Muhafazakârların Sekülerleşme Endişesi

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Muhafazakârların sekülerleşme endişesi
Modernizm, küreselleşme, kentleşme, iletişim devrimi, muhafazakâr kesimleri de derinden etkiliyor. Yaşanan değişimin sekülerleşmeyi artırdığı yönündeki görüşler giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor. Al Jazeera sordu, uzmanlar cevapladı.
Cuma%20Namaz%C4%B1%20%5BAA%5D%20main.jpg


Türk toplumu muhafazakârlaşıyor mu yoksa sekülerleşiyor mu? Neden?

Volkan Ertit / Aksaray Üniversitesi Araştırma Görevlisi

Türk toplumu geri dönüşü olmayan bir şekilde sekülerleşiyor. Sekülerleşme hakkında konuşan akademisyenlerin öncelikle bu kavramdan ne anladıklarını ortaya koymaları gerekiyor. Sekülerleşme, belli bir toplumda belli bir zaman dilimi içerisinde dinin, dinimsi yapıların ve halk inançlarının toplumsal prestijleri ve topluma etki etme güçlerinin görece azalması demektir. Bu durumda Türkiye toplumunun agresif şekilde sekülerleşme yönünde evrildiğini söyleyebiliriz. Seküler ya da muhafazakâr, her grubun yeni kuşağı dinden daha uzak bir hayat yaşıyor.


Eski kuşaklar eş seçiminde, kılık kıyafet, tatil, evlilik öncesi flört ve cinsellik konularında yaşanan dönüşüm karşısında sadece şaşkınlıklarını ortaya koyuyorlar. Zira geçmişe nazaran oldukça bireyselleşmiş yeni kuşaklar, toplumsallaşma süreçlerini evin salonunda değil, kendi odasındaki bilgisayar ekranında yaşıyor. Sadece muhafazakâr kesim değil, “Türkiye laiktir laik kalacak!” sloganları atanlar da “Türkiye'nin İlk Eşcinsel Evliliği” haberi karşısında şaşkın duruma düşüyorlar. Eşcinsellik her geçen gün ülke için daha normalleşiyor ve bu sadece büyük şehirlerin gerçeği değil.


Evlilik öncesi flört ve cinsel birlikteliklerde de ciddi bir artış söz konusu. Okullaşma, sosyal medyanın iletişim olanaklarını artırması, kadınların evlerinden sokaklara ve iş yerlerine taşınması, yeni ebeveynlerin kendi anne-babalarına nazaran daha gerçekçi olmaları, evlilik öncesi flörtün içine cinselliği de alacak şekilde gün geçtikçe yaygınlaşmasına yol açıyor. Öğrenciler daha kısa süreli sevgililikler yaşayıp daha sık partner değiştiriyorlar. Daha fazla seks partneri, bekâr olup bakire olmayanların sayısında artış ve ailelerin bu dönüşüme eskiye kıyasla daha anlayışlı olması muhafazakârlaşan bir toplum portresi çizmiyor.


Yeni kuşak, vücut hatlarını belli edecek şekilde giyiniyor. Sadece başı açık kızlar ya da seküler erkekler değil, mütedeyyin kesim de oldukça dar kesimli kıyafetleri tercih ediyor. Facebook'un ilişkisi var modülünü sadece sekülerler kullanmıyorlar. Başı kapalı kızlar da sevgilileri ile fotoğraflarını tüm aile üyeleri ve arkadaşları ile paylaşabiliyorlar. Kentleşmenin yüzde 20’lerde olduğu dönemlerde Alevi dedeleri ve Sünni imamlar doğum, sağlık, eğitim, evlilik, adalet, ölüm gibi yaşamın her noktasına müdahil olabiliyorlardı. Şimdi ise imamların camilere hapsolduğu, dedelerin kendi talipleri tarafından mahkemelere verildiği bir dönemi yaşıyoruz. Tüm bu süreçlerin ardında üç dinamik yer alıyor: Bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme.

Abdurrahman Dilipak

Muhafazakârlaşma, İslamlaşmanın karşılığı değil. Keza laikleşme ve sekülerleşme de aynı anlama gelmiyor. Ya da modernleşmeyi bu değerlerin paraleli ya da karşıtı gibi göstermek de doğru bir yaklaşım değil. Bu mesele, 19. yüzyıl sonunda “Türkleşme, İslamlaşma, Muasırlaşma” tartışması şeklinde gündeme gelmişti. 20. yüzyılın ortalarında faşizm çöktü, 20. yüzyılın son çeyreğinde ise komünizm çöktü. Bugün kapitalizmin ve Siyonizmin krizi yaşanıyor. Asya, Afrika ve İslam dünyasının yani Doğu’nun uyanışı söz konusu. Batı ise kendi kutsallarını inkâr ediyor.


Evet, köyden kente göç edenler muhafazakâr yaşam tarzını kente taşıyor ve daha görünür kılıyorlar. Kent hayatına yansıyan bir İslamlaşma da söz konusu. Bu arada köyden kente gelen muhafazakâr kesim de iktidar ve servet ile yüzleşince elbette belli bir ölçüde dönüşüm de yaşıyor. Kent ve sermaye, iktidar dönüştürücü bir güce sahip. Bu gücü talep edenler, bu güce sahip olmak suretiyle toplumu dönüştürmek isterler. Ama bu güç öncelikle kendine sahip olanları da dönüştürür.


Muhafazakârlaşma da artıyor, dindarlaşma da… Laikleşme ise zayıflıyor. Sekülerleşme ise daha çok muhafazakâr kesimde yaşanıyor. Evet, bugün Türkiye’de ritüeller ve ikonlara indirgenmiş yeni bir dindarlık da var, dini sadece bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsetmek isteyen bir akıl da… Sûfi-Selefi, Selefi-Şii ya da Şii-Sünni çatışması çıkartmak isteyenler de... Ilımlı İslamcılar da var, radikaller de… Liberal İslam, Protestan İslam, Ortodoks İslam, Katolik İslam, İslam scientologistleri gibi bir akım icat etmeye çalışanı da... Kalvinist ya da Evengalist İslam’dan söz edeni de… Birileri Tanrı’yı kıyamete hazırlarken, birileri de iktidara zorladığını düşünüyor sanki. Olmayan yok ki; sadece Nurculuk 12 çeşit. Bunların çoğu da fabrikasyon…

Doç.Dr. Fahrettin Altun SETA İstanbul Genel Koordinatörü

Sorunuzdaki “muhafazakârlaşma”dan kastınızın “dindarlaşma” olduğunu varsayıyorum. Ve yine sorudaki metodolojik zorlukları bir kenara bırakarak kestirmeden şunu söylemek istiyorum: Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor, dindarlaşıyor çünkü Türkiye toplumu sekülerleşiyor. Aynı şekilde Türkiye toplumu sekülerleşiyor çünkü Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor, dindarlaşıyor. Evet, tam da böyle bir ilişki bu. Birbirine muhtaç, birbirini besleyen süreçlerden bahsediyoruz.
Somut sosyolojik göstergeler üzerinden okuma yapmaya çalıştığımızda, toplumda bir dindarlaşma olduğundan bahsedebiliriz. Fakat bu dindarlaşmanın bir boyutunu, toplumu giderek daha fazla etkisi altına alan yeni sosyalleşmeler oluşturuyorken, diğer bir boyutunu da daha önce görünemeyen, görünme imkânından mahrum bırakılmış göstergelerin serbest dolaşıma girmesi oluşturuyor.
Öncelikle dindarlaşma, muhafazakârlaşma dediğimiz şeyin önemli bir kısmı, Türkiye’deki elit dönüşüm süreçleriyle ilgili. Dindar toplum kesimleri; kendi elitleri, tüketim kalıpları ve sosyalleşme süreçleriyle görünür hâle geliyor. İkincisi; dindar toplum kesimleri, kendi çocuklarını “korumak” ve “hayata hazırlamak” adına yeni ahlâk kalıplar üretmeye çalışıyor. Dini terbiye, bu sürecin önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda bir dindarlaşma yaşanıyor. Fakat bu sürecin 1990’larda yaşanan İslamcılaşma sürecinden çok farklı bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. Daha korumacı ve fakat modernlikle daha barışık bir süreç bu.
Türkiye toplumunun dindarlaşması, muhafazakârlaşması tartışmasının ideolojik bir boyutu var. Ve bu boyut, meselenin sosyolojisini ıskalamamıza yol açmamalı. Söz konusu ideolojik okumaya göre, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarı, yürüttüğü siyasal ve toplumsal mühendislik programı çerçevesinde toplumu dindarlaştırıyor. Bu okuma biçimi, siyasal kültürümüzün negatif bir unsuru olarak karşımıza çıkan, “İrtica yükseliyor!” mitinin yeni bir versiyonu bence.

Prof. Dr. Yılmaz Esmer Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi


Muhafazakârlık tek boyutlu değil, çok boyutlu bir kavram. Başka bir deyişle, içinde birçok öğeyi barındıran bir kavram. Örneğin milliyetçilik, geleneksel aile değerleri, evlilik dışı veya öncesi ilişkinin reddedilmesi de muhafazakâr ideolojinin birer parçasıdır ve bu unsurların hepsinin birden aynı yönde ilerlemesi gerekmez. Ancak bizde muhafazakârlık denince neredeyse sadece din ve dindarlık anlaşılıyor. Aslında dindarlık da çok boyutlu bir kavram –inanç boyutu var, ibadet boyutu var vs.
Soruya cevap olarak; Türkiye’nin bazı bakımlardan muhafazakârlaştığını, diğer bazı açılardan ise pek değişmediğini söyleyebiliriz. Fakat Türk toplumunun son yıllarda sekülerleşmediği kesin gibi geliyor bana. Tam tersine, aydınlanma değerlerinden ve bu değerler içinde önemli yer tutan seküler zihin yapısından giderek uzaklaşıldığı söylenebilir.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Muhafazakâr-dindar çevreler, modernizm, küreselleşme, bireycilik, iletişim devrimi, kentleşme gibi olgular karşısında kendi kimliklerini ne ölçüde koruyabiliyorlar? Muhafazakâr-dindar kesimler arasında, yaşanan değişime gösterilen tepkiler, ne türden farklılıklar gösteriyor?

Volkan Ertit / Aksaray Üniversitesi Araştırma Görevlisi

Muhafazakârlar kimliklerini koruyamıyorlar. Sekülerler, zaten hâlihazırda dinden uzak bir yaşamı deneyimledikleri için yaşanan agresif sekülerleşme sürecini fark edemediler. Ama dindar kesim bu dönüşümün zaten farkındaydı. İşin ilginç tarafı, sekülerleşme sürecinin, kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan bir hükümet döneminde daha da hızlanması. Eğer son 10 yılda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) değil de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ülke yönetiminde olsaydı, çok muhtemel dindar kesimin şiddetli eleştirileri ile karşılaşmamız mümkün olacaktı. Zira AK Parti, sekülerleşme sürecini tersine döndürmek ya da en azından mevcut sekülerleşmenin üstünü örtmek için elinden geleni yaptı.


Anasınıfı çocuklarına yönelik dinî program hazırlanması, Yüksek Hızlı Tren’de içki satışının yasaklanması, kadın vücudunun yer aldığı bazı afişlerin sansürlenmesi, akşam 22.00’den sonra içki satışının yasaklanması, müstehcen bulunan heykellerin eleştirilmesi veya AK Partili belediyeler tarafından kaldırılması, devlet kanallarında mevlit programlarının yapılması, ilköğretimde başörtüsü yasağının kalkması, daha önce herhangi bir hastanede ya da devlet dairesinde görülmeyen başörtülü çalışanların görülür hâle gelmesi, eğitim sisteminin 4+4+4 şeklinde değiştirilerek İmam Hatip Liseleri’nin sayısının artırılması, o sırada başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dindar nesil yetiştireceğiz!” söylemi türünden eylem ve ifadeler… Tüm bunlar, görünenin ardındaki gerçeğin fark edilmesini önledi.


Hükümetin bu çabalarının farkında olan dindar kesimler, yaşanan sekülerleşme süreci için hükümete kızamıyorlar. Ayrıca güç onlarda olduğu için bunu çok dile getirmek istediklerinden de emin değilim. Ancak yine de bunun gayet ilginç bir çalışma konusu olduğunu düşünüyorum. Mütedeyyin kesimin sekülerleşme sürecine yönelik tepkisi ve bunun ardında yatan sebepleri oldukça iştah açıcı bir konu.

Abdurrahman Dilipak

Kimliklerin korunması, değişim yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Değişim kaçınılmaz. Burada önemli olan nokta, değişimin yönü. Bana kalırsa değişim, büyük ölçüde doğru yönde ilerliyor. Mevcut durum zaten sağlıklı değildi. İnanç, tarih, kültür, gelenek kısaca topluma ait her şey uzun süre baskı altında kaldı. Medya, kültür ve sanat, eğitim, bunların hepsi toplumun inancına, tarihine, kültür değerlerine karşıydı. Tüm dünyada ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, bilimsel değişimlerin yaşandığı bir zamanda Müslümanların bundan etkilenmemesi düşünülemezdi.


Bilişim ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler; evrene ilişkin yeni bilgiler; geleceğe ilişkin kaygı verici ve çelişkili öngörüler; savaşlar ve terör; ekonomik ve siyasi kriz; ailenin kan kaybetmesi; çevresel felaketler; insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti tartışmaları; adalet arayışı; din, ahlâk, ideoloji ve siyaset üzerine yapılan tartışmalar… Tüm bunlar toplumun her kesiminden insanı derinden etkiliyor. Din, mezhep, ideoloji, siyaset, felsefi ve vicdani kanaat alanlarında ciddi ve radikal değişimlerin yaşandığı bir zamanda, İslam dünyasında hiçbir şey olmaması mümkün değildi.


Evet bir atomizasyon, nötralizasyon süreci yaşanıyor; insanlar bilgi kirliliği karşısında daha şüpheci, daha agnostik bir tutum içinde. Ama sonuçta sel gider, kum kalır. Taşlar zaman içinde yerine oturur. İslam dünyasını, dünyanın geri kalanından bağımsız düşünmemek gerekir. Tabii ki Batı’nın İslam dünyası üzerindeki planları, kışkırtmaları, müdahalelerini de görmezden gelemeyiz. Bana kalırsa, diğer inanç sistemleri ve ideolojiler açısından durum çok daha vahim. Kıyas bile kabul etmez bir durum söz konusu.


Ben Müslümanların laik olamayacaklarını düşünüyorum. Laiklik bir Hıristiyanlık kurumu. Ortada bir ruhban sınıfı varsa laiklik, ruhbanlar ile devlet arasındaki ilişkiyi düzenler. Bizde ruhban yok, âlimler ve dindar insanlar var. Dolayısıyla da laiklik olmaz. Laiklik esasen din-devlet ilişkisini değil, kilise-devlet ilişkisini düzenler. Ortodoks dünyada Bizanstizm var; yani Ortodokslukta kral, kilisenin üstündedir. Eğer kilise devletin üstünde ise bu da teokrasidir. Laiklik de, Bizanstizm de, teokrasi de bize yabancıdır. Laiklik, İslam toplumunda ladinilik yani din dışılık gibi anlaşılır. Çünkü devlet eliyle öyle uygulanmıştır. Türkiye tarihi, özellikle tek parti dönemi, bunun vahşi, dramatik örnekleriyle doludur.


Sekülarizm yani dünyevileşme ise ülkemizde modernleşmenin aracı olarak, özellikle sağ partiler tarafından, dinin ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi hayattan uzaklaştırılması amacıyla uygulandı. Ve daha ziyade medya üzerinden sivil bir gündemle topluma sunulmaya çalışıldı. Türkiye’deki laiklik uygulaması, radikal laikçilerin elinde adeta İslam’a, Müslümanlara karşı "topyekûn bir savaş"ın, darbelerin ve hukuk dışı baskıların bahanesi olageldi.

Doç.Dr. Fahrettin Altun SETA İstanbul Genel Koordinatörü

1950’lerde geliştirilen modernleşme teorisi ve ona uygun bir tarzda şekillenen sekülerleşme teorisine göre, modernleşme arttıkça sekülerleşme de artar ve din geri plana itilir. Yani kentleşme, kitle iletişim araçları, modern eğitim süreçleri vb. dinin egemenliğini yerle bir edip onun yerine rasyonel karar süreçlerinin geçmesini; siyasetten kültüre, gündelik hayattan ekonomiye hemen her alanda sekülerleşme süreçlerinin yaşanmasını beraberinde getirir.


Bu tez, Türkiye’nin geleneksel elitlerinde kabul görmüş bir tezdir. Geleneksel elitler nezdinde din, dindarlık, dinî unsurlar tamamen “modern öncesi dönem”e ilişkin gerçeklikler olarak telakki edilmiştir. Dolayısıyla “modern dönem”de dine ait herhangi bir gösterge, bir sosyal sapma olarak ele alınmıştır. Bu okuma, çok katı dikotomiler oluşturulmasını ve dinin sosyo-politik yansımalarının bu dikotomiler ekseninde değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Oysa dinî olan-dünyevi olan, modern-geleneksel ayrımları gerçekliğin sadece bir cüzü olabilir, bütünü değil.


Çağdaş kültürel süreçler, teknolojik keşifler, modernlikle beraber gelen yenilikler, bunlar toplumdaki farklı kesimleri etkilediği gibi dindarları da etkiliyor. Dindarlar da dönüşüyor, yeni dindarlık biçimleri ortaya çıkıyor. Bu yeni dindarlık biçimleri, içerisinde liberal tonlardan radikal formlara kadar farklı tonlar barındırıyor. Bu dönüşümleri bir kayıp olarak görenler de var, bir zenginlik olarak görenler de.


Yaşanan dönüşümlerden kaygı duyan dindarlara göre, kanaat ekonomisinden tüketim ekonomisine geçilmesi, bir kalite düşüşü yaşanması söz konusu. Dindarların zenginleşmesi ile birlikte bir ahlâki çöküşün yaşandığını iddia edenler var. Fakat bu söylemin dindar toplum kesimleri içinde marjinal bir söylem olduğunu da belirtmemiz gerekir.


Dindar toplum kesimlerini, toplum dışı aktörler olarak gördüğümüz takdirde, onların yaşadıkları dönüşümleri anlayabilmemiz mümkün değil. Dindar toplum kesimlerine sosyolojik değil, ideolojik ve teolojik bir çerçeveden bakmayı yeğleyenler, “doktrin tartışması” ile meseleyi kavrayabileceklerini zannediyorlar. Hâlbuki dindar toplum kesimlerine; gündelik hayatın içinde yer alan, siyasal ve toplumsal karşılıkları bulunan aktörler olarak yaklaşmamız gerekiyor.

Prof. Dr. Yılmaz Esmer Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi

Sözünü ettiğiniz gelişmeler, gerek dindar gerekse de seküler çevrelerin pozisyonlarını giderek keskinleştirmesine yol açtı. Bu açıdan bakıldığında, sizin deyiminizle “muhafazakârlar-dindarlar” inançlarına daha fazla sarıldılar çünkü bunu, deyim yerindeyse “modernite bombardımanı” karşısında kimliklerini koruyabilmenin en güvenli yolu olarak gördüler. İletişim devrimini ise her grup kendisi için kullanıyor. Çünkü yeni teknoloji, her grubun kendi medyasını ve kendi iletişim kanallarını yaratmasını çok kolay ve ucuz bir hâle getirdi. Üstelik geleneksel medyaya kıyasla, elektronik medyanın iktidarlar tarafından kontrol altına alınması çok daha güç hatta imkânsız.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Devletin geleneksel anlamdaki laiklikten uzaklaşmasına rağmen toplumda dinin rolüne ve etkisine ilişkin yaşanan değişim ve farklılaşma, "dindar nesil yetiştirme" amacı da göz önüne alındığında önümüzdeki süreçte devlet-toplum-din ilişkilerini nasıl etkiler?

Volkan Ertit / Aksaray Üniversitesi Araştırma Görevlisi

Sekülerleşme sürecinin yavaşlaması ya da geriye gitmesi için büyük toplumsal felaketlerin yaşanması gerekiyor. Modern yaşam, insanların yaratıcıya daha az ihtiyaç duymalarına neden oluyor. Sebep-sonuç ilişkisi içinde açıklayamadıkları şeyleri kabullenmiyorlar artık. Geçen günlerde ülke çapında yaşanan elektrik kesintisinde, kimsenin aklına, “Doğaüstü güçlerin bu ülkeye vermek istediği bir mesaj mı var?” sorusu gelmedi. Ancak MÖ 585 yılında gerçekleşen güneş tutulması sebebiyle Medler ve Lidyalılar, doğaüstü güçlerin onlara mesaj gönderdiğini düşünerek Kızılırmak üzerinde sürdürdükleri savaşı bitirmişlerdi. Şimdi ise Z ve Y kuşakları, Teksoy Görevde programını YouTube’dan alay ederek izlemekte.


Muhafazakâr bir hükümetin dindar nesil yetiştirme hayalini anlayabiliyorum. Ancak yeni ebeveynlerin önceliği dindar bir çocuk değil, yabancı dili ve farklı sosyal aktiviteleri olan çocuklar yetiştirmek. Yer yer laiklik ile sorunlu yasaların ya da söylemlerin AK Parti kurmayları tarafından önümüzdeki sürede ifade edilme olasılığı mevcut. Fakat bunun Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında daha az olacağı kanısındayım. Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu farklı kültürlere sahipler. Davutoğlu, siyasete atılmadan önce saygın bir akademisyendi. İster istemez aldığı akademik kültürün, onun üslubunu da arkasında durmak isteyeceği yasaları da etkileyeceğini düşünüyorum.


Toplum ise dinden uzaklaşmaya devam edecek gibi görünüyor. Zira bu sürecin üç ayağı var: Bilimsel gelişmeler, kapitalizm ve kentleşme. Bu üç dinamik, gün geçtikçe daha yoğun şekilde toplumun yaşamına dokunurken, sekülerleşmenin geriye gitme durumu olduğunu sanmıyorum. Ben esasen en sorunlu ve gergin zamanları aştığımızı düşünüyorum. Sanıyorum yavaş yavaş kabullenme sürecine geçişi yaşıyoruz. Hem muhafazakârlar kendi çocuklarının bir daha kendileri gibi yaşayamayacaklarının hem de sekülerler son 10 yıldır iddia ettikleri gibi bu ülkenin İranlaşmadığının farkına varıyorlar.

Abdurrahman Dilipak

Din, devlet ve toplum… Yaklaşık bir asırlık baskı rejimi, darbeler ve asimilasyon politikalarından sonra toplum ilk kez kendi inancı, tarihi, kültürü ve geleneği ile yüzleşiyor. Katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan haklarına saygılı bir hukuk devletine kavuşma yolunda elde edilen kazanımların ardından yeni bir iktidar tecrübesi yaşıyoruz. Gelişmeler, ağır aksak da olsa umut verici, lakin muhalefet çok kötü. Bu gidişi engellemek isteyen kayıt dışı ekonomi, kayıt dışı siyaset güçleri var. Derin devlet, paralel devlet hâlâ devre dışı bırakılabilmiş değil. İç ve dış güçlerin Türkiye üzerinde hesapları var. Buna rağmen gelişmeler yine de umut verici.


Evet, hükümette daha dindar bir kadro iş başında. Toplumda dinî talepler oldukça canlı. Dine pozitif ilgi giderek artıyor. İktidar ve sermaye gücünün yeni adresi, birilerinin yaşam tarzını bu yönde değiştiriyor. Geleneksel olan örtünme, daha seküler bir muhafazakârlığa dönüşüyor. Bu da bazı çevrelerde dindarların sekülerleşmesi olarak görülüyor. Eğitim, siyaset ve sermaye, muhafazakâr kesimde var olan ama görülmeyen sekülerleşmeyi daha görünür kılıyor. Bir yandan din algısı değişiyor, öte yandan dine yüklenen anlam ve misyon değişiyor. Ulusalcı dindarlık karşısında ümmet anlayışına dayalı ya da kendini yeryüzünden sorumlu gören, daha evrensel düşünen yeni bir İslami akım yükseliyor. İttihat, ittifak ve itilaf temelinde birlikteliği savunan dindar kişiler, evrensel bir adalet, barış ve hürriyetten, evrensel bir medeniyetin ihya ve inşasından söz ediyorlar. Bilim, sanat, ve felsefeden söz ediyorlar. Onlara göre, bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi kendilerinin önerisi olmayacak.


Uzun zamandan beri devletle araları pek iyi olmayan, kendilerine haksızlık yapıldığını, dışlandıklarını düşünen Müslümanlar, bugün başörtüsü, İmam-Hatip Liseleri gibi görünen, bilinen, yaygın sorunların çözümünde önemli kazanımlar sunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümeti, bir bakıma devletle toplum arasında bir barış köprüsü kurmuş gözüküyor. AK Parti, aynı şekilde Kürtler, Aleviler, Romanlar ve diğer sosyal gruplarla da barış köprüsü kurmaya çalışıyor.


Doç.Dr. Fahrettin Altun SETA İstanbul Genel Koordinatörü

DevletinDevletin “dindar nesil yetiştirme” gibi bir projesi olduğu kanaatinde değilim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, kendisini muhafazakâr demokrat olarak ifade eden bir partinin lideri olduğu bir dönemde dile getirdiği bir söylemden bahsediyoruz. “Dindar nesil” ifadesinin “radikal İslamcı gençlik” gibi okunduğunu görüyoruz ki bu da çok yanlış. “Muhafazakâr” bir partinin “dindar nesil yetiştirmek” gibi bir politikayı savunması ve bu çerçevede bir siyasal söylem üretmesi şaşılacak bir durum değil. Toplumun yaklaşımı, bu söylemin somut bir politikaya dönüşüp dönüşemeyeceğini gösterir. Fakat endoktrinasyon temelli, yukarıdan aşağıya işletilen bir mühendislik programının başarı sağlama imkânı yok. Ve mevcut iktidarın bunun farkında olduğunu düşünüyorum.


Türkiye’de din-devlet ilişkileri, Cumhuriyet tarihi boyunca sorunlu bir ilişki olageldi. 2000 sonrasında Türkiye’de din-devlet ilişkileri rehabilite olmaya başladı, bir normalleşme yaşandı. Türkiye, radikal laiklik politikalarını reforme etmeye çalıştı. Fakat bu süreçte Gülen Hareketi’nin “devleti ele geçirme stratejisi” uygulaması, laiklik tartışmalarını yeni bir boyuta getirdi ve AK Parti iktidarı, “Türk laikliğinin kazanımları” konusunda daha olumlu bir noktaya geldi. Önümüzdeki dönemde devlet-din-toplum ilişkileri bağlamında yeni bir laiklik tartışmasının gündeme geleceğini tahmin edebiliriz.

Prof. Dr. Yılmaz Esmer Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi

“Dindar nesil yetiştirme” hedefine yönelik olarak yeniden tasarımlanan eğitim sisteminin genç dimağları etkilememesi mümkün olamaz. Bir yandan devletin şimdiye kadar bilinen anlamdaki laik uygulamaları terk etmesi, diğer yandan da sıkı bir din eğitiminden geçen kuşakların toplum hayatına katılması kuşkusuz bir etki yaratacaktır. Ancak Türkiye’nin uzun bir Batılılaşma ve sekülerleşme tarihinin bulunduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Eğer bu iki zihin yapısı, deyim yerindeyse iki farklı dünya arasında zaten hep var olan farklılıklar daha da keskinleşirse, Türkiye etnik fay hatlarından daha da derin bir fay hattı ile karşı karşıya kalacaktır. Böyle bir durumda temel kavga, hangi tarafın iktidarı ele geçireceği etrafında şekillenecektir.

http://www.aljazeera.com.tr/interaktif/muhafazakarlarin-sekulerlesme-endisesi
 
Üst