ilke
Paylaşımcı
- Katılım
- 6 Kas 2017
- Mesajlar
- 875
- Tepkime puanı
- 188
- Puanları
- 0
Mezhepsizlik Niçin "Dinsizliğin Köprüsü"dür? - Ebubekir Sifil
"MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİĞE KÖPRÜDÜR"
Allâme Muhammed Zâhid el-Kevserî(Rh.a.)
Hangi görüş ve prensibe sahip olursa olsun, siyaset adamlarından, samimiyet ve ihlâsla bir fikri, takib edeceği bir hedefi olmaksızın siyasetçi olduğunu iddia edenlere değer veren birine rastlayamazsınız. Bunun yanında karşılaştığı her gruba, "Ben sizinleyim" diyerek insanları aldatmaya yeltenenler de tıpkı bu tip siyasetçiler gibidir.
Bir yandan önüne gelen her gruba kendileriyle birlikte olduğu görünümünü verirken, diğer yandan şu veya bu gruplardan birinin yanında yer almayıp rastladığı her gruba "Ben sizinleyim" demek, bir insan için ne kötü bir haslettir!
İslâm dininde mezhepsizliği meslek edinerek bir o mezhebe, bir bu mezhebe gidip gelenlerin durumu ise, hepsinden daha beter ve daha çirkindir, metodları birbirine benzemeyen, hatta tek bir ilim dalında bile farklı kanaata sahip olan nice ilim adamı vardır. Bilinen felsefî doktrinlere dayandırmaksızın felsefeden dem vuran kimse, felsefeyle değil de, olsa olsa boşboğazlıkla alâkalandırılabilir. Çeşitli ilim dallarında -hatta Arabî ilimlerde bile- çalışanların kendilerine göre husûsî görüş ve prensipleri vardır ki, görmezlikten gelinemez ve ilimlerin an duru kaynağından yudumlamak isteyenler, bu işe samimiyet ve ciddiyetle sarılanları akılsızlık ve cehaletle itham edemezler.
Tâ İslâm'ın ilk devirlerinden zamanımıza kadar süregelen asırlar boyu âlimlerin üzerinde ehemmiyetle durduğu İslâm fıkhı gibi bir ilim dalı daha yoktur.
Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, İslâm'ın başlangıç devrelerinde ashabını dinî konularda bilgilendirmiş ve onlara hüküm çıkarma yollarını öğretmiştir. Öyle ki, altı kişi Peygamber aleyhissalâtü vesselâm zamanında fetvâ verir hale gelmişlerdi. Hazret-i Peygamber'in refik-i âlâya intikalinden sonra da diğer sahâbe bu zatlardan bilgiler almaya devam etmişlerdir. Bu zatların sahâbe ve tâbiîn arasında fetvâ konusunda şöhret kazanmış arkadaşları da vardı.
Vahyin beşiği olan Medine-i Münevvere, üçüncü Raşid Halifeler devrinin son zamanlarına kadar sahabenin yerleşim merkeziydi. Medineli birçok tâbiîn, sahâbeden intikal eden, fakat dağınık halde bulunan nice hadisi ve fıkhî bilgileri bir araya getirmişlerdir. Hatta bu Medineli yedi zat, fıkıh konusunda büyük bir mevkie sahiptiler. Büyük sahâbî İbn Ömer radıyallahü teâlâ anh, sahâbenin verdiği hükümler üzerinde geniş bilgi sahibi tâbiînin büyüklerinden Saîd b. el-Müseyyeb'i takdir eder ve kendisine babasının verdiği hükümlerle ilgili sorular sorardı.
Sonra bu zatların ilimleri, İmam Mâlik'in Medineli hocalarına intikal etmiş, Mâlik de bu bilgileri derleyip toparlamış ve kitlelere yaymıştır. Böylece yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru kendisine mezhep isnad edilmiştir. Binaenaleyh, önde gelen ulemâ da kendisinin öne sürdüğü delillerin kuvvetliliğini, takib ettiği yolun aydınlık olduğunu takdir ettiklerinden, asırlar boyu kendisine uydular. Eğer onun görüşüne tâbi herhangi bir âlim, ortaya bir mezhep koysa da insanları bu yeni mezhebe çağırsaydı, ilim erbabı arasından, derin bilgi ve sağlam görüş sahibi bu zatların arkasına düşecek insanlar mutlaka bulunurdu.
Ne var ki bu zatlar; söz birliğini bozmamak için ve mezhep sahibinden rivayet olunun bir takım zayıf meseleler yerlerini mezhep içerisindeki dirayetli, delil ve görüş yönünden daha kuvvetli ve daha sağlam olan kimselerin görüşlerine bırakacağım bildikleri için bu Medineli âlimin mezhebine uymayı tercih etmişlerdir. Bu yüzden mezhebin zayıf tarafları, anlayış ve idrak sahibi zatlarla son derece kuvvetli bir hale gelmiştir. Öyle ki müteahhirîn ulemâsından biri bu mezheple boy ölçüşmeye veya ona toslamaya kalksa kafasından olur!..
Ardından gidilen diğer müctehid imamların mezhepleri de böyle... İşte size Fâruk radıyallahü anh'in kurduğu ve çevresine dilleri fasih Arap kabilelerini yerleştirdiği Küfe şehri. O, bu şehir halkım Allah'ın dini hakkında bilgilendirmesi için buraya İbn Mesûd radıyallahü anh'i göndermiş ve onlara: "Abdullah'ı göndererek sizi kendime tercih ettim" demiştir.
Şu da var ki bu zatın diğer sahâbe arasında ilmî seviyesi çok büyüktü. Kendisi hakkında Ömer radıyallahu anh, "İlimle dopdolu" tâbirini kullanmıştır. Ayrıca bu zat hakkında şöyle bir hadis te vardır: "İbn Ümmü Abd'in ümmetim için beğendiğini ben de beğenirim." İşte bir Hadis-i şerif daha: "Kur'an-ı Kerim'i aslına uygun olarak indiği gibi okumak isteyenler onu İbn Ümmü Abd'in kırâatı gibi okusunlar."
İbn Mes'ûd'un bu kırâatını Asım, Zer b. Hubeyş'ten o da kendisinden rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ali b.Ebû Talib'in kırâatını da Asım, Ebû Abdurrahman Abdullah b.Habib es Sülemî'den o da ondan rivayet etmiştir.
İbn Mes'ud radıyallahu Tealâ anh, Ömer radıyallahu anh zamanında Osman radıyallahu anh’in hilafetinin sonlarına kadar Kûfelilerle öylesine ilgilenmiş ve onları öylesine bilgilendirmişir ki, Küfe şehri fakîhlerle dolup taşmıştır. Hz. Ali b. Ebû Talib, Kûfe'ye gelip de bu şehrin fakîhlerle dopdolu olduğunu görünce son derece sevinmiş ve: "Allah, İbn Ümmü Abd'den razı olsun, kendisi bu şehri ilimle doldurdu" demiştir.
"İlim Beldesinin Kapısı" da bu şehir ahâlisini bilgilendirmeye devam etmiştir. Öyle ki Küfe, Hz. Ali b. Ebû Talib kerremellâhü vechehu'nun burayı hilâfet merkezi yaptıktan ve bu şehre ilmî ve fikhî kudrete sahip ashabın intikalinden sonra, diğer İslâm şehirleri arasında benzersiz bir hale gelmiştir.
el-Iclî'nin anlattığına göre yalnızca Küfe şehrinde, burada ilim neşri için ikamet edip sonra Irak'ın diğer şehirlerine intikal edenler hariç, tam bin beşyüz sahâbe vardı. Ali ve İbn Mes'ûd radıyallahü anhümâ'nın ileri gelen arkadaşları da oradaydı. Eğer bu zevatın hâl tercümeleri bir kitapta toplanmış olsaydı, büyük ve hacimli bir kitap ortaya çıkardı.
Bu zevatın isimlerini şuracıkta sayıp dökecek değiliz; ancak şunu söylemek gerekir ki; İbrahim b. Yezid en-Nehaî, bu zatların dağınık haldeki bilgilerini bir araya toplamış olup bu zatın rey ve görüşleri Ebû Yusufun, Muhammed b. el-Hasan'ın, İbn Ebû Şeybe ve diğerlerinin eserlerinde mevcuttur. Sonra tenkitçiler bu zatın mürsellerini sahih kabul etmişlerdir. İbn Ömer radıyallahü anhüma'nın, hakkında, "Her ne kadar ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm'ın sözlerine kendi yanında şahit olmuşsam da bu sözler onun hafızasında benimkinden daha fazladır" dediği Şa'bî, mezkur zatı, şehirlerdeki bütün ulemâya tercih ederdi. Enes b. Şîrîn, "Küfeye vardığımda orada hadis tahsiliyle uğraşan dört bin kişi gördüm. Dört yüz kişi de fıkıh bilgisi almışlardı. Nitekim Ramehürmüzî'nin el-Fâsıl adlı kitabında da böyledir" demiştir.
Tahâvî ve diğerlerinin de dediği gibi, Ebû Hanîfe bu zatların ilimlerini, fıkıh, hadis, Kuran ve Arabî ilimlerde derin bilgi sahibi öğrencileri arasından kırk fakîhten oluşan fakîhler meclisinde meseleleri en seçkin arkadaşlarıyla enine boyuna tartıştıktan sonra tedviri ve tanzim etmiştir.(1) Kendi mezhebinden olmayan Muhammed b. îshak en-Nedim, İmam Azam hakkında şöyle söylüyor:
"Karada ve denizde, doğuda ve batıda, uzakta ve yakında ilim namına ne varsa hepsini o tedvin etmiştir."
Kendisi hakkında Şâfiî radıyallahü anh ise, "İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife'nin ıyâlidir" demiştir. Sonra fıkıh onun arkadaşlarının, arkadaşlarının arkadaşlarının elleriyle olgunlaşmış olup ıslah ve tashih için söylenecek her hangi bir şey bırakmamışlardır. Allah hepsinden razı olsun.
Bilâhare Şâfiî radıyallahü anh gelmiş, iki kaynağın suyunu birleştirmiştir. Ve Müslim b. Halid gibi Mekkeli hocalarından -ki bu zat ilmi İbn Cüreyc'den, o da Atâ'dan, o da İbn Abbas radıyallahü anhümâ'dan almıştır- devşirdiklerini de üzerine ilâve etmiştir. Şâfiî'nin arkadaşları, arkadaşlarının arkadaşları doğu ve batıyı tutmuş ve yeryüzünü ilim ve irfanla doldurmuşlardır. Onun ve arkadaşlarının ilim ve irfanı sayesinde Mısır halkı en yüksek bilgi seviyesine çıkmışlardır. Ömrünün son yıllarında Şâfiî Mısır'a yerleşerek yeni mezhebini orada neşretmiş (vefatından sonra da) oraya defnolunmuştur. Allah kendisinden razı olsun.
Bu makale, diğer fakîh ve müctehid imamların faziletlerini ve İslâm fıkhındaki yerlerini beyan etmeye müsait değildir. Bu zatların hepsi fıkhı meselelerin üçte birinde ittifak halindedirler. Kalan üçte biri ise ihtilâf ettikleri hususlar olup bu konuda öne sürdükleri deliller fukahamn kitaplarında mevcuttur.
Kayıtlı
Hasbünallâhû ve ni'mel vekîl
"MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİĞE KÖPRÜDÜR"
Allâme Muhammed Zâhid el-Kevserî(Rh.a.)
Hangi görüş ve prensibe sahip olursa olsun, siyaset adamlarından, samimiyet ve ihlâsla bir fikri, takib edeceği bir hedefi olmaksızın siyasetçi olduğunu iddia edenlere değer veren birine rastlayamazsınız. Bunun yanında karşılaştığı her gruba, "Ben sizinleyim" diyerek insanları aldatmaya yeltenenler de tıpkı bu tip siyasetçiler gibidir.
Bir yandan önüne gelen her gruba kendileriyle birlikte olduğu görünümünü verirken, diğer yandan şu veya bu gruplardan birinin yanında yer almayıp rastladığı her gruba "Ben sizinleyim" demek, bir insan için ne kötü bir haslettir!
İslâm dininde mezhepsizliği meslek edinerek bir o mezhebe, bir bu mezhebe gidip gelenlerin durumu ise, hepsinden daha beter ve daha çirkindir, metodları birbirine benzemeyen, hatta tek bir ilim dalında bile farklı kanaata sahip olan nice ilim adamı vardır. Bilinen felsefî doktrinlere dayandırmaksızın felsefeden dem vuran kimse, felsefeyle değil de, olsa olsa boşboğazlıkla alâkalandırılabilir. Çeşitli ilim dallarında -hatta Arabî ilimlerde bile- çalışanların kendilerine göre husûsî görüş ve prensipleri vardır ki, görmezlikten gelinemez ve ilimlerin an duru kaynağından yudumlamak isteyenler, bu işe samimiyet ve ciddiyetle sarılanları akılsızlık ve cehaletle itham edemezler.
Tâ İslâm'ın ilk devirlerinden zamanımıza kadar süregelen asırlar boyu âlimlerin üzerinde ehemmiyetle durduğu İslâm fıkhı gibi bir ilim dalı daha yoktur.
Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, İslâm'ın başlangıç devrelerinde ashabını dinî konularda bilgilendirmiş ve onlara hüküm çıkarma yollarını öğretmiştir. Öyle ki, altı kişi Peygamber aleyhissalâtü vesselâm zamanında fetvâ verir hale gelmişlerdi. Hazret-i Peygamber'in refik-i âlâya intikalinden sonra da diğer sahâbe bu zatlardan bilgiler almaya devam etmişlerdir. Bu zatların sahâbe ve tâbiîn arasında fetvâ konusunda şöhret kazanmış arkadaşları da vardı.
Vahyin beşiği olan Medine-i Münevvere, üçüncü Raşid Halifeler devrinin son zamanlarına kadar sahabenin yerleşim merkeziydi. Medineli birçok tâbiîn, sahâbeden intikal eden, fakat dağınık halde bulunan nice hadisi ve fıkhî bilgileri bir araya getirmişlerdir. Hatta bu Medineli yedi zat, fıkıh konusunda büyük bir mevkie sahiptiler. Büyük sahâbî İbn Ömer radıyallahü teâlâ anh, sahâbenin verdiği hükümler üzerinde geniş bilgi sahibi tâbiînin büyüklerinden Saîd b. el-Müseyyeb'i takdir eder ve kendisine babasının verdiği hükümlerle ilgili sorular sorardı.
Sonra bu zatların ilimleri, İmam Mâlik'in Medineli hocalarına intikal etmiş, Mâlik de bu bilgileri derleyip toparlamış ve kitlelere yaymıştır. Böylece yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru kendisine mezhep isnad edilmiştir. Binaenaleyh, önde gelen ulemâ da kendisinin öne sürdüğü delillerin kuvvetliliğini, takib ettiği yolun aydınlık olduğunu takdir ettiklerinden, asırlar boyu kendisine uydular. Eğer onun görüşüne tâbi herhangi bir âlim, ortaya bir mezhep koysa da insanları bu yeni mezhebe çağırsaydı, ilim erbabı arasından, derin bilgi ve sağlam görüş sahibi bu zatların arkasına düşecek insanlar mutlaka bulunurdu.
Ne var ki bu zatlar; söz birliğini bozmamak için ve mezhep sahibinden rivayet olunun bir takım zayıf meseleler yerlerini mezhep içerisindeki dirayetli, delil ve görüş yönünden daha kuvvetli ve daha sağlam olan kimselerin görüşlerine bırakacağım bildikleri için bu Medineli âlimin mezhebine uymayı tercih etmişlerdir. Bu yüzden mezhebin zayıf tarafları, anlayış ve idrak sahibi zatlarla son derece kuvvetli bir hale gelmiştir. Öyle ki müteahhirîn ulemâsından biri bu mezheple boy ölçüşmeye veya ona toslamaya kalksa kafasından olur!..
Ardından gidilen diğer müctehid imamların mezhepleri de böyle... İşte size Fâruk radıyallahü anh'in kurduğu ve çevresine dilleri fasih Arap kabilelerini yerleştirdiği Küfe şehri. O, bu şehir halkım Allah'ın dini hakkında bilgilendirmesi için buraya İbn Mesûd radıyallahü anh'i göndermiş ve onlara: "Abdullah'ı göndererek sizi kendime tercih ettim" demiştir.
Şu da var ki bu zatın diğer sahâbe arasında ilmî seviyesi çok büyüktü. Kendisi hakkında Ömer radıyallahu anh, "İlimle dopdolu" tâbirini kullanmıştır. Ayrıca bu zat hakkında şöyle bir hadis te vardır: "İbn Ümmü Abd'in ümmetim için beğendiğini ben de beğenirim." İşte bir Hadis-i şerif daha: "Kur'an-ı Kerim'i aslına uygun olarak indiği gibi okumak isteyenler onu İbn Ümmü Abd'in kırâatı gibi okusunlar."
İbn Mes'ûd'un bu kırâatını Asım, Zer b. Hubeyş'ten o da kendisinden rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ali b.Ebû Talib'in kırâatını da Asım, Ebû Abdurrahman Abdullah b.Habib es Sülemî'den o da ondan rivayet etmiştir.
İbn Mes'ud radıyallahu Tealâ anh, Ömer radıyallahu anh zamanında Osman radıyallahu anh’in hilafetinin sonlarına kadar Kûfelilerle öylesine ilgilenmiş ve onları öylesine bilgilendirmişir ki, Küfe şehri fakîhlerle dolup taşmıştır. Hz. Ali b. Ebû Talib, Kûfe'ye gelip de bu şehrin fakîhlerle dopdolu olduğunu görünce son derece sevinmiş ve: "Allah, İbn Ümmü Abd'den razı olsun, kendisi bu şehri ilimle doldurdu" demiştir.
"İlim Beldesinin Kapısı" da bu şehir ahâlisini bilgilendirmeye devam etmiştir. Öyle ki Küfe, Hz. Ali b. Ebû Talib kerremellâhü vechehu'nun burayı hilâfet merkezi yaptıktan ve bu şehre ilmî ve fikhî kudrete sahip ashabın intikalinden sonra, diğer İslâm şehirleri arasında benzersiz bir hale gelmiştir.
el-Iclî'nin anlattığına göre yalnızca Küfe şehrinde, burada ilim neşri için ikamet edip sonra Irak'ın diğer şehirlerine intikal edenler hariç, tam bin beşyüz sahâbe vardı. Ali ve İbn Mes'ûd radıyallahü anhümâ'nın ileri gelen arkadaşları da oradaydı. Eğer bu zevatın hâl tercümeleri bir kitapta toplanmış olsaydı, büyük ve hacimli bir kitap ortaya çıkardı.
Bu zevatın isimlerini şuracıkta sayıp dökecek değiliz; ancak şunu söylemek gerekir ki; İbrahim b. Yezid en-Nehaî, bu zatların dağınık haldeki bilgilerini bir araya toplamış olup bu zatın rey ve görüşleri Ebû Yusufun, Muhammed b. el-Hasan'ın, İbn Ebû Şeybe ve diğerlerinin eserlerinde mevcuttur. Sonra tenkitçiler bu zatın mürsellerini sahih kabul etmişlerdir. İbn Ömer radıyallahü anhüma'nın, hakkında, "Her ne kadar ben Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm'ın sözlerine kendi yanında şahit olmuşsam da bu sözler onun hafızasında benimkinden daha fazladır" dediği Şa'bî, mezkur zatı, şehirlerdeki bütün ulemâya tercih ederdi. Enes b. Şîrîn, "Küfeye vardığımda orada hadis tahsiliyle uğraşan dört bin kişi gördüm. Dört yüz kişi de fıkıh bilgisi almışlardı. Nitekim Ramehürmüzî'nin el-Fâsıl adlı kitabında da böyledir" demiştir.
Tahâvî ve diğerlerinin de dediği gibi, Ebû Hanîfe bu zatların ilimlerini, fıkıh, hadis, Kuran ve Arabî ilimlerde derin bilgi sahibi öğrencileri arasından kırk fakîhten oluşan fakîhler meclisinde meseleleri en seçkin arkadaşlarıyla enine boyuna tartıştıktan sonra tedviri ve tanzim etmiştir.(1) Kendi mezhebinden olmayan Muhammed b. îshak en-Nedim, İmam Azam hakkında şöyle söylüyor:
"Karada ve denizde, doğuda ve batıda, uzakta ve yakında ilim namına ne varsa hepsini o tedvin etmiştir."
Kendisi hakkında Şâfiî radıyallahü anh ise, "İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife'nin ıyâlidir" demiştir. Sonra fıkıh onun arkadaşlarının, arkadaşlarının arkadaşlarının elleriyle olgunlaşmış olup ıslah ve tashih için söylenecek her hangi bir şey bırakmamışlardır. Allah hepsinden razı olsun.
Bilâhare Şâfiî radıyallahü anh gelmiş, iki kaynağın suyunu birleştirmiştir. Ve Müslim b. Halid gibi Mekkeli hocalarından -ki bu zat ilmi İbn Cüreyc'den, o da Atâ'dan, o da İbn Abbas radıyallahü anhümâ'dan almıştır- devşirdiklerini de üzerine ilâve etmiştir. Şâfiî'nin arkadaşları, arkadaşlarının arkadaşları doğu ve batıyı tutmuş ve yeryüzünü ilim ve irfanla doldurmuşlardır. Onun ve arkadaşlarının ilim ve irfanı sayesinde Mısır halkı en yüksek bilgi seviyesine çıkmışlardır. Ömrünün son yıllarında Şâfiî Mısır'a yerleşerek yeni mezhebini orada neşretmiş (vefatından sonra da) oraya defnolunmuştur. Allah kendisinden razı olsun.
Bu makale, diğer fakîh ve müctehid imamların faziletlerini ve İslâm fıkhındaki yerlerini beyan etmeye müsait değildir. Bu zatların hepsi fıkhı meselelerin üçte birinde ittifak halindedirler. Kalan üçte biri ise ihtilâf ettikleri hususlar olup bu konuda öne sürdükleri deliller fukahamn kitaplarında mevcuttur.

Hasbünallâhû ve ni'mel vekîl