Modern İnsanın Bunalımları-M.Erol Kılıç

İstihya

Doçent
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
723
Tepkime puanı
122
Puanları
0
Modern İnsanın Bunalımları-M.Erol Kılıç

Modern insanın yaşadığı bunalımın nedenlerini bizimle paylaşan Marmara Üniversitesi hocalarından ve Türk İslam Eserleri Müzesi Başkanı Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, “İnsan, bilinçli ve şuurlu bir program dâhilinde, “meşiyeti ilahiye”nin bir tazühürü olarak yaratıldı. Yani, bir ilahi isteğin, arzunun ve aşkın neticesinde insan denen bir varlık zuhura geldi. İnsan bu ilahi oluşu madde alemine nuzul edişi ile beraber, unuttu” dedi.
- Bugün modern insan büyük bir bunalım yaşıyor. Özellikle seküler akımların etkisinde kalan ve maneviyat ile bağlarını koparan modern insan dünyayı bu ideolojik kalıplarla anlamlandırıyor. Hal böyle olunca da manevi anlamda büyük bir boşluk oluşuyor ve bu boşluğu dolduramadığında bunalımlar ortaya çıkıyor. Özellikle son dönemlerde uzak doğu kökenli tarikatlerin Batı’da büyük rağbet görmesinin en önemli nedeni işte bu manevi boşluktan kaynaklanıyor. Son yüzyıldır, Batı kaynaklı düşünce akımlarının etkisinde kalan bizim insanımız da bu bunalımın etkisinde kaldı. Dünyevi düşünce akımları insana mutlu olma kaynağı olarak parayı, kadını, zevki sefayı gösterdi. ABD’nin en ünlü Pop idollerinden Britney Speras’ın bütün zenginliğe ve dünyevi varlığa rağmen, daha 30’unda uyuşturucu kaynaklı tedavi görmesi, psikiyatristlerle tanışması ve son günlerde televizyonlarda ve gazetelerde yayınlanan acıklı görüntüleri modern insanın içine düştüğü durumu ortaya koyuyor.

Bugün gerek Batı’da gerekse Türkiye’de hızla çöken aile yapısı, artan intiharlar, uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması toplumları sarsıyor. Son dönemde ortaya çıkan istatistikler, gelinen noktanın tartışmaya muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor. Günümüz insanının yaşadığı bunalımın en temel sebebinin ‘insanın oluşu’ ile ilgili sorulara verdiği cevaplarda olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, “İnsanın sahip olduğu şeyler değil, insanın oluşu ona gerçek kalıcı mutluluğu verir. Ben kimim, nereden geldim, şu an burada ne yapmaktayım. Nereye doğru gitmekteyim. Gelişim neredendi ve sonum nerede? İnsana mutluluğu verecek şeyler bu sorulara vereceği cevaplardadır. Modern hayat insanın kafasındaki bu deruni sorulara cevap vermedi ve ihmal etti” diyor. Bu hafta röportaj konusu olarak “modern insan”ın içine düştüğü bunalımı seçtim ve Marmara Üniversitesi hocalarından ve Türk İslam Eserleri Müzesi Başkanı Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç'a ile bu konuyu konuştuk.

- Rönesans sonrası ortaya çıkan seküler ideolojilerle birlikte insanın hayatında materyalist dünya anlayışı önemli bir yer tutmaya başladı. Ama bugün modern insan mutsuz. Bu mutsuzluğun ortaya çıkmasında maneviyattan kopuş mu etkilidir?

İnsanın sahip olduğu şeyler değil, insanın oluşu ona gerçek kalıcı mutluluğu verir. Ben kimim, nereden geldim, şu an burada ne yapmaktayım. Nereye doğru gitmekteyim. Gelişim neredendi ve sonum nerede? İnsana mutluluğu verecek şeyler de bu sorulara vereceği cevaplardadır. Modern hayat insanın kafasındaki bu deruni sorularına cevap vermedi ve ihmal etti. Onu sadece dışını süsleyen bir organizmaya indirgedi. Body çalışmaları ile vücudunu güzelleştirmeyi, anti aging çalışmaları ile yaşlanmaya karşı durmayı öğütledi. Oysa yaşlanmaya karşı olmak demek adeta ölüme karşı olmak demekti. Hâlbuki bilgelik anlayışında 1-7, 7-14, 14-21 yaş arası gibi insan hayatında 7’li devreler bulunmaktaydı. Her dönemin insanın oluşumunda, tekâmülünde ve maneviyat ilerlemesinde önemli payı vardır.

- Modern insan, ölümden ölesiye korkan ve yaşlanmayı durdurmak için anti aging yapan bir insan haline geldi. Her gazete sayfalarında insanlara bu bilgileri aktaran yazı ve haberlere rastlıyoruz…

40’lı yaşlardan sonra insanın bedeni ve fiziki gerilemesi olarak algılanan nöro fizyolojik damarların tıkanmasıyla birlikte, insanda başka bir değişim ortaya çıkıyor. Beyin damarlarının tıkanması, yani yaşlılıkla beraber bir olgunluk bir kemal ve daha üst derece bilgeliğin açılması bir anlayış vardı Gelenek’te. Fakat bu kaybedildi. Ve yaşlılık bir problem ve kurtulunması gerekli bir hastalık olarak gösterildi. İnsanlara bunun eğitimi verilmediği için, yaşlılıktan kaçmalar ve ölüm korkusu birçok psikolojik bunalımı da beraberinde getirdi. Ortaçağ’da psikiyatristler dükkân kapatırken, bugün en fazla iş yapan meslek grubu haline geldiler.

- Bunun sebebi nedir?

Bu da Erich From’un tabir ettiği ‘olmak’ ve ‘sahip olmak’ ayrımını bir kere daha düşünmemize sebebiyet verdi. Demek ki, insanı insan yapan şeyler insanın sahip olduğu şeyler değil, onun oluşunu belirleyen şeylerdir. Bu oluşa cevap verecek olan da düşünceler, akımlar ve felsefelerdir. Modern insan bu kapıları çalmaya başladı ve bu tür kapılar da insana gerçek mutluluğu ne kadar verebilir sorusunu karşımıza çıkardı. Bu soruyu cevaplamak için Mevlana, İbni Arabi, Hacı Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Şahı Nakşibend, Yunus Emre gibi bizim arifler ve sufi bilgeler dediğimiz insanların temsil etmiş olduğu tasavvufi İslam’a başvurduğunuzda alınan cevap çok netti ve o cevap şuydu: Bir ayete dayanılarak hareket ediliyordu ve o ayette, ‘Biz insanı en mükemmel surette yarattık ve ona, kendi ruhumuzdan üfledik” deniliyordu.
 

İstihya

Doçent
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
723
Tepkime puanı
122
Puanları
0
İnsan ilahi bir varlık

- Yani insan tesadüfen ve boş yere yaratılmış bir varlık değil…

Evet. İnsan, bilinçli ve şuurlu bir program dâhilinde, “meşiyeti ilahiye”nin bir tazühürü olarak yaratıldı. Yani, bir ilahi isteğin, arzunun ve aşkın neticesinde insan denen bir varlık zuhura geldi. Bu varlık, yaratıcısı ilahi olduğu için, ressam ile resmi arasındaki doğrudan irtibatta olduğu gibi, yaratıcısı bu yarattığına ‘bir de kendi ruhumu’ üfledim demek suretiyle, aslında yarattığı ile çok yakın bir irtibatta olduğunu belirtiyor. Dolayısı ile Allah tarafından kendi ruhundan üflenen bir varlık olması ile insan, köken itibari ile ilahi bir varlık. İnsan bu ilahi oluşu madde alemine nuzul edişi ile beraber, unuttu. Dolayısı ile insana Allah tarafından kendi ruhundan üflenmiş olması, insanı muazzez ve mükerrem bir hale getiriyor. ‘Ben kendi ruhumdan üfledim’ ayeti insanın taşıdığı emanetin ne kadar ilahi olduğunun ne kadar nurani bir emanet olduğunu da beraberinde düşünmemizi gerektiriyor. Fakat insanın bu madde aleminde, madde ile aşırı hemhal oluşu, o kaynağını unutturuyor. O kaynağından yabancılaşan insan bu sefer başka arayışlar içerisine giriyor. Oysa aradığı şey çok uzaklarda değil ve kendisine verilmiş(mündemiç).

- Peki hocam, insan bu yola nasıl saptı?

Şeytan diye bir varlık var. Eğer siz onun yoluna giderseniz, o sizi saptıracaktır. Çünkü vazifesi o. Ama sen ona tabi olur ve hakikate tabi olmazsan o zaman Hz. Mevlana’nın da deyimi ile karanlıklar yoluna gitmiş olursun. Hz. Mevlana ‘karanlıklar yoluna gitme, gel aydınlıklar yoluna gel’ derken bunu kastediyor. İşte o insana yüklenmiş olan emanet, insanın hazinesi. O cevhere, o hazineye sahip olduğu zaman insan, Hz. Mevlana’nın tabiri ile kölelikten kurtuluyor. Gerçek köle, zincirlerde, kafeslerde olan kişi değildir. Gerçek köle, altına, gümüşe, kadına, mala, mülke, evlada, hana, hamama vs. tutkun olanlardır. Ama beden kafesi içerisinde kalanlar, bu tutsaklıkta kalanlar bir türlü, hakikate eremezler diyor. Yapılması gerekli olan şey, hakikate ermek için, o prangalardan ayak bağından kurtulmaktır. Prangalardan ve ağırlıklardan kurtulmak için de, insanın içindeki o ruhani ve nurani yönüne teveccüh etmesi gerekir ki, ruhanilik açığa çıksın. İnsandaki, bu cevher örtük vaziyettedir. Özetleyecek olursak bu açıklama insanın gerçek özgürlük alanının nerede olduğunun cevabını da bize veriyor. Bu öğüt bize, bazı ideolojilerin özgürlük gibi gözükse de, aslında gerçek özgürlük olmadığını, gerçek özgürlüğün insanın kendini tanıması ile mümkün olduğunu gösteren çok evrensel, çok kadim bir bilgelik tarzıdır. Çünkü siz ne olursanız olun, hangi coğrafyada yaşarsanız yaşayın bir gün mutlaka öleceksiniz. Sizin ölümlü oluşunuz bu dünya hayatında bir kere, kaynağınızı bilerek, tanıyarak ölmenizi de sağlıyor.

- Modern ideolojiler, bu dünyada insanı mutlu etmeye yönelik düşünce kalıpları geliştirirken, insanın ruhunu yani aslını unutmuş öyle mi?

Modern ideolojiler ve modern felsefeler, insana yardımcı olmak ve hayatını kolaylaştırmak üzere, hareket ettiği iddiasında olan düşüncelerdir. Aslında bu ideolojilerin insana o mutlu olma imkânını sunmadığını ve bilakis perdelerden perde olduğunu görmekteyiz. Özgürlük alanı olarak insana yanlış yerler tarif ediliyor. Mesela, modern reklâmlardan örnek verecek olursak, ‘özgürüm ben’ sloganı kullanılıyor. Neden? ‘Çünkü …marka cep telefonu kullanıyorum’ ‘Özgürüm ben’ Neden? başımı alıp giderim’ Nereye gidiyorsun? Dağın başına giderek esir olabilirsin. ‘Tenin esiri olduğun sürece esirsin’ diyor Hz. Mevlana. Özgür insan kendi kaynağını bulan insandır. Erich From’un “oluş ve sahip oluş” ayrımı sufi felsefede de yer alan bir şeydir. İbni Arabi felsefesinin geleneğinde ‘varlığın sırrına ermek’ tabiri vardır.


Yeryüzünde mutlak huzur yok

- Eski insanlar daha maneviyatçı idiler. Peki bu insanlar mutlu muydu?

Bu sorunuza cevap verebilmek için yeryüzü hayatını iyi tanımlamak gerekir. Yeryüzü hayatında mutlak huzur hiçbir zaman olmadı, hiçbir zaman da olmayacak. Çünkü yeryüzü cenneti diye bir şey yok. Yeryüzünde rölatif olarak insanoğlunun mutlu ve huzurlu olduğu dönemler olmuştur. Yine mutsuz ve huzursuz olduğu dönemler olmuştur. Gaye yeryüzü hayatını azami mutlu bir hale getirebilmektir. İnsanoğlu ölümlüdür. Bundan 100 sene evvel yoktu. Yine bundan yüz sene sonra yok olacak. Başı yok, sonu yok. Eğer sen başında yoksan, sonunda da yoksan ‘ortasında ben varım’ diyemezsin. Bİr şeyin ortasına başına ve sonuna göre hükmedilir. Eğer bir şeyin başı yoksa, sonu da yoksa, o şeyin ortasına var denilemez. İnsana sorarlar, ‘sen 100 yıl önce neredeydin, 100 yıl sonra neredesin?’ diye. Sen busun. Matematik deyimi ile, sonlu bir sayının sonsuz bir sayıya bölümü sıfırdır. Yani sen sıfırsın. Ama neye nisbetle, mutlak güce nisbetle. O zaman sen gel, kendini mutlakta fani kıl, ‘yalnız sen varsın de’ o zaman sana da varlık verilir.

- Ama bugün bazı ideolojilerde ve teolojilerde, ‘Allah var ben de varım’ anlayışı hakim…

‘Eğer sen, Allah var ama ben de varım’ dersen, işte bu noktada, Tasavuf anlayışına göre müşrik olursun. Allah’ın yanına başka ilahlar çağırmış oluyorsun ve Allah’ın yanında başka bir varlığa varlık vermek şirktir. ‘Eğer insan, ben kendimi nasıl yok sayarım. Baksana benim etim kemiğim var. Allah, var. İnsan da, eşya da var’ dersen eğer, bunun adı şirk olur. İbni Arabi, ‘benim varlığım yokluğumdadır’ diyor. Eğer ben varsam aslında yok olduğumdandır. Var olan yalnızca O’dur. Onun için, ‘illa hu’ ‘yalnız sen’ diyerek çağırırlar. Buna ‘onu ispat’ denir. İbni Arabi, Allah’ın Kur’an’da ‘ilk benim, son benim, iç benim, dış benim’ dediğini söylüyor. Bir beşinciye yer kalmıyor. İşte her şeyi sahibine teslim ettiğin andaki o hal sana varlık veriyor. Gerçek var olanlar, insan-ı kamiller(Nebiler ve veliler) dir. Çünkü onlar varlıklarından geçmişlerdir.

- O zaman insan varlığını sorgularken, nasıl bir yaklaşım sergilemeli?

Bu dünya paradoks üzerine kurulmuştur. Eğer bir insan ‘ben biliyorum’ diyorsa, o cahildir. Ama birisi, ‘bir şey biliyorsam, o da hiçbir şey bilmediğimdir’ diyorsa, o insan alimdir. Eğer bir insan ‘ben varım’ diyorsa, o adam yoktur. Ama bir insan ‘ben yokum’ diyorsa o insan vardır ve o insanın yakasına yapışmak ve peşini bırakmamak lazımdır. Çünkü o ‘İnsan-ı Kamil’dir ve dünyanın sırrına ermiştir. Dünyada siyah dediğin beyaz, beyaz dediğin siyah çıkabilir. Hakikatler içtedir, dışta kalmamak lazım.
 

İstihya

Doçent
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
723
Tepkime puanı
122
Puanları
0
İnsan hayatı ilahi işleyişe uygun olmalı

- Tardisyon yani Gelenek ne anlama geliyor.

Tradisyon(Gelenek), “göklere(semaya) bir bak bir eksiklik bulabilir misin? Bir daha gözünü çevir bak, bir daha gözünü çevir bak. Gözün yorulmuş olarak geri dönecek’ ayetinin bir tezahürüdür. Kozmik sistem, mükemmel bir şekilde formatlanmış ve işlemektedir. ‘Yedi kat sema, yeryüzünün ve gökyüzünün’ görevlileri çalışmakta eksiksiz olarak hiyerarşik yapı işlemektedir. Kozmik sistemde Güneş ve Ay’ın görevini yerine getirmede bir ihmal gördün mü? İşte ilahi işleyişin bir yapısı bir Geleneği var. Buna uygun insan hayatı ilahi insan hayatıdır. Buna ters oluşlar ise sistem içerisinde cızırtı yapar ve insanı rahatsız eder. Özellikle Rönesans sonrası insanın metafizik ile mavera olan referans noktaları koparıldığı için modern insan yalnızlığa itildi. Rönesans sonrası aslında insanı özgürleştireceği iddiası ile ortaya çıkan felsefeler(Aydınlanma felsefesi) kadim felsefelerin terminolojisini çalmıştır. Rene Guenon bunu şöyle anlatır: “Rönesans sonrası felsefeler, kadim felsefelerin terminolojisini çalarak, tepetaklak kullanma sanatıdır” Kadim simya ilmi, kimya ilmine dönmüştür. Kadim ilahi matematik ilmi, kadim ilahi aritmetik ilmi modern kapitalizmin babası haline gelmiştir. Kadim Maji ilmi(Evrenin sırlarını araştıran ilim) modern fizik ilmi haline gelmiştir. Dolayısı ile Rene Guenon’un tabiri ile eldivenin içi dışına çevrilmiştir.

- Aydınlanma yeni keşfedilmiş bir şey değil yani. O zaman nedir bu aydınlanma ne anlama geliyor?

Aydınlanma var olan hikmet geleneğinin ters yüz edilmesidir. Adı bile dinidir. Adı bile işrak felsefesinden çalınmadır. Oysaki bizde dikey manada insanın kendi basamaklarında ilerlemek suretiyle kendisini keşfetme sürecine işrak(aydınlanma) denir. “Allah yerin ve göğün nurudur” nurlanan aydınlanır. Yine Buda, bir ağacın altında birden bire aydınlanmıştır. Biz de aydın münevver anlamına gelir. İşte Batı bizim bütün bu kelimelerimizi ters yüz etmiş ve kullanmıştır. Aslında bütün seküler ideolojiler, “kontra religious” dediğimiz, din karşıtı olan bütün ideolojiler, dini terminolojiyi kullanır. Bu önemlidir. Sekülerizm’in de kutsal kitabı, haccı, kurbanı, mabedi ve ritüelleri vardır. Dolayısı ile insan zaten homo religious’dır. Dini bir varlıktır. Bu nedenle de dünya hayatında her şey dinleştirilmiştir. Din karşıtı oluş bile dinleştirilmiştir. Bir müzik konseri ve pop starı dinleştirilir. ‘Senin için ölürüm’ demek, fena fişşek demektir. Futbol maçına giderken şapka takma, davul götürme bütün bunlar zikir anlamına gelir. Maça gidenler üzerinde, bir anket yapılmış, çoğu maçın kaç kaç olduğunu bilememiş. Çünkü asıl amaç oradaki coşkudur. İşte bunların hepsi evrenseldir ve asli oluş gerçekleşmezse ortadan kalkmaz, kulvar değiştirir ve devam eder. Bugün insanın zikir ihtiyacını karşılayan yerler vardır.

- O zaman “modern insan” dinden kopmuş sayılmıyor aslında…

Kesinlikle. Bugün Che Guevera, kültleştirilmiştir ve bir velidir. Latin Amerika’da bir Che kilisesi vardır ve aziz ilan edilmiştir. Bu insanın tabi ihtiyacıdır. Biz türbeye karşıyız diyenler türbe kurarlar. Bunu peşinen kabul etmek gerekir ki, insan her şeyi dinleştirir. O zaman ‘Allah indinde tek din İslam’dır” ve “Sizin dininiz size, benim dinim bana’ ayetlerini düşünmemiz gerekir. Yani dinsizlik olamaz ama doğru dini seçmek gerekir. Çünkü doğru din, seni kaynağınla tanıştırır ve seni yanlış yerlere düşmekten korur. Bugün din karşıtlığı ideolojisi bile dinleştirilmiştir. Diğer seküler ideolojiler de din gibi çalışır. Bu çok tabi bir süreçtir.

- Bugün dünya genelinde yeni ezoterik tarikatlar ortaya çıkıyor, Hindistan mistisizmi modern insan tarafından ruhun rahatlatılması için kullanılıyor. Bütün bunlar bir arayışın eseri mi?

Dünyada olanlar, bir ezoterizm savaşıdır. Düşmanınızı özellikle ezoterizmden uzaklaştırmak suretiyle onu maneviyatsızlaştırırsınız. Bu bir projenin devamıdır. Bir ülkeye silah ve bomba ile saldırmak çok ilkel bir yöntemdir ve kültürel tahribat çok daha önemlidir. Bu açıdan düşmanı olduğunuz din, ideoloji ve fikir grubunu aslında dininde derinleşmekten mani hale getirdiğiniz zaman, o dinin de bir tür satıhta kalmasının da yolunu açmış olursunuz. Satıh da kalan din de sizin için yararlanılacak bir din haline gelir. Satıhta kalan dindarlar sana hakaret bile etseler aslında senin işini görürler. Bugün dünyada bazı radikal İslamcı hareketler bağırırlar, çağırırlar sloganlar atarlar ama sonuç itibariyle, nereye hizmet ettiklerini iyi araştırmak gerekir. Binaenaleyh bu bir planın parçasıdır. Özellikle ülkemiz üzerinde çok oynanmıştır. Ülkemiz üzerinde oynanan en önemli projelerden birisi, İslam dinini maneviyatından koparmak suretiyle onu, mantıksal bir düzeye indirgeyerek donuk, soğuk, mekanik bir hale getirmektir. Bugün İslamcıyım diyen birçok insanın İslam’ın temel ritüellerini bile yapmadığına şahidizdir. İslam maneviyatından bihaber kişilerin politik anlamda bağırıp çağırdıklarını görmekteyiz. Oysa gerçek dindarlık o dini yaşamakla mümkündür. Seni bu hale getirenlere baktığınız zaman onların aslında, kendi dinlerini çok iyi yaşadıklarını tarikatlarına bağlı olduklarını görmekteyiz. Bugün Yunanistan, Fransa, ABD gibi birçok ülkede bu tarikatları görmek mümkündür.


Müslümanlar hodri meydan diyecek güçtedir

- Bu tarikatlar, Türkiye’de de var. Ve önemli ayrıcalıklara sahip olduklarını görüyoruz…

Ben özgürlükçü bir insanım. Malların pazarda özgür ortamlarda satılması gerektiğine inanıyorum. Ben malımın çok kıymetli olduğuna kaniyim. ‘Bazı akımlar kapatılsın’ diyenlerden değilim. Ben sadece eşitlik istiyorum. Pazarda ben de malımı özgür bir şekilde satmak istiyorum. Bana bu imkân verilsin ve başkaları da satsın. Gelenekte böyle idi. Hodri Meydan. Aslında, Osmanlı’da misyonerlik yasak değildi(Siyasi ve politik girişimler yaparlarsa ayrı tabi). Ama devşirebildikleri insan sayısı Tevfik Fikret’in oğlu ile sınırlı.

- Neden böyle idi?

Çünkü, o dönemde, Şeyhleri ve alimleri ile güçlü bir İslami düşünce geleneği vardı. Benim düşünce geleneğim o kadar sağlam ki, ‘ben bütün herkese hodri meydan’ diyorum. Ama bir şartla, ‘köpekler salınıp, taşlar bağlanırsa’ orada bir terslik vardır. Zaten planın bir parçasıdır bu. Bazıları rahat hareket edebilmek için, bazı düşüncelerin önüne set çektiler, onlar kendini izhar edemez hale gelince de oluşan boşluğu değerlendirmek üzere, kefen soyucular, boşluğu doldurmak üzere geldiler. Kaçınılmaz bir yasadır bu. Evrende boşluk yoktur ve bütün boşluklar anında doldurulur.

- Hocam bir de Batıni dediğiniz zaman gerici ezoretik dediğiniz zaman ilerici oluyorsunuz. Kavramlarda kendilerine göre yapılandırılmış.

Öyle tabi. Onlar ‘benim ezoterizmim’ var diyorlar. O zaman ben de ‘ezoterizmim var’ derim. Sen bana dersen ki; ‘benim spiritual koçum var’, ‘benim de spiritual koçum’ var derim. Ezoterik yapılar serbestse, benim ezoterizmim(maneviyatım) de serbest olmalı. Sana gelince serbest, bana gelince yasak.

“Ümmeten Vasat”ın sırrı

- Hocam ideal insan, hem ruh hem de beden birliğini sağlamış bir insan mıdır?

İslam maneviyatı bu dengeyi çok iyi kurmuş olduğu için dünyadaki diğer, akımlardan farklılık arz eder. Dünyada din tarihi, aslında bu tür bir sarkacın tarihidir. Bazı dinler aşırı maddiyata meylederken, bazıları da aşırı spiritüalizme meyletmişlerdir. Hakikat-i Muhammediye’yi izleyenler, farklıdır. İşte burada Ümmeten Vasat(Orta Oluş)’ın tasavvufi sırrı ortaya çıkıyor ki, maddeyi mana ile beraber alabilme anlamına gelir. Bu çok önemlidir. Bizim ariflerimiz, hiçbir zaman dağın başında yaşayan arifler olmamışlardır. Bu arifleri siz, at sırtında Viyana kapılarında Padişah olarak görebilirsiniz. Tarihte, Veli olarak tanımlanmış sultanlar gelmiştir. Bir Veli’yi askeri sınıftan biri olarak ya da medreseden ilmiye sınıfından birisi olarak görebilirsiniz. Dolayısı ile bizim velilerimiz, dağın başında toplumdan uzak bir yerde değil, toplumun içinde olan bir anlayışa sahiptir. Bu da bizde madde ve mananın nasıl dengelendiğini gösteriyor. Zaten İslam maneviyatını diğer maneviyatlardan ayıran en önemli özellik budur. Bugün Budizm’in ya da Hinduizm’in madde ile ilgili ciddi sıkıntıları vardır. Yine başka dinlerin özellikle Museviliğin mana ile bir takım sıkıntıları vardır. Bu nedenle İslam dini Mirac’ı ruh, mahal, cesed yapan bir maneviyattır.

- 2007 yılı Mevlana yılı ilan edildi. Sizce Mevlana’nın İslam düşüncesi yeterince anlatılabildi mi? Sanki daha çok işin yüzeysel yönü ile ilgilenildi… Yapılan etkinlikler sizce yeterli miydi? Mükemmel olan yapılamadı. Ama bu zihniyet kalıpları ile Mevlana’yı anmak için bundan daha fazlası beklenemezdi. Bir kere Mevlana’nın ait olduğu dünya görüşünün bugünkü yapı ile problemi var. Özellikle alt kademedeki emekçilerin gayretleri ile, bu kadar olur. Dünya ülkeleri içerisinde en iyi etkinlikleri yine Türkiye yaptı. Ama Hz. Mevlana demek, sadece sema demek değildir. Başka şeyler de yapılmalıydı. Ama şartlar müsait olmadı. Ben idealin yapıldığı kanaatinde değilim. Ama hiç yoktan da iyidir. En azından bu zatı hatırlamamıza vesile oldu.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Erol Kılç'a birkaç kez Tv lerde rastladım. Alt yapısı sağlam birine benziyor.Ama genede eleştiri vazifemi saklı tutuyorum.:)
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
teşekkür ederiz.güzel konuymuş.allah razı olsun.
 
Üst