MIZIKA (değişik bir hikaye)

melde

helina_roje
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
2,238
Tepkime puanı
24
Puanları
0
Konum
Ankara
MIZIKA



İstanbul, 1983... K semti... Yağmur, "bateristler bile ritmini buradan alıyor!..." der gibi, çöp tenekelerine vuruyordu meyhanenin bulunduğu sokakta. Meyhane tabelasından akseden ışık, karşısındaki kumarhanenin kapısını fişlemekte...

Sokağın ortasında beliren bir karaltı, cebinden çıkarttığı çakmakla, buruşmuş sigarasını yaktı. Üst üste üç nefes çektiği sigaradan yayılan duman, bulunduğu sokaktan sahil caddesine doğru süzüldü... Dumanın kaybolduğu noktada beliren bir arabanın farları, sokağı baştan başa aydınlattı. Az evvelki karaltının sahibi, elindeki mavi çakmağı cebine yerleştirirken sigarasını söndürdü ve bir hamlede, sağına düşen kömürlüğe attı kendini... Kömürlükten fırlayan üç kedi, polis arabasının önünden koşarak, gözden kayboldular...

Meyhanenin önüne parkeden arabadan, elinde fenerle bir polis indi... Polis arabasının açık kapısından boşalan sigara dumanı, kumarhanenin camlarından içeri tutulan el fenerinin ışığıyla; siyaha boyalı camlardan aksederken buluştular... Fener, mazgallı kapıya yöneldi, ardından bodruma doğru inen postal izlerine...

-Cezmi! Cezmi!... diye seslendi o esnada arabadaki polis...

- Anons var! Sultan mahallesinden gürültüler geliyormuş; bir bakalım!...

- Anasını be!... Ne gürültüsüymüş!... diyerek arabaya bindi, el fenerini çarparak!...

Bozuk eksozdan çıkan bembeyaz duman ve gürültüyü, arkalarına bıraktıkları bir bekçi gibi salıp, uzaklaştılar...

Karaltının sahibi, gürültünün yol alışını dinledi bir kaç dakika kadar. Kömürlükten çıkarken, başındaki beresini çıkardı ve kömür tozlarını silkeledi etrafı süzerken...

Geceye uyum sağlamış, omuzlarına değen siyah saçlarının görevini, tekrar beresine iade ederken, gözleri polis arabasının gittiği istikameti süzdü...

Sağ eliyle seyrek sakallarını sıvazlarken, sol eliyle tabancasını yokladı...

Öylece duruyordu sokağın ortasında; gözlerini bir noktaya sabitlemiş, tüm kuvvetini kulaklarına vermiş gibi, yarım dakika kadar sessizliği yokladı...

Cebinden çakmağını çıkartırken, eli, mızıkasının soğukluğunu hissetti...

Ali, mavi renkli çakmağını yakarken elindeki paketi kumarhanenin kapısı altına koydu.

Paketten dışarı doğru uzayan fitil ateşe hasretini gösterircesine yılan gibi tıslayarak yandı. Nazik bir ayak darbesi ile kapının altından içeri itilen paketin süzülmesini, Ali'nin sokağa çıkıp sahil caddesine doğru hızla yürümesi takip etti...

Yarım dakika kadar sonra, büyük bir gürültüyle sağa sola savrulan metal ve cam parçalarının sesini duydu; bu sesi, bütün Kasımpaşa, Haliç ve Galata da Ali'yle beraber duydu sanki!...

Sandalların olduğu yere geldiğinde derin bir nefes aldı. Caddenin ucundan, mavi ışıklarının üzerinde raksettiği siren lambaları gözüktüğünde, parkasının kapşonunu başına çekti ve hızla yürümeye karar verdi... Aklına birşey gelmiş gibi bir an durup, sandallardan birine atlamaya karar verdi...

İşte, aynı anda verdiği bu iki 'karar'ın verdiği kararsızlıkla, orada, öylece mıhlanıp kaldı! Biraz önce çıktığı sokağa dalan polis arabalarının gürültüsüyle uyanıp önündeki sokağa atladı. Brandanın altına girip ellerini parkasının ceplerine soktu. Aniden içi titredi; mızıkası yoktu cebinde?!...

Olay mahallinde toplanan kalabalıktan yükselen mırıldanmaların uğultusu, arabasının kapısını açmasıyla yakaladı Remzi'yi!

Remzi, kumarhanenin parçalanmış cam ve çerçevesine donuk donuk bakarak, sağa sola savrulan eşyalar arasında tezgaha doğru ilerledi. Yüzünü buruşturarak giriş kapısıyla tezgahın arasını kontrol etti. Karşıdaki meyhanenin önündeki insan ayaklarının arasından, içeriden dışarıya doğru fırlamış diğer eşya parçalarını görmeye çalıştı...

Dışarıdaki kalabalık, gelen ambulansa yol açmak için kaldırımları doldurmaya başlarken, Remzi, tezgahın önünde iki büklüm kıvrılmış cesedi gördü! Ayakları ucunda bir (Karo Papazı) somurtuyordu!...

Sahibine kimbilir kaç defa geçici sermaye sağlayan (Karo Papazı)nın altında parlayan birşey gördü, bir mızıka !...

(m.y.u.)



hikaye bu kadar... son söz yerine, zindan karanlık değildir; dava adamı için karanlık, aksiyonun köreldiği yerde başlar...

"karanlık aydınlığı bilene; bilmeyene, ne aydınlık var, ne karanlık."
''aylık'' dergisinden alınmıştır.
 
Üst