Modern Devlet: Şiddetin meşru kaynağı

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
53
Yaklaşık iki yüz yıldır Müslümanlar için en problemli konulardan birisi şüphesiz ki “Devlet” konusudur. Özellikle Osmanlının dağılmasının ardından ümmetçe yaşanan kaos, yeni fikirlerin üretilememesi ve bir derya niteliği taşıyan geleneğin günümüze devşirilememesi sonucunda sorunun daha da derinleşerek zihinlerin bulanıklaşmasına, hakikat ile sahtenin birbirinden ayrılamamasına neden olmuştur.

Dahili ve harici bedbahtların sürekli olarak İslam Coğrafyalarına saldırması, içten satılmışların sürekli entrikalar çevirmesi, cepheden cepheye koşan Anadolu evlatlarını sürekli tüketerek yeni bir hayat kurmaların da müsaade etmemiştir. Sonuçta yenilen bir neslin hangi hakikate sarılacağını bilmeyen evlatları, münafıkların aldatmaları sonucu, “İlayı Kelimetullah’tan” “Ne Mutlu Türküm”’e savrularak, modern dünyanın görece hakikatleriyle yüzleştiler.

Artık her şey değişmişti. Devlet, millet, din, ümmet, şura, adalet asli hüviyetinden soyutlanarak içleri boşaltılmış, bunların üstüne üretilmiş kutsallar getirilerek bilindik her şey ters yüz edilmiş, tekçi, ırkçı, sınırcı, despot yeni bir devlet kurulmuştu. Toplumun direnmeye gücü olmayan insanların oluşması ve tek tük direnenlerinde çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırılması, yeni düzenin egemenliğini kolaylaştırmış, ciddi bir dirençle karşılaşmamıştı.

Batının ve özellikle Fransız felsefecilerinin düşünceleri, yeni düzenin kurulmasında etken bir rol oynarken, devleti dizayn edilmesi ve şekillendirilmesi için de yine onların görüşleri üzerinden gerçekleşmişti. Laikliğin ilk transferi de, Fransız Devriminin bir ürünü olan ve tarihsel süreçte bu ülkeye özgü bir kurum olarak ortaya çıkan, bu devrimden birçok açıdan esinlenmiş olan Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla toplumsal hayata da girmiştir.

Devlet tanımları ve devletin işlevi de batının yaşadığı son süreçte felsefi görüşlerin ışığında şekillenen bir yapı halini almıştır. İstinasız bütün felsefeciler devletin ne olduğunun tanımını yaparken tamamen batının dinle yaşadığı süreci göz önüne alarak tanımlar yapmış, yapılan devlet tanımlarına bu çizgi damgasını vurmuştur. Ama bu tanımların tamamında toplum gözünde meşruiyet sağlanabilmesi için dine ait temel kavramlar pervasızca içi boşaltılarak kullanılmış, seküler yapılanmanın temeli yine bu kavramlarla sağlanmıştır. Alman hukukçu ve devlet kuramcısı Carl Schmitt’in bu noktaya açıklık getiren sözü olayı daha iyi anlamamız açısından önemlidir. Schmitt modern devletin üzerine oturduğu kavramların tamamen içi boşaltılmış ilahiyat kavramları olduğunu söyler.

Devlet nedir?

Kısaca Devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde egemen olan belirli bir insan topluluğunun oluşturduğu bir varlıktır olarak tanımlayanlar olduğu gibi, belli unsurların üzerine oturtanlar ve bu unsurlar olmazsa devletin olmayacağından bahseder ki, bu da modern devletin varoluşunda zaruret arz eder. Alman hukukçu Georg Jellinek’in “üç unsur teorisi diye bilinen teoriye göre yapılmış olan tanım bu yöndedir, bu teoriye göre devlet, “insan, toprak ve egemenlik” unsurlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bir varlık olarak tanımlanmaktadır.

Devlet tanımları içinde belki de en çarpıcı olanını Alman hukukçu ve sosyolog Max Weber’in yaptığı tanım olarak görebiliriz. Weber devleti tanımlarken, “Şiddetin meşru kaynağı” olarak tanımlamakta, tabi bu tanımını tamamen seküler bir anlayışla yapmaktadır, çünkü dinin tanımladığı şiddet ve yine dinin tanımladığı meşruiyet tamamen farklıdır. Devleti şiddetin meşru kaynağı olarak göstermesinin temel nedeni ise, devletin mevcut ideolojisini koruması bu yönde gereken ne varsa yapabileceğine toplum nazarında meşruiyet zemini oluşturmasıdır.

Tarihsel süreçte devletin insan için var olduğu ve olması gerektiği anlayışı, zaman içerisinde modern anlayışla, insanın devlet için var olduğu anlayışına devşirilmesi, belli kutsalların devleti bütün değerlerin üstüne çıkarmak için kurgulanmış bir gelişme olarak görebiliriz. Artık ideolojisinde üretilmiş kutsallar olan modern devlet, kendi ideolojisini ve kutsallarını korumak için her türlü şiddeti meşru görecek, devletin ideolojisinin bekası “Eşref-i Mahlukat” olan insandan çok daha önemli olacaktır. M.Ö. Yaşamış Yunan Filozof Sofokles’in söylediği söz zaman içerisinde modern devlet paradigmasında etkin bir yer almıştır. Sofokles, “Korkuya yer vermeyen devlette yasalar hiç bir zaman gerekli saygıyı göremezler” demektedir.

Kendisine İlel Ebet, sonsuza kadar yaşama ya da ölümsüzlük payesi biçen modern devlet halkının tamamına, biçtiği kefenleri giydirmekten çekinmeyez. Kendi egemenliğinin muhafazası ve paradigması doğrultusunda bütün halkını, kendi değerlerine inansın ya da inanmasın feda etmeyi varlığının meşru bir sebebi olarak görür. “Şehitler ölmez vatan bölünmez” bunun günümüzdeki en bariz tezahürüdür. Modern Devlet için önemli olan sınırların kutsallığı anlayışıdır ve üretilmiş bir kutsal bin yıldır bir arada yaşayan insanların köyünü ortadan bölse bile, insanların bir birlerine ziyaretine, gidip gelmelerine, akrabalarıyla bayramlaşmalarına asla müsaade etmez.

Batının felsefecilerinin en pervasız yaklaşımlarından birisi de, devletin tanımı ve egemenliği konusunda, “Kadiri Mutlak”’tan yola çıkarak yaptıkları tanımdır. Devletin tanımında ve egemenlik anlayışında “Kadiri Mutlak” kavramı önemli rol oynar, devlet şiddetin meşru kaynağı olurken, bunu “Kadiri Mutlak” olmasından dolayı gerçekleştirir. Devletin egemenliğini Kadiri Mutlak olarak tanımlayarak topluma kabul ettirmek, devletin bekası için en önemli gelişmelerdendir. Bu noktadan sonra genelde bütün insanlığın özelde ise ümmet olarak yaşamaya alışmış Müslümanların sivil topluma dönüştürülmesi sonucunda önlerine sivil toplumun tanrısı olarak her şeylerine müdahale eden devletin konması, bilinmeyerek çıkılan bir serüvenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Artık devlet her şeydir, en üst değerdir, Müslümanların inancına asla uymayan bu yeni anlayıştaki devlet yapılanması, en çokta Müslümanlar üzerinde egemen olmuştur. Özellikle ülkemizde Modern Devletin yakın tarihte yapılan tanımlar doğrultusunda gerçekleştirdiklerinin ne denli zalimane olduğunun canlı tanıkları mevcutken, halende yapılan yanlışların bedelini bütün toplum olarak ödemekteyiz.

Devlet-Hükümet ilişkisi ve Müslüman zihinlerde bulanıklık

Modern Devlet yapılanmasında tartışılan konulardan birisi de, devletin yönetilme konusudur. Devletin yönetilme konusunda yani hükümet oluşturma noktasında büyük oranda İngiliz felsefeci Thomas Hobbes’ın ve onun görüşleri esas alınmıştır. Hobbes devletin nasıl yönetileceği konusunu izah ederken, “İnsanlar birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda ya da mecliste toplanır” der. 17. yüz yılda yaptığı bu tanım, modern devletin kurgulanmasında önemli rol oynar. Devlet ve yönetenler diye iki sınıf ortaya çıkar ve devlet devamlılık arz ederken, yönetenler her zaman değişir, devletin daimiliği esas alınırken, yönetenler her an ortadan yok olabilir.

Bu günün Müslümanlar açısından en önemli sorunu da burada yatmaktadır, devletle hükümeti birbirinden ayıramamakta, birbirine karıştırmaktadırlar. Devletin modern tanımla “Kadiri Mutlak”, yönetenlerin ise Kadiri Mutlak’ın birer hizmetçisi olduğunu anlayamamaktalar.

Oysa, devlet “İlel Ebet” anlayışı üzerine kurulmuştur, yani ölümü hayatın hiçbir alanına sokmayan modern düşüncenin devlet anlayışındaki kurgusu böyledir, hükümet ise bu ilel ebet’in bir hizmetkarıdır. Onu korur, muhafaza eder, hizmetlerini yapar, üretilen kutsallarının yasal dayanaklarını sürekli günceller.

Devlet toplum nazarında her zaman meşrudur, meşruiyetini asla kaybetmez, hangi ideolojiye mensup olursa olsun kimse devletin gayri meşru olduğundan söz edemez, hükümetler ise meşruiyetini kaybederler, iktidardan düşerler, yerine başkaları gelir, ama devlet bütün paradigmasıyla “İlel Ebet” kuralı üzerine kurulduğundan her zaman varlığını korur.

Hükümetler devlet otoritesinin işlemesine ve devletin egemenliğini devamına hizmet eder, hangi ideoloji olursa olsun, kim olursa olsun esas gayesi devletin bekasıdır. Hükümetin mensuplarının Müslüman olması, laik olması, sosyalist olması, Maksist olması, liberal olması ve ya herhangi bir ideolojiye mensup olması, devlet paradigmasının dışında davranmasını sağlamaz. Yani hükümetleri oluşturanların bir tek görevi, kurulu devletin ilkeleri üzerinden o devletin bekasına hizmettir, asıl kurucu ilkelere muhalefet etmeleri söz konusu değildir. Modern devleti yönetmeye talip olan bütün hükümetlerle onların liderleri, modern zihnin ürettiği bütün üretilmiş kutsallara saygı duymak, saygı duyulmalarını sağlamak, ritüellerini yerine getirmek, protokol kurallarını uygulamak, her zaman atalarına sadakatini beyan etmek zorunda kalırlar, buna da mecburdurlar. Bu durumun böyle olması, kişilerle alakalı değildir, bu kişilerin üstünde, kişilerin asla aşamayacağı bir kuraldır.

Müslümanların bakış açılarını yeniden gözden geçirmeleri bu konu üzerinde yeniden düşünmeleri gerekmektedir. Hükümetle devletin ayrı şeyler olduğunu, yaşadığımız yakın tarih sürecinde görmeleri, stratejilerini bu yönde geliştirmeleri gerekmektedir. Aksi taktirde bunu ayıramazlarsa, sempati duydukları ve destekledikleri hükümetlerin eliyle, Kur’ani bir kavram olan “Taguti” rejimlerin bekası için çalışmış olurlar.

Müslümanların en önemli sorunlarından birisi de, “Vela” ve “Bera” konusudur. Velayet ve Beraat konusu Kur’anın bütüncül anlayışından kopartılarak parçacı yaklaşımlarla ve metin tahlilleriyle tevil edilmekte, Kitabi olan hakikatler modernist yaklaşımlara feda edilmektedir. Devletin başına sevdikleri sempati duydukları şahıslar geldiğinde devletçi, devleti sahiplenici olurlarken, sevmedikleri gelince ise devleti dışlayıcı olmaktadırlar. Oysa devlet hükümetlerin ve şahısların erişemeyeceği kadar, ona müdahale edemeyeceği kadar uzaktadır.

İktidar ve Muktedir meselesi

Devleti yönetmeye talip olan hükümetler belli zaman aralıklarıyla iktidar olurlar, devletin işlerini yönetirler, ulus içi ve uluslararasındaki ilişkileri devletin ideoloji sınırları içerisinde düzenlerler. Hükümetler iş başına geldiklerinde belli bir zaman içerisinde iktidar olurlar ama hiçbir zaman muktedir olamazlar, muktedir olan ise sadece devlettir, iktidar olmak, muktedir olmak değildir. Muktedir olan devlet, istediği zaman, iktidarda olan kendi hizmetkarı hükümetleri aşağı indirebilir, yerine başkasını getirebilir, iktidardan indirdiğini sürgün edebilir, hapsedebilir, katline karar verebilir, çünkü Modern Devletin egemenliği “Kadiri Mutlak” kuramı üzerine kurulmuştur ve “Şiddetin Meşru Kaynağıdır”. Bunun örnekleri yakın tarihimizde çok sıklıkla görülmüştür, yaşanmıştır, devlet muktedir olduğunu defalarca bu topluma hiç gerek yokken bile hissettirmiştir.

Muktedir olmak, mevcut egemen gücü, toplumun dönüşmesi sonucu değiştirmekle mümkündür. Bunun örnekleri ise Kur’an’da Nebilerin yöntemi olarak bizlere sürekli anlatılmıştır. Egemenlerin nasıl yıkılacağı, nasıl alaşağı edileceği, mevcut cahiliyenin nasıl hükümsüz bırakılacağı muhkem naslarla bellidir. Bunun dışındaki yol ve yöntemler faydacı, çıkarcı ve seküler düşüncenin kaygılar sonucu ürettiği, asla kitabi bir temele oturmayan yöntemlerdir, bir yanılma ve yanlış yorumun neticesidir. Donuk sahife fıkhının içtihadi yöndeki durgunluğunun eleştirisinin, yöntem olarak algılanması sonucuna dayanır.

Modern Devletin “Pragmatizm” tuzağı

Reel Siyaset (politika) ile pragmatizm arasında çok sıkı bir ilişki vardır ve ikisi de bu dünyaya ait hesapların ete kemiğe bürünmüş halidir.

Kısaca faydacılık, yararcılık olan pragmatizm, “Eğer bir bilgi günlük hayatta işe yarıyorsa o bilgi doğrudur, yaramıyorsa yanlıştır” olarak ifade edilir ve bu görüş üzerinden pragmatizm hayata müdahil olur. Devlet kendisine ilel ebed ömür biçerken, tabilerine reel siyaset anlayışı doğrultusunda günü birlik, faydacı, çıkarcı, sadece bu dünyalı bir hayat tarzı sunar, bu istikamette yönlendirir. Varlığını uzun soluklu, köktenci çözümlere bağlayamayan insanlar, bin yıllık sorunlara gündelik çözümler üretmeye başlar. Sorunlar nedenleri üzerinden konuşulmaya değil, ortaya çıkan sonuçları üzerinden konuşulmaya başlar, egemenler kendi çıkardıkları sorunların asıl kaynağının kendileri olduğunu her zaman ustaca kamuflajla ederek saklarlar.

Bunun çok açık örnekleri günümüzde sayılamayacak kadar çoktur, sorunları ortaya çıkaranlar hep sonuçların konuşulması yönünde tercihte bulunurlar ve öyle yaparlar. Oysa asıl sorun laik seküler, Kur’an’ın ifadesiyle cahiliye olan Modern Devletin kendisidir. Devlet bütün kötülükleri üretir, ürettiklerini topluma servis eder, insanlığı her şekilde ifsada sürükler, bunları da Müslümanım diyenlerin eliyle yapar lakin hiçbir zaman hedef tahtasında devlet yer almaz.

Müslümanım diyenlerin sahiplendiği modern cahiliye, “Müslümanım” diyenlerin inançlarıyla asla örtüşmeyecek amelleri bir hayat tarzı olarak topluma dayatır. Kendisini ilah yerine koyan ve gerçek İlahın bütün yasalarına muhalif yasalar üreten, Allah’ı aciz olarak gören, kendisini sivil toplumun tanrısı yapan, “Kadiri Mutlak” olarak tanımlayan devlet, yine kendi bekası ve ilel ebedliği için kullanabileceği kim varsa kullanır. Devletin asıl paradigmasına muhalefet etmeyen her kim olursa olsun, Modern Devletin hizmetkarıdır. Bu yüzden her hükümet ve onun fertleri, devlete bağlı kalacağına, onun ilke ve inkılaplarını koruyacağına, devletin bağımsızlığı bekası için yılmadan çalışacağına, bu uğurda gerekirse ölümü bile göze alacağına dair yemin ederler.

Modern Devletin kafirleri: Müslümanlar

Burada Müslümanların atladığı ya da göremediği başka bir nokta daha vardır, bu da devletin kendinden olmayan ama kendisindenmiş gibi görünenlere kesinlikle inanmadığı durumdur. Yani devlet paradigmasının takiyeyi asla kabul etmediği gerçeğidir. Gömleğinizi değiştirseniz de, zikrinizi değiştirseniz de, düşüncenizi değiştirseniz de, hatta daha da ileriye gidip devletin istediği bütün işlevleri gerçekleştirseniz de, eğer halen kalbinizde Kitabi manada bir iman var ise, asla devlet tarafından kabul gören makbul bir fert olamazsınız. Devlet kendisiyle iş tutanları, kendisinin bekası için bile çalışmış olsalar sadece imanlarından dolayı mahkum eder. Müslümanlar, kendisini “Kadiri Mutlak” olarak gören Modern Devletin kafirleridir. Kendisindenmiş gibi görünen, kendisini asıl hedeflerine ulaşmak için bir basamak olarak kullanan, takiyye yapan, sistem içinde rol alan ama hedeflerinde İslami bir iktidar olan Müslümanlarda, modern devletin münafıkları listesinde yer alırlar.

Devlet İslam’ın ilkesel düşüncesinin ne olduğunu bilen bilgi birikimine sahiptir, kitabın ve resulün ne emrettiği, neyi hedef gösterdiği, devletin kurulları tarafından bilinir o yönde strateji geliştirilir. Modern Devlet, ben Müslümanlardanım diyenlerin imanlarının sahih olabilmesi için önce kendisini inkar etmeleri gerektiğinin bilincindedir ve bu yüzden, ben Müslümanlardanım diyen hiç kimseye güvenmez, itibar etmez, onları bozgunculukla, fesat çıkarmakla suçlar, kendi paradigmasının kafirleri olarak ilan eder. Ben Müslümanım demesine rağmen, kendisiyle iş tutanları, devlet bekası için de olsa çalışanları da, kendi paradigmasının münafıkları olarak görür.

Bir Müslüman, devletten daha akıllı olmak zorundadır, böyle olmasının önünde ise hiçbir engel yoktur. Önlerinde tahrif olmamış bir kitap örnekliği ilk günkü tazeliği ile duran resuller vardır. Devletten daha akıllı olmak için akademik kariyere ihtiyaç yoktur, ölçüsü tartısı, dinin genel kuralları çok net olarak ortadadır ve bunu nebiler canlı örneklikle ortaya koymuştur.

Ret ettikleri bir hayat tarzı Müslümanlar için kurtuluş olamaz, ret edilen değerler üzerinden strateji geliştirilemez, entegre olmak ideal olandan uzaklaştırmakla kalmaz, günü birlik reel bir anlayış içinde insanı pragmatist eğilimlere sürükler. “Devlet başa, kuzgun leşe” mantığı, zafere giden her yol mübah” düşüncesi bir Müslümanın tercihi olamaz.

Fransız tarihçi Albert Sorel’in sözü bu konuda fikir verme açısından önemlidir. Sorel; “Devletler kendilerinden daha önemli ve menfaatlerinden gayri kanun tanımazlar” demektedir. Yine Fransız filozof Albert Camus, “Tüm çağdaş devrimler devlet gücüne katkı ile sonuçlanmıştır” demektedir. Bu adamların sözleri asla görmezden gelinmemelidir, çünkü Modern Devlet bu ve bu adam gibilerin görüşleri doğrultusunda kurgulanmıştır.

Yakup Döğer/Küre Medya
 
Üst