SORU Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman Bir zamanlar sevinçle giyindiğim Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim Temiz ve mavi giysim değil artık. Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut Yağmaya hazir bekliyorsa gökyüzünde. |
Erdem Bayazıt |
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, malmı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mı olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı? |
Victor Hugo |
Damla damla oluşuyor hayat Ölüm kımıl kımıl Duymak kolay Anlatmak değil Her an Farkındayım Az az öldüğümün Bilincindeyim doğan ayın Eriyen karın akan suyun Ve usul usul tükenen zamanın Tekrarlayıp duruyor saat Vakit te mahluktur Vakit te mahluktur İşliyor kalbim Eskiyor saçlarım Ve gözlerimin en ince hücreleri Okuyorum hayatı Toprağın üstünden çok Altındakilerle var olduğunu Toprak Ölüme aç Ölüme muhtaç Hayat Ölüm muhakkak Ve ölüm mutlak Tek kapısıdır ölümsüzlüğün Ölümle tanıştıktan sonra anladım Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın Kesitler Mahlukta devinen Gürül gürül bir ırmaktır ölüm Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların oğulların Analar ölür Kök salar hasret yüreklere 'Bir evlat pir olsa da' O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük Oğullar ölür Bir kafes olur ölüm Ana kalbi bir kuştur Azad kabul etmez Sevgililer ölür Bir hicret olur ölüm Bir sıla Mesela arkadaşlar Arkadaşlıklar vardır okullarda Bakarsın biri gelmez bir gün Ve artık hiç gelmeyecektir Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta Bahçeye koridorlara sınıflara Bir fısıltı dolaşır dudaklarda Kimi kirpikleri ıslak Çökmüş bahçenin tenha bir yerine Elinde bir çöp resmini çizer toprağa Anıların Kimileri öbek öbek toplanıp Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle -Nasıl olur daha dün beraberdik -Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur -Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık ''Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar Hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında Bir kapının ağzında Herkez susar Konuşur ölüm Ve sürer hayat. Bazan bir tekerlek altında Ansızın gelir ölüm Apansız biter sınav Bir elektrik kesilmesi gibi Kesilir tulu emel Bazan ölüm vardır Ölümden önce gelir Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır Sorular hep yanıtsız kalır orada Sadece konuşan rüyalardır Yahut hayaller suskun duvarlarda Gözler kabul eder parmaklar kabul eder Ama beyin hep umuttan yanadır Bazan akan bir film şeridinin Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir Ölüm Karşıda bir manga asker Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de Takılıp kalır masmavi gökyüzünde Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta Ölümden uzak ölümler vardır Gazete ilanlarında rastlanılan Dünyaya bağlılığın zavallı Ve muannit Bir belgesidir Daha çok kalanlara ait. Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü Ölümler vardır: Can kuş gibi uçar gider Bir martının süzülüp Kaybolması gibi maviliklerde Bir Portre Engin sakin berrak bir denize Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır Nasıl yürürse insan Sokrates öyle yürüdü ölüme Tilmizleri ağlaşırken O vasiyet ediyordu: -Asklepyos'a bir horoz borçluyuz Unutmayınız. Ne tuhafsınız dostlar Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye Yükselmek varken ölümsüzlüğe İnancına sahip olmak İnsan olmanın şartı Kölelikler içinde en onulmaz kölelik Hayatın ölümcül yanına Takılıp kalmak değil mi? İlkin ayaklarında duydu Sokrates Zehirin soğukluğunu Ve yavaş yavaş ölüm Yükseldi göğsüne çenesine Dudaklarında donan son bir tebessümle Bir işaret taşı da böylece Sokrates dikmiş oldu ölüme Ölümün Sesi Ölümden bir işaret var her şeyde Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde: -Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi! -Bir ay doğdu geceden oy oy Karanlığın ağzında ölümün sesi! -Erzurum dağları kan ile boran Vadilerin koynunda ölümün sesi -Ezo gelin durmuş bakar yollara Umudun ardında ölümün sesi! -Bir ihtimal daha var Umuddan da öte ölümün sesi! Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme Bir gün öleceğim biliyorum Bunu her an ölür gibi biliyorum Anamın yüreğinde bir kor Ölene dek sönmeyecek bir ateş Kımıldanıp duracak hep Karım bomboş bulacak dünyayı -N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak Oysa insan yalnız ölür Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm Bir süre kaçacaklar insanlardan Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar -Yaşayıp gidiyorduk yahu Ne vardı acele edecek! Diyecekler Biliyorum yaklaşıyoruz her an Biliyorum oruçlu doğar insan Ölümün iftar sofrasına Son Söz Ve zaman döne döne Gelmişti başlangıç noktasına İlk yaratılış düğümüne Mahlukatın var olduğu Yüzüsuyu hürmetine Evrenin Efendisinin Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine. Hayatın menbaı Merhametin son durağı Madeni, muhabbet ocağının Ateşler içindeydi Yatağında. İltica etmişti sanki Kainat Kutsal tenine Hayata şafak olan alnında Ter taneleri Her biri insanlık çilesinden Bir haberdi sanki Bir an oldu Aralandı gözleri Sonsuzu kuşatan bakışları Süzdü ciğerparesi Fatıma'yı Süzdü tek tek çevresindeki Can dostlarını Kıpırdadı dudakları, dedi: -Ebu Bekir kıldırsın namazı Sonra daldı daldı uyandı Son defa aralandı Bakışları Yöneldi bir noktaya Karar kıldı bir noktada Ve dedi: -Merhaba ey refik-i ala! Olacak oldu Akıllar kamaştı Kalpler tutuştu Feryat ve figan gökleri tuttu Çekti kılıcını Faruk olan Sıçradı orta yere: -Kim derse ''O öldü'', öldürürüm! Ayrılık ateşinden Ateşin şiddetinden Sanki bendler çözülmüş Felekler çökmüştü Şuur tutuşmuş Akıl iflas etmişti. Sonra Sıddıyk olan Yetişti geldi Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına Sonra baktı çevresine Mahşerden önce mahşer hali yaşayan Ashabına Aline Ebu Bekir dedi: -Ey nas, susun! Kim ki Resulullaha tapmaktadır Bilsin ki Resul ölmüştür Kim ki Allaha tapmaktadır Bilsin ki Allah ölmez Hayy ve Layemuttur Ey nas, susun! ''İnna Lillah ve inna ileyhi raciun'' Sonra eğildi sevgilinin yüzüne Sürdü bulutlanmış gözlerini O güzellikler ülkesine Baktı baktı ve dedi: -Hayatında güzeldin Ölümünde güzelsin Öldün Bir daha ölmeyeceksin |
Erdem Bayazıt |
Ağaçlar Ellerimin önündeki dallar da Sarıldı yaprağa Göremiyorum karşı yamacı Erken mi yoldayım Ben mi geciktim Önümüzde bir çınar yükseliyor Her gece atlılar geliyor ona Destan söyleşip gidiyorlar Esmerlikleri Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha Dostum üşüyorum dedin Üşüme Korkuyorum -Korkma Kaçıyorum -Kaçma Ürperiyorum düşünceden -ürper Sabah trafik Çınara kim bakar Kim geçer dallarından Bahar mı geliyor Komşunun balkonunda Çamaşırlar renk rengarenk Kızlar göğüslerini Baharın ağacına İlk açan çiçeğine Dayadılar Arılarla erkekler boğuşuyor Arılarla uçan bütün çiçeklerle Ayaklarında taşınan tozlarla Akıyorlar alıp götürülürken Yaprak evlerin içindeki dişiliklere Dostum geç kaldın Güneş ne gün doğacaksa Söylediler duymadın geç kaldın Otur ağla sonra soframda doy Ekmek tut zeytin tat Açlığını eğlerken sen Bak nasıl ayçağın erleri Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler Karanlığı karaladılar yolları tuttular At tepmedeler Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip Kelime ettiler söz bilediler Zorun yamanı kolayladılar Sahip olun taşa demire Aleve Küle bile |
Cahit Zarifoğlu |
[TD="width: 100%, align: left"] |
Muhammed İkbal |
[TR] [TD="width: 100%"] |
Muhammed İkbal |
[TD="width: 100%, align: left"] |
Muhammed İkbal |
Bunun üzerine Almitra, 'Bize sevgiden bahset...' dedi. Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı. Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı. Ve yüksek bir sesle konuşmaya basladı: 'Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, Yolları sarp ve dik olsa da... Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da... Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de... Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de... En yükseklere uzanıp, Güneş'le titresen en hassas dallarınızı okşasa da, Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya çalıştıklarında... Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler... Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur; Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur... Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar, Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzünü yaratır... Ancak korkunun kıskacında, Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız, O zaman örtün çıplaklığınızı, Ve sevginin harman yerine adim atin... Adim atin, kahkahaların tümünün olmadığı, Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya, Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil... Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini, Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri... Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle... Sevdiğinizde, 'Tanrı benim kalbimde, ' yerine, Söyle deyin, 'Ben kalbindeyim Tanrı'nın...' Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda... Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka... Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun... Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali, Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak, Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla... Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak, Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak... Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek... Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua, Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...' |
Halil Cibran |
'Sait Mutlu,Sabri Arslan, Mehmet Emin Balyan,Ahmet Yücel'in aziz hatıralarına' Onlar gittiler Yalnız bir yemin kaldı aramızda Ben şimdi bu yanda Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim Namluda. Onlar gittiler Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında Ben şimdi bu yanda Gerilmiş bir an gibiyim Doğumla ölüm arasına. Onlar gittiler Gelen zamandan bir haber gibiydiler. Ben şimdi bu yanda İçilmiş bir and için bekleyenim Kurulmuş saat gibi. Onlar gittiler Giderken bir muştu gibiydiler. (Ankara,1968) |
Erdem Bayazıt |
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum Gözlerim parke parke taş duvarlarda Açılıyor hayal pencerelerim Hafif bir rüzgar gibi, süzülüyorum Kekik kokulu koyaklardan aşarak Güvercinler ülkesinde dolaşıyor Bir çeşme başı arıyorum Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp Mis gibi nane kokuları arasında Ruhumu dinlemek istiyorum Zikre dalmış her şey Güne gülümserken papatyalar Dualar gibi yükselir ümitlerim Güneşle kol kola kırlarda koşarak Siz peygamber çiçekleri toplarken Ben çeşme başında uzanmak istiyorum Huzur dolu içimde Ben sonsuzluğu düşünüyorum Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum Durun kapanmayın pencerelerim Güneşimi kapatmayın Beton çok soğuk, üşüyorum.. |
Muhsin Yazıcıoğlu |
Dün gece gördüm düşümde Seni özledim anne Elin yine ellerimde Gözlerin ağlamaklı Gözyaşlarını sildim anne Camlar düştü yerlere Elim elim kan içinde Yanıma gel yanıma anne İki yanımda iki polis Ellerim kelepçede Beni bul beni bul anne Dün gece gördüm düşümde Seni özledim anne Gözlerinden akan bendim Düştüm göğsüne Söyle canın yandı mı anne Camlar düştü yerlere Elim elim kan içinde Yanıma gel yanıma anne İki yanımda iki polis Ellerim kelepçede Beni bul beni bul anne |
Ahmet Kaya |