spesifik
آزادی قید و بند
Düşman insanı hayata bağlar. Hele de bu düşman İslam düşmanı ise kişinin islama daha sıkı bağlanmasına vesile olur. Gece gündüz ondan alacağı intikamı düşünür ve bundan dolayı düşman insanı devamlı canlı ve aktif tutar. O düşmanı mağlub etmek için planlar hazırlar, fikir yürütür, onunla yatar onunla kalkar böylece kendisini daha güçlü hisseder. Bize nasıl dost lazım ise düşman da o kadar lazımdır.
Buraya kadar bir sıkıntı yok. Asıl mesele, bazı cemaatleşememiş grupların, dostu düşman, düşmanı da dost gibi göstermesi ve kendi fikrine uymayan alimleri ve görüşlerini kendi cemaat mensuplarına düşman olarak tanıtmasıdır. Bunların başında da dört fıkhî mezheb, bu mezhebin imamları ve onlara tabi olanların düşman gösterilmesi gibi…
Bu kişiler sohbet halkalarındaki yeni gençlerin, içinde bulunan potansiyel düşmanlık güdüsünü dört mezhep imamının üzerine kanalize ederler.
Özellikle gençler düşman edinme konusunda çok hassas ve acelecidirler. İçlerindeki düşmanlık egolarını bir yerlere boşaltmak isterler. Onlara hocalık ve rehberlik yapan kişinin ağzından çıkacak şu kelimeyi sabırsızlıkla beklerler Şunlar sapık, işte sizin düşmanınız şunlar şunlar….
Bazı gruplar kendi üyelerine onların hamasetlerini artıracak- düşmanlar sunarak onları o davada ve o grupta tutmaya çalışırlar. Onlar da biliyorlar ki “düşman” gösteremezse o gençleri grupta tutamazlar.
İşte maalesef bu gibi gençlere hocalık yapan bu şahısların ağzından “mezhep” kelimesi çıkmış olacak ki, bu gençler asırlardır ümmetin üzerinde ittifak ettiği dört mezhebin birer düşmanı haline getirilmişlerdir.
Hocası tarafından hedef gösterilen ve kendisine yeni bir düşman kazanan gencin artık içi içine sığmamaktadır. Mezhebe tabi olmanın sapıklık olduğunu duydu ya, ertesi günü birinin ağzından mezhep kelimesi çıktı mı hemen lafı yapıştıracaktı. Çünkü bir düşman edinmişti artık. Onu hayata bağlayacak bir vesile vardı o genç için. Dinini bu mezheplere karşı bir asker gibi koruyacaktı. Ebu hanife’yi, imam şafi’yi artık meclislerine sokmayacaktı. Onların adını ağızlarına alanlara sapık gözüyle bakacaktı. “Bugüne kadar bu mezheplere uyarak nasıl da büyük bir hata yapmışız” diyecekti. Oğlum! kadına dokundun git abdest al dediğinde “baba! Ben şafi değil müslümanım” diyerek bundan gurur duyacaktı…
Şunu söylemek gerekir ki mezhep; ne bir şahsa ne de o şahsın yoluna bağlanmaktır. Mezhep; kişinin ilmi yetersizliğinden dolayı, ilmi yeterliliği olan, ayet ve hadislerden hüküm ve fetvalar çıkarmaya yetkili olan, ümmetin kabul ettiği bir alimin (müctehidin) ilmine kendisini teslim etmesidir. Mezhebe tabi olmak işi ehline vermektir. Çünkü bu yetkiyi onlara önce Allah (c.c) ve sonra da resulü vermiştir.
Evet, müctehidlerden sadece birinin bütün görüşlerine uyan bir kimse bu müctehid ister hata etsin ister etmesin mesuliyetten kurtulmuş olur. Diğer müctehidlere uyanların durumu da böyledir. İslamın güneşi doğduğundan beri bu ümmet, müctehid hata etse de mukallidin mesuliyetten kurtulacağını kabul etmiştir. Eğer müctehidin hatasından dolayı mukallit mesuliyetten kurtulmamış olsaydı müctehide bir ecir verilmezdi.
Mezheplerinin sunduğu hizmet, çalışmalarında gösterdikleri dikkat ve titizlik, meseleleri yerli yerince tedvin ve tertipleri,vasıta ve sebepleri erbabına sıhhatli ve doğru bir şekilde dayandırmada verdikleri güven ve itimat sebebiyledir ki, geçmiş müctehidlerden kendilerine fetva sorulanların en hayırlıları, bu dinin alimlerinin tamamının ittifak ve icmaıyla dört mezhep imamıdır.
Mezhepler; kuran, sünnet ve sahabe öğretilerinden istinbat ettikleri usul ve kaidelerle, her çağda ümmetin ihtiyaç duyduğu soru, sorun ve ihtiyaca cevap bulabildikleri gibi ileride karşılaşılabilecek meselelere de çare olabilecek zenginliktedir elhamdulillah. Mezhepler vesilesiyle, çözüme kavuşmuş meselelerde, yeni deliller beklemeye, gelen delillerle fikir değiştirmeye ihtiyaç olmadığını belirtmek isteriz. Fikirlerimizde herhangi bir değişiklik olmamasının sebebi delilimizi aldığımız yerin sağlam olmasındandır. Bundan dolayı bugün bu fikirde yarın başka fikirde olacak değiliz.
Din tamamlandığı gibi fıkıh da tamamlanmıştır, hadis de...Yeni güncel meseleler müstesna. Zaten o meseleleri de aynı usul ve kaidelerle değerlendirebilecek zenginlikteyiz elhamdulillah. Çözüme kavuşmuş meseleleri, çözülmemiş gibi göstererek, ısıtıp ısıtıp gündeme getirmenin, Müslümanların gündemini bunlarla meşgul etmenin bir manası yoktur.
Mezheplerin nasıl meydana geldiğini ne şekilde hareket ettiğini yazacak değiliz. Sadece mezhep düşmanlığının ana sebeplerini incelemeye çalışacağız.
1- Kendi Görüşünü Tek Doğru Olarak Kabul Ettirme Arzusu
Onlar da biliyorlar ki; insanların kafasından mezheplerin fetva ve hükümlerini silmeden kendi görüşlerini kabul ettiremeyeceklerdir. Bundan dolayı mezhepleri ve mezheplerin müctehid imamlarının insanlar nezdindeki değerini düşürmek gerekir. İnsanları imam şafi’den soğutup kendisine yönlendirmesi lazım. Bütün takdiri, teveccühü ve iltifatı kendisinde toplaması lazım.
Ebu hanifenin sadece birkaç hadis bildiğini söylemesi lazım kendi cemaat mensubuna ki hadis ezberlemeye başlamış olan gruptaki elemanın iştahını arttırsın.
Kendilerine ulaşan hadislerin o imamlara ulaşmadığını ilan etmesi lazım.
O imamlar için hadislere ulaşmak zor ama bizim için klavyenin bir tuşuna basmak kadar kolay olduğunu anlatması lazım kendisini müctehid olmaya hazırlayan yeni gence…
Dört imamın da kendi görüş ve re’yi ile fetva verdiklerini, dolayısıyla sünneti arka plana attıklarını vurgulaması lazım.
Ki sünnet düşmanı benim de düşmanımdır diyerek galeyana gelsin samimi gençler. Peygamber döneminde mezhep mi vardı gibi mantıki bir soru sorarak en zeki öğrencisinin felsefe yaparak zekasını çalıştırmasına vesile olması lazım..
Sizin de malumunuz; Yaşasalardı eğer imam ebu hanifeye, imama şafiye “hadis dersi” vermeye meraklı bir sürü müctehid alim!!! türedi son zamanlarda…
Kimileri müctehid mezhep imamlarının fıkıh ve akaid kitaplarını devredışı bırakmak için kendi anlayışlarını temsil eden kitaplar(eserler) bastırıp sonra da insanlara “EY İNSANLAR, MUHAMMED’İN (S.A.S) FIKHINI MI İSTERSİNİZ YOKSA EBU HANİFE VE ŞAFİİ’NİNKİNİ Mİ gibi sloganlarla sanki bu alimlerin ehli sünnet dışında olduğunu intibasını uyandırırlar...
Yine mezhep düşmanlığını kendisine şiar edinmiş bir kişi kütübi sitteden birini okur ve orada Hanefi mezhebine muhalif bir hadis görür, sonra da “Ebu hanife'nin mezhebini yere çalın ve Resulallah’(s.a.s)in hadisiyle amel edin” der ve kendince zafer kazandığını sanar..
Ne acıdır ki kiminle temas kurmuş ve hangi insana musallat olmuşlarsa, bu insanların kalplerinden dört mezhebin imamına karşı itimad ve güveni söküp almış ve onlara, kendilerinin de meseleleri tıpkı bu imamlar gibi anlayabilecekleri ve onlar gibi ictihad edebilecekleri şuurunu vermişlerdir.
İmam şafi, İmam ebu Hanife, imam malik ve imam Ahmed bin hanbel gibi zatlara alerjisi olan yeni bir nesil türediği acı bir gerçek. Şayet avamdan herhangi bir kimse kendilerine fetva sorarsa ictihad eder, ona cevap verirler. Bunda herhangi bir mahzur görmezler. Ama Ebu Hanife, Şafi, Malik ve Ahmed’den fetva soranlara karşı çıkar, bunun yanlış olduğunu söylerler.
2- Mezhep Tabi Olmanın Tefrikaya, Ümmeti Bölmeye ve Gruplaşmaya Yol Açtığına İnanırlar.
Bu anlayışa göre mezhep düşmanları, mezhep imamlarının ictihad ederlerken kitap ve sünnetten başka bir kaynağa başvurduklarını, bu yüzden de bu imamların mezheplerinin Resulallah’ın (s.a.s) mezhebinden (yolundan) ayrı birer mezhep olduğunu ve onun mezhebine rakip olarak ortaya çıktıklarını düşünüyor. Bu söze aldananların dikkatlerini de daha gerçek bir mezhebe çekmek istiyor ve onlara “peygamberin (yolu) mezhebi masum iken bu mezhepler masum ve hatasız değiller”
diyerek getirdiği bu delille sözünü isbata çalışıyor ve “nasıl olurda sizler masum olanı bırakıp hatadan masum olmayana yönelirsiniz” diyor. Böylelikle bu mezheplerin dinde tefrika çıkardığı yaygarasını kopararak kendine taraftar toplayıp, alimlerden nefret ettirme ve onların yollarını basite alma planı başarıya kavuşmuş olmaktadır.
Avamdan biri, ictihad imamlarının gittiği yoldan gitmeyi reddediyorsa, aslında nefsi arzularına uymayı kendisine mubah kılmış demektir. O zaman kayıt ve sınır tanımamazlık olur. Ne gariptir ki bu gibi kimseler, dört mezhebin ümmet arasına
tefrika soktuğu görüşünü ileri sürenlerdir. Öyle ki bazıları fıkıhta bir mezhebe bağlı olmayı sapıklık olarak kabul ederler. Mezhep alimlerini ilah kabul ettiklerini söylerler. Aslında mezhepleri insanların kafasından silmeden kendi görüşlerini kabul ettiremeyeceğini bilirler. Acaba bunların dediği olsa ve ittifak edilen hususların dışında kalan meselelerde her insanın bir mezhebi olsa o zaman birlik daha mı iyi sağlanır
3- Mezhep İmamlarının Kendi Hevasına Göre Hüküm Verdiğine İnanması
Bir kimse, müctehid mezhep alimlerinin kendi heva ve heveslerinden değil, bizzat kuran ve sünnetten ve sahabe öğretilerinden istinbat ettikleri delillerle hüküm verdiklerini kabul etmiyorsa, o kimse ile tartışılmaz. O kimsenin ilimden nasibi yoktur. Böyle düşünen biriyle tartışmamak yapılacak en güzel davranıştır.
Şunu da belirtmek isterizki. Öncelikle müctehid mezhep alimlerinin kendi heva ve heveslerinden değil, bizzat kuran ve sünnetten ve sahabe öğretilerinden istinbat ettikleri delillerle hüküm verdiklerini kabul etmemiz gerekmektedir. Eğer bunu bu şekilde kabul etmiyorsanız bu yazının devamını okumanıza gerek yoktur. Bu yazıyı yazarken çekmiş olduğumuz zahmet de
bizden olsun. Kişi eğer onların imam olduklarına inanmıyorsa aksine “ onlarda adam biz de adamız” diyorsa bu defa onların usul ve kaidelerini araştırma zahmeti içine girmeyecek, kendisini onlardan daha alim görerek o imamlara hücuma geçecektir.
Onların verdikleri hükümleri hafife almak onların delil aldıkları yeri hafife almak demektir. Bu tehlikeden sizleri uyandırmak isteriz.
Ayrıca (tenzih ederiz)Alimleri mezheplere göre sınıflandırarak “mezhebe tabi olmayan alimi ehl-i sünnet, mezhebe tabi olanları ise ehl-i sünnet dışı” olarak göstermek büyük bir insafsızlıktır. Aslına ters düşmektir. Aslını inkar etmektir.
Ümmet şu zamana kadar hep mezheplere tabi olarak günümüze kadar gelmişlerdir. Alimler hep onların belirlemiş olduğu usul ve kaideleri takip ederek hüküm çıkarıp fetva vermişlerdir. Alimlerin hiçbiri ehil olmadıkça mezhep alimlerinin kurmuş olduğu bu fıkıh binasına dokunmamışlardır. Böyle bir miras bıraktıkları için Allah (c.c) onlardan razı olsun.
4- Mezheblerin Zayıf Hadislerle Amel Ettiğine İnanması..
“Bize düşen Resulallah’tan gelen sahih hadislerle amel etmektir” sloganıyla hareket ederek mezhep imamlarının sahih hadislere vakıf olmadıkları izlenimini uyandırırlar. Bu düşünceyi taşıyan kardeşlerimize hayret ediyoruz. Hadislerin sıhhatı konusunda müçtehide değil de mütercime itibar ediyorlar. Müçtehide uymak ağrılarına mı gidiyor acaba Halbuki mütercimle müctehid arasında dağlar kadar fark var.
Son olarak şunu belirtmek gerekir ki özellikle çağımızda Müslümanın, fıkıh usulü ve fıkıh ilminin kendisi hakkında malumatının bulunması gereklidir. Müslüman, usulü fıkıh okuyunca fıkha, alimlerin içtihadına ve birçok hükümdeki ihtilafına bakışı da değişir. O zaman bu ihtilafların normal olduğunu görecektir. Bu ilmi okumadan orada burada ilme dair konuşması her zaman hata yapmasına sebep olacaktır. Terazi eksik ya da eğri olunca bu defa bütün meseleleri eksik ve eğri değerlendirmeye başlayacaktır.
İşte biz bundan dolayı usulü fıkıh ilmi almamış kardeşlerimizle konuşmaktan ve münazara yapmaktan her zaman uzak durmuşuzdur. Ki bize karşı cahilce ve kindarca bir tavır alıp bize taassup etiketini yapıştırmasın. Bundan dolayıdır ki bırakın tartışmamamız gereken meseleleri, tartışmamız ve ortak hareket etmemiz gereken meseleleri bile konuşamaz olmuşuz.
Biz diyoruz ki; İlim arttıkça muhalifler arasındaki ihtilaf da azalır.
Usulü fıkhı okuduğu halde kişinin fıkıh ve fıkıh imamlarının mezhepleri konusunda görüşünün aynı kalması mümkün değildir.
Onun için fıkıh usulü ve fıkhın okunmasını ısrarla istiyoruz. Çünkü öyle bir asırda yaşıyoruz ki, kişiyi ancak köklü bir ilim sapıklıktan kurtarabilir.
Bu ilmi öğrenmemek için inat etmek, iyileşeceğini bildiği için (inadından dolayı) ilaç içmeyen hastaya benzer. Bu ilmi okumayan kişi daima hata yapmaya mahkumdur. Fıkıh alanında söylediklerimiz akaid alanında da tasavvuf alanında da geçerlidir. Çünkü bu ilimlere hata karışınca ilaç olacakları yerde hastalık doğurucu olurlar. Sapıtma için bir vasıta durumuna düşerler.
Bizler fikirsel olarak iki zümre ile mücadelemizi devam ettirmekteyiz. Biri müctehid imamları tahkir etmek, geçmişte yaşayan ulemanın Kuran-ı Kerimin ruhuna vakıf olmadığını iddia ederek; “Efendim…! Ehl-i sünnetin hiç mi hatası yoktur Müctehid imamların görüşlerini (mezhepleri) bir kenara bırakalım, toplumun ihtiyacı olan yeni projeler üretelim “gibi sloganlarla islam şeriatının savunucusu olan imamları devre dışı bırakarak, devlet yanlısı, demokrat ve modernist bir din (tağutun istediği gibi bir din) icat etmeye çalışanlar… Diğeri; Masum olmadıklarını gerekçe göstererek müctehid alimlerin belirlemiş olduğu usul, kaide ve hükümleri elinin tersiyle iterek –müçtehitlerden bağımsız olarak- ehil olmadan ayet ve hadisleri yeniden değerlendirmek suretiyle yeni bir şeriat fıkıh oluşturmaya çalışanlar.
Şunu belirtmek isteriz ki; geçmiştekilerin kurallarını ilga eden yeni kuralların ortaya konabileceğini ve halkın eski kuralları bırakıp bu kurallar etrafında toplanacağını sananlar vehim içerisindedir.
Yahu bırakın Müslümanların yakasını da varsınlar asırlar boyu taklid edilmelerinde ve arkalarından gidilmelerinde herkesin mutabık kaldığı (kendi) imamlarının arkalarından gitsinler. Eğer istiyorsanız sizler de, dün mevcut olmayan ve o müctehid imamların kendi zamanlarında söz konusu etmedikleri yeni meselelerle ilgili hükümleri ortaya koymakta varın ictihad edin.
Biz sizlere başarılar diliyor, ortaya isabetli ve doğru fikirler koymanızı temenni ediyoruz.
Gökhan Arslan
Buraya kadar bir sıkıntı yok. Asıl mesele, bazı cemaatleşememiş grupların, dostu düşman, düşmanı da dost gibi göstermesi ve kendi fikrine uymayan alimleri ve görüşlerini kendi cemaat mensuplarına düşman olarak tanıtmasıdır. Bunların başında da dört fıkhî mezheb, bu mezhebin imamları ve onlara tabi olanların düşman gösterilmesi gibi…
Bu kişiler sohbet halkalarındaki yeni gençlerin, içinde bulunan potansiyel düşmanlık güdüsünü dört mezhep imamının üzerine kanalize ederler.
Özellikle gençler düşman edinme konusunda çok hassas ve acelecidirler. İçlerindeki düşmanlık egolarını bir yerlere boşaltmak isterler. Onlara hocalık ve rehberlik yapan kişinin ağzından çıkacak şu kelimeyi sabırsızlıkla beklerler Şunlar sapık, işte sizin düşmanınız şunlar şunlar….
Bazı gruplar kendi üyelerine onların hamasetlerini artıracak- düşmanlar sunarak onları o davada ve o grupta tutmaya çalışırlar. Onlar da biliyorlar ki “düşman” gösteremezse o gençleri grupta tutamazlar.
İşte maalesef bu gibi gençlere hocalık yapan bu şahısların ağzından “mezhep” kelimesi çıkmış olacak ki, bu gençler asırlardır ümmetin üzerinde ittifak ettiği dört mezhebin birer düşmanı haline getirilmişlerdir.
Hocası tarafından hedef gösterilen ve kendisine yeni bir düşman kazanan gencin artık içi içine sığmamaktadır. Mezhebe tabi olmanın sapıklık olduğunu duydu ya, ertesi günü birinin ağzından mezhep kelimesi çıktı mı hemen lafı yapıştıracaktı. Çünkü bir düşman edinmişti artık. Onu hayata bağlayacak bir vesile vardı o genç için. Dinini bu mezheplere karşı bir asker gibi koruyacaktı. Ebu hanife’yi, imam şafi’yi artık meclislerine sokmayacaktı. Onların adını ağızlarına alanlara sapık gözüyle bakacaktı. “Bugüne kadar bu mezheplere uyarak nasıl da büyük bir hata yapmışız” diyecekti. Oğlum! kadına dokundun git abdest al dediğinde “baba! Ben şafi değil müslümanım” diyerek bundan gurur duyacaktı…
Şunu söylemek gerekir ki mezhep; ne bir şahsa ne de o şahsın yoluna bağlanmaktır. Mezhep; kişinin ilmi yetersizliğinden dolayı, ilmi yeterliliği olan, ayet ve hadislerden hüküm ve fetvalar çıkarmaya yetkili olan, ümmetin kabul ettiği bir alimin (müctehidin) ilmine kendisini teslim etmesidir. Mezhebe tabi olmak işi ehline vermektir. Çünkü bu yetkiyi onlara önce Allah (c.c) ve sonra da resulü vermiştir.
Evet, müctehidlerden sadece birinin bütün görüşlerine uyan bir kimse bu müctehid ister hata etsin ister etmesin mesuliyetten kurtulmuş olur. Diğer müctehidlere uyanların durumu da böyledir. İslamın güneşi doğduğundan beri bu ümmet, müctehid hata etse de mukallidin mesuliyetten kurtulacağını kabul etmiştir. Eğer müctehidin hatasından dolayı mukallit mesuliyetten kurtulmamış olsaydı müctehide bir ecir verilmezdi.
Mezheplerinin sunduğu hizmet, çalışmalarında gösterdikleri dikkat ve titizlik, meseleleri yerli yerince tedvin ve tertipleri,vasıta ve sebepleri erbabına sıhhatli ve doğru bir şekilde dayandırmada verdikleri güven ve itimat sebebiyledir ki, geçmiş müctehidlerden kendilerine fetva sorulanların en hayırlıları, bu dinin alimlerinin tamamının ittifak ve icmaıyla dört mezhep imamıdır.
Mezhepler; kuran, sünnet ve sahabe öğretilerinden istinbat ettikleri usul ve kaidelerle, her çağda ümmetin ihtiyaç duyduğu soru, sorun ve ihtiyaca cevap bulabildikleri gibi ileride karşılaşılabilecek meselelere de çare olabilecek zenginliktedir elhamdulillah. Mezhepler vesilesiyle, çözüme kavuşmuş meselelerde, yeni deliller beklemeye, gelen delillerle fikir değiştirmeye ihtiyaç olmadığını belirtmek isteriz. Fikirlerimizde herhangi bir değişiklik olmamasının sebebi delilimizi aldığımız yerin sağlam olmasındandır. Bundan dolayı bugün bu fikirde yarın başka fikirde olacak değiliz.
Din tamamlandığı gibi fıkıh da tamamlanmıştır, hadis de...Yeni güncel meseleler müstesna. Zaten o meseleleri de aynı usul ve kaidelerle değerlendirebilecek zenginlikteyiz elhamdulillah. Çözüme kavuşmuş meseleleri, çözülmemiş gibi göstererek, ısıtıp ısıtıp gündeme getirmenin, Müslümanların gündemini bunlarla meşgul etmenin bir manası yoktur.
Mezheplerin nasıl meydana geldiğini ne şekilde hareket ettiğini yazacak değiliz. Sadece mezhep düşmanlığının ana sebeplerini incelemeye çalışacağız.
1- Kendi Görüşünü Tek Doğru Olarak Kabul Ettirme Arzusu
Onlar da biliyorlar ki; insanların kafasından mezheplerin fetva ve hükümlerini silmeden kendi görüşlerini kabul ettiremeyeceklerdir. Bundan dolayı mezhepleri ve mezheplerin müctehid imamlarının insanlar nezdindeki değerini düşürmek gerekir. İnsanları imam şafi’den soğutup kendisine yönlendirmesi lazım. Bütün takdiri, teveccühü ve iltifatı kendisinde toplaması lazım.
Ebu hanifenin sadece birkaç hadis bildiğini söylemesi lazım kendi cemaat mensubuna ki hadis ezberlemeye başlamış olan gruptaki elemanın iştahını arttırsın.
Kendilerine ulaşan hadislerin o imamlara ulaşmadığını ilan etmesi lazım.
O imamlar için hadislere ulaşmak zor ama bizim için klavyenin bir tuşuna basmak kadar kolay olduğunu anlatması lazım kendisini müctehid olmaya hazırlayan yeni gence…
Dört imamın da kendi görüş ve re’yi ile fetva verdiklerini, dolayısıyla sünneti arka plana attıklarını vurgulaması lazım.
Ki sünnet düşmanı benim de düşmanımdır diyerek galeyana gelsin samimi gençler. Peygamber döneminde mezhep mi vardı gibi mantıki bir soru sorarak en zeki öğrencisinin felsefe yaparak zekasını çalıştırmasına vesile olması lazım..
Sizin de malumunuz; Yaşasalardı eğer imam ebu hanifeye, imama şafiye “hadis dersi” vermeye meraklı bir sürü müctehid alim!!! türedi son zamanlarda…
Kimileri müctehid mezhep imamlarının fıkıh ve akaid kitaplarını devredışı bırakmak için kendi anlayışlarını temsil eden kitaplar(eserler) bastırıp sonra da insanlara “EY İNSANLAR, MUHAMMED’İN (S.A.S) FIKHINI MI İSTERSİNİZ YOKSA EBU HANİFE VE ŞAFİİ’NİNKİNİ Mİ gibi sloganlarla sanki bu alimlerin ehli sünnet dışında olduğunu intibasını uyandırırlar...
Yine mezhep düşmanlığını kendisine şiar edinmiş bir kişi kütübi sitteden birini okur ve orada Hanefi mezhebine muhalif bir hadis görür, sonra da “Ebu hanife'nin mezhebini yere çalın ve Resulallah’(s.a.s)in hadisiyle amel edin” der ve kendince zafer kazandığını sanar..
Ne acıdır ki kiminle temas kurmuş ve hangi insana musallat olmuşlarsa, bu insanların kalplerinden dört mezhebin imamına karşı itimad ve güveni söküp almış ve onlara, kendilerinin de meseleleri tıpkı bu imamlar gibi anlayabilecekleri ve onlar gibi ictihad edebilecekleri şuurunu vermişlerdir.
İmam şafi, İmam ebu Hanife, imam malik ve imam Ahmed bin hanbel gibi zatlara alerjisi olan yeni bir nesil türediği acı bir gerçek. Şayet avamdan herhangi bir kimse kendilerine fetva sorarsa ictihad eder, ona cevap verirler. Bunda herhangi bir mahzur görmezler. Ama Ebu Hanife, Şafi, Malik ve Ahmed’den fetva soranlara karşı çıkar, bunun yanlış olduğunu söylerler.
2- Mezhep Tabi Olmanın Tefrikaya, Ümmeti Bölmeye ve Gruplaşmaya Yol Açtığına İnanırlar.
Bu anlayışa göre mezhep düşmanları, mezhep imamlarının ictihad ederlerken kitap ve sünnetten başka bir kaynağa başvurduklarını, bu yüzden de bu imamların mezheplerinin Resulallah’ın (s.a.s) mezhebinden (yolundan) ayrı birer mezhep olduğunu ve onun mezhebine rakip olarak ortaya çıktıklarını düşünüyor. Bu söze aldananların dikkatlerini de daha gerçek bir mezhebe çekmek istiyor ve onlara “peygamberin (yolu) mezhebi masum iken bu mezhepler masum ve hatasız değiller”
diyerek getirdiği bu delille sözünü isbata çalışıyor ve “nasıl olurda sizler masum olanı bırakıp hatadan masum olmayana yönelirsiniz” diyor. Böylelikle bu mezheplerin dinde tefrika çıkardığı yaygarasını kopararak kendine taraftar toplayıp, alimlerden nefret ettirme ve onların yollarını basite alma planı başarıya kavuşmuş olmaktadır.
Avamdan biri, ictihad imamlarının gittiği yoldan gitmeyi reddediyorsa, aslında nefsi arzularına uymayı kendisine mubah kılmış demektir. O zaman kayıt ve sınır tanımamazlık olur. Ne gariptir ki bu gibi kimseler, dört mezhebin ümmet arasına
tefrika soktuğu görüşünü ileri sürenlerdir. Öyle ki bazıları fıkıhta bir mezhebe bağlı olmayı sapıklık olarak kabul ederler. Mezhep alimlerini ilah kabul ettiklerini söylerler. Aslında mezhepleri insanların kafasından silmeden kendi görüşlerini kabul ettiremeyeceğini bilirler. Acaba bunların dediği olsa ve ittifak edilen hususların dışında kalan meselelerde her insanın bir mezhebi olsa o zaman birlik daha mı iyi sağlanır
3- Mezhep İmamlarının Kendi Hevasına Göre Hüküm Verdiğine İnanması
Bir kimse, müctehid mezhep alimlerinin kendi heva ve heveslerinden değil, bizzat kuran ve sünnetten ve sahabe öğretilerinden istinbat ettikleri delillerle hüküm verdiklerini kabul etmiyorsa, o kimse ile tartışılmaz. O kimsenin ilimden nasibi yoktur. Böyle düşünen biriyle tartışmamak yapılacak en güzel davranıştır.
Şunu da belirtmek isterizki. Öncelikle müctehid mezhep alimlerinin kendi heva ve heveslerinden değil, bizzat kuran ve sünnetten ve sahabe öğretilerinden istinbat ettikleri delillerle hüküm verdiklerini kabul etmemiz gerekmektedir. Eğer bunu bu şekilde kabul etmiyorsanız bu yazının devamını okumanıza gerek yoktur. Bu yazıyı yazarken çekmiş olduğumuz zahmet de
bizden olsun. Kişi eğer onların imam olduklarına inanmıyorsa aksine “ onlarda adam biz de adamız” diyorsa bu defa onların usul ve kaidelerini araştırma zahmeti içine girmeyecek, kendisini onlardan daha alim görerek o imamlara hücuma geçecektir.
Onların verdikleri hükümleri hafife almak onların delil aldıkları yeri hafife almak demektir. Bu tehlikeden sizleri uyandırmak isteriz.
Ayrıca (tenzih ederiz)Alimleri mezheplere göre sınıflandırarak “mezhebe tabi olmayan alimi ehl-i sünnet, mezhebe tabi olanları ise ehl-i sünnet dışı” olarak göstermek büyük bir insafsızlıktır. Aslına ters düşmektir. Aslını inkar etmektir.
Ümmet şu zamana kadar hep mezheplere tabi olarak günümüze kadar gelmişlerdir. Alimler hep onların belirlemiş olduğu usul ve kaideleri takip ederek hüküm çıkarıp fetva vermişlerdir. Alimlerin hiçbiri ehil olmadıkça mezhep alimlerinin kurmuş olduğu bu fıkıh binasına dokunmamışlardır. Böyle bir miras bıraktıkları için Allah (c.c) onlardan razı olsun.
4- Mezheblerin Zayıf Hadislerle Amel Ettiğine İnanması..
“Bize düşen Resulallah’tan gelen sahih hadislerle amel etmektir” sloganıyla hareket ederek mezhep imamlarının sahih hadislere vakıf olmadıkları izlenimini uyandırırlar. Bu düşünceyi taşıyan kardeşlerimize hayret ediyoruz. Hadislerin sıhhatı konusunda müçtehide değil de mütercime itibar ediyorlar. Müçtehide uymak ağrılarına mı gidiyor acaba Halbuki mütercimle müctehid arasında dağlar kadar fark var.
Son olarak şunu belirtmek gerekir ki özellikle çağımızda Müslümanın, fıkıh usulü ve fıkıh ilminin kendisi hakkında malumatının bulunması gereklidir. Müslüman, usulü fıkıh okuyunca fıkha, alimlerin içtihadına ve birçok hükümdeki ihtilafına bakışı da değişir. O zaman bu ihtilafların normal olduğunu görecektir. Bu ilmi okumadan orada burada ilme dair konuşması her zaman hata yapmasına sebep olacaktır. Terazi eksik ya da eğri olunca bu defa bütün meseleleri eksik ve eğri değerlendirmeye başlayacaktır.
İşte biz bundan dolayı usulü fıkıh ilmi almamış kardeşlerimizle konuşmaktan ve münazara yapmaktan her zaman uzak durmuşuzdur. Ki bize karşı cahilce ve kindarca bir tavır alıp bize taassup etiketini yapıştırmasın. Bundan dolayıdır ki bırakın tartışmamamız gereken meseleleri, tartışmamız ve ortak hareket etmemiz gereken meseleleri bile konuşamaz olmuşuz.
Biz diyoruz ki; İlim arttıkça muhalifler arasındaki ihtilaf da azalır.
Usulü fıkhı okuduğu halde kişinin fıkıh ve fıkıh imamlarının mezhepleri konusunda görüşünün aynı kalması mümkün değildir.
Onun için fıkıh usulü ve fıkhın okunmasını ısrarla istiyoruz. Çünkü öyle bir asırda yaşıyoruz ki, kişiyi ancak köklü bir ilim sapıklıktan kurtarabilir.
Bu ilmi öğrenmemek için inat etmek, iyileşeceğini bildiği için (inadından dolayı) ilaç içmeyen hastaya benzer. Bu ilmi okumayan kişi daima hata yapmaya mahkumdur. Fıkıh alanında söylediklerimiz akaid alanında da tasavvuf alanında da geçerlidir. Çünkü bu ilimlere hata karışınca ilaç olacakları yerde hastalık doğurucu olurlar. Sapıtma için bir vasıta durumuna düşerler.
Bizler fikirsel olarak iki zümre ile mücadelemizi devam ettirmekteyiz. Biri müctehid imamları tahkir etmek, geçmişte yaşayan ulemanın Kuran-ı Kerimin ruhuna vakıf olmadığını iddia ederek; “Efendim…! Ehl-i sünnetin hiç mi hatası yoktur Müctehid imamların görüşlerini (mezhepleri) bir kenara bırakalım, toplumun ihtiyacı olan yeni projeler üretelim “gibi sloganlarla islam şeriatının savunucusu olan imamları devre dışı bırakarak, devlet yanlısı, demokrat ve modernist bir din (tağutun istediği gibi bir din) icat etmeye çalışanlar… Diğeri; Masum olmadıklarını gerekçe göstererek müctehid alimlerin belirlemiş olduğu usul, kaide ve hükümleri elinin tersiyle iterek –müçtehitlerden bağımsız olarak- ehil olmadan ayet ve hadisleri yeniden değerlendirmek suretiyle yeni bir şeriat fıkıh oluşturmaya çalışanlar.
Şunu belirtmek isteriz ki; geçmiştekilerin kurallarını ilga eden yeni kuralların ortaya konabileceğini ve halkın eski kuralları bırakıp bu kurallar etrafında toplanacağını sananlar vehim içerisindedir.
Yahu bırakın Müslümanların yakasını da varsınlar asırlar boyu taklid edilmelerinde ve arkalarından gidilmelerinde herkesin mutabık kaldığı (kendi) imamlarının arkalarından gitsinler. Eğer istiyorsanız sizler de, dün mevcut olmayan ve o müctehid imamların kendi zamanlarında söz konusu etmedikleri yeni meselelerle ilgili hükümleri ortaya koymakta varın ictihad edin.
Biz sizlere başarılar diliyor, ortaya isabetli ve doğru fikirler koymanızı temenni ediyoruz.
Gökhan Arslan