kalbin zümrüt tepesi
Profesör
Televizyonunuz olmasa kanepenizi nereye koyardınız? Evde bir TV’niz olmasa bu akşam ne yapardınız? Eşinizle, çocuklarınızla neyin muhabbetini yapardınız TV olmasaydı? Sabah işe gittiğinizde arkadaşlarınızla ne konuşurdunuz? Öğleyin yemekte izlediğiniz dizileri anlatmak yerine, neyi sohbet konusu ederdiniz? Akşam için ayarladığınız randevularınızı, maçlarınız ve dizileriniz olmasa neye göre ayarlardınız?
Bu soruları uzatmak mümkün. Ama televizyona gömdüğümüz zamanları kurtarmamız artık imkansız. İtiraf edelim “o” son yıllarda evlerimizin tek başına iktidarı. Eşyalarımızın konumunu belirliyor, dost muhabbetlerinin konusunu saptıyor, okuldan gelen çocuklarımıza dadılık yapıyor, randevu defterimizi ayarlıyor ve en önemlisi kültürümüzü baştan tanımlıyor.
Cemil Meriç, “Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur. Bu korkunç tiryakilik, kurbanını batılılaştırmaz, batırır. Arada bir kabak çekirdeği nevinden bilgi kırıntıları, bu fikir temelinin aldatıcı tesellisidir” diyor.
Günümüzde bilim adamları da sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığıyla bir tutuyor televizyon bağımlılığını. Hatta daha tehlikeli bir uyuşturucu olduğunu düşünenler de var. Kaçımız bir futbol maçını veya bir diziyi izlerken elektrik kesildiğinde ya da ekrandaki görüntü bozulduğunda sinirlenmiyoruz? İnsanlar aksiliklere sıkılır ama bu gerçekten de uyuşturucu alamayan madde bağımlılarını anımsatıyor.
Televizyon ve şiddet konusunda bir araştırma yapan Yale Üniversitesi Aile Televizyon Araştırma ve Danışma Merkezi yöneticisi Psikolog Prof. Dr. Jerom Singer’in TV için yaptığı şu yorum gerçekten durumumuzu çok iyi anlatıyor:
“Evinize geldiğinizde yabancı biriyle karşılaşıyorsunuz. Bu kişi çocuklarınıza kavga etmeyi, dayak atmayı, dövüşmeyi, cinselliği öğretiyor. Siz bu insana ne yaparsınız? Onu biraz da şiddet kullanarak evden atmaz mısınız? Fakat bütün bunları her gün, her saat yapan TV’nizi başköşenize yerleştiriyorsunuz.”
Bu soruları uzatmak mümkün. Ama televizyona gömdüğümüz zamanları kurtarmamız artık imkansız. İtiraf edelim “o” son yıllarda evlerimizin tek başına iktidarı. Eşyalarımızın konumunu belirliyor, dost muhabbetlerinin konusunu saptıyor, okuldan gelen çocuklarımıza dadılık yapıyor, randevu defterimizi ayarlıyor ve en önemlisi kültürümüzü baştan tanımlıyor.
Cemil Meriç, “Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur. Bu korkunç tiryakilik, kurbanını batılılaştırmaz, batırır. Arada bir kabak çekirdeği nevinden bilgi kırıntıları, bu fikir temelinin aldatıcı tesellisidir” diyor.
Günümüzde bilim adamları da sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığıyla bir tutuyor televizyon bağımlılığını. Hatta daha tehlikeli bir uyuşturucu olduğunu düşünenler de var. Kaçımız bir futbol maçını veya bir diziyi izlerken elektrik kesildiğinde ya da ekrandaki görüntü bozulduğunda sinirlenmiyoruz? İnsanlar aksiliklere sıkılır ama bu gerçekten de uyuşturucu alamayan madde bağımlılarını anımsatıyor.
Televizyon ve şiddet konusunda bir araştırma yapan Yale Üniversitesi Aile Televizyon Araştırma ve Danışma Merkezi yöneticisi Psikolog Prof. Dr. Jerom Singer’in TV için yaptığı şu yorum gerçekten durumumuzu çok iyi anlatıyor:
“Evinize geldiğinizde yabancı biriyle karşılaşıyorsunuz. Bu kişi çocuklarınıza kavga etmeyi, dayak atmayı, dövüşmeyi, cinselliği öğretiyor. Siz bu insana ne yaparsınız? Onu biraz da şiddet kullanarak evden atmaz mısınız? Fakat bütün bunları her gün, her saat yapan TV’nizi başköşenize yerleştiriyorsunuz.”