müellefe-i kulub

seyyah

Üye
Katılım
10 Haz 2006
Mesajlar
88
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kalbleri ısındırılan, yumuşatılan kimseler. Bir terim olarak, müellefe-i kulûb; zekât
verilmek sûretiyle kalpleri İslâm'a karşı yumuşatılmak, zararsız hale getirilmek veya dinde sebat
ettirilmek istenen kimseleri ifade eder.

Müslümanların sayısının az, güç ve kuvvetlerinin
zayıf olduğu devirlerde bu sınıf, müşriklerin etkisiz hâle getirilmesinde, yeni müslüman olmuş
zayıf inançlı kişilerin imanının sağlamlaştırılmasında ve bazı müşriklerin İslâmiyet'i kabul
etmesinde bir vasıta olarak kullanılmış ve bu metodun uygulanması ile büyük faydalar
sağlanmıştır.

Kur'ân-ı Kerim'de zekâtın verileceği yerler belirtilirken müellefe-i kulûba da
yer verilmiştir (et-Tevbe, 9/60). Hz. Peygamber (s.a.s) de bu uygulamayı bizzat kendisi yerine
getirerek müslümanların yanı sıra, henüz İslâm'ı tam olarak benimseyememiş olan bazı
kimselere de zekât vermiştir.

Müslüman olmayanlara zekât verilmesinin nedenleri iki
grupta toplanabilir. Birincisi; kalplerinin ısındırılması ile müslümanlığı kabul etmeleri umulan
kimselerdir. Meselâ, Safvan b. Ümeyye bunlardandır. Kendisi şöyle der: "Huneyn
muharebesinde Hz. Peygamber (s.a.s), bana ganimet mallarından bir pay verdi. Halbuki o
benim en sevmediğim kimse idi. Bana vermeye devam etti; sonunda insanlar içinde en
sevdiğim kimse oldu" (Tirmizî, III, 27).

İkincisi; müslümanlara eziyette bulunup
kötülüklerinden korkulduğu için kendilerine zekât verildiği taktirde, müslümanlara yapılacak
eziyetlerin önlenmesi umulan ve bu sayede diğer gayri müslimlere karşı müslümanların kuvvet
bakımından yararlanacakları kimselerdi. İbn Abbas bu grup insanlar hakkında şöyle bir hadis
rivâyet eder: "Bazan bir kavim Hz. Peygamber (s.a.s)'e gelir; eğer Hz. Muhammed (s.a.s)
onlara bir şey verirse İslâmiyeti överler ve "bu din gerçekten iyi bir dindir" derlerdi. Ve eğer
vermeyip boş çevirirse İslâm dinini kötülerlerdi. Süfyân b. Harb, Uyeyne b. Hısın ve el-Ekra' b.
Hâbis bunlardandı" (Müslim, II, 735).

Ancak Hanefi ve Şâfiilere göre, ne kalblerini
İslâm'a ısındırmak ve ne de başka bir sebeple ehl-i küfre zekât verilemez. Onlara İslâm'ın ilk
dönemlerinde zekât verilmesi müslümanların sayısının azlığı, onların sayısının ise çokluğu
yüzündendir. Allah daha sonra İslâm'ı ve müslümanları aziz kılmış, onları kâfirlerin kalblerini
ısındırmaktan müstağni kılmıştır. Hz. Peygamber'den sonra dört râşid halife de onlara zekât
vermemiş ve Hz. Ömer şöyle demiştir: "Biz İslâm adına bir şey vermeyiz. İslâm güçlenmiştir.
Dileyen mü'min, dileyen de kâfir olur".

Mü'minlerden müellefe-i kulûptan sayılarak zekât
verilme sebepleri:

a) Yeni müslüman olup kalplerindeki iman henüz tam yerleşmemiş
olan zayıf imanlı kişileri müslümanlığa ısındırmak.

Müslüman olmuş kabile
büyüklerinden bazılarına, müslüman olmayan arkadaşlarının veya kabile üyelerinin İslâmiyete
rağbet etmelerini sağlamak.

c) Yahudi veya Hristiyan iken müslümanlığı kabul eden
kimseleri İslâm'da sebât ettirmek ve inançlarını sağlamlaştırmak.

d) Düşman sınırlarında,
tehlikeli cephelerde ve yerlerde olan müslümanların, düşmanın hücûmu anında kendilerini
müdafaa edebilmesi için.

e) Müslümanlar içinde zekât vermek istemeyen bazı kişilerden
mücâdelesiz, savaşsız zekât toplayabilmek için, onların aralarında, nüfûz ve söz sahibi
kişilerden yararlanılırdı. İşte bu şekildeki nüfûzlu müslümanlardan faydalanmayı devam ettirmek
için müellefe-i kulûb fonundan zekât verilmiştir.

Müellefe-i kulûbun bir uygulama olarak
Hz. Peygamber (s.a.s)'in devrinde ve Hz. Ebubekir (r.a)'ın hilâfetinin ilk dönemlerinde devam
ettiği bilinmektedir. Hz. Ömer (r.a), Hz. Ebubekir (r.a)'in hilâfeti zamanında İslâmiyetin ve
müslümanların kuvvetlendiği gerekçesi ile, artık bu sınıfa zekât vermeye ihtiyaç kalmadığını
belirterek bu sınıfa zekât verilmesine karşı çıkmıştır. Hz. Ömer (r.a)'in bu hareketi, Hz. Ebubekir
(r.a) ve diğer sahabeler tarafından da tasdik edilmiştir. Hz. Ömer (r.a)'in bu müdâhalesi ile bu
sınıf, zamanımıza dek yürürlükten kalkmıştır.

İslâm âlimleri içinde müellefe-i kulûbun
ebediyyen yürürlükten kalktığı görüşünü savunanların yanında, bu sınıfın her devirde geçerli
olduğunu müdafaa edenler de vardır.

Özetle müellefe-i kulûb sınıfı, İslâm'ın mücâdele
metodunun mâlî güçlerle de takviye edilebileceğini gösterir. Bu yol, İslâm inancının
güçlenmesinde ve yayılmasında önemli bir metoddur. Düşmanı para ile yumuşatmak, etkisiz
hâle getirmek ve millet için zararlı bir unsur olma ihtimali bulunan kimseleri, iman dâiresi içinde
sağlam bir şekilde oturtmak için onlara zekâttan bir hisse ayrılmış ve bir fon açılmıştır. Düşman
sırlarını elde edebilmek için ajan ve casuslar yetiştirmek, İslâm'a karşı yönelen tehlikeleri etkisiz
hâle getirebilmek ve düşman basın ve iletişim araçlarını, İslâm'ın lehine çevirme yolunda gerekli
harcamalarda bulunmak da bu fona dahildir (Daha geniş bilgi için bk. el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, II, 42, vd.; İbnü'l- Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315,
II, 14 vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır, t.y., II, 79 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid,
Mısır, t.y., I, 266 vd.).
 
Üst