Muhafazakârların sekülerleşme endişesi
Modernizm, küreselleşme, kentleşme, iletişim devrimi, muhafazakâr kesimleri de derinden etkiliyor. Yaşanan değişimin sekülerleşmeyi artırdığı yönündeki görüşler giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor. Al Jazeera sordu, uzmanlar cevapladı.
Türk toplumu muhafazakârlaşıyor mu yoksa sekülerleşiyor mu? Neden?
Volkan Ertit / Aksaray Üniversitesi Araştırma Görevlisi
Türk toplumu geri dönüşü olmayan bir şekilde sekülerleşiyor. Sekülerleşme hakkında konuşan akademisyenlerin öncelikle bu kavramdan ne anladıklarını ortaya koymaları gerekiyor. Sekülerleşme, belli bir toplumda belli bir zaman dilimi içerisinde dinin, dinimsi yapıların ve halk inançlarının toplumsal prestijleri ve topluma etki etme güçlerinin görece azalması demektir. Bu durumda Türkiye toplumunun agresif şekilde sekülerleşme yönünde evrildiğini söyleyebiliriz. Seküler ya da muhafazakâr, her grubun yeni kuşağı dinden daha uzak bir hayat yaşıyor.
Eski kuşaklar eş seçiminde, kılık kıyafet, tatil, evlilik öncesi flört ve cinsellik konularında yaşanan dönüşüm karşısında sadece şaşkınlıklarını ortaya koyuyorlar. Zira geçmişe nazaran oldukça bireyselleşmiş yeni kuşaklar, toplumsallaşma süreçlerini evin salonunda değil, kendi odasındaki bilgisayar ekranında yaşıyor. Sadece muhafazakâr kesim değil, “Türkiye laiktir laik kalacak!” sloganları atanlar da “Türkiye'nin İlk Eşcinsel Evliliği” haberi karşısında şaşkın duruma düşüyorlar. Eşcinsellik her geçen gün ülke için daha normalleşiyor ve bu sadece büyük şehirlerin gerçeği değil.
Evlilik öncesi flört ve cinsel birlikteliklerde de ciddi bir artış söz konusu. Okullaşma, sosyal medyanın iletişim olanaklarını artırması, kadınların evlerinden sokaklara ve iş yerlerine taşınması, yeni ebeveynlerin kendi anne-babalarına nazaran daha gerçekçi olmaları, evlilik öncesi flörtün içine cinselliği de alacak şekilde gün geçtikçe yaygınlaşmasına yol açıyor. Öğrenciler daha kısa süreli sevgililikler yaşayıp daha sık partner değiştiriyorlar. Daha fazla seks partneri, bekâr olup bakire olmayanların sayısında artış ve ailelerin bu dönüşüme eskiye kıyasla daha anlayışlı olması muhafazakârlaşan bir toplum portresi çizmiyor.
Yeni kuşak, vücut hatlarını belli edecek şekilde giyiniyor. Sadece başı açık kızlar ya da seküler erkekler değil, mütedeyyin kesim de oldukça dar kesimli kıyafetleri tercih ediyor. Facebook'un ilişkisi var modülünü sadece sekülerler kullanmıyorlar. Başı kapalı kızlar da sevgilileri ile fotoğraflarını tüm aile üyeleri ve arkadaşları ile paylaşabiliyorlar. Kentleşmenin yüzde 20’lerde olduğu dönemlerde Alevi dedeleri ve Sünni imamlar doğum, sağlık, eğitim, evlilik, adalet, ölüm gibi yaşamın her noktasına müdahil olabiliyorlardı. Şimdi ise imamların camilere hapsolduğu, dedelerin kendi talipleri tarafından mahkemelere verildiği bir dönemi yaşıyoruz. Tüm bu süreçlerin ardında üç dinamik yer alıyor: Bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme.
Abdurrahman Dilipak
Muhafazakârlaşma, İslamlaşmanın karşılığı değil. Keza laikleşme ve sekülerleşme de aynı anlama gelmiyor. Ya da modernleşmeyi bu değerlerin paraleli ya da karşıtı gibi göstermek de doğru bir yaklaşım değil. Bu mesele, 19. yüzyıl sonunda “Türkleşme, İslamlaşma, Muasırlaşma” tartışması şeklinde gündeme gelmişti. 20. yüzyılın ortalarında faşizm çöktü, 20. yüzyılın son çeyreğinde ise komünizm çöktü. Bugün kapitalizmin ve Siyonizmin krizi yaşanıyor. Asya, Afrika ve İslam dünyasının yani Doğu’nun uyanışı söz konusu. Batı ise kendi kutsallarını inkâr ediyor.
Evet, köyden kente göç edenler muhafazakâr yaşam tarzını kente taşıyor ve daha görünür kılıyorlar. Kent hayatına yansıyan bir İslamlaşma da söz konusu. Bu arada köyden kente gelen muhafazakâr kesim de iktidar ve servet ile yüzleşince elbette belli bir ölçüde dönüşüm de yaşıyor. Kent ve sermaye, iktidar dönüştürücü bir güce sahip. Bu gücü talep edenler, bu güce sahip olmak suretiyle toplumu dönüştürmek isterler. Ama bu güç öncelikle kendine sahip olanları da dönüştürür.
Muhafazakârlaşma da artıyor, dindarlaşma da… Laikleşme ise zayıflıyor. Sekülerleşme ise daha çok muhafazakâr kesimde yaşanıyor. Evet, bugün Türkiye’de ritüeller ve ikonlara indirgenmiş yeni bir dindarlık da var, dini sadece bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsetmek isteyen bir akıl da… Sûfi-Selefi, Selefi-Şii ya da Şii-Sünni çatışması çıkartmak isteyenler de... Ilımlı İslamcılar da var, radikaller de… Liberal İslam, Protestan İslam, Ortodoks İslam, Katolik İslam, İslam scientologistleri gibi bir akım icat etmeye çalışanı da... Kalvinist ya da Evengalist İslam’dan söz edeni de… Birileri Tanrı’yı kıyamete hazırlarken, birileri de iktidara zorladığını düşünüyor sanki. Olmayan yok ki; sadece Nurculuk 12 çeşit. Bunların çoğu da fabrikasyon…
Doç.Dr. Fahrettin Altun SETA İstanbul Genel Koordinatörü
Sorunuzdaki “muhafazakârlaşma”dan kastınızın “dindarlaşma” olduğunu varsayıyorum. Ve yine sorudaki metodolojik zorlukları bir kenara bırakarak kestirmeden şunu söylemek istiyorum: Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor, dindarlaşıyor çünkü Türkiye toplumu sekülerleşiyor. Aynı şekilde Türkiye toplumu sekülerleşiyor çünkü Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor, dindarlaşıyor. Evet, tam da böyle bir ilişki bu. Birbirine muhtaç, birbirini besleyen süreçlerden bahsediyoruz.
Somut sosyolojik göstergeler üzerinden okuma yapmaya çalıştığımızda, toplumda bir dindarlaşma olduğundan bahsedebiliriz. Fakat bu dindarlaşmanın bir boyutunu, toplumu giderek daha fazla etkisi altına alan yeni sosyalleşmeler oluşturuyorken, diğer bir boyutunu da daha önce görünemeyen, görünme imkânından mahrum bırakılmış göstergelerin serbest dolaşıma girmesi oluşturuyor.
Öncelikle dindarlaşma, muhafazakârlaşma dediğimiz şeyin önemli bir kısmı, Türkiye’deki elit dönüşüm süreçleriyle ilgili. Dindar toplum kesimleri; kendi elitleri, tüketim kalıpları ve sosyalleşme süreçleriyle görünür hâle geliyor. İkincisi; dindar toplum kesimleri, kendi çocuklarını “korumak” ve “hayata hazırlamak” adına yeni ahlâk kalıplar üretmeye çalışıyor. Dini terbiye, bu sürecin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda bir dindarlaşma yaşanıyor. Fakat bu sürecin 1990’larda yaşanan İslamcılaşma sürecinden çok farklı bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. Daha korumacı ve fakat modernlikle daha barışık bir süreç bu.
Türkiye toplumunun dindarlaşması, muhafazakârlaşması tartışmasının ideolojik bir boyutu var. Ve bu boyut, meselenin sosyolojisini ıskalamamıza yol açmamalı. Söz konusu ideolojik okumaya göre, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarı, yürüttüğü siyasal ve toplumsal mühendislik programı çerçevesinde toplumu dindarlaştırıyor. Bu okuma biçimi, siyasal kültürümüzün negatif bir unsuru olarak karşımıza çıkan, “İrtica yükseliyor!” mitinin yeni bir versiyonu bence.
Prof. Dr. Yılmaz Esmer Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
Muhafazakârlık tek boyutlu değil, çok boyutlu bir kavram. Başka bir deyişle, içinde birçok öğeyi barındıran bir kavram. Örneğin milliyetçilik, geleneksel aile değerleri, evlilik dışı veya öncesi ilişkinin reddedilmesi de muhafazakâr ideolojinin birer parçasıdır ve bu unsurların hepsinin birden aynı yönde ilerlemesi gerekmez. Ancak bizde muhafazakârlık denince neredeyse sadece din ve dindarlık anlaşılıyor. Aslında dindarlık da çok boyutlu bir kavram –inanç boyutu var, ibadet boyutu var vs.
Soruya cevap olarak; Türkiye’nin bazı bakımlardan muhafazakârlaştığını, diğer bazı açılardan ise pek değişmediğini söyleyebiliriz. Fakat Türk toplumunun son yıllarda sekülerleşmediği kesin gibi geliyor bana. Tam tersine, aydınlanma değerlerinden ve bu değerler içinde önemli yer tutan seküler zihin yapısından giderek uzaklaşıldığı söylenebilir.
Modernizm, küreselleşme, kentleşme, iletişim devrimi, muhafazakâr kesimleri de derinden etkiliyor. Yaşanan değişimin sekülerleşmeyi artırdığı yönündeki görüşler giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor. Al Jazeera sordu, uzmanlar cevapladı.
Türk toplumu muhafazakârlaşıyor mu yoksa sekülerleşiyor mu? Neden?
Volkan Ertit / Aksaray Üniversitesi Araştırma Görevlisi
Türk toplumu geri dönüşü olmayan bir şekilde sekülerleşiyor. Sekülerleşme hakkında konuşan akademisyenlerin öncelikle bu kavramdan ne anladıklarını ortaya koymaları gerekiyor. Sekülerleşme, belli bir toplumda belli bir zaman dilimi içerisinde dinin, dinimsi yapıların ve halk inançlarının toplumsal prestijleri ve topluma etki etme güçlerinin görece azalması demektir. Bu durumda Türkiye toplumunun agresif şekilde sekülerleşme yönünde evrildiğini söyleyebiliriz. Seküler ya da muhafazakâr, her grubun yeni kuşağı dinden daha uzak bir hayat yaşıyor.
Eski kuşaklar eş seçiminde, kılık kıyafet, tatil, evlilik öncesi flört ve cinsellik konularında yaşanan dönüşüm karşısında sadece şaşkınlıklarını ortaya koyuyorlar. Zira geçmişe nazaran oldukça bireyselleşmiş yeni kuşaklar, toplumsallaşma süreçlerini evin salonunda değil, kendi odasındaki bilgisayar ekranında yaşıyor. Sadece muhafazakâr kesim değil, “Türkiye laiktir laik kalacak!” sloganları atanlar da “Türkiye'nin İlk Eşcinsel Evliliği” haberi karşısında şaşkın duruma düşüyorlar. Eşcinsellik her geçen gün ülke için daha normalleşiyor ve bu sadece büyük şehirlerin gerçeği değil.
Evlilik öncesi flört ve cinsel birlikteliklerde de ciddi bir artış söz konusu. Okullaşma, sosyal medyanın iletişim olanaklarını artırması, kadınların evlerinden sokaklara ve iş yerlerine taşınması, yeni ebeveynlerin kendi anne-babalarına nazaran daha gerçekçi olmaları, evlilik öncesi flörtün içine cinselliği de alacak şekilde gün geçtikçe yaygınlaşmasına yol açıyor. Öğrenciler daha kısa süreli sevgililikler yaşayıp daha sık partner değiştiriyorlar. Daha fazla seks partneri, bekâr olup bakire olmayanların sayısında artış ve ailelerin bu dönüşüme eskiye kıyasla daha anlayışlı olması muhafazakârlaşan bir toplum portresi çizmiyor.
Yeni kuşak, vücut hatlarını belli edecek şekilde giyiniyor. Sadece başı açık kızlar ya da seküler erkekler değil, mütedeyyin kesim de oldukça dar kesimli kıyafetleri tercih ediyor. Facebook'un ilişkisi var modülünü sadece sekülerler kullanmıyorlar. Başı kapalı kızlar da sevgilileri ile fotoğraflarını tüm aile üyeleri ve arkadaşları ile paylaşabiliyorlar. Kentleşmenin yüzde 20’lerde olduğu dönemlerde Alevi dedeleri ve Sünni imamlar doğum, sağlık, eğitim, evlilik, adalet, ölüm gibi yaşamın her noktasına müdahil olabiliyorlardı. Şimdi ise imamların camilere hapsolduğu, dedelerin kendi talipleri tarafından mahkemelere verildiği bir dönemi yaşıyoruz. Tüm bu süreçlerin ardında üç dinamik yer alıyor: Bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme.
Abdurrahman Dilipak
Muhafazakârlaşma, İslamlaşmanın karşılığı değil. Keza laikleşme ve sekülerleşme de aynı anlama gelmiyor. Ya da modernleşmeyi bu değerlerin paraleli ya da karşıtı gibi göstermek de doğru bir yaklaşım değil. Bu mesele, 19. yüzyıl sonunda “Türkleşme, İslamlaşma, Muasırlaşma” tartışması şeklinde gündeme gelmişti. 20. yüzyılın ortalarında faşizm çöktü, 20. yüzyılın son çeyreğinde ise komünizm çöktü. Bugün kapitalizmin ve Siyonizmin krizi yaşanıyor. Asya, Afrika ve İslam dünyasının yani Doğu’nun uyanışı söz konusu. Batı ise kendi kutsallarını inkâr ediyor.
Evet, köyden kente göç edenler muhafazakâr yaşam tarzını kente taşıyor ve daha görünür kılıyorlar. Kent hayatına yansıyan bir İslamlaşma da söz konusu. Bu arada köyden kente gelen muhafazakâr kesim de iktidar ve servet ile yüzleşince elbette belli bir ölçüde dönüşüm de yaşıyor. Kent ve sermaye, iktidar dönüştürücü bir güce sahip. Bu gücü talep edenler, bu güce sahip olmak suretiyle toplumu dönüştürmek isterler. Ama bu güç öncelikle kendine sahip olanları da dönüştürür.
Muhafazakârlaşma da artıyor, dindarlaşma da… Laikleşme ise zayıflıyor. Sekülerleşme ise daha çok muhafazakâr kesimde yaşanıyor. Evet, bugün Türkiye’de ritüeller ve ikonlara indirgenmiş yeni bir dindarlık da var, dini sadece bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsetmek isteyen bir akıl da… Sûfi-Selefi, Selefi-Şii ya da Şii-Sünni çatışması çıkartmak isteyenler de... Ilımlı İslamcılar da var, radikaller de… Liberal İslam, Protestan İslam, Ortodoks İslam, Katolik İslam, İslam scientologistleri gibi bir akım icat etmeye çalışanı da... Kalvinist ya da Evengalist İslam’dan söz edeni de… Birileri Tanrı’yı kıyamete hazırlarken, birileri de iktidara zorladığını düşünüyor sanki. Olmayan yok ki; sadece Nurculuk 12 çeşit. Bunların çoğu da fabrikasyon…
Doç.Dr. Fahrettin Altun SETA İstanbul Genel Koordinatörü
Sorunuzdaki “muhafazakârlaşma”dan kastınızın “dindarlaşma” olduğunu varsayıyorum. Ve yine sorudaki metodolojik zorlukları bir kenara bırakarak kestirmeden şunu söylemek istiyorum: Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor, dindarlaşıyor çünkü Türkiye toplumu sekülerleşiyor. Aynı şekilde Türkiye toplumu sekülerleşiyor çünkü Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor, dindarlaşıyor. Evet, tam da böyle bir ilişki bu. Birbirine muhtaç, birbirini besleyen süreçlerden bahsediyoruz.
Somut sosyolojik göstergeler üzerinden okuma yapmaya çalıştığımızda, toplumda bir dindarlaşma olduğundan bahsedebiliriz. Fakat bu dindarlaşmanın bir boyutunu, toplumu giderek daha fazla etkisi altına alan yeni sosyalleşmeler oluşturuyorken, diğer bir boyutunu da daha önce görünemeyen, görünme imkânından mahrum bırakılmış göstergelerin serbest dolaşıma girmesi oluşturuyor.
Öncelikle dindarlaşma, muhafazakârlaşma dediğimiz şeyin önemli bir kısmı, Türkiye’deki elit dönüşüm süreçleriyle ilgili. Dindar toplum kesimleri; kendi elitleri, tüketim kalıpları ve sosyalleşme süreçleriyle görünür hâle geliyor. İkincisi; dindar toplum kesimleri, kendi çocuklarını “korumak” ve “hayata hazırlamak” adına yeni ahlâk kalıplar üretmeye çalışıyor. Dini terbiye, bu sürecin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda bir dindarlaşma yaşanıyor. Fakat bu sürecin 1990’larda yaşanan İslamcılaşma sürecinden çok farklı bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. Daha korumacı ve fakat modernlikle daha barışık bir süreç bu.
Türkiye toplumunun dindarlaşması, muhafazakârlaşması tartışmasının ideolojik bir boyutu var. Ve bu boyut, meselenin sosyolojisini ıskalamamıza yol açmamalı. Söz konusu ideolojik okumaya göre, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarı, yürüttüğü siyasal ve toplumsal mühendislik programı çerçevesinde toplumu dindarlaştırıyor. Bu okuma biçimi, siyasal kültürümüzün negatif bir unsuru olarak karşımıza çıkan, “İrtica yükseliyor!” mitinin yeni bir versiyonu bence.
Prof. Dr. Yılmaz Esmer Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
Muhafazakârlık tek boyutlu değil, çok boyutlu bir kavram. Başka bir deyişle, içinde birçok öğeyi barındıran bir kavram. Örneğin milliyetçilik, geleneksel aile değerleri, evlilik dışı veya öncesi ilişkinin reddedilmesi de muhafazakâr ideolojinin birer parçasıdır ve bu unsurların hepsinin birden aynı yönde ilerlemesi gerekmez. Ancak bizde muhafazakârlık denince neredeyse sadece din ve dindarlık anlaşılıyor. Aslında dindarlık da çok boyutlu bir kavram –inanç boyutu var, ibadet boyutu var vs.
Soruya cevap olarak; Türkiye’nin bazı bakımlardan muhafazakârlaştığını, diğer bazı açılardan ise pek değişmediğini söyleyebiliriz. Fakat Türk toplumunun son yıllarda sekülerleşmediği kesin gibi geliyor bana. Tam tersine, aydınlanma değerlerinden ve bu değerler içinde önemli yer tutan seküler zihin yapısından giderek uzaklaşıldığı söylenebilir.