ve bu uğurda Faslu’l makal’ı yazmıştır. Lakin İbni Rüşd’ün aynı dairede veya Şeriat dairesinde kalarak yaptığı itirazlar veya Gazali’ye cevap vermesi ve İslam’ı bağlayıcı bir referans olarak alması Arkun’un katılmadığı noktalardır. İbni Rüşd’e yer yer atıfta bulunmakla birlikte onun yöntemiyle sınırlı kalmamış hem İbni Rüşd’ü hem de referans sistemini aşmıştır. Doğrusu Arkun Kur’an’ı dahi bağlayıcı bir referans görmemektedir. Bundan dolayı Sorbonne’daki seleflerinden olan Taha Hüseyin’i kendisine model olarak almıştır. Ona göre, Taha Hüseyin Sorbonne’da modernizm kaynaklı filoloji sistemini almış ve Cahiliyet şiiri üzerine tatbik etmiştir. Arkun şimdi bu modelin daha kapsamlı olarak bütün İslami ilimlere tatbikini istemektedir. Ezher hocalarının bu yönteme yabancı olduklarını söylemektedir. Bu ona göre bir nakisedir. Ve burada Taha Hüseyin, Hazreti İbrahim’in varlığını reddetmiş ve mitolojik bir unsur olarak değerlendirmiştir. Bu bapta Freud’un Hazreti Musa’yı inkarı ile Taha Hüseyin’in Hazreti İbrahim’i inkarı arasında çarpıcı benzerlikler vardır. Dolayısıyla Arkun eskilerin Dehriye dedikleri modernizme prestiş etmektedir. Esasında, Arkun gibiler İbni Rüşd’ü sadece çıkış noktası olarak alıyorlar. Bitiş noktası olarak görmüyorlar. Çıkış noktası, Gazali gibilerine muhalefet etmesidir. Gazali felsefe ile dinin alanlarını ayırmıştır.

Daha doğrusu mutlak olarak değil bazı alanlarda ayırmıştır. Ve ayırdığı alanlarda mahkum etmiştir. İbni Rüşd ise buna karşı çıkmış ve felsefe ile Şeriatın temas ve ilişki halinde olduklarını savunmuştur. Arkun ise uzlaştırma yerine felsefeyi hakim kılmıştır. İbni Rüşd’ün Faslu’l makal’ında yapamadığını Arkun İslam Aklının Eleştirisinde yapar veya yapmaya çalışır. Burada geleneksel yapı ile yüzleşir. Mutezile’nin halku’l Kur’an tezini benimsediği gibi onun ötesine gider ve Kur’an-ı Kerim’in arzileştirilmesini savunur. Ya da kutsiyetinden arındırılmasını ve beşer kelamı gibi telakki edilmesini ister. Böylece bağlayıcılığı da kalmayacaktır. Serbest yorum yapma imkanı sağlanacaktır.

Böylece Babilleşme imkanı doğacaktır. Talat Said Halman gibi Muhammed Arkun, hümanizmi Mevlana veya Yunus Emre gibi sufilere bağlamaz. Aksine felsefi damardan beslenen Ebu Hayyan Tevhidi’ye dayandırır. İbni Sina ve Farabi gibilerine göndermeler yapar. Muhammed Abduh’u pragmatik olarak nitelendirir ve onu referans alan şimdiki İslamcıların Muhammed Abduh’un rönesansı yerine ideolojiyi esas aldıklarını söyler ve Muhammed Abduh’un bugünkü İslamcı profilinden fersah fersah daha insancıl ve hümanist olduğunu savunur.

1987 yılında, her yıl tekrarlanan Konstantine İslam Düşüncesi Buluşması etkinliklerine katılan Muhammed Arkun orada Kur’an nazmıyla alakalı bir değerlendirmede bulunur ve Kur’an nazmı için ‘Mythos’ ifadesini kullanır. Çevirmen Adil Avva bunu efsane olarak çevirir. Gerçekten de kelimenin anlamlarından birisi efsanedir.

Lakin Arkun, logos ile eşanlamlı olduğunu savunmaktadır. Bu çeviriden dolayı Muhammed Gazali kendisini tekfir eder. Gazali ondan başka Ferec Foda’yı da tekfir etmiş ve o da daha sonra öldürülmüştür. Abdussabbur Şahin gibiler de Nasr Hamid Ebu Zeyd hakkında benzeri değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Buti’nin de Muhammed Arkun hakkında benzeri mütalaaları vardır ve onun Mutezile’yi bile aştığını söylemiştir ki Arkun açısından da bunda bir beis olduğu söylenemez. Sadece bunun suçlama yapılmasına karşı çıkıyor.

Tespit açısından bir problem yok. Kendi ifadesiyle, fıkıh hamlelerine karşı daima hümanist bir platform aramış ve bu açıdan İbni Rüşd ile kendisini ortak zeminde görmektedir. Lakin İbni Rüşd sonrası İbni Rüşd’cüler gibi İbni Rüşd’ün çığırını genişletmiş ve kayıtsız ve mutlak hale getirmişlerdir. Dolayısıyla onunla paylaştıkları münhasıran çıkış noktasıdır. Yoksa İbni Rüşd aynı zamanda bir fakih idi.

Bizde çok kullanılan cehl-i mürekkep yerine cehl-i müesses yani kurumsal cehalet veya kurumsallaşmış cehalet kavramını kullanmaktadır. Arap dünyasının günümüzde rönesans ve aydınlanmadan çıktığını ve ideoloji tüneline ve devrine girdiğini savunmaktadır.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bu konuya ilgi duyanların ,daha geniş bilgi için , Dr. Şevket Kotan'ın ''Kur'an ve Tarihselcilik'' kitabını incelemelerini tavsiye ederim.
 
Üst