dedekorkut1
Doçent
MODA
SELİM GÜRBÜZER
Latince modo (hemen şimdi) kökünden türeyen toplumsal beğeni ya da bir şeye aşırı düşkünlük anlamında kullanılan bir kavramın adıdır: Moda. Bir başka ifadeyle sanattan siyasete, spordan kültüre, giyimden düşünce dünyasına hemen her alanda imaj yenilemenin adı olarak da tanımlanabilir pekâlâ. Şayet ‘moda’ deyince sırf kavram olarak değil de sıfat olarak anlam yüklenildiğinde bu kez şık manasına gelen etken mod ve etkilenen mod olarak da anlam kazanır. Nitekim değişik türden bir takım düşünce ve fikir akımlarının ortaya koyduğu her mod tasarım aslında ‘etken mod’ olarak karşılık bulurken, bu etken mod’dan etkilenenler ya da takipçileri ise ‘etkilenen mod’ olarak karşılık bulur. Böylece bu karşılıklı etken ve etkilenin birlikte estirdiği moda akım aynı şıklıkta etrafını da kuşatıp etkisi altına alabiliyor.
Tabi bu arada şıklık derken hemen ilk etapta sırf kılık kıyafet akla gelmesin, giyimin dışında herhangi film senaryosu, herhangi bir albüm ya da herhangi bir kitapta grafik tasarımı bakımdan bu şıklığa dâhildir elbet. Ancak ortaya konan her bir şıklık (tasarım, ürün, eser vs.) birbirinin aynısı oranda etkisini göstermeyebilir, bu tamamen alıcı verici arasındaki etkileşime bağlı olarak şıklığın ya zayıf ya da kuvvetlilik şeklinde ortaya çıkacak bir durumdur. İşte bu noktada ne diyelim moda bu ya, bir bakmışsın nerden ne zaman eseceği bilinmeyen bir rüzgârın hiç umulmadık bir anda esmesiyle de moda akım tüm toplum kesimlerinin ilgisini üzerine çekebilecek bir güç olarak da sahne alabiliyor. Mesela öyle de tasarımlar vardır ki, başlangıçta hiç dikkat çekmezken, ancak sonradan şartların yerli yerine oturmasıyla birlikte bir bakmışsın dikkatlerden kaçan o söz konusu tasarım bir anda toplumun ilgisini çekecek popüler moda akım bir ürün hale gelebiliyor. Zaten modanın gücü kendisinde değil etkisinde gizlidir. İşte bu yüzden modanın, hangi şartta ortaya çıkıp hangi zaman diliminde dalga dalga gün yüzüne çıkacağını önceden kestirmek hiçte öyle kolay bir iş değil elbet. O halde moda deyip geçmemek gerekir, bikere insanların bakış açılarından tutun da, düşünce, ruh ve sosyal ilişki biçimlerine kadar hemen her şey modanın kapsam alanına girebiliyor. Moda, kaldı ki değil her alanda kendi hareket alanı içinde bile çeşitliliği söz konusudur. Örnek mi? İşte renk, uyum, biçim, en, boy, mini, klasik, pop ve spor tarzı tüm modeller bunun tipik misallerini teşkil eder.
Klasik Moda
Adı üzerinde klasik, yani bizi biz yapan değerlerimizdir. Her ne kadar klasiklerimizi unutur olsak da her halükarda bizi engin kültür kodlarımızla bizi buluşturacak olanda yine klasiklerimiz olacaktır. İşte bu perspektiften bakıldığında öyle anlaşılıyor ki, klasiklerimiz hem geçmişimizin kültür kodlarıyla yüzleşmenin adresi hem de geleceğe ışık saçacak tasarımlarımız da. Mesela geçmişimizin giyim klasiğimize baktığımızda sadelik ve aşırılıktan uzak, pek göze batmayan ‘klasik moda’ tasarımı olarak addediliriz pekâlâ. Bir başka ifadeyle tek düzelik ve sadelik üzere ilerleyen bir tasarımın adıdır klasik model. Günümüz popüler moda tasarım ise klasik modelin tam aksine giyimde daha çok çeşitlilik, daha çok renklilik, daha çok ton, daha çok düzeliği bağrında taşıyan bir tasarım şeklidir. Oysa modada çok düzelik her zaman avantaj teşkil etmeyebiliyor. Bakınız şöyle vitrinlere popüler ürünlerin onca çeşitliliğine rağmen bir bakıyorsun alıcısı olarak toplum nezdinde ancak bir iki ürün kabul görebiliyor. Belli ki popüler tarz ürünlerinin alım noktasında sıkıntı yaşaması toplumun temel dinamikleri ile alakalı bir husus olup kabullenmesi zaman alabiliyor. Dedik ya, moda bir rüzgâr misali nerede hangi yönde eseceği belli olmaz, bir bakmışsın moda dalgası toplum kesimlerinin tamamını etkisi altına alabileceği gibi belli bir kesimle de sınırlı kalabiliyor.
Batıya Endekslenmek
Bir zamanlar hem yerel bazda hem dünya ölçeğinde model bizken gerek ekonomi alanında, gerek kültür alanında gerekse sosyal alanda artık batı dünyası bize model olmakta. Öyle ki, hemen her alanda batıya göbekten bağlanmış bir hale düşüverdik. Sanki kendimize ait bilgi donanımız, kendi giyim tarzımız, kendi stilimiz, kendi öz modelimiz yokmuşçasına davranıp bir anda batı modellerine tav olmuşuz. Zira bunun ilk adımını II. Mahmut’la birlikte kendi dünyamıza sokmuşuz. Derken II. Mahmut Arapların tarbuş bildiği fesi yenilik diye sunmuştur. Ve bu sunuşla birlikte artık sarayda bile Osmanlı giysilerinin yanında ceket ve pantolonda yer almıştır. Aslına bakarsak ortada doğru dürüst ne elle tutulur bir reform ne de gerçek anlamda yenilik vardı, sadece ortada satıh üstü bir takım modelleri yenilik diye takdim etmek vardı. Tabii halkta ister istemez bu durumda alınganlık gösterip kendi padişahına, yani II. Mahmud’a ‘Gâvur Padişah’ diyerekten tepkisini ortaya koymuştur. Ancak bu gâvur yakıştırması hâşâ tekfir etmek anlamında bir yaftalama değildi elbet, toplum dokusuyla oynamanın dışa yansıyan tepkinin ifadesi bir yakıştırmaydı bu. Belli ki halk kendi alışık olduğu kalıplarıyla oynandığında başında padişahta olsa kendi hal lisanı yaftalamasıyla neye tepki duyduğunun mesajını inceden inceye verebiliyor. Ne var ki, verilen bu mesaj yerini bulmaz, belirli bir zaman diliminde halk alıştırılaraktan Cezayirlilerin ve Tunusluların giydikleri o kırmızı püsküllü tarbuş denen fes toplum hayatına girer de. Toplum hayatına girdide ne oldu, şu bir gerçek her takdim edilen yenilik gönüllerde ve vicdanlarda ‘yenilik’ olarak yer etmeyecektir, şayet öyle olsaydı felaketler ve başımıza gelen her musibetler de vicdanlarımız da yenilik olarak yankı bulması gerekirdi. Dolayısıyla halkın vicdanında kabul görmeyen yenilik diye takdim edilen hemen her şekli değişikliği reform olarak değil sembolik değişiklikler olarak addetmemiz icab eder. Bikere takdim edilen herhangi bir şekli değişimin yenilik olması için içerik olarak da bir anlam ifade etmesi gerekir. Kelimenin tam anlamıyla içi boş icili bicili göz boyayıcı yenilikler simgesellikten öte bir anlam ifade etmez. Nitekim II. Mahmut döneminde getirilen fes bu kez cumhuriyet dönemine geldiğinde kaldırıp yerine Avrupa şapkası takdim edildiğinde fesinde akıbeti aynı olur, yani değer ifade etmediği için toplum vicdanında ve gönlünde içerik olarak asla taht kurmayacaktır. Üstüne üstük Atatürk, II. Mahmud’un tam aksine Osmanlı giyimiyle birlikte karma bir stil karma bir değişiklik öngörmemiş, tamamen tek tip batı tarzı giyim modelini öngörmüştür. İlginçtir bu tek tip değişimin bir istisnai durumu vardı ki, o da malum Atatürk’ün hiçbir şekilde kadınlara yönelik herhangi bir giysisinde değişikliğe gitmediği gerçeğidir, hatta buna peçe ve çarşafta dâhildir. O halde, şimdi tamda zamanı, hele bilhassa 28 Şubat sürecinde başörtüsüne öcü olarak ya da irticacılık gözüyle bakan zihniyete sormak gerekir: Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanımın çarşaflı giyinmesi de mi öcülüktü ya da irticacılıktı? Cevap veremeyecekleri çok açık, suspus olmayı tercih edeceklerdir.